Her insanın saf ve temiz bir şekilde doğduğuna, mutlu olmak için yaşaması gerektiğine inanırdım. Ben, saflığımın bozulmaması için çabalayarak büyümüştüm. Her zaman iyi olmanın, iyilik yapmanın taraftarı olmuştum. Robyn ile tanıştığımda, onun aslında çok temiz bir kalbe sahip olduğunu fark etmiştim. Herkesten gizliyordu, gerçek kişiliğinin tanınmaması için etrafına duvarlar örüyordu, o, tek başına, yalnız kalmak ve kimseler tarafından rahatsız edilmemek istiyordu. Ölüler Tanrısı'nın oğluydu, babasından aldığı birtakım özellikleri vardı. Sertti, bazen istemeden kırıcı olabiliyordu. Yakınlarını incitiyor, üzüyordu. Bunu yapınca en çok üzülen de yine kendisi oluyordu. Bir şekilde onun kişiliğini çok iyi analiz etmeyi başarmıştım. Onun tüm çabalarına rağmen hep yanında olmaya karar vermiştim. Sevmiştim onu, tanımak istemiştim. Onu kendisinden daha iyi bilen tek kişi olmak, onunla yaşamak, onunla nefes almak istemiştim. Aşık olmuştum. Aşkın karşılıksızken insana ne zulümler çektirdiğini iyi biliyordum, katı bakışlarından hiçbir şey anlaşılmayan Hades oğlunun bana karşı duygularındansa hiç haberim yoktu. Acı çekiyordum, teselliyi yine onun yanında arıyordum. Ona olan aşkımı ondan uzakta yaşıyamıyordum, hep yanımda olmasını istiyordum. Bir gün, kampın en önde gelenlerinden biri olan Lucianna isimli Athena kızı kayıplara karışmıştı. Hayatımda biraz değişiklik olmasına ihtiyacım vardı. Bir de, ne kadar kabul etmek istemesem de kendimi kanıtlamak istiyordum; Kendimden çok Robyn'e... Lucy'yi arama ekibine katılmıştım, her zaman en yakınlarım olan Jennifer ve Stella ile. Göreve çıkacağımız gün, Stella'nın kardeşleri Hector ve Robyn'in de bize eşlik edeceğini öğrenmiştim. Zorlu bir göreve çıkıyordum, yanımda artık dünyam olmuş olan kişiyle...
Kayıp arkadaşımızı aramaya labirentten başlamıştık. Korkuyordum, hem de delicesine. Bazen dar koridorların ilerisinde duyduğumuz hırıltılar yüzünden yerimden sıçrayıp ağlıyordum. Elimi tutuyordu Robyn. O vardı yanımda, o olduğu için dayanabilmiştim tüm korkularıma. Karşımıza çok zorlu canavarlar çıkmıştı, adeta kaderin bir oyunu gibi Jennifer, Stella ve Hector'dan ayrı düşmüş, başbaşa kalmıştık labirentte. Yolumuzu kaybetmiştik, çok kötü durumdaydık. Ona bu kadar yakınken uzağında olduğum için içim yanıyordu. Karşımıza çıkan Laistrygonia devlerinin, ölümümüz olduğunu anladık. İkimiz de Melez Kampı'nda yeniydik, çetin mücadeleler için çok genç ve tecrübesizdik. Beni korumak için kendini ateşe atmış, kendi hayatından vazgeçmişti Robyn. O zaman, onun gerçekten kim olduğunu anlamış, kişiliğini tüm çıplaklığıyla görmüş ve ona daha fazla aşık olmuştum. Bunun geri dönüşü olmadığını biliyordum. İkimizin güzel bir geleceği olacağına ant içtim ve tüm gücümle direnmeye karar verdim. Robyn en iyisini hak ediyordu, çünkü çok iyiydi. Ölemezdi. O zaman, babamın Deniz Tanrısı olduğunu tam anlamıyla keşfetmiştim. Suya hükmetme gücümü ustalıkla kullanarak, tüm canavarları yenmiştim. Robyn yaşıyordu, ağır yaralıydı ama hala nefes alıyordu. Başarmıştık, birlikteliğimizin her şeyi yenebileceğini öğrenmiştik. Sonrası bir peri masalı gibiydi. Ona karşı hislerimin karşılıklı olduğunu öğrenmiştim. Sonsuza kadar sürecek olan ilişkimiz başlamıştı... Aradan yıllar geçti, kişiliklerimizde, bizde değişiklikler oldu ama aramızdaki bağ asla kopmadı, birbirimizi ilk günki gibi sevmeye hep devam ettik. Zaman zaman tartıştık, birbirimizi kırdık, sinirlendirdik. Yine de hepsini sevgimizden yaptığımızı ikimiz de hep bildik. O bana kimsenin bilmediği bir dünyanın anahtarını vermişti; İkimizin dünyasının. Seviyordum Robyn'i, onu sevdiğimi kimseden saklamaya tahammül edemeyecek kadar. Hayatlarımızı sonsuza kadar birleştirmemizi teklif etti bir gün bana, ben de hiç düşünmeden kabul ettim. Kaderimiz buydu zaten, biz birlikte olmak için doğmuştuk. Afrodit'in sorusuna 'evet' cevabını tüm kalbimle vermiştim, tıpkı yanımda oturan ve elimi tutan Robyn gibi.
Evlenmiştik, artık soyadım Harris'ti. İsmimde bile ondan bir parça taşımaya başlamıştım. Hep onun soyadıyla anılacak, onun olduğumu herkese anlatacaktım. Mutluydum, heyecanımdan çok mutluluğum baskın geliyordu. İkimizin şarkısıyla ilk dansımızı ettik. Piste bizim ardımızdan Claire ve Perseus, onların ardından Anna ve Hector, sonrasında Selene ve Tristan ve diğer çiftler de çıktı. Gülümsüyordum çünkü sevdiğim erkeğin kollarındaydım. Gülümsüyordum çünkü biricik kuzenim Jennifer aylardan sonra aramızdaydı. Gülümsüyordum, tüm tanıdıklarım bize destek olmak için bugün buradaydı. Mutluydum, çünkü yanımda Robyn olduğu sürece kimsenin suratımdaki gülümsemeyi silemeyeceğini biliyordum. Birbirinden keyif verici saatler hızla akıp geçti. Masalları andıran düğünümüzün bitme vakti gelip çattı. Kalabalıktakiler yavaş yavaş kır bahçesinden ayrılmaya başladılar, çoğunun Paris'ten Melez Kampı'na dönmesi için birkaç saatlik bir yola dayanması gerekiyordu. Robyn ile mutluluğumuzu paylaşmaya gelmiş olan herkese tekrar tekrar teşekkür ettik. Kimileriyle vedalaşmak o kadar zordu ki, gözlerime dolan yaşları geçirmek için fazlaca çabalamam gerekiyordu. Bizim ilişkimizde birçok dostumuzun emeği vardı. Çoğu farkında olmasa bile bir şekilde aramızdaki bağın güçlenmesini sağlamıştı. Gelin odasından beri ağlamayı sürdürmüş olan Serena ve Cornelia geldi yanıma. Bu güzel günde beni üzen tek şey, artık Robyn ile daha fazla vakit geçireceğimden, arkadaşlarımı daha az görecek olmamdı. Kendimi gülümsemeye zorladıktan sonra "Bize bu mutluluğu yaşatan tüm dostlarımıza teşekkür ederim." dedim. Hayatımın yeni bir dönemine başlıyordum, mutlu ve huzurluydum çünkü ne olursa olsun dostlarımın hep yanımda olduğunu iyi biliyordum.