Kampta henüz ilk günümdü. Dışarı çıkıp kampı tanımak istiyordum. Sonunda dayanamayıp dıları çıktım. Kampı bilmediğim için nereye gittiğimden pek emin değildim. Ordan oraya amaçsızca koşturuyordum. Burası tam benlik bir yerdi. Bir binaya toslayarak yere yığıldım. Biraz sonr kendime gelmiştim. Üstüm toz toprak içinde kalmıştı. Zar zor ayağa kalktım. Demin çarptığım kapıya bir göz attım. Bu bir ahıra benziyordu. Kapıyı itip içeri daldım. Tahmin edebileceğim gibi içerisi çok fena at pisliği kokuyordu. Biraz sonra burnum kokuya alışmıştı. Fakat burada bir terslik vardı. Bu atların kanatları vardı! Galiba bunlar pegasustu. Sıra sıra onları incelemeye koyuldum. Biri dikkatimi çekmişti. Karbeyaz tüyleri ve sapsarı gözleri vardı. Çok hareketliydi. Beni görünce garip garip sesler çıkar maya başladı. Gülümseyerek ona biraz şeker uzattım. Şekerleri kütür kütür kırarak büyük bir mutlulukla yedi. O benim olmalıydı. Ona bir ad bulmalıydım. Aklıma bir isim geldi. Onunlada paylaşmaya karar verdim:
Sanırım sana Fırtına diyeceğim.
İsmini çok beğenmiş gibi geldi bana. Çünkü uzun uzun kişnedi. Ona biraz daha şeker verdim. Ahırdan ayrıldım. Bir pegasusum olmuştu.