Kampa geldiğim ilk gün dolaşırken Pegasus Ahırı gözüme çarptı. Yolumu değiştirip ahıra doğru gittim. Ahırın içerisine girdiğimde şok oldum. İçeride bir sürü at duruyordu. Ancak bu atların kanatları vardı. Demek ki Pegasus bunlardı. Şoku üzerimden attıktan sonra bir kanatlı at gözüme çarptı. Çok güzel, bembeyaz bir attı. Gri renkli gözleri sanki beni tanıyor, bana gülümsüyordu. Atın yanına gidip okşamaya başladım. Niye bilmiyorum ama kanım bu ata çok ısındı. O da sanki beni çok sevmişti. Bir masada küp şeker gördüm. Masaya gidip biraz küp şeker aldım. Pegasusa kendi ellerimle küp şeker yedirdim. Öyle güzel küp şeker yiyordu ki... Onun yanında kendimi güvende ve mutlu hissetmeye başladım. Nedenini bilmediğim halde yüzümde bir gülümseme olduğunu farkettim. Pegasusun gözlerine dalmışken yalnız olmadığımı anladım. Arkamı dönüp baktığımda Poseidon kızı Rose'u gördüm.
"Ne güzel bir Pegasus değil mi?" dedi.
"Evet. Gerçekten harika bir at."
"İstersen senin Pegasusun olabilir. Hâla bir sahibi yok."
"Gerçekten mi?"
"Elbette. Bu güzele bir isim verdin mi?"
"Hmm... Adı Sissy olsun."
"Çok güzel bir isim. Ben sizi biraz yalnız bırakayım."
"Teşekkürler." dedim ve Rose gitti.
Sissy'e döndüm ve onu okşayarak "Sen artık benim atımsın, adını beğendin mi?" diye sordum. Sissy, anladığım kadarıyla "Evet" der gibi kişnedi. "Seni bundan sonra hergün ziyaret edeceğim." dedim. Güldüm ve böyle bir pegasusun sahibi olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Ahırdan çıkma vakti gelmişti. Gitmek, Sissy'den ayrılmak istemiyordum. Ancak gitmek zorundaydım. Sissy'i okşayarak bir kez daha baktım. Ona "Sonra görüşürüz" dedim ve ahırdan mutlu bir şekilde çıktım. Olanlara inanamıyordum. Artık muhteşem bir Pegasusum vardı...