Andrea McIntyre Amphitrite'nin Çocuğu
Mesaj Sayısı : 72 Kayıt tarihi : 09/08/11
| Konu: Andrea McIntyre Salı Ağus. 09, 2011 2:54 pm | |
| Andrea kafasını kaldırıp önce ranzalara ve sonra kapıya baktı. Birilerinin uyanıpta gezinmediğine emin olmalıydı. Sonra çantasının fermuarını çekti. Gitmeden önce aynada bir kendine baktı. Üstünde yetimhanenin verdiği kıyafetlerden en düzgün olanları vardı. Saçlarını yapmayı bile denememişti, o yüzden saçları karmakarışık duruyordu. Uykusuzluktan gözaltları şişmişti. Fakat uyuyacak zamanı yoktu. İçinde kötü bir his vardı. Burası ona göre bir yer değildi. Aslında şimdiye kadar gittiğim hiçbir yetimhane bana göre değildi. Diye geçirdi kız içinden. Son kez unuttuğu bir şey var mı diye düşündü. Neler aldığını tekrar gözden geçirdi; Yedek Kıyafetler, hiç kullanmadığı ama hep yanında tuttuğu eski model bir cep telefonu, -ki kullanması için arayacak bir tanıdığı olması gerekti.- Yemekhaneden aşırdığı bolca bozulmayacak erzak ve ondan bundan çaldığı paralar. Onu birkaç gün idare edecek kadar parası vardı. Küçükken bir hırsızlık olduğunda hemen tüm gözler ona çevrilirdi. Suçlu olmadığı halde kimse ona inanmaz, her zaman hor görülür ve her seferinde alay konusu olurdu. Bu nedenle o da haksız yere suçlanmak yerine haksız olup suçlanmamayı tercih ediyordu. Hiçbir zaman çok iyi bir arkadaşı olmamıştı. O her zaman dışlanmıştı. Zamanla arkadaş olmayı dahi denemeyi bırakmış, kendini herkesten soyutlamıştı. Belki de bu yüzden hiç arkadaşı olmuyordu, belki de bir yetimhanede arkadaşı olacak kadar uzun kalmadığı için. Andrea başını sallayarak aklındakileri dağıtmaya çalıştı. Şimdi kaderin ona vermediklerine lanet edecek zaman değildi. Son kez dönüp odaya ve uyuyan çocuklara baktı. Onları tanımaya çalışmadığından bazılarının isimlerini bile bilmiyordu. O hiçbir yere ait değildi ve olmamalıydı. Hiçbir yere bağlanmamalıydı. Buraya özleyecek miydi? Büyük ihtimalle hayır. Farketmeden elini kolyesine götürdü. Bu yetimhanenin kapısına bırakıldığında, yani daha bir bebekken boynunda olan ve ondan alınmamış olan kolyeydi. Kolye beyaz ile süt mavisi arası bir renkte, içe doğru kıvrılıyormuş gibi şekli olan bir şeydi. Andrea'ya hep bir rüzgarı anımsatmıştı. Aslında bu tam Andrea'yı anlatan bir kolyeydi. Onun hayatı da rüzgar gibi savrularak geçmiyor muydu zaten? Andrea olabildiğince sessiz olarak kapıyı açtı. Kapı gıcırdamasın diye çok fazla açmadan yan durarak kapıdan çıktı. Koridorda parmak ucunda yürürken bir yandan etrafı kontrol ediyordu. Müdirenin ya da hizmetlilerin uyanması planını suya düşürebilirdi. Ama Andrea bu işte profesyonelim diyebilirdi. Altı yaşından beri bulunup başka bir yetimhaneye nakledilene kadar kaçmıştı. İşin tuhaf tarafı, her seferinde bulunmasıydı. Aslında küçük bir kızın dışarıda yemek aşırırken ya da parkta uyurken çok kolay bulunabileceğini sanırsınız. Ama Andrea öyle biri değildi. Öncelikle, hırsızlık yapmakta henüz küçükken ustalaşmıştı. Hırsızlık yaparken hiç yakalanmıyordu. Ve parkta kalmazdı, genelde kendisinin bile nasıl olduğunu şaşırdığı bir şekilde içgüdüleriyle bir baraka, boş bir ev, Hurdaya dönüş bir araç ya da en azından kalmaya uygun bir yer bulurdu. Çadırda kaldığı bile olmuştu. Kalacak yer onun için hiçbir zaman sorun olmamıştı. Asıl sorun yetimhanede kalmadığı zamanda gördüğü garip kabuslar ve hayallerdi. Bir keresinde bir tır büyüklüğünde köpek gördüğünü sanmıştı. Köpek ona tam saldıracakken bir şey olmuş, Andrea'nın karnına ağrı gibi bir şey girmiş, köpek adeta havaya uçmuştu ama Andrea ne olduğunu görememişti. Hemen sonrasında Andrea çok yorulmuş gibi hissetmeye başlamış, olduğu yerde düşmüştü. Gözünü açtığında polis karakolundaydı. 'Günaydın uyuyan güzel, Nasıl hissediyorsun?' diye sormuşlardı. Andrea ise şaşkınlıkla 'Şey, iyi.' diye yanıt vermişti. Hemen ardından 'Beni nerede buldunuz?' diye sormuştu. 'Parkta bankların birine kıvrılmıştın.' Bu yanıt Andrea'yı gözünü polis karakolunda açmaktan daha çok şaşırtmıştı. Rüya gördüm heralde diye düşünmüştü kız. Fakat buna benzer olaylar her dışarı çıktığında tekrarlanmaya ve kız bu olaylardan sonra bulunmaya başlayınca Andrea paranoyak ya da şizofren olduğunu düşünmeye başlamıştı. Andrea dış kapının önüne gelince durdu ve çantasından bir alet çıkardı. Aleti kilidin deliğine soktu ve birakç zorlamadan sonra kapı açıldı. Andrea dışarı adımını atar atmaz yüzüne çarpan rüzgarı içine çekti. Sonra gecenin karanlığında normal birine tekinsiz görünen, ama Andrea'nın alışık olduğu o görüntüye ilk adımını attı. Andrea yetimhaneden çıktıktan sonra ne yapacağını hiç düşünmemişti. Aslında pek umursamıyordu da. Andrea ayakları onu nereye götürürse oraya gidecekti. Andrea bir ya da iki saat kadar yürüdükten sonra ormanlık alanın girişinde korucunun kulübesinin boş olduğunu farketti. Kapının kilidini açmak yetimhanenin kilidini açmaktan daha kolay oldu ve içeri girdi. Kalmak için ideal bir yerdi. Yatak vardı ve Andrea'nın yetimhanedeki yatağı da çok rahat olmadığından rahatlığa pek önem vermezdi. Kulübede bir masa ve sandalye, ayrıca küçük ve pis görünen bir banyo-tuvalet vardı. Andrea burada onu kullanmaya gerek duyacak kadar uzun kalacağını bile sanmıyordu. Andrea dışarı çıkıp etrafa bakındı. Etrafı ağaçlarla kaplıydı ama biraz ileride Ormanın girişi vardı. Şafak sökmek üzereydi. Eğer yetimhaneden çıkalı iki saat olmuşsa, bir saat sonra hizmetli Bay Penleigh'e yakalanacaktı. Her gün aynı saatte uyanır, Andrea'nın tahminine göre duşa giderdi. Adamın doğuştan sakatlığı vardı, yürüyüşü bir garipti. Aynı zamanda çok aksi bir tipti. Andrea onla karşılaşmadığı için mutlu oldu. Kızın gözleri kapanıyordu adeta. İçeri girip uyumaya karar verdi. Tam kapıdan girecekken bazı fısıldanmalar duydu. 'Bu o mu?' diye sordu bir ses. 'Bilmiyorum, olabilir. Biz haber verelim de değilse de suç bizim değil. Onu görmedik bile.' dedi ikinci bir ses. 'Haklısın.' Andrea olduğu yerde donakaldı. Sonra aniden arkasını döndü ve 'Kim var orada?' diye seslendi. Karşısında iki genç kız duruyordu. İkisininde saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu ama hava henüz tam aydınlanmadığı için Andrea renklerini seçemedi. Zaten yeterli süre de görmemişlerdi. Çünkü kızlardan biri 'Ayy!' diye bir ciyaklama kopardı ve ikisi de aniden birer ağaca dönüştüler. Andrea o şaşkınlıkla çığlık atabilirdi heralde, ama dili tutulmuştu. Gözlerini kırpıştırdı. Birden sinirlendi. 'Sizi gördüm. Yeter artık! Deli olduğumu düşünmekten bıktım! Buradaysanız buradasınız! diye bağırdı. Sonra ağaçlardan biri yine kız oldu. 'O haklı bence. Haydi arkadaşım.' dedi kız. Ve birden diğer ağaçta kıza dönüştü. Andrea öylece bakakaldı. Sanırım yine rüya görüyorum. Diye geçirdi içinden. Fakat kızlar kanlı canlı karşısındaydılar. 'Sizler de kimsiniz?' diye sordu titrek bir sesle. 'Biz ağaç nimfeleriyiz. Yani dryadlarız.' dedi kızlardan biri gülümseyerek. Diğer kız Andrea'nın yanına gelip kolyesini eline aldı. 'Bu o.' dedi ve sonra gülümseyerek 'Penleigh bize senin kaçtığını söyledi. Bizde ormanda mısın diye sana bakınıyorduk.' Andrea şaşkınlıktan yalnızca 'Ah.' diyebildi. Harika. Zaten ne zaman şansı yaver gitmişti ki? 'Ben gidip ona haber vereyim. Bu kızı melez kampına götürse iyi olur.' dedi uzaktaki kız ve birden Pof! sesiyle yeşil bir sise dönüştü. Dryadlar, sise dönüşmeleri ve birde melez kampı. Şu melez kampı da neydi? 'Satir arkadaşım iyiki hemen bize haber vermiş.' dedi kız gülümseyerek. Harika birde satirler var demek. Andrea satirin ne demek olduğunu biliyordu. Bunu sanırım dördüncü yetimhanesinin dersinde öğrenmişti. Zaten okuduğu tek kitapta mitoloji kitaplarıydı. Andrea bir şey demedi. Öğrenmek isteyip istemediğini bilmiyordu. Kafası karmakarışıktı. İçinden her şeyi unutup kaçmak geliyordu. Belki yine uyanırdı ve tüm bunlar aklının yazdığı yeni bir hikaye olurdu ona. Rüzgar o gece nasıl eseceğini bilemiyormuş gibi onların etrafında bir o yana bir bu yana esiyor ağaçların dallarını hafifçe sallıyordu. 'Keser misin şunu.' dedi dryad. Kız şaşkınlıkla ona baktı. 'Neyi?' diye sordu fakat cevap alamadan çalılar hışırdadı ve ortaya diğer dryad ile Bay Penleigh çıktı. Fakat, Penleight pantolon giymemişti. Pantolon yerine aşırı tüylü ve toynaklı bacakları vardı. Demek şaka falan değil, bu adam gerçektende bir satir. Diye geçirdi kız içinden. Adam 'Sen ne yaptığını sanıyorsun! Kendini öldürteceksin dışarıda ne biçim canavarlar var biliyor musun sen!' diye çıkıştı kıza. Andrea öylece baktı. 'Ben, melez kampı nedir? Ne canavarı? Tüm bunlar nedir yahu?!' dedi şaşkınlıkla. Adam sanki kız ayıp bir şey söylemiş gibi ona baktı. Sonra toparlandı ve 'Yunan tanrıları gerçek kızım. Ve sende onların birinin çocuğusun.' dedi adam dünyanın en normal şeyini söylüyormuşçasına. Andrea 'Kesin öyleyimdir tabii, daha önce nasıl düşünemedim ki.' diye homurdandı alayla. Fakat tam o sırada ağaçların arasında, onlarla aynı boyda bir köpek çıktı. Dişleri sipsivri ve uzundu, gözleri kıpkırmızı parlıyordu. Andrea birden eski günleri hatırladı. Bu aynı köpek olabilir miydi? Eğer öyleyse kesinlikle Andrea'yı avlayamadığı için daha hırçın ve istekli olsa gerekti. Andrea korkuyla yutkunup gözlerini köpeğe dikti. Köpek hırlamayla karışık bir şekilde havladı ve Andrea'ya doğru koşmaya başladı. Kızın boğazından bir çığlık koptu. Aynı anda Andrea karnında daha önceden tanışmış olduğu bir çekilme hissetti. Birden ortaya bir hortum çıktı. Öyle ki birkaç ağaç devrildi. Köpek birden hortumun çevresinde dönmeye başladı. Kız tükeniyor gbi hissediyordu. Boynundaki kolye sanki birdenbire soğmuştu. Devasa köpek hortumun ucundan fırladı ve onun uzaklara doğru uçtuğunu gördüler. Andrea birden tüm gücünün tükendiğini hissetti. Penleight onu yakaladı. Andrea bilincini kaybetmeden önce Tek bir cümle duydu. 'Evet kızım, sen Rüzgar tanrısı Aeolos'un kızısın...'
| |
|
Athena Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Mesaj Sayısı : 5210 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: Andrea McIntyre Salı Ağus. 09, 2011 3:14 pm | |
| Rp puanı: 90, tebrikler.
/Admin. | |
|