Yine erkenden açmıştım gözlerimi sabaha. Uzun zamandır erken kalkmayı alışkanlık edinmiş olmam sayesinde hiçte zorlanmıyordum sabahları uyanmaya. Gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeyi denedim ve yatağımda doğruldum. Camlardan giren güneş, kulübeyi beklediğimden daha fazla sıcak yapmıştı, yine de parıltısı o kadar güzeldi ki seviyordum bu görüntüyü. Gözlerimi güneşten alıp kardeşlerime çevirdiğimde daha hiçbirinin, en azından bizim odadakilerden hiçbirinin uyanmadığını gördüm. Zaten Rose olmadığı için odada ben, Kate, Luna ve Bells kalıyorduk. Diğerleri ise yan odadaydılar. Kardeş sayısı arttıkça odalar iyice darlaşmaya başlamıştı ve bu durumda Afrodit kızı olmasak bile eşyalarımızı zor sığdırıyorduk. Yine de halimize şükrediyordum, ne de olsa çoğu kulübe bizden daha fazla kişiydi ve onların hallerini düşünemiyordum. Esneyerek yatağımdan kalkarken, erken kalkmış olmamı fırsat bilerek duşa girdim. Bir süre duşta oyalandıktan sonra çıkıp üzerime rahat bir şeyler geçirdim ve saçlarımı kurulayarak salık bıraktım. Duşta o kadar oyalanmış olmama rağmen, henüz hiçbir kardeşimden ses çıkmıyordu, sanki kulübe sessizliğe gömülmüştü uzun zamandır. Tabi öyle bir şey yoktu, özellikle de bu aralar kardeşlerim artıkmış, kulübemize neşe gelmişti. Bu beni çok mutlu ediyordu, uzun zaman sessizliği çektikten sonra bunun olması rahatlatıcıydı doğrusu. Yaklaşık 16 senedir bu kamptaydım kardeşim Rose ile. O evlenip gittiğinden beri yanımda bizden sonra gelen kardeşlerim vardı ve onlar beni hiç yalnız bırakmıyorlardı. Bundan mutluluk duyarak gülümsedim ve son kez odama göz attıktan sonra, yatağımı sonra toparlamak üzere dağınık hali ile bırakıp mutfağa indim. Yine kahvaltıyı ben hazırlayacaktım, artık buna alışmıştım ne de olsa. Uzun süre boş kalmayı sevmiyor, sürekli uğraşacak şeyler arıyordum. Çayı ocağa koyduktan sonra, mutfaktaki masayı silip bütün kahvaltılık yiyecekleri masaya çıkardım. Kardeşlerim için bir yandan da kahveyi makineye koyup, yumurtaları dolaptan çıkardım. Onlara sevdikleri omletten yapmayı planlıyordum ki birden gözüme ekmek sepeti çarptı. Hiç ekmeğimiz kalmamış gibi gözüküyordu. Anlaşılan dün gece birilerinin karnı acıkmış ve bitirmişti. Gülümseyerek markete gitmek üzere gideceğim sırada ocaktaki çay ve makinede ki kahve aklıma geldi. Bir an taşıp taşmama ihtimalini düşünsem de çabuk gidip geleceğimi düşünerek kulübeden çıktım ve markete doğru ilerlemeye başladım.
Yolda tanıdığım her meleze selam verirken, bir yandan da hızlı yürümeye çalışıyordum. Tabi bu kampta hızlı gitmek erken vakit olsa bile çok zordu. O kadar çok tanıdığım melez vardı ki bir konuşmaya başladık mı en az beş dakika sürüyordu. Sonunda markete vardığımda sanki cennete gelmiş gibiydim. Sıcacık ekmeklerden alıp market görevlisine parasını ödedikten sonra tekrar kulübeme doğru ilerlemeye başladım. Bu sefer geldiğimden daha az kişi ile konuşsam da zaman o kadar hızlı ilerlemişti ki kulübenin önüne vardığımda çayın taştığına ve kahvenin dibinin tuttuğuna emin gibiydim. Hızla kapıyı açıp mutfağa yöneldiğim sırada, Luna ve Kate’i mutfakta sofrayı hazırlarken buldum. İçim o kadar rahatlamıştı ki o an anlatamam. Bir daha ocak açıkken bir yere çıkmamam gerektiğini öğrenmiştim ama en sonunda, yani sanırım. “Günaydın kızlar.” dedim neşe ile. İkisi de beni fark edince gülümsediğinde elimdeki ekmekleri fark edip Luna “O sıcacık ekmeklerimizde gelmiş.” dedi gülerek. Bunun üzerine Kate elimdeki ekmekleri alıp dilimlerken arkamdan gelen “Günaydın.” sesi ile arkama döndüm. Anlaşılan bu sabah kardeşlerim herkesi uyandırmışlardı ve bana yapacak şey bırakmamışlardı. Kate’nin bana her zamanki yerimi göstermesi üzerine iş kalmadığını anlayarak başımla onayladım ve yerime geçtim. Artık kahvaltıya başlamak için sadece tüm kardeşlerimin gelmesini bekliyordum.