Andrea uyandığı zaman saat servis zamanını çoktan geçmişti. Okkalı bir küfür savurarak yataktan hızla kalkmış ve aynı hızla giyinmeye başlamıştı. Ama ne yaparsa yapsın artık çok geçti. Babasının onu okula bırakacağını umarak aşağı inmişti. Fakat babası yeni sevgilisiyle onu göremeyecek kadar meşguldü. Andrea uzatmadı, ısrar da etmedi. Zaten biran önce evden çıkmalıydı. Baş belası babasıyla uğraşamazdı. Homurdanarak ve okulla ilgili lanetler savurarak otobüs durağına kadar yürüdü. Ama bugün şans ondan yana değildi. 10 dakikadır beklemesine rağmen okulun olduğu yere giden bir tek otobüs bile geçmemişti. Andrea okula gitmemeyi düşündü. Hem zaten okulun son haftalarıydı. Artık yaz gelmişti ve çoğu öğrenci okula gitmiyordu. 5 dakika daha beklemeye karar verdi. Otobüs gelmezse okula gitmeyecekti. O anda bir otobüs köşeyi hızla döndü, oldukça süratliydi. Önündeki yazıdan nereye gittiğini görmeye çalışıyordu ama otobüs zikzaklar çizerek ilerliyordu. Durağa geldiğinde acı bir fren sesiyle aniden durdu. Ancak o zaman yazısını görebildi Andrea. Tam olarak okulun oraya gitmiyordu ama bir sokak ötesine kadar götürüyordu. Bu otobüse binmeliydi. Ama kararsızdı. Şoför bir manyağa benziyordu. Kafasında siyah bir bere vardı. 30’lu yaşlarında olmalıydı ama bir rock grubunun solistini andırıyordu. Soluk siyah renkte bir t-shirt ve aynı renkte bir kot giyiyordu. Oldukça ilginçti. Andrea’ya sırıttı ve “Binecek misin güzelim?” diye sordu. Andrea biran tereddüt etti ama sonra hızla bindi otobüse. Otobüsün arkalarında oturan onun yaşlarında 3–4 çocuk daha vardı. Başka kimse de yoktu zaten. Andrea en öne oturdu. Her zaman en öne otururdu. Çantasından kitabını çıkardı. Okula varana dek okumayı planlıyordu. Son bir kez arkasına baktı. Kumral, yeşil gözlü bir çocukta ona bakıyordu. Çocuk bir iki saniyeliğine gülümsedi gibi geldi Andrea’ya. Ama emin olamıyordu. O da önüne dönüp kitabına yoğunlaştı.
Bir süre sonra arkadaki iki kişinin konuşmasına kulak misafiri oldu. Daha doğrusu tartışıyorlardı ve istemeden dinlemeye başlamıştı. Bir kız sesi “Bunda hiçbir sorun yok abartıyorsun, bir şey olmayacak.” dedi bıkkınlıkla. Andrea arkaya kısa bir bakış attı. Öteki çocuk Andrea’ya gülümseyen çocuktu –ya da kendisine gülümsediğini zannettiği çocuk- oldukça sinirliydi “Hayır, bu delilikti. Hiçbir şeyden haberleri yok şunlara baksana. Bütün canavarların dikkatini çekeceğimizde kesin.” Andrea konuşmadan bir şey anlamıyordu. Bu arada şoför hızlanmaya başlamıştı. Andrea tekrar kitabına dönecekti ki otobüsün üstüne bir şey çarptı. Oldukça büyük bir şey olmalıydı çünkü otobüsün tavanında kocaman bir göçük vardı artık. Andrea telaşla arka tarafa baktı. Demin tartışan çocukların ellerinde birer kılıç vardı. Andrea “Tanrım! Neler oluyor? O elinizdekilerde nereden çıktı?” diye bağırdı. Ona gülümseyen çocuk yanına gelmesi için bağırıyordu. O sırada tavandaki şey yürümeye başladı. Andrea bir çığlık atıp arkaya doğru koşacakken otobüsün tavanı gürültüyle çöktü ve tavanda yürüyen şey meydana çıktı. Oldukça iri cüsseli bir yaratıktı. Her tarafı kıllarla kaplıydı ve suratı bir maymunu andırıyordu. Andrea ne yapacağını şaşırmıştı. Bu maymun kılıklı yaratık önünü kapatmıştı ve arkaya doğru da gidebileceği yer yoktu. Etrafına bakındı ama canavara atmak için bir şey bulamadı. Canavar ona doğru yaklaştı ve onu boynundan yakaladığı gibi otobüsün arkasına doğru fırlattı. Andrea daha havadayken bilincini yitirdi.
Gözlerini açtığında küçük, sıcak bir oda da bir kanepenin üstünde yatıyordu. Ama ilk fark ettiği şey otobüsteki yeşil gözlü çocuğun sesiydi. “Sana söylemiştim, bir grup melezi bu yolla kampa getirmeye çalışmak bir saçmalıktı.” Otobüste tartıştığı kızın sesini de tanımıştı. “Tanrılarım! Bu kadar endişelenmene ne gerek var. Bir şey olmadı işte, sadece birazcık uçtu o kadar.” Yeşil gözlü çocuk homurdanarak Andrea’ya doğru yürüdü. Onun uyandığını fark ettiğinde de gülümseyerek –evet bu sefer emindi, gülümsemişti- “Aramıza hoş geldin! Melez Kampı’na.” dedi.