Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| ~ Ateş ve Su ~ | |
|
+25Leonard L. Carter Jennifer Amy Carter Drake Tyrell Stanislaus Adyali Beckett Tristan Micah Addison Calvin Drake Westin Afrodit.. Alicia Roxanne Wideen David Tyler Lena H. Bryce Mark William Trully Hermia Aigian Cocteau Ophelia Martinez Clara Thompson Edward J. F. Newgate Hestia Daisy Lenore Fackrell Lucianna Fackrell Katherine M. von Dorff Martin Tudor Serena Su Hanzadeoğlu Satellite Morgan Cornelia Fackrell Robert Harris Rose Denise Harris 29 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Rose Denise Harris Poseidon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1021 Kayıt tarihi : 17/08/10
| Konu: ~ Ateş ve Su ~ Cuma Nis. 22, 2011 1:37 pm | |
| - Spoiler:
İşte o büyük gün!Daha kaliteli bir toplu rp'miz olsun diye, sizlerden uymanızı önemle istediğimiz birkaç kural var: *Yazılan her postun metin boyutu 11 veya 10 punto olmalıdır. *Rp'lerin arka plan rengi site geneli olan beyaz veya gri olmalıdır. *Postlardaki ve konuşturmalardaki renk uyumuna uyulmalıdır. *Bir rp'nin uzunluğu en az 10 satır olmalıdır. Şimdiden, anlayışınız için teşekkür ediyoruz.
Kurgu; Herkes postunda zaman akışını -fazla hızlı olmamak koşuluyla- ilerletebilir. İlk 7-8 postun düğün öncesi zamanı anlatmasını istiyorum, sonrasında yavaş bir şekilde olay akışı başlayabilir. Yazım sırası yok, gelinin ilk postundan sonra damadın yazması yeterli. ^^Düğün davetiyemiz; - Kod:
-
http://i53.tinypic.com/kbpugl.png Cornelia'nın ek imzası; - Kod:
-
http://i51.tinypic.com/qz3wgx.png Serena, Katherine, Selene, Lucianna, Mana, Satellite, Lena, Stella ve Hermia'nın ek imzası; - Kod:
-
http://i51.tinypic.com/eajmah.png Hector'un ek imzası; - Kod:
-
http://i54.tinypic.com/2j1n7eg.png Yondaime ve Martin'in ek imzası; - Kod:
-
http://i56.tinypic.com/34ynp80.png Nikaha katılan herkesin, günün şerefine kullanmasını rica ettiğimiz ek imza; - Kod:
-
http://i54.tinypic.com/sbljr6.png
Her insanın hayatında birkaç önemli dönüm noktası olur ve çoğu kişi o anı yaşarken, bunun gelecekte getireceği yeniliklerin bilincinde olamaz. Ben, bugünün benim için tam bir dönüm noktası sayılabileceğini biliyor ve evliliğimizin getireceği tüm durumlara da kendimi hazır hissediyordum. Robert Harris, bundan tam altı yıl önce, sıcak bir yaz günü hayatıma girmiş ve kısa zamanda asla değişmeyecek olan o yerine, kalbimin derinliklerinde sahip olmuştu. Ona her bakışımda kalbimin ritminde yaşanan canlanma, soluk alıp verişimin hızlanması, heyecandan elim ayağımın birbirine dolanması, tek bir kelimeyle açıklanabilirdi; Aşk... Söylerken çok basit geliyordu ama o duyguyu doruklarında yaşama imkanı bulabildiğim için ben aşka çok daha farklı bir gözle bakıyordum. Onun, insanın hayatını kökten değiştirecek şeyler yapmasını bile sağlayabileceğini biliyordum. Aşkın, bir kişinin karşısında insanın kendi varlığını değersiz hissetmesi anlamına geldiğini biliyordum. Biri için her şeyden fedakarlık edebilmenin karşılığı olduğunu, yaşayarak öğrenmiştim. O nedenle içim rahattı; Doğru yolda olduğumdan emindim. İçimdeki aşk zaten her zaman benim yanlış yola sapmamı engellerdi. Robyn ile bizim ilişkimizde sahteliğe yer yoktu, birbirimize karşı hislerimizi asla saklama gereği duymamıştık. Derin bir nefes aldıktan sonra aynadaki aksime bakıp gülümsedim. Ellerimin titreyişini, karşımdaki görüntüde bile fark edebiliyordum. Üzerimde, küçüklüğümden beri hayalini kurduğum modeldeki o gelinlik vardı. Straplez ve dar üstü ile kabarık eteği, moda tasarımında tam bir kraliçe olan Claire sayesinde üstüme tam olmuştu. Saçlarımı Robyn'in isteği üzerine açık bırakmıştım. Başımda zarif bir taç vardı ve duvağımı saçlarıma onunla tutturmuştuk. Beyaz topuklu ayakkabılarımın günün ilerleyen saatlerinde bana epeyce rahatsızlık vereceğinden emindim ama yine de onları sonuna kadar giymekte kararlıydım. Kır bahçesindeki düğüne gidebilecek hafiflikte bir makyaj yapmıştım, bir kez daha herkese doğallıktan yana olduğumu göstermeye kararlıydım. Sere'nin tüm ısrarlarına rağmen biraz daha belli olan bir ruj sürmemekte ısrar ediyordum. Heyecandan kendimi kaybetmiş olduğumu, mantıklı düşünemediğimi biliyordum. Sol elimin orta parmağında takılı olan yüzük, içinde üç sihirli inci barındırıyordu ve ben her an onlardan birini kullanarak kendi nikahımdan kaçabilirdim. Aslında, o kadar büyük bir stres altındaydım ki, bunu yapmak gözüme oldukça mantıklı görünüyordu. Yüzüğümle oynadığımı gören Lia yanıma gelip "Lütfen biraz sakinleş kardeşim." dedi. Baş nedimemin suratındaki o sevgi dolu ifade bile, sakinleşmem için yeterliydi. Titrek bir nefes aldıktan sonra gelinliğimi kırıştırmamaya özen göstererek geçip odada benim için hazırlanmış olan koltuğa oturdum. Kır bahçesindeki binanın, gelin ve nedimelerin hazırlanması için kullanabileceği odasındaydık. Oda yeterince geniş ve ferahtı ki bu bana gerçekten iyi geliyordu çünkü şu anda kendimi dar ve kapalı bir yerde hayal edince bile delirecek gibi oluyordum. Robyn'in şu anda ne yaptığını düşünerek gerildim. O böyle resmi işlerden, kutlamalardan ve hazırlıktan nefret ederdi. Suratımdaki ifadeyi doğru bir şekilde yorumlamış olan Sel, yanıma gelip "İnan bana, şu anda Robert'ın ne yaptığını bilmek istemezsin." dedi. Ablası Stell de onun sözlerine "Tahminimce üçüncü kadehindedir." diyerek netlik kazandırdı. Şaka maksatlı kaşlarımı çattıktan sonra "Ben sonra ona gösteririm nikah öncesi içki içmeyi." dedim. Kızlar sözlerim sonrasında oluşan boşluğu kahkahalarıyla doldururken, Lucy yanıma gelip elime bir kadeh kırmızı şarap tutuşturdu ve "Bilgelik Tanrıçası'nın kızı, senin de biraz rahatlaman gerektiğini düşünüyor." dedi. Ona minnetle gülümsedikten sonra şaraptan minik bir yudum aldım. Sere'nin ve Lia'nın bana gözlerini kısmış bir şekilde baktıklarını biliyordum ama bundan pek de rahatsız olduğum söylenemezdi. Lucy haklıydı, rahatlamaya fazlasıyla ihtiyacım vardı çünkü biraz kendimi toparlayamazsam, nikah sırasında kesin düşüp bayılacaktım. Üvey kardeşim Katherine'in bana cesaret verici bir şekilde gülümsediğini gördüm ve ona içtenlikle karşılık verdim. Kır bahçesindeki masaların tümünün dolu olduğunu, birçok dostumun bu özel günümde beni yalnız bırakmamak için burada olduğunu biliyordum ve bu, içime bir sıcaklığın yayılmasını sağlıyordu. Belki henüz sadece on dokuz yaşındaydım ve yaptığım evliliğin doğruluğu da tartışılırdı ama sorgusuz sualsiz yanımda olan arkadaşlarımız, bugün de Robyn ile beni yalnız bırakmamışlardı. Onlara kesinlikle çok minnettardım. Şu anda bu odada olan nedimelerin tümü, benim için en özel arkadaşlardandı. Bahçede oturmuş, törenin başlamasını bekleyen dostlarımın iyi dilekleri, neredeyse elle tutulur düzeyde hissediliyordu. Elbette hala titriyordum, bunu hiçbir alkollü içecek değiştiremezdi. Heyecandan kesik kesik nefesler alabiliyordum, birkaç saat sonra hayatımı adadığım erkekle resmen evlenecek olmanın getirdiği stresin yanı sıra, düğünle ilgili tüm telaşlarım da zihnime hücum etmiş durumdaydı. Birbiriyle kavgalı olan melezler, egoları dünyaları yutabilecek genişlikte olan tanrılar ve tanrıçalar, birçok ilahi gücün yardımıyla oluşturulmuş sihirli çitleri kırarak düğünü mahvetmeye uğraşan mitolojik canavarlar, hepsi bugün burada, bir çatı altında olacaktı. Gözlerimi kapattım ve onu sevmediğimi iddia ediyor olsam bile, benim için en önemli olan erkeklerden birine, yani babama sessizce bir dua mırıldandım. "Bugün bana yardımcı olsan iyi edersin ihtiyar, bu iş bir avuç Laistrygonyalı ile savaşmaya benzemiyor." Nedimelerim son hazırlıklarını yapmaktaydılar ve onlar işlerini bitirdiği zaman, hayatımın en büyük olayı gerçekleşecekti. Sahneye çıkmasına az zaman kalmış bir ses sanatçısı gibi gergindim, gergin hissetmekte sonuna kadar haklı olduğum da şüphe götürmez bir gerçekti. | |
| | | Robert Harris Hades'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1602 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Cuma Nis. 22, 2011 2:42 pm | |
| Hayatının aşkıyla genç bir yaşta tanışmak, her kişiye nasip olmaz. Bu nedenle kendimi çok şanslı hissediyordum. Ben meleğimi, henüz 13 yaşındayken, bir melez olduğumu yeni öğrendiğim zamanlarda bulmuş ve karşımıza çıkan tüm zorluklara rağmen ondan hiçbir zaman kopmamayı başarmıştım. Bugün, hala buna tam olarak inanamasam da, evleniyordum. Sevdiğim ve sonsuza kadar sevmeye devam edeceğim Rose, resmen benim eşim olacaktı. Kendime beş dakikada bir oturaklı davranmam gerektiğini çünkü babamın Hades olduğunu hatırlatıyordum ama bu ikazlarımın bana pek fazla ettiği söylenemezdi. Hayatım boyunca ilk kez bu kadar gerilmiş ve heyecanlanmıştım. İşin içine mutluluk, sevinç, kasvet, endişe ve birbirinden farklı yüzlerce duygu da girdiği için, pek iyi durumda olduğumu söylenemezdim. Bu tarz etkinliklerden ve kalabalıktan nefret ederdim ama kendi düğünümde davetlilere surat asmak gibi bir şansım yoktu. Bu 'büyük kutlama' fikrini nasıl da kabul ettiğimi, işlerin nasıl bu kadar büyüyebildiğini düşünürken, Apollon'un oğlu küçük tanrı Martin sırtıma sertçe vurdu ve "Rahatla biraz dostum." dedi. Ona yönelttiğim pis bakışlarımda, aynısını dün gece bekarlığa veda partimde de yapmış olduğunu net bir şekilde anlatıyordum. Elbette Martin'in buna aldırış ettiği yoktu. O insanları, özellikle de beni sinir etmekten büyük bir zevk alırdı. Gözlerimi devirerek Martin'e sırtımı döndüm ve odadaki içki masasına doğru ilerledim. Ona kızamıyor, istesem de yeterince fazla sinirlenemiyordum çünkü Rose'u fazlasıyla önemsediğini biliyordum. Martin bugün ona karşı olan tüm davranışlarıma rağmen düğünümüzdeki şahitlerden biri olacaktı. Bu gerçekten de kulağa hoş geliyordu, tabii teknik ve pratik birbirinden oldukça farklıydı. Orada bana hayatı zehir etmek için elinden geleni ardına koymadan çabalayacağından emindim ama dozunu kaçırmayacağını da biliyordum çünkü böyle bir günde asla Rose'u üzecek bir şey yapmazdı. Kendime yeni bir kadeh viski doldurduğumda diğer nikah şahidimiz Yon yanıma geldi ve "Dostum, bu kaçıncı bardak?" diye sordu. Kendimi gülümsemeye zorladıktan sonra "Sanırım üçüncü." cevabını verdim. Barım Club Harris'te geçirdiğim gecelerin sağladığı bir kazanç olarak, artık eskisinden bile daha zor sarhoş oluyordum. Dayanıklı bir yapım olduğu için de birkaç kadeh içki, mideme rahatsızlık vermezdi. Yon'un bana tereddütle baktığını gördüm ve umursamazca omuz silktim. Bugün, benim günümdü ve kimse biraz rahatlamama engel olamazdı. Aslında, kendime bile itiraf edemiyor olsam da bu evlilik merasiminin beni epeyce fazla heyecanlandırdığının farkındaydım. Bir an önce bu kargaşanın bitmesini ve günün sorunsuz geçmesini her şeyden çok istiyordum. Kader Tanrıçaları'na bugün başımıza dadanmamaları için adak bile sunmuştum. Rose ile haftalardır bu günü planlıyorduk ve en ufak ayrıntısına bile önem vererek, konuklarımız için güzel bir kır bahçesini tam bir şölen havasına sokmuştuk. Bu mekanı bulmamız da kolay olmamıştı; İmdadımıza baldızım Lia yetişmeseydi, halimizin ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Derin bir nefes aldıktan sonra elimdeki bardağı masanın üzerine bıraktım ve aynanın karşısına geçip kendime tekrar bir baktım. Kesinlikle en az her zamanki kadar yakışıklı görünüyordum. Aslında, takım elbiyesi ve diğer lüzumsuz resmiyet ifadelerini sevmiyordum ama bu şekilde normal halimden çok daha karizmatik göründüğüm de kesindi. Rose'un şu anda ne yapıyor olabileceğini düşününce kalp atışlarım hızlandı. Sevgilim büyük ihtimalle bana göre katlarca daha çok heyecanlıydı. Şimdi yanında olmak ve onu rahatlatmak için birkaç şey söylemek isterdim ama sadıcım Hec başka olmak üzere, yanımdaki kimsenin buna izin vermeyeceğinden emindim. Saçma sapan gelenekler yüzünden evleneceğim ana kadar kız arkadaşımı göremeyecek olmam, sinirlerimi bozmuştu ama bunu belli ederek yanımdakileri telaşlandırmadım. Odanın pencerine yaklaştım ve ihtişamlı bir kutlama yerine dönüşmüş olan kır bahçesinde her şeyin yolunda olup olmadığına göz attım. Davetliler yavaş yavaş masalardaki yerlerini almaya başlamışlardı ve kısa zaman sonra dışarıdaki insanların oturacak yer bulmakta zorlanacaklarını biliyordum. Kampta benden köşe bucak kaçan birkaç yüz kişiyi düşünecek olursak, bu kalabalığa hayret etmem gerektiğini biliyordum, büyük ihtimalle onları buraya herkesin sevgisini rahatlıkla kazanabilen Rose ile, ikimizin arasındaki ilişkinin diğerlerinde uyandırdığı merak getirmişti. Bardaki ortağım Kev bana yeni bir Dionysos yapımı kırmızı şarap açmasını isteyip istemediğimi işaret ettiğinde, ona bunun gereksiz olduğunu belirtmek için elimi 'boşver' dercesine salladım. Kev, bugün burada dağıtılacak olan tüm içkiler bedava olacağından, bana bozuk atıyordu. Bu günü hayırlısıyla atlattıktan sonra onun gönlünü kolaylıkla alabilirdim. Birbirlerine benzer şekilde giyinmiş olan Martin ve Yon'a bakarak sırıttım. İki nikah şahidimiz de Tanrı Apollon'un oğullarıydı ve Apollon, diğer tüm özelliklerinin yanı sıra, kaderin de tanrısıydı. Suratımda çarpık bir gülümsemeyle "Demek kaderin bekçileri bu özel güne tanıklık edecek, öyle mi?" diye mırıldandım. Yon da Martin de ne dediğimi anlamadıkları için bana şaşkınlıkla bakarken, geçip en yakındaki sandalyeye oturdum. Gelinin tarafında işlerin ne durumda olduğunu bilmiyordum ama izlediğim filmlerden gördüğüm kadarıyla o tarafta gelinin ayakkabısının altına isim yazmak gibi tuhaf ve zaman kaybına neden olan gelenekler vardı. Onların saçmalıklarının ne zaman biteceğini bilmiyordum ama işin tüm heyecanına rağmen, düğünün bir an önce başlamasını istiyordum. En azından orada, buradan daha fazla stres altında olmayacaktım çünkü Rose yanımda olacaktı; Hem de bir daha hiç gitmemek üzere.
| |
| | | Cornelia Fackrell Poseidon'un Çocuğu/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 871 Kayıt tarihi : 03/10/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 1:33 am | |
| En sevdiğim, en çok değer verdiğim kardeşimin düğünü... Sonunda o heyecan ile beklediği gün gelip çatmıştı. Bugün hem çok mutlu, hem de çok üzgündüm. Kardeşim evlenip gidiyordu. Her ne kadar Sere ile bizim evimizin karşısına taşınacak olsalar da istemeden Robyn'e kızıyordum. Yine de biliyordum ki Rose, Robyn olmadan yapamazdı ve bende onlarla bu mutlu anlarında yanında olmalıydım. Hafifçe gülümsedim ve bahçeye son kez göz attım. Burayı bulmuş -hatta almış- ve düzenlemiştim. Kardeşim yaklaşık iki haftadır heyecandan panik olmuş bir halde dolaşıyordu ve bende her şekilde ona yardımcı olmaya çalışıyordum. Bahçenin çok güzel dizayn edildiğini fark edince gülümsedim ve Kardeşimin bulunduğu odaya doğru ilerlemeye başladım. Rose kadar Robyn'in de heyecanlı olduğunu biliyordum ve eniştemin böyle düğün gibi resmi işlerden hoşlanmadığının farkındaydım. Yine de bugünlük bunlara katlanmak zorundaydı. Ne de olsa kendi düğünleriydi ve bu konuda kardeşimi kıramayacağını çok güzel belli etmişti. Bir an Robyn'in yanına gitmeyi düşünsem de Rose'nin yanına doğru ilerlemeye devam ettim. Onu görmeliydim. Henüz daha görmemiştim gelinlik içinde ve harika olacağına emindim. Odaya girdiğimde nedimelerin hepsi bir iş ile uğraşıyor ya da Rose'a destek oluyorlardı. Manzarayı böyle bulunca gülümsedim ve kardeşimin yanına gittim. Kardeşime baktığımda hayran kalmmıştım. Beklediğimden çok daha güzel, tam bir peri kızı gibi olmuştu. Gelinliği sanki sadece ona özel dikilmiş gibiydi. Makyajı hafif ve doğaldı ama o bu haliyle çok daha güzeldi. Zaten kardeşime kim laf edebilirdi ki? Kamptaki en güzel kızlardan biriydi. Gülümsedim ve odaya göz attım. Her şey son olarak kontrol ediliyor ve eksiklikler varsa tamamlanıyordu. Dışarıya baktığımda bahçeye melezlerin gelmeye başladığını ve düğünün başlamasına az kaldığını fark ettim. Kardeşim kadar olmasa da ben de heyecanlı ve mutluydum. Kardeşim beni baş nedime olarak seçmişti ama ne yapacağım hakkında şu an en ufak bir fikrim yoktu. Sadece düğün alanını ve diğer hazırlıklarda yardım ettim. Kardeşim ayna karşısında kendisine bakarken titrediğini ve yüzüğüyle oynadığını fark ederek "Lütfen biraz sakinleş kardeşim." dedim sakince. Aslında beklediğimden daha sakin konuşmuştum ve bu daha iyiydi. Kardeşim yeterince telaşlıydı ve aklından neler geçtiğini tahmin edebiliyordum. Kate Rose ile konuşup onu sakinleştirmeye çalışırken Lucy yanımıza geldi ve Rose'ye kırmızı şarap uzattı. O da herpimiz gibi Rose'nin biraz rahatlamasını istiyordu ve Sere ile biz gözlerimizi kısıp baksak da kardeşim içmeye başladı. İçkilere dayanıklı olduğunu bilsem de yine de bugün bir aksilik olmamasını ve düğünün güzel bir şekilde tamamlanmasını istiyordum. Hep beraber oturmuş sohbet ederken Kate "Bahçe yavaş yavaş dolmaya başladı." dedi. Başım ile onayladım ve Rose'nin merak, heyecan ve korku dolu gözlerine sakince bakarak "Ee hazır mısın kardeşim?" diye sordum. Hazırım anlamında başını sallasa da hala bir şeyler olacağı hakkında tereddütleri vardı. Tabi heyecanı da zaman geçtikçe geçmek yerine artıyordu. Bunu geçirmemin imkanı yoktu ama bunu yapabilecek, en azından en az olaysız atlatabileceğimizi sağlayacak birini biliyordum. İçimden sessizce babama "Bari bugün kızlarının en güzel gününde yardımcı ol da umulmadık olaylar başımıza gelmesin." diye mırıldandım ve Sere'nin sesiyle onlara doğru döndüm. "Hadi ayakkabının altına isimlerimizi yazalım." demesiyle Sere'nin, hepimiz gülmeye başladık. Bu fikri sevmişe benzeyen Rose de gülümsedi ve ayakkabısını çıkartarak isimlerimizi yazmaya başladı. | |
| | | Satellite Morgan Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3387 Kayıt tarihi : 24/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 1:41 am | |
| O gün bütün kampı bir heyecan dalgası sarmıştı. Yenilerden eskilere, güçlülerden güçsüzlere, Zeus'tan Amphitrite'e bütün kulübeler ve melezler tek bir olaya odaklanmışlardı. Herkesin aylardır beklediği ama Rose ile Robyn'in yıllardır beklediğini bildiğimiz bu özel günde bütün melezler gerçekten büyük bir olaya tanıklık edecektik. Hepimizin içinde durdurulamaz bir heyecan dalgası, gözlerimizde ise Rose'unkiyle ölçülemeyecek ama yine de normale göre fazla olan bir parlaklık vardı. Kampın içerisindeki telaş, bizim kulübemizde de etkisini göstermekteydi. Normalde erkeklerden nefret eden avcılar, bu dönemde erkeklerden tiksinmek yerine onlarla arkadaşlık ediyorlardı. Dolayısıyla bu düğüne de hoplaya zıplaya gideceklerdi. Kulübemiz iki nedimeye ev sahipliği yapıyordu, ben ve Lena. Başta ikimiz olmak üzere bütün avcılar ortalıkta koşuşturuyordu, çünkü her an Artemis bizi düğüne götürmeye gelebilirdi. Zor da olsa izin almıştık Artemis'ten, ne yalan söyleyeyim bu sıralar iyiliği üzerindeydi ve bizi o büyülü yolculuğa, Paris'e götürecek anahtar da Artemis'teydi. Lexi'yle beraber aynanın karşısına geçmiş, saçımızı başımızı düzeltiyorduk. Lexi, her zamanki gibi göz dolduracak güzelliğiyle herkesi kendine hayran etmeye adaydı. Ben de normale göre, katıldığım diğer partilere göre çok daha özen göstermiştim kendime. Sabahın erken saatlerinden beri süsleniyordum, sonuçta bu düğün gerçekten katılacağım en özel davet olacaktı ve konumum dolayısıyla da en gurur duyduğum bu düğüne salkım saçak gitmek benim ciddiyetime yakışmazdı. Sarı saçlarımı uzun çabalar sonucu düzleştirdikten sonra uçlarını da maşayla kıvırmıştım. Dışarıdan bakınca kırık fönlenmiş gibi görünen saçım bu yöntemle daha dayanıklı kalacağı için böyle bir işe girişmiştim. Üzerimdeki elbise de, her nedimenin giydiğinin aynısıydı. Bu harika elbise, giymeye kıyamayacağım şekilde bezenmişti, bunu seçenin zevk sahibi biri olduğu konusunda en ufak bir kuşkum yoktu. Aynada kendime baktıktan sonra Lexi'yle beraber salona doğru ilerlemeye başladık. Ağzımdaki gülümseme, benimle aynı kıyafeti giymiş olan Lena'yı görünce bütün yüzüme yayıldı. Ardından farklı kıyafetlerle gelen avcılara gülümseyerek selam verdim. Hepsi birbirinden güzeldi, düğündeki en güzel Rose olacaktı, en güzel kulübe de Artemis Kulübesi. Bir süre hepimiz pencerenin önünde Artemis'i bekledik, ama en ufak çıt çıkmadı hiçbirimizden. Herkes kütüphanede olunmayacak kadar sessizdi, saçlarıyla başlarıyla uğraşıyor ve pencereden dışarı bakıyorlardı. O sırada yerden inen Artemis'i ve arabasını gördük. Topuklu ayakkabı sesleri kulübeyi inletirken, en son çıkan olarak kapıyı kapattım ve heyecanla arabaya bindim. Hava oldukça güzeldi, güneşin sıcaklığı ve günün öneminin birleşimi hepimizi cezbediyordu. Arabaya bindikten belli bir süre sonra Eyfel Kulesi'ni görünce gülümsedim ve Lexi'ye kuleyi işaret ettim. O an heyecanım depreşti, birkaç saniye sonra vardığımız kır bahçesinin içine koşar adımlarla girecekken Lena'yı beklemeye karar verdim. Ardından gelen yaklaşık on avcıyı salona götürdükten sonra aşağıya sarkan eteklerimi toplayarak gelin odasına doğru ilerlemeye başladım. Kapıyı açtığımda çoğu nedimenin içeride olduğunu görerek utandım ve ardından gözlerim faltaşı gibi açıldı. Kampın en güzeli Rose'du; bunu kimse inkar edemezdi, daha da aşamaz derken karşımda -Afrodit duymasın.- bütün evrenlerin en güzel geliniyle karşılaşmıştım. Yanına giderek sarılacaktım ama Claire'in elinden çıkmış muhteşem gelinliğini buruşturmamak adına yanına giderek onu tebrik ettim bir kez daha. Ardından Lucy'nin yanına giderek beklemeye başladım, az bir zaman kalmıştı düğüne, artık herkes son hazırlıklarını yapıyordu. Ben de bir yandan Rose'a ve diğerlerine bakıyordum yardım etmek için, diğer taraftan da aynada kendime bakıyordum. Melez kampı sakinleri, şüphesiz ki iki sevenin en hoş olayına şahitlik edeceklerdi bugün. Onlar bunu çoktan hak ediyorlardı, tek temennim hep böyle mutlu ve tatlı bir çift olarak kalmalarıydı. Yavaş yavaş bahçe doluyordu, heyecan doruğa ulaşmıştı. Birden Sere, Rose'un ayakkabısının altına isim yazma fikrini önerdi, hepimiz gülmeye başladık. Fakat Rose önce gülümsedi, sonra ayakkabısını çıkarttı. Lena'nın uzattığı kalemle ayakkabısının altına isimlerimizi yazmaya başladı. Herkeste bir "önce ben, önce ben" isteği ve havası vardı fakat biz avcılar evlenmeyi pek düşünmediğimiz için sona yazılmayı istiyorduk, her ne kadar evlenmek istemesek de o ayakkabının altına yazılmak bizim için bir zevk olacaktı. Fakat Rena sona yazıldığı için, ondan önceki sonlar biz olmak üzere hepmizin adlarını ayakkabısının altına yazarken düğün zamanı yaklaşmasına rağmen daha bir rahatlamış gözüküyordu. O güldükçe hepimize yayılan rahatlama duygusunu saate bakışım kendi içimde yıkmıştı. Geçen günkü kına gecesini hatırlayarak Rose'a baktım, daimi ittifakım Robyn ile bunu çoktan hak ediyorlardı.
En son Satellite Morgan tarafından C.tesi Nis. 23, 2011 3:32 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Serena Su Hanzadeoğlu Athena'nın Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4815 Kayıt tarihi : 07/09/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 1:45 am | |
| Bugün günlerden neydi? 23 Nisan’dı. Elbette… Her ne kadar üzgün olsam da mutlu olmam gereken gün gelip çatmıştı. İçimde bir şeyler kıpırdanıyor ve ben bundan büyük rahatsızlık duyuyordum. Onlarla ne zaman tanışmıştım? Birkaç yıl önce mi? Galiba ilk Robyn ile tanışmıştım. Küçük bir görev sırasında… O kadar sert ve öfkeli görünüyordu ki, her an birilerini parçalayabileceğini hissediyordum. Fakat zaman ilerledikçe Rose’un yanında o vahşi ruhunun kaybolduğuna şahit olmuştum. Bir Hades oğluna göre fazla cana yakındı. Üstelik o sinir kardeşi Selene ile aramızın kavgalı olmasına rağmen bana iyi davranıyordu. Fakat şunu itiraf etmeliyim ki ondan şimdilik nefret ediyordum. Neden diye sormaya çalışmayın, nedeni belli değil mi? Tabi Rose ile tanışmam ise ayrı bir olaydı. Hatırladığım kadarıyla Stell sayesinde tanışmıştık. İlk gördüğüm andan beri en yakınımdı diyebilirim. Gözlerinin ışıltısı ve gülüşü ile etrafındaki insanları hiç küçümsemiyordu. Derler ya üç büyüklerin çocukları, hepsi sinir diye. Öyle değildi o işte, hepsinden farklıydı. O günden beri her şeyim olmuştu. Hatta birlikte eve çıkmamız, aynı üniversitede okumamız, oda arkadaşım olması… Şimdi düşündüğüm de bile gözlerim doluyordu. Üstelik böyle bir günde… Ah haydi ama onu üzmemeliydim. Ağlayacak zamanda değildim. Son bir kez aynada kendime baktım. Üzerime giydiğim açık pembe nedime elbisesini sevmiştim. Herkesin –yani nedimelerin- renk konusu dışında kısıtlanmaması oldukça mantıklıydı. Çeşit çeşit elbise giyebilecektik. Benim ki tüldendi ve oldukça uzundu. Boynuma dolanan iplerinin ise örgülerden oluşması dikkat çekiyordu. Elbisemi ben tasarlamıştım, Afrodit kızı Claire’da beni kırmayıp tasarımımı gerçekleştirmişti. Tabi bu elbisenin içindeyken daha bir hoş olduğumu fark etmiştim. Pembe ipli ayakkabılarım, elbisem ile büyük uyum sağlıyordu. Ağlasam yüzümdeki o hafif makyaj akacaktı. Kıyamıyordum doğrusu. Saçlarımı ise topuz yaptırmıştım. Dağınık topuz… Benim için düğünlerin hep vazgeçilmezi olmuştu.
Bütün kızlar aralarında fısır fısır konuşuyorlardı. Lia ve Rose sohbet ederlerken aklıma bir fikir gelmişti. Sinsice gülümsedim ve elime masanın üzerinde duran yeşil kalemi aldım. Diğer kalemleri de kızlara vermeye başladım. Hepsi şaşkınlık içinde bana bakıyordu. Sonunda dayanamayıp öksürdüm. Herkesin bana bakmasını sağlamak için… ‘‘Hadi ayakkabının altına isimlerimizi yazalım.’’ Bu lafıma dayanamayıp herkes gülmeye başladı. Rose onaylarcasına yavaşça ayakkabısını çıkardı. Herkesin ismi renkli kalemlerle yazılıyordu. Daha zor çıkacaktı ve böyle aramızdan ilk kimin gideceğine dair şakalar ortaya atacaktık. Tabi ki de bu ben olmayacaktım. Daha lise 3’e gidiyordum ve annemin buna engel çıkacağını da adım gibi biliyordum. Üstelik evleneceğim kişi kim olursa olsun İzmir’e gidip ailemle tanışmalıydı. Ne yani, çok mu eski kafalıydım? Sonunda benim sıram gelmişti. En son kişi bendim. Gözlerimin yavaşça dolduğunu hissediyordum. Üzüntüyle Rose’a baktım ve elimdeki yeşil kalemi ona uzattım. Sakince ismimi yazdı. Lia anlamış olacak ki yanımızda uzaklaşmaya başladı. Ben ise sakince sandalyeye oturdum. Çok mu belli ediyordum ağlayacağım zaman. Yavaş yavaş gözyaşlarım akmaya başlamıştı. Hıçkırmamak için kendimi zor tutuyordum. Duygusal olmak benim suçum değildi ki, mantığımla hareket edemiyordum. Gözlerimi silmek bile istemiyordum aslında… Rose sakince bana sarıldı. En yakın dostum evleniyordu ve ben ondan ayrılacağım için üzülüyordum. Artık bekar ikili olup birlikte gezemeyecek ve takılamayacaktık. Tamam hep bizimle olacaktı ama bekar evimizdeki gibi gülüp eğlenemeyecektik. Aklıma geldikçe daha da kötü ağlıyordum. ‘‘Rose… Çok özür dilerim ama tutamadım kendimi.’’ Bunu duyan Lucy hemen yanıma gelmişti zaten. En yakın dostumun ve kardeşimin beni sakinleştirmesi içimi rahatlatmıştı tabi. Kim bilir Lucy evleneceği zaman nasıl olacaktım. Onlarla eskisi gibi olamamaktan, onları kaybetmekten o kadar korkuyordum ki. Robyn’in son günlerde yaptığı şakaları düşününce bazen gerçeklik payı bile çıkartıyordum. Mesela yaptığı şakalardan biri de ‘Rose ile bir daha görüştürmeyeceğim seni, onun aklını çelebilmenden korkuyorum Sere!’ Tabi gülmeyi de ihmal etmemişti. Ama ben her zaman ki alıngan ve kırılgan Sere olarak yüzümü asıp ona küsmüştüm. Her ne kadar şaka olduğunu tekrar etse bile hala kırgındım ona. Son olarak Rose’a bir kere daha sarıldım. Yinede her zaman en yakınım olacaktı, her şeyim ve bu akşam gün en mutlu gününde yanında olup onu hiç yalnız bırakmayacaktım da… Hiç değilse Robyn’in onun her zaman mutlu edeceğini biliyordum. Bu bile içimi rahatlatmaya yeterdi.
| |
| | | Martin Tudor Küçük Tanrı
Mesaj Sayısı : 555 Kayıt tarihi : 03/01/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 2:02 am | |
| Robert ve Rose'un düğünü, benim için çok özel bir anlam taşıyordu. Bugün, ıssız bir şekilde ortadan kaybolan ve sonra benimle tüm ilişkisini kesen Lucy ile birlikte gidecektik oraya. Kayıplara karışmış olduğu halde en yakın arkadaşlarından ikisinin düğününü kaçıramayacağını söylemek için geçen gece beni aramıştı. Normalde, bu fevri hareketleri yüzünden onunla konuşmamam daha yerinde olurdu ama ben aşkım yüzünden teklifine balıklama atlamıştım. Düğün gündüz saatlerinde başlayacağı ve Lucy orada nedime olarak görevli olacağı için Londra'daki evinden onu almaya gittiğimde henüz sabahtı. Bu düğün saçmalığı yüzünden birçok melez bu gün uykusuz kalacaktı. Aslında ben düğüne fazla katılımın olacağını da düşünmüyordum fakat Lucy'yi almaya gitmeden önce uğradığım Melez Kampı'ndaki telaşlı hazırlık, bu fikrimi değiştirmemi sağlamıştı. Robert tam bir üretim hatasıydı ama Rose benim gibi, herkes tarafından sevilen biriydi. Büyük ihtimalle düğündeki kalabalığın yarısından fazlası, oraya Rose için gelecekti. Suratıma yerleşen çarpık gülümsemenin sebebi, nikahta şahitlik yapacak olmamdı. Robert'ın tüm itirazlarına rağmen Rose'un oraya benim ismimi yazdığı anı net bir şekilde gözlerimde canlandırabiliyordum. Diğer şahit de, ölümlü bir melez olan kardeşim Yondaime olacaktı. Kısacası, Apollon çocukları olarak düğüne de damgamızı basacaktık. Bana yıllar sürmüş gibi gelen bir bekleyiş süresinin ardından, Lucy kapıyı açtı. Karşımda duran kız, bir prensesten farksızdı. O kadar güzeldi ki, dilimin tutulduğunu hissetmiştim. Buraya onun kavalyesi olarak geldiğim için, kendimi dünyanın en şanslı erkeği hissettim. Teknik olarak şu sıralar çıkıyor sayılmazdık ama yine de gidip ona sıkıca sarıldım. Bir ölümsüz olmama rağmen, aradan geçen kısacık sürede onu çok özlemiştim. Birlikte benim tanrısal gücümü kullanarak düğünün yapılacağı Kır Bahçesi'ne ışınlandık. Bu hızlı yolculuk Lucy'yi biraz sarsmıştı ama kısa sürede toparlayacağından emindim. Kır Bahçesi'nin ihtişamlı süslemesi gerçekten de göz alıcıydı ama şimdi dışarıdaki mükemmellikle ilgilenmeye zamanım yoktu. Gidip derhal Hades oğlunu doğduğuna pişman etmeye başlamalıydım. Birlikte hazırlıklar için yapılmış olan binadan içeri girdik ve birbirleriyle karşılıklı olan gelin ve damat odalarının ayrım yerine geldiğimizde, kısa bir vedalaşmanın ardından ayrıldık. İçime çöken sıkıntının yersiz olduğunu biliyordum çünkü onu en azından düğünün sonuna kadar birçok kez görme fırsatı bulacaktım. Damadın odasına girdiğimde, Yondaime ve Hetor'un çoktan gelmiş olduklarını fark ettim. Damatlığı içindeki Robert ve ardından da diğer arkadaşlarımla selamlaştım. Burada yapmam gereken pek fazla hazırlık olmadığı için sevinmiştim, işten kaytarmak benim bir numaralı hayat prensibimdi. "Rahatla biraz dostum." diyerek Robert'ın sırtına sertçe vurdum. Zaten bunu inanılmaz bir sıklıkla yapıp duruyordum. Dün gece onun bekarlığa veda partisinde de aynısını yaparak sinirlerini bozmuştum. Kaşlarımı çatarak, bu aralar onunla ne kadar fazla görüşüyor olduğumu düşündüm. Aslında bunun iki temel nedeni vardı; Birincisi müstakbel eşi Rose benim için çok değerliydi ve ikincisi de açmış olduğu Club Harris isimli barın içkileri çok kaliteliydi. On dokuz yaşındaki damat kardeşim Yondaime ve bana anlamlı bir şekilde baktıktan sonra "Demek kaderin bekçileri bu özel güne tanıklık edecek, öyle mi?" diye mırıldandı. Ona sevimsiz bir şekilde gülümseyerek karşılık verdim. Bir süre daha damat odasında takıldıktan sonra pencereden dışarıya bakıp oluşmaya başlamış kalabalığı fark ettim ve "Ben gidip konuklarla ilgilensem iyi olacak." diyerek odadan fırladım. Bildiğim kadarıyla nikah şahitleri Tanrıça Afrodit olacaktı ve onu görmek için her normal insan gibi benim de yapabileceğim pek çok şey vardı. Sırıtarak Kır Bahçesi'nin çiçeklerle bezenmiş bir geçide benzeyen kapısının önündeki yerimi aldım ve gelenlere az sonra dünyanın en mükemmel olayına şahit olacakları gibi birkaç laf kalabalığı yaparak "Hoş geldiniz." demeye başladım. Bir tanrıydım ama itiraf etmeliydim ki kamp dışında bu kadar melez ve tanrıyı ilk kez bir arada görüyordum. Buradaki herkes bana baş belası canavarlar için endişelenmemize gerek olmadığını söylemişti ama yine de olası bir aksilik halinde ben, tetikte bekliyor olacaktım. Rose için bu kadar önemli olan bugünü mahvetmeye yeltenen herkese gününü acımasız bir şekilde gösterecektim.
| |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 2:43 am | |
| Kampta uzun zamandır konuşulan düğün tarihinin sonunda gelmiş olmasına inanamıyordu hala. Dolabında diğer elbiselerinin yanında duran, kırışmayan elbisesine bir süre hayranlıkla baktıktan sonra, ondan beklenmeyecek bir çeviklikle üstünü değiştirdi. Çıkardığı elbiseleri umursamaz bir şekilde yatağının üzerine atarken, bugünün heyecanını hissetmeye başlamıştı bile. Elbisenini giydikten sonra, aksesuarlarını takmak için onları koyduğu çekmecesini açtı. Elbisesi ne renk olursa olsun, kullanabileceği aksesuarları seçtiği için kendini şanslı hissediyordu. Kimsenin göremeyeceği küçük mavi ışıltılar saçan saydam kolyesini taktıktan sonra, ametist taşlı yüzüğünü de taktı. Doğru düzgün yürüyemeyeceğinden emin olduğu halde, uyumlu olması için giydiği topuklu ayakkabısı ile uğraştıktan sonra, sıra makyajına gelmişti. Katherine, doğal kalmayı seven bir kızdı. Bu yüzden sadece parlatıcı ve hafif bir allık sürmek ile yetindi. Çıkmadan önce son kez baktığı aynasında, hiçbir şeyin eksik olmadığından emin olduktan sonra, hazırlanmaya devam eden kardeşlerine çıktığını söyleyerek kulübesinden ayrıldı. Bu kadar süslenmesini sağlayan kişi olan Drake'in nasıl olacağını düşünerek yüzünde oluşan gülümseme ile onun yanına gitti. Düğünde onun kavalyesi olacağı için, yerinde duramayacak gibi hissediyordu. Asıl sorun düğünde ne yapacağı hakkında, en ufak bir fikrinin olmamasıydı.
Kır bahçesine geldiğinde, etraftaki süsler bir süre etrafına hayran olmuş bir şekilde bakmasına sebep olurken, Rose'un yanına gitmesi gerektiğini hatırlayıp, Drake'in yanından ayrıldı. Diğer gelen nedimeler ile birlikte son hazırlıklarını yapan Rose'u bulduğunda ona gülümsedi ve bir köşede durup, ne yapacağını bilemeyerek durmaya başladı. Üvey kardeşinin her zaman güzel bir kız olduğunu düşünmüştü. Ama bugün, düşüncelerini duyan Tanrıça'nın sinirleneceğini bile bile onun Venüs'den çok daha güzel olduğunu düşünmeye başlamıştı. Onunki doğal güzellikti. Venüs ise sadece Aşk Tanrıçası idi. Onun güzelliğinin kaynağı Tanrıça olmasıydı. Gelirken üzerinde olan umursamazlığı birden yok olmuştu. Düğünlerde bulunmak, hiçbir zaman ona göre olmamıştı. Rose'u üzmemek için kabul ettiği nedimelik işi ile de ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Küçükken izlediği filmlerden aklında kalanlar ile hareket ediyordu sadece. Sabahtan beri uğraşıp, düzleştirdiği saçları ile oynamayı bırakıp, diğer nedimelerle giydiği benzer elbise ile uğraşmaya başladı. Uzun kıyafetini şekle sokarken, Lia'nın sesini duyması ile bakışlarını Rose'a doğru çevirdi. "Lütfen biraz sakinleş kardeşim." O an Rose'un ne kadar heyecanlı olduğunu fark etti ve üvey kardeşini sakinleştirmesini umacak bir şekilde ona gülümsedi. Rose, onun gülümsemesini görüp karşılık verdiğinde, köşede durmaktan vazgeçip, oturdu ve diğerleri gibi onu rahatlatmaya çalıştı. Bu işin konuşma ile olmayacağını anlayan Lucy'nin getirdiği içkiyi içen Rose'u izlemeyi bırakıp, bahçede kimler olduğuna bakmak için kalktı. Sadece başını çıkarıp, görüş alanını kapsayan yere baktığında bile bir sürü kişinin geldiğini görebiliyordu. Geri döndüğünde konuşmaya devam eden kızların sohbetini bölmeye karar vererek konuştu. "Bahçe yavaş yavaş dolmaya başladı." Lia, Rose'a hazır olup olmadığını sorarken, o da kendisi ile ilgilenmeye devam etti. Nedimelik sırasında bir hata yaparsa, resmen yerin dibine girecekti. Rose'un düğününü kendi saçmalıkları ile bozmak istemiyordu. Serena, ayakkabının altına isim yazmayı önerdiğinde, bu konuda kendine sözler vermek ile meşguldü. Bu teklif karşısında herkes gülerken, adını yazmak isteyen kızlar arasında bir karmaşa yaşandı. Rose ise ayakkabısını çıkarmış, kalemle herkesin ismini yazıyordu. Katherine gülümseyerek kendi ismini yazdırdıktan sonra, kenara çekildi ve Sere'nin geçmesine izin verdi. İçinden geçen uzaklaşma dürtüsünü o an dinleyerek, gelen konuklara bakmak bahanesi ile başını dışarıya doğru uzattı ve içeride yaşanan duygusal sahneyi izlememe kararı aldı. Sere ile Rose'un çok yakın arkadaş olduğunu, çoğu kişi gibi o da biliyordu. Ağlayış sesleri ise, orada kalıp, onları izlememek konusunda ne kadar iyi yaptığının işaretiydi. Serena'nın davranışı, aynı şey kendisinin başına gelse, neler yapacağını düşünmesine sebep olmuştu. Aklına Adyali'nin evlendiği geldi ama sonra bu düşünce hemen gülümsemesine yol açtı. Carter kardeşlerin buna izin vermeyeceğini biliyordu. Dışarıya bakmayı bırakıp, derin bir nefes aldıktan sonra geri dönerken, Lia'nın yanına gitti. Oturan üç kızı rahatsız etmek istememişti. "Robyn'in sabırsızlandığına eminim. Bölmek istemiyorum ama. Sanırım artık son hazırlıkları yapsak iyi olacak. Alan iyice kalabalık olmaya başladı." Lia'nın onayladığını görünce rahat bir nefes aldı ve ikizi olan Lena'nın yanına gitti. Bakışları, Rose ile konuşmakta olan Sere'ye kayıyordu her zaman. Düğünün tam olarak başlaması için sabırsızlanmaya başlamıştı. | |
| | | Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 3:23 am | |
| Kendim için verdiğim kararlar ne olursa olsun, Rose ve Robyn'in düğününe gitmemi engelleyemezdi. Onlar benim kamptaki en yakın dostlarımdandılar. Melez olduğumu yeni öğrendiğim sıralarda bir gün ansızın ortadan kaybolduğumda, Stell, Jenny ve Hec ile birlikte beni aramaya çıkmışlardı. Aslında, labierentte beni aradıkları sırada birbirlerine karşı duygularını itiraf ettiklerini göz önünde bulunduracak olursak, ilişkilerinin biraz da benim eserim olduğunu düşünebilirdik. O ikisinin yeni çıkmaya başladıkları zamanları bilirdim. Robyn'in duygularını itiraf etmeden önce, Rose'a bakışlarındaki o buğuyu belki de ilk fark eden kişiydim. Rose'un aşık olduğu adamı gördüğünde elinin ayağına dolaşmasının, altı yıldır hiç değişmeden devam ettiğini bilen belki de tek kişiydim. İkisinin arasındaki ilişkinin her döneminde, her aşamasında, bulunmuştum. Bu nedenle, onları bu en mutlu günlerinde yalnız bırakmayı aklımın ucundan bile geçiremezdim. Kim bilir deniz kızı bugün yine ne kadar güzel olmuştu, Robyn damatlığının içinde ne haldeydi... Birkaç günlüğüne kafamı dinlemek için Londra'daki evime gelmiş ve üvey annemin tüm tavırlarına rağmen, orada kalmaya başlamıştım. Derken, elime sihirli bir şekilde düğün davetiyesi ulaştı. Sihirden kastım, davetiyenin açık olan pencereden içeri beyaz bir güvercin şeklinde girip, salonun üstünde birkaç tur attıktan sonra kanatlı bir kağıt halini alarak tam elimin üzerine iniş yapmasıydı. Gülümsemiştim çünkü bu işte kamp müdiresi ve annem olan Bilgelik Tanrıçası Athena'nın parmağının olduğundan emindim. Davetiyede düğünün 23 Nisan günü olacağı yazılıydı. Ne olursa olsun o düğüne katılmam ve arkadaşlarıma destek olmam gerekiyordu. O nedenle, gizemli ve kaçak hayatımı kısa bir süre için olsa da bir tarafa bırakıp, dünya üzerinde -çapkınlıkları hariç- en çok güvendiğim kişi olan Martin'i aradım. Sabahın erken saatlerinde düğün için hazırlığımı bitirmiştim. Üzerime giydiğim açık pembe nedime elbisesinin bütünlüğü bozmamak için uzun bir eteği vardı. Üstü dar ve saten olan elbisenin alt tarafındaki kumaş, kat kat kesilmişti. Elbise bel hatlarımı net bir şekilde belli ettiği için aynanın karşısındaki görüntümün güzel olduğunu düşünmüştüm. Saçlarımı açık bırakma kararı aldım ve uzun kahverengi buklelerimi özenle şekillendirdim. Taktığım açık pembe kelebek biçimindeki toka, üzerlerinde minik iki kelebek bulunan açık pembe ayakkabılarım ve aynı şekilde süslemeli olan açık pembe çantam ile korkunç bir uyum içerisindeydi. Makyaj olarak yalnızca elbisemin renk tonuna uygun bir göz farı sürmeyi ve pek belli olmayan bir dudak parlatıcısını tercih etmiştim. Bugün evlenen kişi Rose'du ve en güzel süslenmesi gereken kişi de oydu. Benim tek amacım, diğer nedimeler arasında sırıtacak durumda olmamaktı. Kendime şöyle bir baktığımda, orada sırıtmayacağımdan emin oldum. Ne olur ne olmaz diye kılıcım Nefesalan, bileklik şeklinde bileğimde bulunmayı sürdürecekti fakat Aegis'e dönüşebilen bir diğer bilekliğimi evde bırakacaktım. Sonuçta, oraya çok güzel bir olaya şahitlik etmek için gidiyorduk ve elbisem ve aksesuarlarımın uyumunu hiçbir şeyin bozmasına göz yumamazdım. Martin ile Kır Bahçesi isimli kutlama alanına geldiğimizde, şık bir şekilde dizayn edilmiş olan bahçe içimde ani bir evlenme isteği uyandırınca sırıttım. Birlikte gelin ve damadın, ikramların ve müziklerin hazırlanması için kullanıldığını tahmin ettiğimiz binadan içeri girdik. Burada yollarımız ayrılıyordu çünkü o damadın ne halde olduğuna bakmaya gidecekti, bense gelin hanımımızın durumuna bir göz atacaktım. Onu yanağından yavaşça öptükten sonra Rose'un yanına gittim. Martin ve aramızdaki ilişki, bugün belki de en son düşünmem gereken şeydi. Nedimelerin ilk gelenlerinden biri olmuştum ve en başından itibaren, Rose'un hazırlanmasına yardım etmiştim. Bir peri kızını ağlatacak kadar güzel olan arkadaşım, aynanın karşısında kendini izlerken, titremesi iyice şiddetlenmişti. Bu kadar telaşlı olmasına hak veriyordum gerçi ama bu durumu düzeltmek için ona bir kadeh şarap götürmeyi de ihmal etmedim. Ayakkabının altına isim yazma faslı bittikten sonra Sere'nin ağlamaya başladığını fark ettim ve kardeşime destek olmak için Rose ile yanlarına gittim. Sere'yi iyi anlıyordum, insanın en yakın arkadaşının düğününde gülücükler saçması gibi bir şey, ihtimal dahilinde bile değildi. Mesela, Stella evlenecek olsa ben büyük ihtimalle dayanamayıp onun müstakbel eşini kılıcımdan geçirirdim. Eh, biraz psikopat olduğum doğruydu ama dostluk bağı, sevgilerin en yücesiydi ve aşk bile, onun yanında zayıf kalırdı. Rose da bunu iyi biliyordu fakat bir diğer gerçek de, onun hayatının aşkından uzak olarak yaşayamayacağıydı.
| |
| | | Daisy Lenore Fackrell Hera'nın (manevi) Çocuğu
Mesaj Sayısı : 134 Kayıt tarihi : 25/01/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 4:10 am | |
| Ne diye düğüne gittiğimi gerçekten bilmiyordum. Annemden, sinir bozucu üvey kardeşim Lucy'ye tuhaf bir davetiye geldiğini öğrenmiştim. Elbette herkes gibi ben de düğüne davetliydim fakat, Lucy'nin de oraya gidecek olması içimde bir şeylerin kıpırdanmasına neden olmuştu. Yani, bu belki saçmaydı ama onu sevmiyordum ve benim bulunmadığım ama onun bulunduğu bir ortamın varlığı, sinirlerimi bozuyordu. Melez Kampı'nın her köşesinde korkunç bir telaş hakimdi. Artemis kulübesinin düğüne gitmek için topluca kamptan ayrılmasını ben de diğerleri gibi şaşkınlıkla izlemiştim. Herkesin katılacağı bir düğünde bulunmayacak kadar asosyal biri değildim. Pekala, buradaki çoğu kişiyi sevmiyordum ve Hades kızı Selene dışında doğru dürüst arkadaşım diyebileceğim kimse de yoktu ama yine de o düğüne gidecektim. Rose ile pek olmasa da, Robert ile kamptan tanışıyordum. Davet ettiği halde barının açılış partisine katılmayarak zaten ona ayıp etmiştim. Şimdi bir de en özel gününe gitmezsem, bir daha çocuğun yüzüne bakamazdım. Sıradan bir insan olmasam da, buradaki diğer herkes gibi yarı tanrı değildim. Tabii bu, buradaki çoğu kişiden daha güzel olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Uzun sarı saçlarımı düzleştirip, üzerime pembe bir elbise giydim. Aslında pembe elbise giymemin tek bir nedeni vardı; Selene'den nedimelerin renginin açık pembe olduğunu öğrenmiştim ve onları sinir etmek istiyordum. Suratıma yerleşen gülümseme eşliğinde güzelce makyajımı yaptım. Füme rengi ayakkabılarım ve çantamla uyumlu olabilecek gri bir far, suratımı her zamankinden daha olgun göstermişe benziyordu. Pembe ve simli bir de ruj sürdükten sonra, hazır olduğuma karar verdim. Sorun, düğüne nasıl gideceğimdi. Sonuçta, Melez Kampı'ndan Paris'e bir pegasusun sırtında gitmem, epeyce zor olurdu. Her şeyden önce ben pegasus binicisi değildim ve uçan bir atı tek başıma idare edebileceğimi sanmıyordum. Ne yapacağımı kara kara düşünürken aklıma Gri Kızkardeşler geldi. Yan bir gülümseme ile kampın kapısından çıktım, burayı korumakla görevli ejderhaya baş selamı verdim ve açıklığa doğru ilerlemeye başladım. Kamp sınırlarından yeterince uzaklaştıktan sonra çantamdan altın bir drahmi çıkarıp onu havaya attım. "Gri Kızkardeşler!" diye bağırdığımda, ilk başta hiçbir şeyin olmayacağını ve bunun Lucy'nin saçma şakalarından biri olduğunu sandım ama sonra önümde dikdörtgen şeklinde saydam bir şey oluştu ve kısa zamanda netlik kazandı. Ön koltuklarda üç birbirine benzeyen yaşlı kadının oturduğu taksiye bir süre şaşkınlıkla baktıktan sonra içine bindim. Bu kız kardeşler gerçekten de insanın kabuslarını süsleyecek cinsten tuhaflardı, tek bir gözleri ve tek bir dişleri vardı. Pekala, güzelim pembe elbisemin üzerine kusmak gibi bir planım yoktu ve yok boyunca camdan dışarı seyredip, onların tartışmalarına karışmamakta kararlıydım. Gri Kızkardeşler normalde sadece eyalet içi çalışıyorlardı fakat benden aldıkları yüksek miktardaki drahmi, bu fikirlerini değiştirmelerini rahatlıkla sağladı. Aşırı hız yüzünden pek rahat bir yolculuk yaptığım söylenemezdi ama yine de durumumdan şikayetçi değildim. Sonunda isminin Kır Bahçesi olduğunu öğrendiğim düğün yerine vardık ve minnetle kendimi taksiden dışarı attım. Çiçeklerle kaplı bir geçidi andıran kapıdan içeri adımımı attığımda karşıma bir tanrı olduğunu bildiğim Martin çıktı. Kız kardeşimin sevgilisi olduğu için onu pek sevdiğim söylenemezdi ve anladığım kadarıyla duygularımız karşılıklıydı. Martin yapmacık bir gülümseme eşliğinde bana "Hoş geldin Daisy. Düğünde iyi eğlenceler." dediğinde ona "Sırf senin için çok iyi eğleneceğim Martin, merak etme." cevabını verdim. Kır Bahçesi gerçekten de harika bir şekilde dizayn edilmişti. Ortada açıklık bir alan vardı, buranın günün ilerleyen saatlerinde dans pistine dönüşeceğini biliyordum. Pistin hemen arkasında ihtişamlı bir masa ve etrafında beş sandalye vardı. Sandalyelerin ikisi, diğerlerine oranla çok daha uzun ve gösterişliydi. Bunun, nikahın kıyılacağı masa olduğunu anladım. Nikahı kıyma işini gerçekleştirecek olan Tanrıça Afrodit'i yakından görmek isteyen erkekler, nikah masasına en yakın olan yerlerin çoğunu şimdiden kaplamıştı. Kendime arka taraflarda boş bir masa bulup oturdum. Kamptan tanıdığım pek çok yüz şu anda buradaydı ama gidip hiçbiriyle muhabbet edesim yoktu. Yanıma birilerinin gelip gelmeyeceğini de bilmiyordum ama içimden bir ses, bu geceyi kendim ve içkilerle tek başıma geçireceğimi söylüyordu. Bir ara gidip Rose ve Robert'ı tebrik etmem gerektiğini aklıma not ettikten sonra, bahçenin bende yarattığı rahatlama duygusuyla hayallere daldım.
| |
| | | Hestia Tanrıça/Karakter Koordinatörü
Mesaj Sayısı : 102 Kayıt tarihi : 20/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 4:51 am | |
| Bugün, Melez Kampı'nda yaşayan ve çok sevdiğim iki melez olan Rose ve Robert'ın düğün günüydü. Ocak Ateşi Tanrıçası olarak kamptaki hemen hemen herkesi öyle veya böyle tanıyor, çoğu meleze görevlerinde yardımcı oluyordum ama Poseidon'un kızı ile Hades'in oğlu benim için özeldi. Onlara birçok maceralarında katılmış, ilişkilerinin yeni başladığı dönemde destek olmuştum. Hatta, geçmişle Poseidon'la aramızda yaşanan onca şeye rağmen ondan, Robert'ın hayatını bağışlamasını istemiştim. Nedenini bilmememe rağmen bu iki melezi kendime hep yakın hissetmiştim. Bana saygı duydukları ve beni sevdikleri şüphe götürmez bir gerçekti. Bugün, düğünlerine katılacak ve onlara bu anlamlı günlerinde iyi dileklerimi sunacak, ilişkilerinin bir ömür boyu mutlu mesut sürmesi için, ikisini de kutsayacaktım. Evet, bir tanrıça olarak güçlerimi, bu iki çocuğun geleceklerini güçlendirmek için kullanacaktım. Kardeşim Zeus'un kadere müdahale etmek konusunda ne kadar katı olduğunu biliyordum ama umrumda değildi. Ben İlk Doğan Tanrıça'ydım ve şu ana kadar hep kendi bildiğimi okumuştum, bu bundan sonra da bu şekilde devam etmişti. Düğün açık alanda yapılacağı ve hava esintili olacağı için, oraya ne şekilde gitmem gerektiğini bir süre düşünmem gerekti. Kimliğimi gizleyip sekiz yaşındaki küçük bir kız çocuğu olarak gidebilir, beni fark eden birkaç kişi dışında kimseyle konuşmayabilirdim veya orada bir ocak ateşinin oluşmasını sağlayıp, olan biteni ateşin içerisinden izleyebilirdim. Belki de en iyisi, tanrıça kimliğimi gizlemeden, Antik Yunan kıyafetlerimle ve yirmili yaşlardaki görünümümle düğüne katılmam olurdu. Bir süre daha ne yapacağımı düşündükten sonra, düğüne gerçek Hestia olarak katılmaya karar verdim. Küçük bir kız görünümündeyken kendimi daha iyi hissetmeme rağmen oraya, Tanrıça olarak gidecektim. Beyaz elbisem ve ben hareket ettikçe havalanan zarif etekleri, görünüşüme kesinlikle ilahi bir ahenk katıyordu. Kor ateşler gibi yanmakta olan kırmızı gözlerim ise, kimliğimi anında ele veriyordu. Suratımdaki şefkatli gülümseme, dış görünüşümü tamamlamakla kalmıyor, niyetimi de herkese belli ediyordu. Bugün o düğüne Rose ile Robert'a destek olmak, onların yanında olduğumu göstermek için gidecektim. Tanrısal güçlerimi kullanarak Paris'te olduğunu tahmin ettiğim kutlama yerine ulaştığımda, giriş kapısının yanında durmakta olan biriyle karşılaştım. Karşılaştığım kişinin kim olduğunu bilmiyordum ama onu daha önce Olimpos'ta gördüğüme emindim, bu da onun bir tanrı olduğunu anlamamı sağlıyordu. Bana odaklanmış olan şaşkın bakışlarına bir baş selamıyla karşılık verdikten sonra "Zeus seni kutsasın, küçük tanrı." diyerek içeri geçtim. Bahçeye hızla göz attığım zaman henüz buraya hiçbir Konsey Tanrısının uğramamış olduğunu gördüm. Eh, kendilerini assolist sandıkları için çoğu nikahın kıyılacağı andan biraz önce teşrif ederlerdi. Elbette Afrodit bu sefer gecenin assolisti olamayacaktı çünkü öğrendiğim kadarıyla nikah memurluğu görevini üstlenmişti. Etrafta her şey son derece mükemmeldi ama gündüz olduğu için şimdi fark edilmese de, gece yokluğu hissedilecek bir şey unutulmuştu. Sağ elimi havaya kaldırıp hafifçe salladım ve böylece, her masada minik ve zarif bir mumun oluşmasını sağladım. Mumların özelliği içlerindeki ateşin sürekli dans etmesinin yanı sıra, ne olursa olsun sönmemeleriydi. Bir de, kamptaki şenlik ateşi gibi muhabbetin kişilere verdiği heyecana göre çoğalıp azalacak ve hatta renk değiştireceklerdi. Minik jestimi de yaptıktan sonra, bahçenin ilk geldiğim zamana oranla daha da kalabalıklaşmış olduğunu fark ettim. Davetlilerin ardı arkası kesilmiyordu ve bu bana Rose ve Robert'ın benim gibi birçok sevenleri olduğunu anlatıyordu. Geçip bir masaya yerleşmeden önce gülümseyerek düğün alanının ortasındaki açıklığa geçtim ve bana bakan şaşkın gözlerin her birine sıcak bir şekilde gülümsedikten sonra, açıklık alanın çevresinin masalardakilere benzer mumlarla kaplanmasını sağladım. Bu mumların diğerlerinden farklı olan bir özelliği de, biri çarpsa dahi devrilmemeleri ve yakıcı olmamalarıydı. Alacakları alkolün de etkisiyle birçok melezin gün boyunca mumlara takılacağından adım gibi emin olduğumdan, bunu gerekli bulmuştum. Mumlarla işim bittikten sonra ellerimi iki yana doğru açtım ve "Ben, Tanrıça Hestia, Rose ve Robert isimli bu iki iyi melezi kutsuyorum!" dedim. Gürünümümden yayılan iç ısıtıcı ateş, başta açıklık alan olmak üzere Kır Bahçesi'nin her tarafını sarıp sarmaladı ve herkesin içinde bir ferahlığın oluşmasını sağladı. Bu kutsamayı şimdi yapmış olmamın nedeni, heyecandan büyük ihtimalle bayılmanın eşiğine gelmiş olan Rose ve Robert'ın biraz rahatlamasını sağlamayı istememdi. Yürekliğine yayılan sıcaklık ile mest olmuş bir şekilde gülümseyen melezlerin yüzlerine baktıkça, onların mutluluğu benim de yüzüme yansıyordu. En sonunda, açıklık alanın bir kenarında, boş durmakta olan masaya geçip oturdum. Minik masada yalnızca iki sandalye olduğu için, burayı özellikle seçmiştim. Bunun nedeni, kampta beni ve kulübemi temsil eden yalnızca bir vestalisin bulunmasıydı. Durumun içler acısı olduğunun farkındaydım fakat bunu umursamayacak, rahibemle birlikte güzel bir gün geçirecektim. Romanın ihtişamlı günler yaşadığı zamanlarda genç kızlar kendilerini bana adamak için yarışırlarken, şimdi kampta beni temsil edecek birkaç kişiyi bile zor buluyor olmak, moralimi ciddi derecede bozuyordu. Tıpkı Yaban Tanrısı Pan gibi, her gün biraz daha unutulduğumu, her gün benim için yakılmış olan bir mumun daha söndüğünü hissediyordum. Sonumun Pan gibi olması en büyük korkumdu fakat elimden bu durumu değiştirmek için bir şey gelmezdi. Kendini yalnızca kalbe, iç güzelliğe ve saflığa artık bu kadar az kişinin adamasının sebebi, değişen dünyanın getirdiği değişen görüşlerdi. Artık gerçek şeref ve sadakate çok nadiren rastlanırdı, şeref ve sadakat duygularını terk eden her yeni insan, benim içimdeki bir parçayı da koparmış, hiç sönmeyen ateşime bir bardak su dökmüş oluyordu.
| |
| | | Edward J. F. Newgate Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1784 Kayıt tarihi : 21/12/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 4:58 am | |
| 23 Nisan... İlginç bir gün. Bir çok anlamı olabilir doğrusu. Ama melez yaşamımdaki en değerli olacağı gündü. 23 Nisan hayatımdaki en güzel günlerden biri olacaktı. Bu yaşımda bir canavar tarafından parçalana kadar ya da yatağımda huzurlu bir şekilde ölene kadar bu günü hatırlayacaktım. En değerli dostum evleniyordu ne de olsa. Kulübemde hazırlanmak için fazla vaktim kalmamıştı. Doğrusu Sat ile gitmek istesemde Artemis ile birlikte gideceklerini duymuştum. Bu konuyu fazla üstelememeye karar verdim. Doğrusu Rose ve Robyn'i kısakanıyordum bazen. Bu kısacık düşüncelerin sonunda her aşkın ayrı güzelliği olduğunu anlardım. Önemli olan bu aşkı sonsuza kadar taçlandırmaktı. Bu düşündüklerim ile düğünde bir konuşma yapabilirdim aslında.
Dolabıma doğru yürüdüm. Düğünün yapılacağını öğrendiğimde bir takım elbise almaya gitmiştim. Bu bana biraz pahalıya gelsede para benim için hiç sorun değildi. İstediğim her şeye sahiptim ne olsa. Altıma gri bir pantalon. Üzerime ise siyah bir gömlek; gömleğin üzerine giri bir yelek. Üzerimede pantalonumun renginde bir ceket giymiştim. Üzerinde sarının her türlü tonunu barındıran bir kravat takmıştım. En son olarakta takım elbisenin üzerinde çok saçma dursada benim için çok değerli olan hasır şapkamı takmıştım. Artık gitmeye hazırdım. Paris, kır bahçesi. Harika bir yerdi; Paris'in kendisine hastaydım aslında. Gözlerimi kapattım. Işınlanırken gözlerim kapalı olsada görebiliyordum aslında. Nerelerden geçeceğimi ne yapacağımı. Işık hızının zamana etkisi varmıydı gerçekten. Bu konuyu düğünden sonra düşünmeye karar verdim. Doğruca Robyn'in hazırlandığı odaya indim. Odanın ortasına böyle dalmam onları şaşırtsada aldırmadılar. Hector, Robyn'in yanındaydı. Benden önce gelmişti. Bir süre sonra kapı açıldı ve içeri Tanrı kardeşim Martin girdi. Sanırım Şahitler olarak toplanmıştık. Yavaş yavaş heyecanlandığımı farketmeye başlarken Robyn'in elindeki içki bardağı ile benden çok daha gergin olduğunu farkettim. Eh doğrusu da buydu. Damattan daha heyecanlı olmam doğru olmazdı.
Robyn, bize bakıp sırıttı. "Demek kaderin bekçileri bu özel güne tanıklık edecek, öyle mi?" dedi sessizce. Bir süre ne dediğini anlamasam da babamın Kaderin Tanrısı, kardeşimin Geleceğin Tanrısı olduğunu fark ettim. Pekala bu ünvanı kabul ederdim. Kaderin bekçisi... Rose ve Robyn için bildiğim her türlü iyi tanrıya dua ediyordum. Onların mutlu olması beni sevindirecek yegane şeydi. Dıştan etkenler yüzünden, birbiri için doğmuş bu iki insanın, ne şekilde olursa olsun birbirinden ayrılmaması gerekirdi. Robyn'e baktım. Sakın aranızda kötü bir şey olmasın Robyn. Umarım hayatınızı en uzunundan ve ayrılmadan yaşarsınız. Dileğim bu yöndedir. Aşkınızın sonsuza kadar dillerde dolaşacağını görebiliyorum dostum. Bir süre sonra vereceğin karar hayatında vereceğin en önemli ve doğruluğu kesin karar olacağını temenni ederim. Size şahit olmaktan gurur duyuyorum. dedim. Ve Robyn'e sarıldım. Bir şefkat, mutluluk ya da zorunlu bir sarılma değildi bu. Parmaklarında ki yüzük onları nasıl sonsuza kadar aşk ile bağlayacaksa; bende bu sarılma ile onların sonsuza kadar dostu kalacaktım. Bu bir dostluk nişanesiydi. Robyn'e baktım tekrar. "Şimdi pastadan fırlayarak nikahınızı mahvetmek istemediğim için 1. yıl dönümünüzü toplu bir şekilde kutlarsanız eğer; O zaman beni pastada görürsün. Ama ufak tefek sürprizlerim olacağını inkar etmiyorum dedim.
Zaman yavaş yavaş geliyordu. Bunu hem dışarıya doluşan tanrısal varlıklardan hemde Robyn'in yüzünde ki ifadeden anlayabiliyordum. Sanırım son çalışmaların zamanı gelmişti. Robyn kıyafetini düzeltti. Bir kaç kez daha aynaya baktı. Bende o sırada kafamı odanın kapısından çıkarıp baktım. 12 Olimposlu'dan tutun en küçük meleze kadar herkes gelmişti. Boş olan çok az masa vardı. Kapıyı kapatıp Robyn'e tekrar baktığımda onun gerginlikten kurtulup rahatladığını gördüm. Sevdiği kişiyi görmek ve onun yanında olmak; hatta bunları düşünmek bile Robyn'i sakinleştiriyordu. Bu gün onlar birbirleri ile kutsal evlilik bağıyla bağlanacaktı. Bu bağlılık dillere destan aşklarının sonsuza kadar sürmesine yarayacaktı. Onlar melez kampının en mutlu kişileri olacaklardı. Ben bundan emindim. | |
| | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 5:29 am | |
| Ne diyeceğimi bilmiyordum, ne yapacağımı da. O kadar heyecanlıydım ki sanki kendim evleniyordum. Sanki bir gün sonra ben evli olacaktım. Gözlerimi kıstım. Tabii ki bu mümkün değildi. Şu anda hayatımda hiçbir erkeğe yer yoktu. Kuzenlerim hariç. İşte bu yüzden bu düğüne nedime olarak gidecektim. Kuzenlerim Rose ve Robert'ın düğününe. Onlar gerçek aşkın bütün zorluklara dayanabileceğini göstermişlerdi bana, her ne kadar hiç belli etmeseler de. Ben öyle bir durumda onlar gibi yılmadan devam edebilir miydim düşünemiyorum, dedim içimden. Gözlerimi açtım. Uzun süre kapalı tutmuş gibiydim onları. Uyuyakalmadan biraz hareket etmeli ve en azından uykumu açmalıydım. yatağımdan kalktım ve elbisemi düzelttim. Sabahın altısında kalkıp düğün için hazırlanmıştım, o saatten beri de ayaktaydım. Elimdeki artık parçalanacak gibi olan peçeteye bir kere daha burnumu sildim. Burnum kızarmadan bunu kesmeliydim ama, sabahtan beri her Rose'la Robert'ın evleneceğini düşündüğümde ağlamaya başlıyordum. Niye olduğunu daha çözebilmiş bile değildim, mutluluk gözyaşları olabileceğini düşünüyordum. Ayağı kalktım ve aynada bir kez daha kendime baktım. Şu anda perişan haldeydim ama düğünde herkese gülümserken o kadar da kötü görünmeyeceğimi düşündüm. Yanlız olmamak da beni sevindiriyordu tabii. Normalde yanlız gidecektim, Nick de artık yanımda olamayacağına göre buna mecburdum ama, tam da o sırada Jess'in muhteşem teklifiyle bütün moralim yerine gelmişti. 'İstersen birlikte gidebiliriz Mana, yeğen teyze, eski günlerdeki gibi.' demişti Jessica bana. Ben de bu öneriyi seve seve kabul etmiştim tabii. Şimdi düşününce midem öyle kasılıyordu ki, eve kaçıp bütün gün resim çizmek istiyordum. Sakin ol Mana Aredhel, Rose seni nedimen olarak seçti, bunu yapabilmen için sana güvendi, onun güvenini boşa çıkaramazsın, dedim kendi kendime. Kararlı olmasını bir şekilde omuzlarımı dikleştirdim ve minik el çantamı kaptım. Meraklı Malehat kesilen kardeşlerime aldırmamaya çalışıp kulübeden çıktım. Son bir kez üstümü kontrol ettim. Elbise seçimine hiç karışmasam da, makyajımı kendim yapmıştım. Açık pembe bir far, rimel, pembe parlatıcı ve birazcık allıkla makyajımı tamamlamıştım ve kına gecesinde Rose'a getirdiğim bileziğin diğerini takmıştım. Her ne kadar ilk başta kıyafetime uymayacağını düşünsem de, ayrı bir hava katmıştı sanki. Son olarak saçlarım, farklılık olsun diye iki yandan dağınık topuz şeklindeydi. Her şey tamam gözüküyordu. Gergin bir şekilde sabah oyalanmak için kulübenin yanında hazır olsun diye oraya bağladığım pegasusum Çörek'i çözüp onu okşadım. Çörek daha fazla şehir dışı ziyaretlerine dayanamayacaktı, bu yüzden de Jessica'yla beraber gidecektik. Çörek'in ipinden tutarak Thalia'nın ağacına kadar geldim. Nedense hep buradan sonra Çörek'e binmeyi tercih ederdim. Tek bir hareketle Çörek'in sırtına atladım ve ona ''Olimpos'a dostum.'' diye fısıldadım. Çörek havalandı, ben de dişlerimi sıkarak yolculuğun çabucak bitmesini ve Jessica'yı hemen görebilmeyi diledim. Yolculuk her zamanki gibi sıkıcıydı, öyle ki Empire State Binası'na geldiğimizde, daha havadayken Çörek'ten atlayıp girişe doğru koşmuş ve pegasusuma bir veda öpücüğü göndermeyi ihmal etmiştim. Büyük bir heyecanla içeri girdiğimde, birkaç kişi bana ters ters baksa bile resepsyonist hiçbir şey demedi. Sanırım onunda düğünden haberi vardı ki, yaka kartında 'Rose & Robert, sonsuza kadar mutlu' yazıyordu. Karta baktığımı farkedince hemen kartı göremeyeceğim bir şekilde döndü. Bu gülümsememi sağlamıştı. Asansörü çağırıp hızlıca içeri girdim. Bu kadar erken hazırlanmama rağmen düğüne geç kalma düşüncesi beni delirtecek gibiydi, nitekim saate baktığımda yüzümü buruşturdum. Doğru tahmin etmiştim, yine geç kalmıştım. Asansörün kapısı açıldığında hızla çıktım ve Olimpos'a vardım. O kadar acele ediyordum ki, birkaç küçük tanrıya çarptığımdan emindim. Jessica'nın evini daha dünki kınadan bildiğim için bulmak çok kolay olmuştu. Kapıyı kıracakmış gibi tıklattıktan sonra kapıyı Jessica açtı. Her zamanki gibi muhteşem görünüyordu, giysisinden saçına kadar parlıyormuş gibiydi. ''Aman dikkat et de, gelini sen sanmasınlar.'' dedim ona. Her zamankiş gibi bana sıcacık gülümsedi. O sırada geç kaldığımızı hatırladım ve tam Jess'in yumuşak koltuklarına oturacağım sırada bir iğneye oturmuş gibi zıpladım. ''Ah, olamaz, geç kaldık! Bir nedime geç kalmamalı!'' diye inledim. Jessica durumu anladı ve başını salladı. O sırada aklıma bir şey takılmıştı. ''Peki nasıl gideceğiz oraya?'' diye sordum kaygıyla. Jess bilmiş bilmiş gülümsedi. ''Sen onu bana bırak teyze.'' diyerek beni evinin bahçesine götürdü. Bir hayret nidası koyuverdim. Aynı masallardaki Cinderalla'nın arabasının şeklinde bir at arabası vardı. Ama balkabağı yerine kalın sarmaşık dallarından yapılmıştı bu. Atlar yerine de iki tane toprak rengi, yeşil gözlü pegasus vardı. Eğer bir gün evlenirsem, diye düşündüm, böyle bir araba istiyorum düğünüm için. Jessica gururla ellerini beline koydu. ''Arabayı ben yaptım, nasıl?'' diye sordu. Bu cevap beklenmeyen bir soruydu. Jessica arabaya binerken, elini hafifçe sallayıp bitkiden bir sürücü yarattı. Sürücü ona baktığımı görünce bir ingiliz beğefendisi gibi şapkasını çıkartıp selam verdi. Şaşkınlıkla da olsa Jessica'nın yanına bindim. Yolculuğun geri kalanı gayet sakin geçti. Tabii Olimpos'un üzerinden havalanan ve bütün New York'u neredeyse ışık hızında geçen at arabasını gören ölümlüler için gayet heyecanlı bir gün olmuştur. Sisin ne göstereceği belli olmaz gerçi, belki sadece yeşil bir uçak gördüklerini sanmış olabilirlerdi bu gün. Bu bile yeterince garipti gerçi. Sonunda araba durduğunda, en yakın çalılığa gidio kusacak bir haldeydim. Ama sonra güzelim çalıya acıdım ve elimi boşalmak için can atan midemin üzerine koydum. ''Tamam artık, ayrılma zamanı sanırım. Ben diğer nedimelerin yanına gideyim, umarım yokluğumu farketmemişlerdir.'' diye mırıldandım. O da başını salladı ve daha çok tanrıların bulunduğu bir masaya geçti. Ben de heyecanla nedimelerin olduğu yere gittim. Çok bir şey kaçırmış gibi görünmüyordum, iyi ki kimse benim yokluğu farketmiş görünmüyordu. Fazla nedime olmasının faydaları işte, diye düşündüm gülümserken. Her nedime heyecanla davetlilerin tamamlanmasını bekliyordu. Rose ise kaygıyla bir sandalyede oturuyordu, kaygılıyken bile gerçekten harika görünüyordu. Ayakkabılarını bir yere bırakmıştı, sanırsam onları herkes toplanırken giyecekti. Ayakkabının altında birkaç karalama vardı. Meraklanıp ayakkabıyı elime aldım. O sırada Rose'la göz göze geldik. Geciktiğimi anlayıp bana anlayışla gülümsedi. Ayakkabının altında nedimelerin isimleri yazıyordu. Makyaj masasındaki bir kalemi alıp en alta, sıkış bir şekilde olsa bile 'Mana Aredhel' yazdım. O sırada arkadan Sere konuştu. ''Herkes tamamlandı sanırım. Tanrılar bile.'' Herkes nefesini tutmuştu. | |
| | | Ophelia Martinez Hestia Rahibesi
Mesaj Sayısı : 310 Kayıt tarihi : 09/03/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 5:30 am | |
| Saatlerin tam öğleden sonra ikiyi gösterdiği vakitte, düğünün yapılacağı Kır Bahçesi'nden içeri girdi Hestia rahibesi. Oraya gider gitmez karşısında küçük tanrı Martin'i bulması, kaderin bir cilvesi gibiydi. Üvey kardeşi Robert'ın barındaki konuşmalarını hatırladığında, suratında pek de hayırlı sayılmayacak bir gülümseme belirdi Ophelia'nın. Martin'le resmi bir şekilde selamlaştıktan sonra, içerideki masalardan birine oturup, düğündeki yerini almasının gerektiğini düşündü. Fakat önce yapması gereken başka bir şey vardı. Kır bahçesinin arka tarafında kalmakta olan binadan içeri girip geline ve damada ait olan odaları gördü. Kısa bir tereddütün ardından, iyi dileklerini belirtmek için önce Rose'un yanına gitmeye karar verdi. Kapıyı iki kız hafifçe tıklattıktan sonra açtı ve karşısında, ona bakmakta olan birkaç çift göz buldu. İçeride elbise modelleri birbirine benzeyen ve hepsinin de rengi açık pembe olan bir nedime topluluğu vardı. Topluluktan biraz uzak bir yerde, iki nedimenin yanında da, beyazlar içindeki bir kraliçeyi andıran Rose oturuyordu. Lucianna isimli Athena kızının hemen onun yanında bulunması Ophelia'yı biraz sinir etmişti ama şimdi bunlara kafa yoracak değildi. Aralarında geçen tüm tatsızlıklara rağmen Lucianna'ya hafif bir baş selamı verdi ve sonra Rose'un önüne geçti. Onun geldiğini görünce Poseidon kızı ayağa kalktı ve pek samimi olmayan bir şekilde sarıldılar. Ophelia, Rose ile arasının çok iyi olduğunu söyleyemezdi çünkü onu daha önce sadece birkaç kez görme imkanı bulmuştu ama onu severdi. En başta, yeni hayatına alışma sürecinde ona fazlasıyla yardımcı olan üvey ağabeyi Robert'ın müstakbel eşi olduğundan, Rose'a karşı duyguları pozitifti. Bir süre kızın güzelliğine hayranlıkla bakmayı sürdürdükten sonra, "Ben, düğünden önce sana mutluluklar dilemek için gelmiştim Rose." diyerek gülümsedi. Poseidon kızı da gülümsemesine karşılık verdikten sonra ona teşekkür edince, zaten kalabalık olan odada boşuna yer kaplamaması gerektiğine karar vererek içerideki kızlara el salladı ve odadan çıktı. Çıkmadan önce gözüne üvey kardeşi Selene'nin çarpmasıyla, kendi kardeşi Sabrina'nın aklına gelmesi bir oldu. Daha önceden konuşulanlara göre, Sabrina buradaki en küçük nedime olacak ve düğüne renk katacaktı fakat içeride onu görememişti. Minik kardeşi ya geç kalmıştı ya da önemli bir başka işi çıktığı için burada değildi, bilmiyordu. Ophelia endişeli ve anaç ruh halini bir tarafa bırakarak, bu saate kadar çoktan hazırlanmış olması gereken üvey ağabeyine bakmak için, damadın odasına gitti. Kapıyı yavaşça çaldıktan sonra açtı ve içeride Hector, Yondaime ve Robert'ı buldu. Diğerlerine selam verdikten sonra gidip elinde bir içki bardağı tutmakta olan ağabeyine sarıldı ve "Mutluluklar kardeşim!" diyerek gülümsedi. Robyn de ona içten ve sıcak bir karşılık verdi. Ophelia, orada fazla kalmaması gerektiğini bildiği için Robert'a "Buraya gelinin yanından geliyorum. Kesinlikle göz kamaştırıcı olmuş." diyip göz kırptıktan sonra, odadan çıktı. Tekrar bahçeye çıktığında, nikahın ardından dans edilmesi için oluşturulmuş alanda bir kadının bir şeyler söylediğini duydu. Ona yaklaşıp karşısına geçince, bu kişinin kendisini adamış olduğu tanrıça Hestia olduğunu gördü. Mutluluktan ne yapacağını şaşırmış bir şekilde, Tanrıça'sının konuşmasını dinledi. "Ben, Tanrıça Hestia, Rose ve Robert isimli bu iki iyi melezi kutsuyorum!" diyen Hestia'nın sözleri, Ophelia'nın içinin tatlı bir sıcaklıkla dolmasını sağladı. Ophelia gülümseyerek etraftaki bir diğer değişikliği, yani masaların üzerindeki mumları fark etti. Hislerine her zaman güvenirdi ve şimdi, o mumların sihirli olduğunu kolaylıkla fark etmişti. Bu işte Tanrıça Hestia'nın parmağı olduğu çok açıktı. Ophelia kendisini adamış olduğu Tanrıça'ya tekrar hayranlıkla baktığında, Hestia'nın açıklık alanın yakınındaki bir masaya oturmuş olduğunu gördü. Gülümseyerek yanına gidip önünde saygıyla reverans yaptıktan sonra, Ophelia da geçip onun karşısındaki sandalyeye oturdu. "Bugün sizi burada görmek beni çok sevindirdi Tanrıça Vesta." dedi. Persephone'nin Yunan mitolojisindeki halinden doğmuş, bir Yunanlı melezdi Ophelia. Fakat kampta geçirdiği günler sırasında, Roma mitolojisinde başlayıp günümüze dek ulaşmış olan rahibelik akımına kendini kaptırmıştı. Onun ismi artık vestalisti; Kendini Vesta'ya adayan bakire kızlar anlamına geliyordu bu. Yunan mitolojisinde bu rahibelere verilen tam bir karşılık yoktu fakat Roma Kampı'ndaki herkesin rahibeliğin ne olduğunu bildiğinden emindi. Belki ileride, o da Roma Kampı'na giderdi çünkü Yunanların Melez Kampı'ndaki ıssızlık onu fazlasıyla rahatsız etmekteydi. Burada Hestia'ya gerekli olan saygının gösterilmemekte olduğunu düşünüyordu. Kulübede tek başına kalıyor olması Ophelia için sıkıntı değildi fakat Tanrıça'sına daha fazla kişinin ilgi göstermesini içten içe her zaman istiyordu. Saat şimdi öğleden sonra 2:30 olmuştu. Ophelia, içinde bir şeylerin kıpırdandığını hissediyordu. Tahminine göre düğünün başlamasına çok az kalmıştı.
| |
| | | Hermia Aigian Cocteau Ares'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Melez Denetleyicisi
Mesaj Sayısı : 1491 Kayıt tarihi : 26/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 5:36 am | |
| Rose ve Rob ile uzun zamandır arkadaştık. Melez kampında görülmemiş bir şey yapıyorlardı büyük ihtimal. Onların aşkını mitoloji kitaplarına koyamamamız ne kötü. Rose ile oramanda bir düello yaparken Rob ve Kev’in bizi çekirdek çıtlar gibi izlemesi ve sonra beraber tazıları öldürüp iyi arkadaş olmamız geldi aklıma. Pegasusumun alçaldığını fark edince düşüncelerimden sıyrıldım. Etekle pegasustan inmek bir hayli zor oldu. Sonunda düğün için hazırlanmış alana gelince kapıda gelene geçene ‘Hoş geldiniz’ demekten sıkılmaya başlamış olan Küçük Tanrı Martin’i gördüm. ‘’Hoş geldin Hermia’’ gülümseyip geçtim. Sonra duraksayıp geri döndüm. ‘ ‘’Rose ve Rob nerede?’’ parmağı ile yan yana duran iki kapıyı gösterdi. ‘ ‘’Teşekkürler’’ diyip kapılara yöneldim.
Sorun şuydu ki hangi kapının ‘Gelin’ için ayrıldığını bilmiyordum. Sağdaki kapıda şansımı denemeye karar verip oraya yöneldim. Kapıyı tıklatıp kafamı kapıdan çıkardım. İçeride Yon ve damat Rob duruyordu. Rob tedirgin halde kadehini yudumluyordu. Bozuntuya vermeyip ‘ ‘Tebrik ederim bu arada saçını düzelt’’ dedim ve çıktım. Derin bir nefes alıp hızlı adımlarla ‘Gelin’ odası olduğunu düşündüğüm kapıyı çalıp içeri hızlıca daldım. Bir şey ‘Çıt’ etti. Kızlar karşımda durmuş gülmemek için dudaklarını ısırıyorlardı. Kafamı aşağı çevirip ayağımı uzattım. Ayakkabının altında sarkan topuk düştü düşecekti. ‘Bir saniye’ der gibi parmağımı kaldırıp Bir sandalye çektim ve oturdum. Kırık topuklu ayakkabımı çıkarıp topuğunu kopardım. Ayağıma geçirdim sonra diğerini elime alıp topuğunu kırmak için biraz uğraştım. Sonunda topuklu yerine babet giyiyordum. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. ’’ ‘’Sizce oldu mu?‘’ Sat eliyle ‘Eh’ yapsa da umurumda değildi. Rose yürüyüp ‘ ‘’Mükemmel olmuşsun’’ dedim. Gülümseyerek cevap verdi. ‘ ‘’İsimler mi yazılıyor? Ve benim ki daha yazmıyor’’ Rose elindeki kalemle ‘Hermia’ yazdı. Gülümseyip ona sarıldım. O sıra da Sere’nin ağladığını fark ettim. ‘’Az önce Hestia Mekanı ve sizi kutsuyordu.’’ Dedim ve bir kenara çekildim. Zaman ilerliyordu kol kola girip birbirlerine o büyülü sözcükleri söylemelerine çok az kalmıştı. Rose ‘a baktım. Elleri titriyordu. Parmağındaki nişan yüzüğü ile oynuyordu. Verilen öğütlere kafa sallıyordu. Lia onla konuşup sakinleştirmeye çalışıyordu. Sere ise artık daha sakindi. Bir medille akan makyajını siliyordu.
| |
| | | Rose Denise Harris Poseidon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1021 Kayıt tarihi : 17/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 6:22 am | |
| Hayatımın en mutlu gününü yaşıyordum, tüm dostlarım ve sevdiklerim yanımdaydı ama ben içinde bulunduğum ana zor odaklanmama neden olacak kadar heyecanlıydım. Birkaç saat süren bir hazırlık merasiminin ardından tamamen hazırlanmış, ayakkabımın altına nedimelerimin isimlerini yazmıştım. Yanıma gelip bana iyi dileklerini ileten Ophelia'nın ardından, artık düğüne başlamamızın vaktinin geldiğini düşünüyordum. Elbette vaktin gelmesini belli edecek olan kişi, Tanrıça Afrodit'ti çünkü nikahımızı, Aşk ve Güzellik Tanrıçası kıyacaktı. Bunun gerçekten de çok romantik olduğunu düşünüyordum, sevdiğim adamla aşkın şehri olarak bilinen Paris'te, Aşk Tanrıçası'nın kıyacağı bir nikahla evlenecektik. Aldığım alkolün de etkisiyle öncekine oranla çok daha rahatlamış olduğumu hissediyordum, içime tarif edilemez bir sıcaklık yayılmıştı. Bunun nedenini, Mia odaya geldiği zaman öğrendim; Tanrıça Hestia bizi kutsamıştı. Tanrıça'ya ne kadar teşekkür etsem azdı, bunu biliyordum. O kesinlikle Olimpos'ta en çok sevdiğim tanrıçalardan biriydi ve bugün yaptığı iyiliği hiçbir zaman unutmayacaktım. Yaptığımız konuşmanın ardından biraz zaman geçtikten sonra, Sere'nin biraz daha kendini toparlamış olduğunu fark ettim. Bugün beni üzen tek şey, Sere'nin yanından ayrılacağım için duyduğu üzüntüydü. Yeni bir hayata başlıyordum ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, bugün atacağım tek bir imza ilerideki yaşantımı kökten değiştirecek kadar büyük bir olaydı. Yaşayacağım olaylardan biri de ev arkadaşım ve birtanecik dostum Sere'mden ayrılacak olmamdı. Aslında benim yerime eve kardeşim Lia taşınmıştı ve yine hiç yalnız kalmayacaktı, biz de Robyn ile onun karşı komşusu olacaktık ama yine de içten içe artık her şeyin eskisi gibi olamayacağını biliyordum. Sere'nin de benim de en kısa zamanda bu değişikliklere alışabilmemizi umdum. Lucy'nin burada olması herkes gibi bana da iyi geliyordu, başta Sere olmak üzere içeride bulunanları sakinleştirip, onlara moral veriyordu. Bir süredir kayıplara karışmış olduğunu göz önünde bulundurursam, büyük ihtimalle bizim düğünümüz için tekrar ortaya çıkmıştı ve bunun için ona minnettardım. Gelin odasında bulunan kızların hepsi ve dışarıda bekleyen tüm konuklar, benim için çok özel kişilerdi. Bugün, yanımızda oldukları için Robyn de ben de çok şanslıydık. Bir süre daha stresle oturmaya devam ettikten sonra, pencereden dışarı bakan Mana'nın ''Tanrıça Afrodit geldi, Rose." demesiyle beynimden vurulmuşa döndüm. Seslice nefes verdikten sonra heyecandan kasıldığımı hissetmiştim. Bu durumumu geçirmeye çalışan Sere bir elimi, Lia da diğer elimi tutmuştu ama fayda edeceğe benzemiyordu. Tanrıça Afrodit'in gelmiş olması, artık nikahın başlayacağı anlamına geliyordu. "Kı-kızlar sa-sanırım bayılacağım." dediğim sırada gerçekten de başımın korkunç derecede döndüğünü hissediyordum. Sat hiç beklemediğim şekilde karşıma geçti ve doğrudan bana bakarak "Hayır, bayılmayacaksın. Güçlü olacaksın. Bugün senin günün, rahatla biraz." dedi. Artemis avcısının sözleri beni biraz sakinleştirmişti. Aslında, mantıklı düşününce stres yapmamı gerektirecek bir şey yoktu. Sonuçta, şu ana kadar tüm işler kusursuz bir biçimde ilerlemişti, en ufak bir aksilik bile çıkmamıştı. Tanrıça Hestia'nın kutsamasını da göz önünde bulundurursak, bundan sonra da işlerin bozulmayacağını düşünerek rahatlayabilirdim. Biraz daha kendimi toparlamış olduğumu hissettikten sonra ayağa kalktım ve tekrar kendime bakmak için aynanın karşısına geçtim. Hafif makyajım hala bir saat öncesindeki kadar kusursuz duruyordu, birkaç saat içinde de bozulmayacağı garantiydi. Gelinliğimde en ufak bir kırışıklık yoktu, saçım da hiç bozulmamıştı. Tek eksik, suratımda yer alması gereken gülümsemeydi. Titrek bir nefes aldıktan sonra gülümsedim ve bunu yapmayı özlemiş olduğumu fark ettim. Benim gülümsemem, odadaki diğer kızların suratlarına da minik tebessümlerin yayılmasını sağladı. Mia "Buraya bak Rose." dediğinde bakışlarımı ona çevirdim ve flaşın gözlerimde patlaması bir oldu. Ah, fotoğraf merasimi işini tamamen unutmuştum. Birkaç dakika boyunca, deli gibi fotoğraf çekindik. Her nedimemle tek tek, birkaçıyla ve hepsiyle toplu, bir sürü resmim oldu. Flaş yüzünden gözlerim yaşarıyordu ama Deniz Tanrısı'nın kızı istediği müddetçe göz yaşlarına da hükmedebilirdi. Makyajımın bozulmasını istemediğim için gücümü kullanarak gözlerimde biriken yaşların kaybolmasını sağlıyordum. Bunu uzun süre devam ettirebileceğimden de hiç şüphem yoktu. Yeterince kare fotoğrafımız olduğuna kanaat getirdikten sonra kızlara döndüm ve "Biri gidip Robyn'lere Afrodit'in geldiğini haber vermeli. Düğün başlasın." dedim. Sözlerim üzerine Kate hemen ayağa kalkıp odadan çıktı. Şimdi düğün telaşı benden, nedimelerime de bulaşmaktaydı. Lia ve Sere ile en öne geçtik ve üstlerini başlarını kontrol eden diğer nedimeler de ellerine açık pembe çiçeklerini alıp arkamıza dizilmeye başladılar. Bu çıkış işinin provasını daha önce yapmış olduğum için rahattım. Tam bir şeyleri unuttuğumu hissedeceğimi söyleyecekken Sere göz kırpıp masanın üzerinden gelin çiçeğimi aldı ve bana uzattı. Ona gülümseyerek baktıktan sonra içimden ondan geriye doğru saymaya başladım. Az sonra Kate kapıyı açacaktı ve Robyn ile aynı anda farklı kapılardan dışarı, Kır Bahçesi'ne çıkacaktık.
| |
| | | Robert Harris Hades'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1602 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 8:10 am | |
| Vakit adeta geçmek bilmiyordu. Damat -yani benim- için hazırlanmış odada, sonsuza dek kapalı kalacakmışım gibi hissediyordum. Bu düşüncelerimin saçmalıktan ibaret olduğunu biliyordum fakat elimden bir şey gelmezdi. Birkaç saat sonra Rose resmen benim eşim olacaktı ve o anın bir an önce gelmesini istedikçe, akrep yelkovanı daha yavaş kovalamaya başlıyormuş gibi hissediyordum. Kısa bir süre bizimle takıldıktan sonra Martin gelen misafirleri karşılamak için yanımızdan ayrılmıştı ve belli etmesem de içten içe ona minnettardım. Aslında, Geleceğin Tanrısı kötü biri değildi. Sadece akıl sır erdiremeyeceğim derecede sinir bozucuydu. O gittikten sonra içeride Yon ve Hector ile yalnız kalmıştık. Havadan sudan bir süre muhabbet ettikten sonra ben yine düşüncelere dalmıştım. Rose'un şu anda neler yapıyor olduğunu düşünüyordum. Ona bu kadar yakın olduğum halde bir taraftan da çok uzak olduğumu biliyordum çünkü istesem bile sadıcım, şahidim, onun nedimeleri, bizi nikahtan önce görüştürmeyecekti. Aslında, belki bir gölge yolculuğu yapma şansım olabilirdi. Aklımda bu tarz sinsi düşünceler dolaşırken kapı çalınıp açıldı ve içeri üvey kardeşim ve bir Hestia rahibesi olan Ophelia girdi. Beni tebrik edip iyi dileklerini ilettikten sonra "Buraya gelinin yanından geliyorum. Kesinlikle göz kamaştırıcı olmuş." dedi ve odadan çıktı. Persephone kızının sözleri, merakımın iyice artmasına neden olmuştu. Rose'un nasıl göründüğünü gerçekten çok merak ediyordum. Onu beyazlar içinde, bir melek gibi hayal ettikçe, kalp atışlarım hızlanıyordu. Ophelia gittikten kısa bir süre sonra, içimde bir ferahlama hissettim. Zaten artık kontrol altında tutmayı başarabildiğim heyecanım iyice durulmuştu. Ben neler olduğuna bir anlam vermeye çalışırken pencereden dışarı bakmakta olan Hector "Buna inanamayacaksın. Şu anda Tanrıça Hestia sizi kutsuyor." dedi. Şaşkınlıktan gözlerimin büyüdüğünü hissediyordum, Tanrıça Hestia gerçekten de mükemmel bir tanrıçaydı. Bizim için yaptığı bu iyiliği hiçbir zaman unutmayacaktım. Biraz daha sakinleşmiş olmanın verdiği rahatlıkla Yon'a döndüm ve "Dostum, nerede bizim düğünün açılış fotoğrafı?" diye sordum. Anında mesajı almış olan Apollon oğlu getirdiği fotoğraf makinesini çıkararak resimlerimizi çekmeye başladı. Hem Hec ile hem de onunla resim çektirdikten sonra makineyi otomatik çekime ayarlayıp masanın üzerine koyduk ve üçümüz de poz verdik. Böylece odadaki herkesin yer aldığı bir resme sahip olmuş olduk. Tam kendime yeni bir bardak viski koymaya gideceğim sırada kapı çalındı ve içeri güvenlikçim Kate girdi. Suratında mutlu ve bir o kadar da telaşlı bir ifade vardı. Ben ona ne olduğunu sormaya fırsat bulamadan "Tanrıça Afrodit geldi, patron. Artık hazırlansanız iyi edersiniz." dedi. Sonra, geldiği gibi hızlı ve ani bir şekilde tekrar odadan çıktı. Telaşını anlayabiliyordum, daha gidip nedimeler arasındaki yerini alacaktı. Hızlanmış olan nefesimi gözardı ederek içerideki dostlarıma döndüm ve "İşte, büyük an gelip çattı." dedim. Rose ile birlikte düğünde hiçbir geleneğe tam olarak bağlı kalmamaya karar vermiştik. Bizimkisi ne tam bir Antik Yunan düğünüydü, ne de Amerikan düğünlerini fazlasıyla andırıyordu. Hem eskilerden, hem de günümüz kültüründen, biraz da Doğu taraflarından etkilenerek, ortaya güzel bir harman çıkarmıştık. Düğünü kır bahçesinde yapmamızın bir sebebi de, aklımızdaki düğün tarzını gerçekleştirebileceğimiz bir alan olmasıydı. Yon bana cesaret verici bir şekilde gülümsedikten sonra yanımda kardeşim Hec ile odadan çıktım ve arka kapıya doğru ilerlemeye başladım. Rose ve nedimeleri, kırmızı halılı yolda ilerleyerek nikah masasının önüne ulaştıklarında, orada sadıcım ve benimle karşılaşacaklardı. Biz kalabalığın arasına çıkınca birkaç alkış sesi duyuldu ve bir anda etrafta korkunç bir sessizlik sağlandı. Martin ve Yon'un bunu nasıl başardıklarını anlayamamıştım ama çoktan şahitler olarak yerlerini almışlardı. Sağlanan sessizliğin boşluğunu, Mariah Carey'in My All isimli şarkısı doldurdu. Bu, Rose ile benim en çok sevdiğimiz aşk şarkısıydı. Şarkınının 'Imagining I'm looking in your eyes' sözleri esnasında, nedimelerden oluşan maiyetinin eşliğinde Rose görüldü. Onu gördüğüm o anı, suratında beliren mutlu ve bir o kadar da heyecanlı ifadeyi, ömrüm boyunca unutmayacağımdan emindim. Şarkının sesinin iyice yükseldiği sırada, bana doğru yürümeye başladı ve gözlerimiz buluştu. O sırada, tüm telaşımın ve endişemin yersiz olduğunu anladım. Rose yanıma ulaşınca birkaç saniye bocalayıp ne yapacağımı bilemedim fakat sonra hemen kendimi toparladım, tabii bunda Hec'in dirseğinin de biraz etkisi vardı. Oturabilmesi için sandalyesini çektim ve o esnada kimsenin duyamayacağından emin olduğum kısıklıkta bir sesle kulağına "Bir melek gibi olmuşsun." diye fısıldadım. Rose'un suratına yerleşen gülümseme, tıpkı Tanrıça Hestia'nın kutsamasında olduğu gibi içimi ısıttı. Onun ardından ben de sandalyeme oturdum, bizim ardımızdan da şahitlerimiz Yon ve Martin yerlerini aldılar. Sonra, Kate'in ortaya çıkıp az önce şaka yaptığını, Afrodit'in aslında burada olmadığını söyleyeceğini sandım ama öyle olmadı. Masalardan birinde oturan Aşk Tanrıçası ayağa kalktı ve suratında kendinden emin bir gülümsemeyle, nikah masasına gelip oturdu. Tüm davetliler, hatta sadıcım ve nikah şahitlerimiz, onun büyüsüne kapılmıştı. Dünyalarının Afrodit'ten ibaret olduğu hissine kapılmış olduklarından emindim çünkü bu hissi daha önce yaşamıştım fakat şu anda Güzellik Tanrıçası'nın varlığından hiç etkilenmiyordum. Bunun sebebi, elbette yanımda oturmakta olan Rose'du. Artık tam da bir dönüm noktasının ortasındaydık; Birkaç dakika sonra bekar hayatıma veda edecek ve Rose ile sürecek mutlu bir yaşama adım atacaktım. 'Cause I can't go on, living in the memory of our song' sözlerinin ardından şarkının sesi, zor duyabileceğimiz dereceye gelene kadar kısıldı çünkü şimdi, Aşk Tanrıçası'nın konuşma sırasıydı. Kendi kendime vaktinden önce öne atılıp 'evet' diye bağırmamam gerektiğini hatırlattım.
| |
| | | Mark William Trully Apollon'un Çocuğu/Mitoloji Tarihi Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 348 Kayıt tarihi : 12/02/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 9:01 am | |
| Pegasusum ile birlikte melez kampından kalkan konvoyla birlikte Paris'e Rob'un düğünününe doğru yol aldık hava çok güzeldi yıldızlar tüm güçleriyle parlıyorlardı uzun bir yolculuk sonrası Kır Bahçesi'ne vardık pegasusumdan indim kravatımı düzelttim kapıya yürüdüm görevliye davetiyemi gösterdim ve içeri girdim içersinin dizaynı harikaydı bir sürü melez birbiriyle konuşuyor garsonlar bir masadan diğerine koşuşturuyordu o sırada etrafın fotoğrafını çeken Yon'u gördüm yanına gittim beni görünce tırsıtığı için biraz kızgın bir şekile baktı ama sonra güldü tokalaştık yanından ayrıldırığımda etrafı izleye Hermia'yı gördüm yanına gidip "Selam Mia nasılsın?" diye sordum bana "Ooo çaylak bey ben iyiyim siz nasılsınız" dedi ona biraz soğuk şekilde gülümsedim biraz konuştuk sonra yanından ayrıldım etrafa biraz baktım ama fazla tanıdık yoktu bende hemen içeceklerin yanına gittim bir bardak şarap aldım ve yavaş yavaş içmeye başladım çok hoş bir yerdi burası o sırada Mariah Carrey'den bir şarkı çalıyordu adını hatırlayamıyordum ama şarkıyı biliyordum şarkıyı mırıldanmaya başladağımıda şarkı kesildi o sırada Rob içeri girdi bir süre sonra aklıma Elena geldi "Keşke o da burada olsaydı şimdi kimbilir ne yapıyordu" dedim.Bir süre sonra yavaş bir müzik çalmaya başladı ve Rose odasından çıktı herkes alkışlıyordu ve Rose nikah masasına oturunca Aşk Tanrıçası Afrodit ayağı kalktı ve bir konuşma yapmak için hazırlandı herkes bir şeyler içerek onu bekliyordu.Ancak salona giren bir kaç melez herkesin dikkatinin dağılmasına sebep oldu herkes onlara kızgın bir biçimde bakıyordu bende baklım neler olacak diye merak ediyordum gelen gençler bizi hiç takmadan masanın önünde konuşuyorlardı en sonunda Afrodit'in onlara bakış biçimlerini görünce korkmuş bir biçimde yerlerine geçtiler.En sonunda Afrodit konuşmasına başladı... | |
| | | Lena H. Bryce Artemis Avcısı/Sanat ve Zanaat Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3383 Kayıt tarihi : 23/01/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 9:14 am | |
| Gözlerimi açtığımda Lexi ve Sat bana hafif kızgın bakıyorlardı.Henüz uykudan yeni uyanmıştım ve bu kızgınlığın nedenini ancak saate bakınca anladım.Söz verdiğim saatten oldukça sonra uyanmıştım.Sat'e bakıp mahcup bir ses tonuyla özür diledim ve yüzümü yıkamaya gittim. Ben pijamalarımla kulübede dolanırken Sat ve Lexi çoktan giyinmişlerdi.Lexi bana şık bir elbise seçti ve ikisi beni giydirmeye başladı.Elbise olayını hallettikten sonra ayakkabı seçmek üzere küçük ayakkabı dolabıma yöneldik.Kapağı açtığımızda hissettiğimiz tek duyguysa hayal kırıklığıydı.Elbisemle uyumlu hiçbir şey yoktu.Sat bana ayak numaramı sordu.Onunla aynı olduğunu umarak ''otuz sekiz'' dedim.Gülümseyerek ''Öyleyse sana benim dolabımdan ayakkabı seçelim.'' dedi.Ayakkabı olayını da halledince,kendime hafif bir makyaj yaptım ve aynada kendime baktım.Kendimi hiç bu kadar güzel hissetmemiştim.Ben aynada kendime hayran hayran bakarken Lexi yanıma geldi ve Artemis ile gideceğimizi söyledi.Tam onlarla birlikte Artemis'in havalı arabasına yöneldiğim sırada aklıma David geldi.Hemen kulübenin kapısına çıktım ve David'i görünce rahatladım.David benim çok yakın bir arkadaşımdı ve düğüne onunla gitmek beni rahatlacaktı.Birbirimize dostça sarıldık.Ona utangaç bir sesle ''Çok beklettim mi?'' diye sordum.Muzip bir gülümsemeyle ''Bütün gece seni bekletmemek için kamp kurdum;beklemem senin suçun değil.'' dedi.İkimizde güldük.Daha sonra onun koluna girdim ve pegasus ahırlarına yöneldik.Sıkıntılı bir ses tonuyla ''David,senin için Artemis'in şık arabasına binmek yerine pegasusu seçtim.Bana borçlusun dostum.''dedim.Gülerek ''En azından bütün gece bir kulübenin önünde kamp yapmadın Lena.'' Pegasusuma bindim ve ona ''Hadi bakalım Silver,Aşk şehrine gidiyoruz;Paris'e...''dedim.Birkaç dakika sonra ben,David ve pegasuslarımız havada süzülüyoruz.Rotamız Paris,kır bahçesiydi. *** İniş yaptığımızda David kibarlık olsun diye benim inmem yardım etmeye çalışmıştı;ama pek başarılı olamadı.İkimizde yere yuvarlandık ve deli gibi gülmeye başladık.Gülme krizim geçtikten sonra ayağa kalktım ve çevreme baktım.Etraf tam da Rose ve Robyn'in hak ettiği şekilde muhteşemdi.Ben ve David etrafa büyülenmişçesine bakarken ikizim Kat ve dostum Sere yanımıza geldi.''Hey Lena nedimeler olarak Rose'un yanına gidiyoruz,hadi sen de gel.''dediler.Ben de onaylarcasına başımı salladım ve David'e dönerek ''Beni getirdiğin için saol,ben nedimelik yapaken sen de Sofie'le takılırsın'' dedim ve göz kırptım.David biraz kızarmıştı,bana dönerek ''Pekala,iyi eğlenceler Lena'' dedi.''Sana da'' dedim ve ikizimin arkasından doğru yürümeye başladım.Rose'un yanına gittiğimde tüm nedimeler onun etrafında toplanmıştı.Neler olduğunu merak ederek ben de onların arasına girdim hemen.Ayakkabıya adlarını yazıyorlardı!Gülerek ''Beni de yazın;ama en sona'' dedim.Tüm avcılar gülmeye başladık ve sona da olsa ayakkabıya yazıldık.Kalabalığın arasında bana seslenen birini duydum.Arkamı döndüğümde ikizim Kat'i gördüm.Bana düğünün başlamak üzere olduğunu ve yerimi almam gerektiğini söyledi.Başımı salladım ve Rose'un yanına geri döndüm.Gelin çok stresli;ama bir o kadar da mutluydu.O an bir şeyi fark ettim;ben de mutluydum.Arkadaşım Rose'un mutluluğu beni de mutlu etmişti.Ve bir karar verdim.Önceden herkesin benim gibi düşünmesini,bir avcı gibi davranmasını isterdim.Ama artık arkadaşlarımın kararlarına saygı duyup,onlara destek olacaktım.Şu an olduğu gibi.Herkes kendi seçimini kendi yapmalıydı ve dostlara destek olmak düşerdi. Ben kendi içimde düşüncelere dalmışken Maria Carey'nin ''My All'' şarkısıyla düğün başlayıverdi.Şarkının 'Imagining I'm looking in your eyes' kısmında;en önde Rose,onun arkasında Lia ve en arkada da biz olmak üzere kapıdan dışarı çıktık.Karşıdaki kapıdan da Robyn çıkmıştı.Birbirlerini görünce gözleri sevgiyle parıldamaya başladı sanki.Herkes onlara bakıyordu ama bu onların umurlarında değildi.O an sadece ikisi vardı.Onlara bakıp gülümsedim ve Kat'e dönerek''Birbirlerine çok yakışıyorlar.'' dedim.Onaylarcasına başını salladı.Daha sonra bakışlarımı gözleri dolmuş olan Sere'ye çevirdim burada bulunmanın verdiği mutluluğun tadını çıkardım. dedi. | |
| | | David Tyler Athena'nın Çocuğu/Zeka ve Strateji Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1997 Kayıt tarihi : 17/02/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 23, 2011 9:43 am | |
| Akşama doğru uyanmıştım.Tabi Rave'in beni yataktan atmasıyla uyandım.Çünkü normal uyandırmayı denediğinde kalkmamışım sözde.Hemen fırladım çünkü düğüne lena'yla gidicektim eğer geç kalırsam beni mahvederdi hemen hazırlanmaya başladım.Mavi bir takımım vardı onu giymiştim.Ayaklarıma da converse giyebilicek tek manyak ben olmalıydım.Hemen çıktım ve artemis kulübesine gittim.15 dakika sonra Lena çıldırmış gibi kapıyı açtı ve ''Çok beklettim mi?'' diye sordu.Şaka amaçlı ''Bütün gece seni bekletmemek için kamp kurdum;beklemem senin suçun değil.'' dedim.Koluma girdi bu biraz tuhaf olmuştu ama aldırış etmedim o benim kamptaki ilk arkadaşımdı.Pegasus ahırlarına doğru giderken ''David,senin için Artemis'in şık arabasına binmek yerine pegasusu seçtim.Bana borçlusun dostum.'' dedi. ''En azından bütün gece bir kulübenin önünde kamp yapmadın Lena.''''Hadi bakalım Silver,Aşk şehrine gidiyoruz;Paris'e...''''Hey şu iğrenç şehre daha önce gitmedik bir daha da gitmeyi düşünmüyorum ama Silver'i takip et.''
*** Oraya vardığımız da pegasuslarımızı bıraktığımız yerde carrionite'dan indim.Tam lenayı indiricektim ki ikimizde düştük sonra gülmeye başladık.Gülmemiz geçince içeri gittik.kat ve Sere gelmişti.İki kardeş de rahatsız etmekte üstlerine yoktu.'Hey Lena nedimeler olarak Rose'un yanına gidiyoruz,hadi sen de gel.'' dediler.''Beni getirdiğin için saol,ben nedimelik yapaken sen de Sofie'le takılırsın'' dedi.Ve göz kırptı.Kızardığımı hissedebiliyordum.''Pekala,iyi eğlenceler Lena'' dedim o da ''Sana da.'' dedi.Ve gitti.İçeri girdiğimde Sofie'yi aramaya başladım.Böyle bir güzelliği bulmam çok zor olmamıştı.''Merhaba sofie.'' dedim.şaşırmıştı ''Lena nerede''''Şu nedimelik işleriyle uğraşıyor.Başkasına sözün yoksa birlikte durabiliriz'' dedim.Bunu söylerken göz kırptım.''Bir dakika bir düşünim.Neden olmasın.'' dedi.Ve şarkı çalmaya başladı.Dans etmek isteyip istemediğini sordum ve kabul etti.Sonra pistte çıktık.dans etmeye başladık. | |
| | | Alicia Roxanne Wideen Demeter'in Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 590 Kayıt tarihi : 22/02/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Paz Nis. 24, 2011 1:33 am | |
| Bugün Rose ile Robert'in düğünü vardı. Rose'un kına gecesine gidemesemde düğünlerine gitmeye kararlıydım. Sabah her zamanki gibi erkenden kalktım. Güzelce kahvaltımı yaptıktan sonra dolabımın önüne gittim. Birkaç gün önceden bugün için giymeyi düşündüğüm elbiseme tekrar baktım. Yerli yerinde duruyordu. İnce askılı, mini, beyaz elbisemi giymeye karar vermiştim. Hemen aşağısında da giyeceğim topuklu beyaz ayakkabılar vardı. Sonra çok yorgun olduğumu düşünerek biraz kestirmek için yatağıma uzandım. O sırada uykuya daldım. Yaklaşık iki saatin ardından yatağımdan kalktım ve hazırlanmak için dolabımın oraya gittim. İlk önce elbisemi çıkarıp giydim. Ardından topuklu ayakkabılarımı da giydim. Topuklu ayakkabılarla yürüyebileceğim konusunda şüpheliydim ancak başaracağıma inanıyordum. Hemen sonra aynamın karşısına geçtim. Takılarımın olduğu kutudan kıyafetime uygun küpe ve kolye aldım. Saçlarımı da açık bırakmıştım. Son olarak hafif bir makyaj yaptım. Ardından kulübemden çıktım. Pegasus Ahırları'na doğru ilerledim. Hızla Tulpar'ı dışarı çıkardım, üstüne bindim ve havalanmaya başladık. ''Hadi Tulpar, Paris'e, Kır Bahçesi'ne gidiyoruz.'' dedim. Kısa süre sora Paris Kır Bahçesi'ndeydim. Pegasusumun üzerinden indim ve yürümeye başladım. Paris'i çok özlemiştim. Kampa gelmeden önce babamla Paris'te yaşıyordum ve uzun zamandır da buraya gelemememiştim. Sonra hızlı adımlarla bende içeriye girdim. İçerisi baya kalabalıktı. Herkes gelmişti sanırım. Bende bir masaya geçip oturdum. David, Lena'yla gelmişti. Gözlerim David'i arıyordu. Kısa süre geçmeden bana doğru geldiğini farkettim. Çok yakışıklı gözüküyordu. ''Merhaba Sofie.'' dedi. Açıkçası biraz şaşırmıştım. ''Lena nerede?'' diye sordum. Ardından David, ''Şu nedimelik işleriyle uğraşıyor. Başkasına sözün yoksa birlikte durabiliriz.'' dedi. Bende ardından, ''Bir dakika bir düşüneyim. Neden olmasın.'' dedim ve David'de yanıma oturdu. Çok geçmeden şarkı çalmaya başlamıştı. David, ''Sofie, dans edelim mi?'' diye sordu. Hiç düşünmeden, ''Tabii.'' dedim ve ikimiz ayağa kalkıp piste doğru yürüdük. Ardından dans etmeye başladık. David'in yanında kendimi hem rahat hem huzurlu hissediyordum. Dans ederken de sürekli gözlerimizin içine bakıyorduk. Ben sanırım David'i cidden çok seviyordum. Kısa süre dans ettikten sonra yerimize tekrar geçtik. Hemen sonra bir kapıdan arkasında nedimeleriyle Rose çıktı. Diğer bir kapıdan da Robert çıktı. Birbirlerine çok yakışıyorlardı. Rose'a gelinlik çok yakışmıştı ve çok güzel görünüyordu. | |
| | | Afrodit..
Mesaj Sayısı : 7 Kayıt tarihi : 21/04/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Paz Nis. 24, 2011 10:17 am | |
| Melez kampında ilk defa iki melez evleniyordu. Bu kampta olan ilk düğündü ve nikahlarını kıymayı benden istemişti Rose. Bu beni sevindirmişti. Ne de olsa aşk tanrıçasıydım ve böyle şeylerin olması beni mutlu ediyordu. Ayrıca Robert ve Rose kampta ilk sevgili olan melezlerdendi. Onların aşık olduğu ilk günü hatırlıyorum da... Ben bunları düşünürken bir yandan da üzerimde elbiseleri deniyordum. Her biri çok güzel ve bana yakışıyordu ama hangisini seçeceğimi bilmiyordum. Bugün çok aşırıya kaçmamaya kararlıydım ve üzerime siyah küçük bir kemer ve yaka aksesuarı bulunan, sade, siyah olan elbisemi üzerime geçirdim. Saçlarım her zamanki gibi oldukça güzeldi ve yeniden yapmaya gerek duymadım. Gözümü saate çevirdiğimde neredeyse geç kalmak üzere olduğumu fark ederek, son düzenlemelerimi yaptım. Elime küçük çantamı aldım, parfümümü de sıkarak etrafa bakındım. Işınlanmamla birlikte kendimi Paris'teki güzel bir kır bahçesinde bulmam bir oldu. Etrafa bakındığımda çoğu melezin burada olduğunu ve etrafın yeşillikleri ile dekoratifinin çok uygun olduğunu fark ederek gülümsedim. Güzel bir zevki vardı burayı seçenlerin. Ardından etrafa bakınmayı bırakarak kendimden emin bir şekilde yürümeye başladım bahçede, nikah masasına doğru. Ben ilerledikçe bütün melezler bana hayranlıkla baktığını fark ederek gülümsedim. Ama bugün bunun hiç bir önemi yoktu, önemli olan bu iki iyi melezin birlikteliğiydi. Ben masaya doğru ilerlerken Poseidon kızı Rose bir kapıdan nedimeleri eşliğinde, diğer kapıdan da Robert sadıcıyla beraber geliyorlardı. Herkes onları görünce hem hayranlık, hem de mutlulukla alkışlamaya başladı. Alkışlamalarına bende eşlik ederken Rose ve Robert masaya geldiklerinde ben otururken onlara ve şahitlere de oturmalarını işaret ettim. Herkesin alkışları kesildiğinde, bu güzel ana tanıklık etmeye ve arkadaşlarına destek olmaya gelen melezlere dönerek "Hoş geldiniz melezler. Bugün, bu iki melezi sonsuza dek birleştirmek için toplandık. Bu mutlu günlerinde, onları yalnız bırakmadığınız ve aşka bu kadar değer verdiğiniz için teşekkür ediyor ve bu iki heyecanlı melezi bekletmeden nikahı kıyalım diyorum..."diyerek Robert ve Rose'a döndüm. İkisininde gözleri heyecan, mutluluk ve aşk ile parlıyordu. İkisinin de birbirine değer verdiğini onları hiç tanımayan biri bile söyleyebilirdi. Gözlerindeki ışık bunu çok iyi yansıtıyordu. Gülümseyerek şahitlere ve tekrar gelin ile dağmada döndüm. "Sen Ölüler ve Yer altı Tanrısı Hades oğlu Robert Harris, Denizler ve depremler Tanrısı Poseidon kızı Rose Denise Sea'yı eşin olarak kabul ediyor musun?" diye sorduğumda Robert'in iyice heyecanlandığını fark ettim. Göz ucuyla Rose'a baktığımda onunda aynı durumda, hatta daha da kötü olduğunu fark ederek gülümsedim. O sırada Robert "Evet, kabul ediyorum." dediğinde Rose sanki nefesini saatlerce tutmuşçasına verdi ve aynı anda da diğer melezlerin alkışları duyuldu. Diğer melezlere döndüğüm de hepsinin gözünün parladığını fark ettim. Bu durumdan hepsi mutlu diyebilirdik, tabi bir iki melez dışında. Gözüme ağladıkları çarpan Serena ve Lia bir köşede kendilerini belli etmemeye çalışıyorlardı. Onlara aldırış etmeden ve daha fazla bu olayı uzatmadan tekrar Rose'a dönerek "Peki ya sen Denizler ve Depremler Tanrısı Poseidon kızı Rose Denise Sea, Ölüler ve Yer altı Tanrısı Hades oğlu Robert Harris'i eşin olarak kabul ediyor musun?" dedim. Herkes sessizliğe kapılmış cevabı beklerken Rose "Evet, kabul ediyorum." dedi ve bu sefer seyirciler ayakta alkışlamaya başladılar. Son olarak şahitlere döndüm ve gözlerindeki mutluluğu görerek gülümsedim. Anlaşılan bu iki melezin bu kampta çok dostu vardı ve onlarda şimdi mutluluklarını paylaşıyorlardı. Kısa bir süre alkışların ardından "Peki ya siz bu evliliği onaylıyor ve buna şahitlik ediyor musunuz?" diye sordum, şahit olan küçük tanrı Martin ve Apollon'un oğlu Yondaime'ye. İkisi de "Evet!" dedikten sonra çiftimize döndüm. Yüzlerindeki mutluluğu hak ettiklerini düşünerek "O zaman ben de sizi kutsuyorum melezler. Uzun, sağlıklı ve aşk dolu bir hayat yaşayın. Robert, gelini öpebilirsin."dedim ve gülümseyerek ayağa kalktığımızda alkış sesleri her yeri inletiyordu. Gerçekten de güzel bir çift ve güzel düğündü. Umarım bu iki melez de hayatları boyunca iyi olurlardı diyerek onları kutsadım ve yanlarından bir kaç metre geri giderek arkadaşlarının onları kutlamalarına izin verdim. | |
| | | Calvin Drake Westin Hades'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 233 Kayıt tarihi : 06/12/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Çarş. Nis. 27, 2011 5:08 am | |
| Kardeşimin evlenmesine çok şaşırsamda mutluydum. Çünkü Robert Rose'la çok mutluydu ve ikisi harika bir çiftti. Hayatlarını birleştirmeleride beklenen bir şeydi ama kendimi Robert'ın düğününde bulmak, işte bu tarifsizdi. Düğün muhteşem sürüyor, Afrodit nikahı kıyıyordu. Kardeşim Robert ve Rose çok mutlulardı. Ancak ben Robert'ın içinin acıdığını biliyordum. Rose bu yaranın acısını azaltsada kardeşim yine de üzülüyordu. Bunu hiç kimseye belli etmiyordu. Ben bile tam farkına varmamıştım o söyleyene kadar. Dün Robert'la dertleşmiştik. Robert sonuna kadar haklıydı. Ben kardeşimin en mutlu gününde derinde saklı duran bu yaradan canının acımasına izin veremezdim. Bunun içinde süper planlarım vardı. Düğünden önce bunun için çok uğraşmıştım. Robert'ı düğün öncesi yalnız bırakmak hiç hoş olmasa da buna mecbur kalmıştım. Yapacağım süpriz için uğraşmıştım. Her şeyi de ayarlamıştım. Tek bir sorun vardı ki bu işin kalan diğer kısımlarını Tiff ve Sabrina halledecekti. Onlara güvenim sonsuzdu, başaracaklarını biliyordum. Bunun için içim rahattı. Robert bu süprizimi çok beğenecekti. Herhalde kardeşime verebileceğim en iyi hediye buydu. Robert ve Martin bir şeyler karıştırdığımı fark etmişlerdi ama ne olduğunu daha çözememişlerdi. Bu yüzden bana hiçbir şey söylememişlerdi. Sadece karıştırdığım şeyin ortaya çıkmasını bekliyorlardı. Yon da bir ara yanıma gelip Tiff'i sormuştu. Ona bir şeyler uydurmak zorunda kaldım. Yon pek inanmışa benzemiyordu ama o da daha fazla kurcalamadı. Afrodit nikahı kıyıp çifti tebrikleri kabul etmesi için yalnız bıraktığında hemen kardeşimin yanına gidip Rose'un duymaması için kulağına fısıldayarak "Bekarlığın rahatlığını kendi ellerinle yok ettiğin için tebrikler." dedim. Robert sadece gülmekle yetindi. O sırada Rose'un bize dik dik baktığını görünce hemen ona "Tebrikler yengeciğim." diyerek onu da tebrik ettim. Robert'a söylediklerimi Tiffany duysa herhalde beni öldürürdü. Her şeye rağmen hayatım boyunca Robert'ı hiç bu kadar mutlu görmediğim için buna çok seviniyordum. Onlar diğer tebrikleri kabul ederken ben bir köşeye çekildim ve sabırsızca Tiff'i ve Rina'yı beklemeye başladım. Bu arada düğünü de inceliyordum. Şu an için hiçbir aksilik yoktu. Her şey yolundaydı. Bu iyi haberdi. Mekana göz gezidirirken Claire'i gördüm. Claire Rose'la Robert'ı tebrik edenleri iterek çiftin yanına ulaşmaya çalışıyordu. Başta ne yapmaya çalıştığını anlayamadım ve aklımdan her zamanki Claire işte diye geçirdim. Bu sırada da müziğin sesi artmaya başladı. Müziğin çalındığı yere baktığımda Apollon çocuklarını gördüm. Dans müziği çalıyordu. Rose'la Robert ilk danslarını yapacaktı. | |
| | | Tristan Micah Addison Hermes'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 565 Kayıt tarihi : 14/03/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Perş. Nis. 28, 2011 3:19 am | |
| Robert ve Rose'un düğününe gitmek için erkenden kalkıp hazırlanmamız gerekiyordu çünkü evlenecek olan kişilerden biri Selene'nin ağabeyiydi, her ne kadar bulduğu ilk fırsatta beni öldürmeyi planlıyor olsa da, kız arkadaşım onu çok seviyordu. Bir diğer neden de Selene'nin Rose'un nedimeleri arasında yer almasıydı. Bir nedimenin düğüne geç kalması, ihtimal dahilinde bile olamazdı. Düğün için kendime hiç tarzım olmadığı halde şık bir takım elbise almıştım. Pekala, kutlamaları ve resmiyeti pek fazla sevdiğim söylenemezdi fakat bu önemli etkinlikle gerçekten de iyi görünmek, güzeller güzeli sevgilimin yanında sırıtmamak istiyordum. Aslında, bunu az da olsa başarmış olduğumu söyleyebilirdim. Gözlerimle aynı tonda mavi gömlek, siyah takım elbiseyle iyi bir uyum sağlamıştı, Saçlarımı da güzelce şekillendirmeyi başarmıştım. Eh, şık ve normal bir Hermes oğlu halini almıştım ve istediğim de tam olarak buydu. Hades kulübesine gittiğimde klasik erken uyarı sistemim devreye geçti ve kendime Robert'ın şu anda burada olmadığını hatırlatmak durumunda kaldım. Kapıyı tıklattım ve bir dakikadan kısa süre sonra, Selene karşımda belirdi. Açık pembe nedime elbisesinin içinde gerçekten tahmin ettiğimden çok daha güzel duruyordu. Bana baktığında yüzünde üzgün bir ifadenin olduğunu gördüm ve ona ne olduğunu sordum. "Ağabeyimin evleniyor olması yeterince kötü değilmiş gibi bir de saçıma ne yapacağıma karar veremedim." cevabını verdi. Eh, kızlar her zaman bu tarz şeyleri önemserlerdi. Gülümseyerek "Bence dağınık topuzu falan unut çünkü oradaki kızların yarısı saçını öyle yapacaktır." dedim. Selene önerimi haklı bulduğunu belirtmek için başıyla sözlerimi onayladı. Elimi çeneme koyup bir süre düşündükten sonra "İyisi mi düzleştir ve açık bırak." dedim.
Bir saat kadar sonra Selene tam olarak hazırlanmış bir şekilde karşımda belirdi. Kulübesine bilinçli olarak olması gerekenden erken geldiğim için kendimle gurur duydum, onun hazırlanmasının uzun süreceğini önceden tahmin etmiştim. Gülümseyerek "Çok güzel görünüyorsun." dediğim sırada aklıma düğünün Paris'te olacağı geldi. Pekala, ben erkenci davranmak için elimden geleni yapmıştım ama buradan Paris'e dünyanın en hızlı pegasusunu kullansak bile zamanında gidebileceğimizden emin değildim. Selene yaptığım yorum için bir teşekkür mırıldandıktan sonra "Bu arada oraya nasıl gideceğimizi biliyorsun, değil mi?" diye sordu. Suratımdaki yıkık ifade hoşuna gitmiş olacak, kahkaha attı ve sonra da "Benim bir Hades kızı olduğumu biliyor musun peki?" diye sordu. Aslında, teknik olarak şu anda Hades kulübesinde bulunduğuma göre, bunu biliyordum. Merakla sevgilimin yüzüne bakmayı sürdürünce en sonunda eliyle 'yapma ama' tarzı bir işaret yaptı ve "Gölge yolculuğu Tris, oraya gölge yolculuğuyla gideceğiz." dedi. Pekala, bunu tahmin edememiş olduğum için gerçekten kendimi ayıplamam gerekiyordu. Mahçubiyetle gülümsedikten sonra gidip Selene'nin koluna girdim. Bu gölge yolculuğu saçmalığını ilk kez deneyeceğim için heyecanlıydım ve biraz da korkuyordum ama belli etmemeye çalıştım. Etrafımızı siyah bir sis bulutu kapladı ve bir anda dar bir kutunun içine sıkıştığımı hissettim. Gözlerimi kapatarak bu tuhaf hissin bir an önce son bulmasını diledim. Neyse ki kısa sürede tüm o kötü hisler beni korkunç bir mide bulantısıyla bırakarak kayboldu. Cesaretimi toplayıp gözlerimi açtığımda, Selene ile bir kır bahçesinde olduğumuzu gördüm. Etrafa masalar yerleştirilmiş, ortada tahminimce dans için açıklık bir alan bırakılmıştı. Nikah masası da, o açıklık alanın hemen arkasındaydı. Pekala, gerçekten de birkaç saniye içerisinde Paris'e, düğünün yapılacağı alana ışınlanmıştık. Selene'ye dönüp artist bir şekilde "Gerçekten de sürprizlerle dolusun." dedim ve gülümsedim. O da gülümseme karşılık verdikten sonra biraz ötedeki binayı gösterdi ve bana nedime olduğu gerçeğini hatırlattı. Birkaç saatliğine vedalaşmamızın ardından Selene Rose'a yardımcı olabilmek için gelinin odasının yolunu tuttu. Ben de birkaç kez Rob'a iyi şanslar dilemeyi aklımdan geçirsem de en sonunda bunu yapmamanın en iyisi olacağına karar verdim. Melez Kampı'nda tanıdığım pek çok kişi kır bahçesinde olduğu için vakit geçirme konusunda fazla sorun yaşamadım. Aslında, elimdeki şarap kadehi ve oturmuş olduğum açıklık alana yakın masa, gerçekten iyi vakit geçirmemi sağlıyordu. Masaların her biri, farklı sayıda sandalyeye sahipti. Tanrıça Hestia benim oturduğum masanın biraz ilerisinde, rahibelerinden Ophelia ile oturuyordu. Kıza gülümseyerek el salladığımda bana kaşlarını çatarak Hestia'nın yanında olduğunu işaret etmişti. Benim oturmakta olduğum masada sekiz sandalye bulunuyordu. Düğünün ilerleyen saatlerinde burayı Selene'nin dışında kimlerle paylaşacağımı bilmiyordum ama içime yerleşen tuhaf his bana, Hades çocuklarının burada toplanabileceğini söylüyordu. Pek de uzun sürmeyen bir bekleyişin ardından etrafta My All isimli şarkı yankılanmaya başladı ve evlenme seramonisi başladı. Robert, yanında sadıcı Hector ile nikah masasına yürüdü ve arkasında nedime alayıyla ilerlemekte olan Rose'u beklemeye başladı. Rose gerçekten de çok güzel olmuştu ama ona fazla bakamadım çünkü gözüm pembe elbiseli prensese, yani Selene'ye takılmıştı. Tanrıça Afrodit'in kıydığı bir nikahla evlenmiş olan çifti tüm kalbimle alkışlarken gülümsüyordum. İki melezin böyle güzel bir olay yaşamış olması gerçekten çok hoştu. En sonunda Selene nedimelik görevi bitmiş olduğundan yanıma gelip oturdu. Ona düğünler ve birlikteliklerle ilgili söylemek istediğim çok şey vardı ama yanımdan kaçıp gitmesini istemediğim için ağzımı kapalı tutmaya karar verdim.
| |
| | | Adyali Beckett Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1657 Kayıt tarihi : 21/10/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Perş. Nis. 28, 2011 6:09 am | |
| Üzerinde durduğum kremitten çatıya başımı koydum. Kiremitlerin sıcaklığından pişmiş gibi hissetsem de benim için sorun değildi. Kollarımı başımın altına koymuş kalabalık bahçeye oldukça uzaktan, en yakın binanın çatısından bakarken bile herkesin oldukça telaşlı olduğunu görebiliyordum. Etrafta pembeli etekler uçuşuyor, daha siyahlı görünen erkekler de kız arkadaşlarının yanından ayrılmıyorlardı. Orada kimlerin olduğunu düşündüm. Emin olduğum birkaç kişi vardı tabii; Robyn ve Rose'un en yakın kuzenleri, eskilerden beri onları tanıyan dostları ve tanrılar. Hiçbiri bana yabancı değildi gerçi ama düğünü buradan izleme kararı almıştım. Böylesi en iyisiydi. Buradan izleme kararı vermemin oldukça geçerli nedenleri vardı. Birincisi, oraya gidip Artemis'in yüzüne bakamazdım. İkincisi, Hera'yı görmeye katlanamazdım. Üçüncüsü, büyük ihtimalle orada kardeşlerim olacaktı ve onlarla o kadar sevgili muhabbeti yaptıktan sonra baloya yanlız gidemezdim. Sonuncusu da, bu işleri hiç bilmezdim ve rezil olacağımdan emindim. İç çektim ve yerimde sıkıntıyla kıpırdandım. Burası öyle sessizdi ki. Düğünde eminim harika müzikler ve nefis ordövler vardı. Düğündeki yemekleri düşününce ağzım sulandı. Yemeğe oldukça fazla düşkündüm. Bir an düğüne katılmayı düşündüm. Ne de olsa melezleri kandırmak için düğüne uygun bir elbiseyle gelmiştim. Oldukça sade, beyaz bir elbise. Kabarık bir eteği vardı, içi tül doluydu. Böyle elbiselere bayılırdım. Saçlarımı açsam mı toplasam mı karar veremediğim için, saçlarımın bir kısmını dağınık bir topuz yaptım, Geri kalanı da bukleler halinde omzuma dökülüyordu. Aynada o kadar da kötü durmadığına kanaat getirmiştim. Paris'e kadar onca yol gelmiştim, kim bilir üstüm başım ne haldeydi? Hayır, gidemezdim. Kimseye rezil olmaya niyetim yoktu. Ayaklarımla çatıya vurmaya başladım. Düğün oldukça yavaş ilerliyordu. Hazırlıklar çok uzun sürdü. Düğün tam olarak başladığındaysa Rose ve Robert'ı göremez olmuıuştum, öyle kalabalıktı! ''Haydi ama! Biraz yana çekilsene Afrodit, burada kuzenlerini görmeye çalışan bir Zeus kızı var!'' Buna rağmen nikah kıyıldı ve alkışların sesi bütün Paris'i doldurdu sanki. Düğünden sonraki eğlencelere hiç kalamazdım. Özellikle de düğünün içinde bile değilken bu zaten mümkün değildi. Gitmek için ayağı kalktım. O sırada uzun beyaz elbiseli bronz bir kızın benim olduğum yere baktığını farkettim. Şaşkınlıktan donakaldım. Bu tabii ki Rose'du. Kendi düğününde, hele hele o kalabalık arasında beni nasıl farkettiğini anlayamamıştım. Rose bu tarafa bakmaya devam ediyordu. Buraya gel, diyordu sanki. Aslında hiç gitmek istemiyordum ama Rose'u kıramayacağımı farkettim. O benim kuzenimdi, ayrıca bu gün evleniyordu. Hızlı hareketlerle çatıdan aşağı indim ve üstümü düzelttim. Kesinlikle düğüne gidecek bir halde değildim. İç çektim ve hızlı hızlı yürüyerek bahçenin olduğu yere geldim. Kalabalık onca kişinin içinde beni bulamaz sanıyordum ama birkaç kişinin arasından geçip hızla yanıma geldi. Kahretsin, dedim içimden. Rose gözlerini kısıp bana baktı. ''Adyali? Bana niye düğünü bir evin çatısından izlediğini açıklaman gerek.'' dedi Rose sadece. Öylece kalakaldım. Ona anlatırsam benimle dalga geçer miydi? Tabii ki hayır, o benim kuzenimdi. ''Sadece... Kendimi buraya ait hissetmedim.'' Sorunlarımı böyle açıklayabilirdim topluca. Zaten kampta uyum sorunu yaşamıştım, burada da yaşamaktan korkmuştum. eRose gözlerini kocaman açıp bana baktı. ''Saçmalıyorsun Adya, senin burada olman önemli kişilerin gözünden kaçmadı.'' İçimden bir ses Zeus'tan bahsettiğini söylüyordu. Belki de kardeşlerimden bahsediyordu, kim bilir. ''Ayrıca, bir daha buraya ait olmadığını duymak istemiyorum, bu saçmalık.'' diye homurdandı. O sırada yanımızda Robert bitti. Tabii ki elinde bir kadeh vardı. Neler oluyor dercesine bir bana bir Rose'a baktı. Birden kafamın içinde bir ampul yandı sanki. Fotoğraf çeken bir melezin elinden makine rahatlıkta kaptım. İtiraz etmesine aldırmadan Rose ve resmilerini çektim. Çok tatlı çıkmışlardı. Tam bir kere daha çekecekken Rose elimden makineyi kaptı. Makineyi aldığımız çocuk itiraz etmekten yorulmuştu. ''Şimdi sıra bende o zaman. Hiç beklemediğim bir anda Robert ve benim fotoğrafımı çekti. Sonra makineyi sahibine itti ve ''Bizim bir fotoğrafımızı çek sana beş drahmi vereyim.'' dedi. Çocuk sevinçle fotoğraf makinesini eline aldı. Robert elini Rose'un beline koydu, ben de Rose'un diğer yanına geçip dirseğimi Rose'un omzuna koydum. Rose neşeyle ''Üç büyüklerin çocukları deyin!'' diye şakıdı. Biz de Robert'la gülerek Rose'un istediği yerine getirdik ve flaş patladı. Belki de... Kim bilir, bu düğün işi o kadar da kötü değildir diye düşündüm. | |
| | | Drake Tyrell Stanislaus Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1178 Kayıt tarihi : 15/04/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Perş. Nis. 28, 2011 9:53 am | |
| Bu saçma düğün işi aslında Drake için hiçbir anlam ifade etmiyordu fakat yine de oraya gidecekti çünkü Katherine'in nedimelerden biri olacağını öğrenmişti. Katherine'e düğünde onun kavalyesi olmak istediğini söylediğinde geri çevrilmemiş olması, onu çok mutlu etmişti. Son zamanlarda tüm düşünceleri Katherine'den ibaretti belki ama bu durumdan şikayetçi olduğu söylenemezdi. Üzerindeki açık pembe elbise, güzel takılar ve hafif makyajıyla bugün gerçekten de çok güzel olmuştu. Drake ona gelinden daha çok ilgi çekeceğini söylediğinde gülümsemişti. Birlikte düğüne gittiklerinde ne yazık ki Rose ile ilgilenmesi gerektiği için Katherine yanından ayrılmıştı. Onun için sıkıcı geçecek bir zamana adım atmıştı fakat yine de halinden memnundu. Kır bahçesindeki süslemeler gerçekten de çok başarılıydı. Üstelik, ilerleyen saatlerde The Carters olarak burada sahne alacak ve tüm melezleri coşturacaklardı. Leonard tam bir organizasyon adamıydı ve Drake, ona bu teklifle geldiği zaman kardeşinin istediğini yapmayı elbette kabul etmişti. Evlenen kişiler yani Rose ve Robert ile pek fazla tanışıklığının olduğunu söyleyemezdi. Kampta daha yeni sayılırdı ve pek çok kişiyi yalnızca ismen tanıyordu. Rose ve Robert ise kampta pek bulunmadığından, ikiliyi şu ana kadar yalnızca birkaç kez görme fırsatına sahip olmuştu. Birbirlerine çok yakıştıkları bir gerçekti ve Drake onları çok az tanıyor olsa bile, mutluluklarından mutluluk duyabiliyordu. Bekleyişi sırasında içkisini alıp bir masaya oturmuş, zaman zaman kır bahçesinde dolaşarak karşısına çıkan tanıdıklarıyla sohbet etmişti. Aslında gözleri o süreç boyunca hep belli başlı kişileri aramıştı, mesela kardeşi Adyali'nin neden gelmediğini merak edip durmuştu ama öğrenmek için elinden bir şey gelmezdi. İstese ona ulaşabileceğini biliyordu ama bu aralar aralarının pek iyi olduğu söylenemezdi. Şu erkek arkadaş meselesi yüzünden kardeşine biraz kırgındı. Çeşit çeşit muhabbet konuları ve düşüncelerle, o sıkıcı partı atlatmayı başardı ve en sonunda nikahın kıyılacağı vakit gelip çattı. O sırada telaş içinde, bu düğünde yapması gereken bir sürpriz olduğunu hatırladı. Rose ve Robert'ın Tanrıça Afrodit'e 'evet' dediği sırada görünmemek için kalın gövdeli bir ağacın arkasına geçti ve kartala dönüştü. Az sonra kalabalık masalarına dağıldığında Katherine'in gözlerinin onu arayacağını biliyordu ama ona gitme sebebini açıklayacak kadar kalma lüksü yoktu. Kendini sonra bir şekilde affettirebileceğini umarak uçmaya başladı, Paris'in kır bahçesindeki düğün tüm ihtişamıyla devam ederken, onun birkaç yakın arkadaş ve birkaç kardeşi mutlu etmesi gerekiyordu. Sözleştiği kişiyle buluşacakları noktaya geldiğinde, onu orada kendisini beklerken buldu. Gözlerinin mutlulukla dolmuş olduğunu hissedebiliyordu. Yanına gitti ve ona sıkıca sarıldıktan sonra gülümseyerek "Düğündeki herkesi çok şaşırtacaksın, seni hiç beklemediklerinden eminim." dedi. Karşısında duran kişi gülümsedi. Gerçekten de bu akşam üstü birçok kişiyi şaşırtacak ve mutlu edeceklerdi. Şimdi, düğüne geri dönmelerinin vakti gelmişti.
| |
| | | Jennifer Amy Carter Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 242 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Cuma Nis. 29, 2011 7:40 am | |
| Aylardır kamptan kimseyi görmüyordum. Rose ve Robyn’in davetiyesi elime geçtiğinde o kadar şaşırmıştım ki! Aynı zamanda ise çok üzülmüştüm, çünkü bu mutlu günde yanlarında olamayacağımı biliyordum. Her şey büyükannemin yanına Yunanistan’a gönderilmemle başlamıştı. Babam zihnimin ele geçirilmeye çok müsait(!) olduğunu düşünüp beni küçücük Atina’ya resmen hapsetmişti. “Baba, bir daha sana karşı gelmek gibi bir hata yapmam, merak etme! Ama beni kamptan ve arkadaşlarımdan ayırıyorsun!” diye bağırmıştım ona. “Gördün mü? Bir daha karşı gelmeyeceğim dedin ama hala bağırıyorsun. Normal bir çocuk dahi babasıyla bu ses tonunda konuşmazken senin baban Tanrıların Tanrısı olmasına rağmen ona bağırıyorsun. Hem büyükannen sana terbiyeli olmayı öğretir, hemde kamptan ve zihin yıkayan o melezlerden uzak durursun” diye karşılık vermiş ve gitmişti. Gidemeyeyim diye pegasusumu bile almıştı. O zamandan beri Atina’da hapistim ve düğünü öğrendiğimde ne yapacağımı şaşırmıştım. Gitmeliydim, gitmek zorundaydım ama babam çağrıma cevap dahi vermemişti. Büyükannem ise düğünü onaylamadığını belirtip gidemeyeceğimi söylemişti. Gizlice Rose bir iris mesajı atıp gelemeyeceğimi söylemiş, tüm somurtkanlığımı takınmış, yemek yemeyerek babamı protesto etmeye başlamıştım, tabi ki beni kimse ciddiye almıyordu. Ama işler ciddiye binmişti, yemek yemediğimin 3. günüydü o gün. İşte tam açlıktan ölmek üzereyken karşılaştım Drake ile. “Selam, ben kardeşin Drake” dedi gayet samimi bir tonla. “Seni Rose ve Robyn’in düğününe götürmeye geldim” İşte bu bana yeni bir yaşama sevinci verdi sanki! Drake ile bir kafede yemek yerken basit bir plan yaptık. Drake düğünün başlarında Yunanistan’a dönecek, bende büyükanneme derse gideceğimi söyleyip evden çıkacaktım. Bu kafede buluşacaktık ve Drake beni düğüne götürecekti. 23 Nisan günü yerimde duramıyordum. Büyükanneme çıkmadan önce hafif bir uyku ilacı içirmeyi unutmadım. Giyinip süslendiğimde Drake ile buluşma saatimizin çoktan geldiğini fark ettim. Kafeye kadar topuklu ayakkabılarla koşmak zaten yeterince zordu, birde bu yetmezmiş gibi yağmur yağmaya başlamıştı. Aman ne güzel, diye düşündüm. Kafeye vardığımda Drake henüz gelmemişti ve üstüme çeki düzen verecek kadar vaktim olmuştu. Bir yandan da Paris’deki havanın da buradaki kadar kötü olmamasını umuyordum. Tam o sırada Drake içeriye girdi. Kardeşime sıkıca sarıldım. Düğüne gidebilecek olmanın verdiği heyecanla gözlerime yaşlar dolmuştu. Drake gülümsedi. "Düğündeki herkesi çok şaşırtacaksın, seni hiç beklemediklerinden eminim.” Dedi. Başımı salladım. “Pegasus getirdin mi?” “Arkamda beni takip ediyor olsa gerek. Üzgünüm, senin pegasusunu bulamadım, ahırdan herhangi bir tane seçtim, sorun olmaz umarım?” dedi. Başımı iki yana salladım. “Hayır olmaz, gidelim hadi” dedim ve yola çıktık. Neyse ki Drake hızlı bir pegasus seçmişti. Paris’te kır düğününün ortasına indiğimiz anda tüm gözler bize döndü. “Selam kuzenler, bensiz düğün yapabileceğinizi mi sanıyordunuz yoksa?” dedim mutlulukla gülümseyerek. Rose hemen ileri atıldı ve bana sarıldı. “Jenny! Gelemeyeceğini sanıyordum!” dedi şaşkınca. “Bunu hayatta kaçıramazdım” dedim gülümseyerek. Sonrada Robyn’e sarıldım ve onu da tebrik ettim. Bir anda çıkıp gelmemden dolayı oluşan şaşkınlık yavaş yavaş geçmeye başlamıştı.
| |
| | | Leonard L. Carter Zeus'un Çocuğu/Kılıç Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1903 Kayıt tarihi : 09/10/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ C.tesi Nis. 30, 2011 10:03 am | |
| Büyük gün gelip çatmıştı. Kuzenlerim Rose ve Robyn evleniyorlardı. Buna çok şaşırsam da ikisi adına çok mutluydum. Birliktelikleri yedi yıldır devam ediyordu. Elbette bir gün evleneceklerdi, ama bir anda bu anın gelmesi çok garip geliyordu. Tarif edilemezdi. 23 Nisan günü, düğün günü düğündeki herkesin karmakarışık duygular içerisinde olduğu bir gerçekti. Kır Bahçesi'nden içeri adımımı attığım an dikkatimi çeken ilk şey süslemeler oldu. Süslemeler gayet başarılıydı. Herkes telaşlıydı. Bir o yana bir bu yana koşturan melezlerin telaşları yüzlerinden okunuyordu. Bu kadar çok melez aslında tehlike de demekti. Ama bugün tehlike hiç birimizin umurunda değildi. Umurumuzda olan düğündü. Eğlenmekti. Eğlendirme sorumluluğunun bir bölümü de ben ve grubuma aitti. The Carters’a Gecenin ilerleyen saatlerinde sahne alacak ve düğündeki herkesi coşturacaktık. Ben, Drake, Marcus ve Perseus. Onları buna iyi hazırladığımı düşünüyordum. Londra’daki evimizde buna çok çalışmıştık. İkizim Adyali ise bizi giydirmekle sorumluydu. Ona bu sorumluluğu ben vermiştim. Biz hazırlanırken o da kostümlerimizi hazırlamıştı. Kostümlerimizi o getirecekti. İlerleyen saatlerde herkesi coşturacaktık. Buna inanıyorduk. Kır Bahçesi’nde herkesten sıyrılıp kardeşim Drake’i buldum. Bana arkası dönüktü. Omzuna elimi koyduğumda irkilip arkasına döndü ve beni görünce gülümsedi. ‘‘Merhaba ağabey.’’ dedi bana. Bende gülümsedim. ‘‘Merhaba ağabeyciğim.’’ dedim. Bir süre konuşmadan öylece durduk. Etrafı seyrettik. Bir süre sonra Drake saatine baktı. ‘‘Gitmem gerek Leo. Hemen gelirim.’’ dedi ve omzuma yavaşça vurdu. Daha sonra da Kır Bahçesi’nin çıkışına yöneldi. Drake gidince gözlerimi etrafta gezdirdim. Adyali’yi aradım ama bulamadım. Neden gelmediğini bilmiyordum. Ama gelmesi gerekiyordu çünkü kostümlerimiz ondaydı. Gelmezse bizden iyi bir azar yiyecekti. Kalabalığın arasında ilerleyip Marcus ve Perseus’un oturdukları masaya yöneldim. Masaya oturduğumda ilk Marcus’un sorusuyla karşılaştım. ‘‘Drake nerede?’’ Kaşımı kaldırdım. ‘‘Sana da merhaba. Bir yere gideceğim dedi ve gitti. Hemen gelirmiş. Öyle dedi.’’ dedim ve masadaki kolalardan birini yudumladım. ‘‘Merhaba merhaba..’’ dedi hemen Marcus. Perseus’la da merhabalaştıktan sonra sohbet etmeye başladık.
Zaman ilerledikçe düğün alanı doldu. Boş masa bulmak neredeyse imkansızdı. Tanrılar, Tanrıçalar, Küçük Tanrılar, Küçük Tanrıçalar, melezler ve daha niceleri etrafta kol geziyordu. Kısa süren bir bekleyişin ardından My All isimli şarkı çalmaya başladı ve evlenme seramonisi başladı. Robyn, sadıcı Hector ile gelin Rose’u bekliyordu. Rose arkasında nedime alayıyla Robyn’e doğru ilerliyordu. Gerçektende güzel olmuştu. Güzellik ve Aşk Tanrıçası Afrodit’in kıydığı bir nikahla evlenmiş olan kuzenlerimi, Bay ve Bayan Harris’i tüm kalbimle alkışlarken gülümsüyordum. Çift nikah masasından kalktığında onları tebrik etmek için uzun bir sıra oluştu. Ben de bu sıraya katıldım. Sıra yavaş yavaş ilerledi ve sonunda Rose ve Robyn’in yanına ulaştım. İlk önce Robyn’e ‘‘Tebrikler kuzen.’’ Diyerek onu tebrik ettim. Daha sonra da Rose’a dönerek ‘‘Tebrikler yengeciğim.’’ diyerek onu da tebrik ettim. Daha sonra da yanlarından ayrıldım ve masama geri döndüm. Sıranın yavaş yavaş kaybolduğu sıralarda Havada iki pegasus gözüktü. Herkes bakışlarını pegasusların bulunduğu tarafa çevirdi. Pegasuslardan birini iyi tanıyordum. Bu Procella’ydı. Drake’in pegasusu. Üstündeki de Drake’di. Yanındaki pegasus da ise çok iyi tanıdığım biri vardı. Bu kişi benim kardeşimdi. Zeus kulübesinin eski lideriydi. Benim gibi. Bu Jenn’di. Gözlerimi kırpıştırıp bir daha baktığımda onun gerçektende Jenn olduğunu gördüm. İkisi de pegasuslarından indiler ve hemen Rose ile Robyn’in yanına gittiler. Jenn ikisinde tebrik ettikten sonra onun yanına gittim. Arkası bana dönüktü. Omzuna elimi koydum. Hızlıca bana döndü. Karşısında beni görünce gülümsedi ve boynuma atladı. Ben de ona sarıldım. Yaz aylarından beri görmediğim kardeşime sımsıkı sarıldım…
| |
| | | Marcus L. Stanislaus Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 2117 Kayıt tarihi : 07/02/11
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Ptsi Mayıs 02, 2011 2:59 am | |
| Sabah kulübedeki koşuşturmaca yüzünden neredeyse sıçrayarak uyanmıştım. Gözlerim yarı açık, ışığa alışmaya çalışırken birilerinin giyinip süslendiğini görebiliyordum. Görüntüm biraz daha netleşince Adya ve Drake'in hazırlandığını gördüm. Drake sanki bir işi varmış gibi acele ile kulübeden çıktı. Ben olanlara henüz bir anlam verememiştim. Neden bu kadar telaşa kapılmışlardı? Takvime baktığımda bugün ile ilgili bir uyarı yoktu. "Lanet olsun, bir şeyler oluyor ve birisi bana haber verilmiyor. Kardeşlerimi bulduğumda onları paramparça edeceğim!" Kalkıp etrafa bakındığımda masamın üstünde bir zarf gördüm. İlk önce benim için hiçbir anlam ifade etmeyen bu zarfın bir davetiye olduğunu gördüm. İçini açıp göz attığımda kafama dank etti ve kendime kızdım. Bugün Rose ve Robert'in düğünü vardı! Yani evlilik her ne kadar şuan için ilgimi çekmese de bu büyük bir karardı ve Rob'un bu kararı verebilme cesaretinde bulunması beni şaşırtmıştı. Her ne kadar Rob ve Rose ile yakın değilsek de bu büyük gün için davetiye almıştım ve gitmeme gibi bir şansım yoktu. Hemen giyinip odadan fırladım.
Kır Bahçesi'ne vardığımda tek geç kalan Zeus çocuğunun ben olacağımı düşünüyordum. Fakat Leo ve Drake ortalıklarda görünmüyordu. Leo muhtemelen yine uyuyordu. Etrafa bakındığımda Rob'u gördüm. Biraz muhabbet etmek için hemen yanına koştum. "Tebrikler kuzen! Tebrikler Rose! Ah, lanet olsun. İki kuzenim evleniyor!" diyerek şaka yaptım. Tanrıların işleri gerçekten hiç belli olmuyordu. Rose ve Rob ile kısa bir muhabbet ettikten sonra yanlarından ayrıldım ve etrafa bakınmaya başladım. Pers'i gördüğümde beraber vakit geçirmenin iyi olabileceğini düşündüm. Pers'in yanına oturdum ve muhabbet etmeye başladık. Etrafta ölümsüzler de bir hayli fazlaydı. Pers ile muhabbet ederken Leo yanıma geldi. Küçük bir "selam" faslından sonra muhabbete kaldığımız yerden devam ettik. "Hey, Marc! The Carters olarak süper bir gece geçireceğiz. Umarım hazırsındır." The Carters mı? "Şey, biz bu akşam sahneye mi çıkacağız?" Leo bana öldürecekmiş gibi baktı. Öyle bir baktı ki beni her an öldüreceğini düşünüyordum. Şimşek hızında oradan kaçmak için hazırlanıyordum. "Marc, seni öldüreceğim." Leo yumruklarını sıkıp bana doğru ilerlemeye başladı. "Hey, Leo sakin ol. Bu güzel günü bozmak istemezsin herhalde." Son cümlemi yüksek sesle ve vurgulayarak söylemiştim. Birkaç kişi dönüp Leo'ya baktı. Leo'nun öfkesi diniyordu. Bu efsanevi günü o bile bozamazdı!
Kır Bahçesi'ne iki tane pegasus indiğinde herkes kafalarını merakla o yöne doğru çevirdi. İki kişi yavaşça pegasuslardan indi ve içeri girdi. Birini tanıyordum. Bu kardeşim Drake idi. Diğerini ise hiç görmemiştim fakat Leo büyük bir sevinçle ona doğru gitti. Kızın omzuna elini koydu ve kız ona dönünce hemen sarıldılar. Bu kızın kim olduğunu çok merak etmekle beraber kendimi ezik hissediyordum. Herkesin tanıdığı birini tanımamak... Ama yine de bu kimse Leo'yu sevindirmişti ve ben de onunla düşman olmaya hiç niyetli değildim. Aslında ona bakınca hiç de düşman edinmek isteyeceğim birine benzemiyordu. Ben de Drake, Leo ve kızın yanına gittim. Onlar beraber bir sohbete dalmışlardı. Ben yanlarında sessizce onlara bakıyordum ve beni gelen kız ile tanıştırmalarını istiyordum. Fakat Leo beni göremeyecek kadar sohbete dalmıştı. En sonunda dayanamayıp yüksek sesle öksürdüm. Üçü de bana dönmüştü. Leo'ya cevap bekleyen gözlerle bakıyordum. "Şey, seni görmemiştim. Bu Jenn. Kardeşimiz." Jenn mi? Leo bana ondan bahsetmişti. Karşımda kardeşim ve eski kulübe liderimiz duruyordu. Onunla hep bir gün görüşmeyi dilemişti ve kaderler bizi bugün buluşturmuşlardı. Ondan nasıl bir tepki alacağımı bilmediğim için çekingen bir sesle "Selam Jenn, ben Marcus." dedim. | |
| | | A. Anna Bianca Sentius Persephone'nin Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 2668 Kayıt tarihi : 25/08/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Ptsi Mayıs 02, 2011 3:13 am | |
| Yaklaşık bir aydır kampta yoktum. Ama artık geri dönme vakti gelmişti, zaten geri dönmesem bile bugün kamptakileri görmek için gideceğim bir yer vardı; Rose ve Robert'ın düğünü. İkisi de kampa geldiğim günden beri bana çok yardım etmişlerdi. Zaten Robert sevgilim Hec'in abisiydi ve bu düğüne ölmek üzere olsam bile gitmeye kararlıydım.
Saçımı dağınık topuz yapıp açık mavi bir elbise giydikten ve makyajımı tamamladıktan sonra düğüne gitmek için hazırdım. Bir an önce yola çıkmalıydım, çünkü düğün Paris'teydi. Son olarak arabamın anahtarlarını aldıktan sonra düğüne doğru yola çıktım. Paris'e gitmek fazla sorun yaratmayacaktı, babam işleri yüzünden Fransa'daydı ve bende düğünün Paris'te olduğunu öğrendiğimde onun yanına gelmiştim. Ve itiraf etmeliyim kamptan uzak kaldığım zamanlarda makyaj ve alışveriş manyağı olmuştum. Düğüne giderken sürekli aynadan nasıl göründüğüme bakıyordum ama bu kesinlikle kampa dönünce değişecekti.
Düğünün yapılacağı yere vardığımda tam zamanında geldiğimi anladım çünkü geldiğimde Rose arkasında nedimelerle birlikte Robyn'e doğru gidiyordu. Annem, yani Tanrıça Afrodit nikahı kıydıktan sonra koşarak Rose ve Robyn'in yanına gittim. Rose uzaktan geldiğimi görünce gülümsedi, bende ona gülümsedim ve ona sarıldım. Ardından Robyn'e de sarıldım. "Tebrikler. Bu arada Rose çok güzelsin ve büyük kardeş sen de çok yakışıklı olmuşsun." dedim. Rose"Saol tatlım. Artık bizden sonra Hec ve sende sıra." dedi gülerek, bende gülümsedim. O sırada Hec geldi, ardından Rose ve Robyn'le biraz sohbet ettikten sonra diğerlerini görmek için yanlarından ayrıldım. | |
| | | Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Geri: ~ Ateş ve Su ~ Cuma Mayıs 06, 2011 9:47 pm | |
| Bugün Rose'la Robert'in düğünleri vardı ve o düğüne Pers'le kendiside davetliydi. Hazırlanmaya başladı. Çok güzel olmalıydı. Bu düğün kamptaki ilk düğündü. Bu yüzden oldukça da heyecanlıydı. Gelin o olmamaısa rağmen eli ayağına dolaşıyordu. Dolabından yeni aldığı en güzel elbisesini giydi. Elbise mor renkteydi. Dekoltesiyle çok güzel duruyordu üstünde. Elbisesine uygun mor bir ayakkabıda seçti. Ayakkabısı ise en uzun topuklu ayakkabılarından biriydi. Bu ayakkabılarla çok güzel olmuştu. Mor ojelerini sürüp makyajına geçti. Makyajını mor ağırlıklı olarak yaptı. Dudağına kıpkırmızı rujunu sürdü. Makyajıda tamamdı. Saçlarını farklı olsun diye maşa yaptı. Saçlarıyla tam 1 saat uğraşmıştı. Hazırlanışı ise 3 saatni almıştı. Fakat buna değmişti. Çok güzel olmuştu. Eline mor çantasını da alıp ayananın karşısına geçti. Artık hazırdı. Tam o sırada kapı çalındı. Gelen Pers olmalıydı. Düğüne birlikte gideceklerdi.
Tam tahmin ettii gibi oldu. Kapıyı açtığında karşısında duran Pers'ti. Takım elbisesini çekmiş, çok yakışıklı olmuştu. Düğünde çapkınlık yapmasın diye onu gözzlemleek zorunda kalacaktı anlaşılan.. " Çok güzel olmuşsun aşkım. " dedi sevgilisi. " Sende çok yakışıklı olmuşssun sevgilim. Umarım düğünde gözünbaşkalarına kaymazda beni katil etmek zorunda bırakmazsın. " diye yanıt verdi. Sevgilisi de bununn üzerşne " Benim gözümsenden başkasını görmez ki. " diyerek gülümsedi. Ayaküstü sohbet ettiklerinden sonra kulübeden çıkıp düğünün olduğu yere yani kır bahçesine doğru yola çıktılar. Sevgilisi Pers bir araba getirmişti. Düğüne onla gideceklerdi. Böylece de saçı, makyajı bozulmayacaktı. Bu yüzden sevindi. Arabaya bindiklerinde Pers arabayı çalıştırdı. Araba son model, klimalı spor bir arabaydı. Yola çıktıktan yarım saat sonra düğüne vardılar. Herkes gelmiş oradaydı. Düğün acayip kalabalıktı. Göreseller çok iyi düğün muhteşem süslenmişti. Kır bahçesinde yapılmasıda ayrı bir hava katmıştı düğüne. Düğün onun gözünde 10 puandan 10 puan aldı. Sevgilisi Pers'in koluna girerek kırmızı halıdan yürümeye başladılar. Nikaha yetişebilmişlerdi. Geldiklerinde Afrodit yani annesi nikahı kıymak üzereydi. Hemen nikah masasının oraya gidip izlediler. Annesi nikahı kıyınca büyük bir alkış koptu. Düğüm tüm hızıtla ve muhteşemliğiyle devam ediyordu. Ssevgilisiyle birkaça arkadşınnı gördü, sohbet etti. Tebriklerde başlamıştı. Sohbete daldığı için tebrik etmeyi unutmuşlardı. Hemen bir eli ile Pers'İ çekiştirirrken diğer eliylede kalabalığı yararak " 1 dakika bu çifte izin ama. " diye bağırarak son sürat evlenen çifte doğru ilerledi. Evlenen çiftin yanına gelince " Oh be " dedi. Rose'la Robert gülmeye başlammışklardı. İkiside çok güzel görünüyordu. Birbirlerine çok yakışıyorlardı.
" Tebrikler Rose'cuğum. " diyerek ona sarıldı. Rose'da " Teşekkürler Clay'cığım. Darısı sizin başınıza. " dedi. Sonra da Robyn'e " Tebrikler hades oğlu. Kızmıza çok iyi bak. o mutlu olmayı çok hakediyor. " dedi. Robyn gülümseyerek Rose'a baktı. Sonrada ona bakarak " Meak etme Clay. En son şey onu üzmem olacak. " dedi. Sonra araya Rose girerek " Eeee sizin dğün ne zaman bakalım? " dedi. Robyn'de " Kampın 2. düğünüde sizin olacak heralde. " dedi. Pers'e baktı ve gülümsedi. Pers'te onları tebrik ettikten sonra " İnşallah. Evet bizde evlenmeyi düşünüyoruz. İlk olarakta szi davetlisiniz. " dedi. Romantik bir dans müziği tatlı sohbetimizi bölmüştü. Bir eliyle Rose'un elini tuttu. Diğer eliyle ise Robert'in elini tuttu. İkisinide çekerek dans pistine çıkarttı. Ellerini birleştirince dans etmeleri için 2 adım geriye çıktı. O kadar uyumluydular ki herkes onlara bakıyordu. Düğün dansları bittiğinde ise Pers yanına geldi. Elini uzattı ve " Bu güzel hanım bana bir dansı çok görür mü acaba? " dedi. Ona çok aşıktı. Gülümseyerek teklifini kabul etti. Elini tutarak piste çıktılar. Rose'la Roby'nin yanında 2. çif olarak dans etmeye başladılar. Sonra yavaş yavaş bütün çiftler piste çıkmaya başladı. Kardeşi Anna'yla Hector, Lara'yla Kev, Ed'le Mana, Sat'la Yon, Dori'yle Marc... ve daha bir sürü çift piste dans etmeye çıktılar. Dans ederken Calvin'i gördü. Yanında Tiff olmadığı için dans edemiyorlardı. Sinsi bir bakış atarak onu gıcık etti. Sonra " Tiff nerde acaba? " diye düşündü. " Amaan herzama ki gibi bir şeyler karıştırıyordur. " diyerek dansına geri döndü. Sevgilisiyle dans ederken gözlerini ondan almadı. Bir süre böyle dans ettiler. Sadece gözleri konşuyorlardı. Sonra dans müziği bitti. Onlarda düğüne gelen arkadaşlarıyla sohbet edebilmek için pistten çıktılar. | |
| | | | ~ Ateş ve Su ~ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|