24- Styks Irmağı'nda rp yazacaksın.
Mekan: Styks Irmağı
Katılacaklar: Diona & Drake.
---
Lucas ile geçirdikleri gerilim dolu sahnenin ardından, ellerinde Tanrı Erebus'tan çalınmış olan kılıçla birlikte, Styks Irmağı'nın yolunu tuttuklarında, aklından geçen tek düşünce, kılıcın ne kadar da eşsiz olduğuydu. İçinde bulundukları lanet olasıca durumu neredeyse tamamen unutmuştu. Kabzasını sıkıca kavramış olduğu kılıç dışında, hiçbir şey düşünmüyordu. İlahi bronz kabzasının üstüne siyah metalden çizgiler eklenmiş olan kılıcın uzunluğu en az 70 santimdi. Drake yanılıyor da olabilirdi çünkü kılıç o kadar ince ve o kadar parlaktı ki, uzunluğunu hesap etmek epeyce zorlayıcı gelmişti. İlahi bronz parlak kılıcın üzerine siyah metal ile işlenmiş olan figürler, çok dikkatle bakıldığında fark edilebiliyordu. Hiçbiri de bir insanın ömrünün son saniyelerinde görmek isteyeceği türden resimler değillerdi. Genelde anlamsız semboller ve Antik Yunanca harfler ile dolu kılıcın üzerinde birtakım canlandırmalar da mevcuttu. Bunlar genellikle, büyük savaşları ve güç patlamalarını resmediyordu. İçlerinden birinde, kılıcı sıkıca kavramış olan kişinin Jüpiter olduğuna, adı kadar emindi. Erebus'tan çalınan bir kılıçta babasının kılıç tutan motifinin ne işi olduğunu anlayamamıştı. Diona ile sessizlik içinde yürüyüşlerini sürdürdükleri sırada bazen dayanamayarak kılıcın kabzasını iki eliyle kavrıyor ve hızla sağa sola doğru hareket ettiriyordu. Dengesi kusursuzdu. Kardeşinin "Ona biraz fazla bağlandın sanırım." sözleri üzerine utanarak gülümsemiş ve "Evet, biraz öyle oldu." cevabını vermişti. Şimdi kılıcı ne babasına götürmek, ne de Erebus'a teslim etmek istiyordu. Aklından geçen tek şey, kılıcın yeni sahibi olmak istediğiydi. Bu düşünceleri kafasından attı çünkü Asphodel Tarlaları'nı aynı gün içerisinde ikinci defa baştan sona yürümüş ve en sonunda Styks Irmağı'na ulaşmayı başarmışlardı. İkisi de hızlıca etrafı kolaçan ettikten sonra, orada yalnız olduklarına kanaat getirip rahatladılar. Kendini toparlayıp kılıcın etkisinden çıkmayı başarmış olan Drake, "Pekala, şu işi bir an önce halledip kampa dönelim artık." dedikten sonra nehre doğru ilerlemeye başladı. Oraya ulaşmasına 5-6 adım kala, saydam bir şekil önünde netlik kazanmaya başladı. Şaşkınlıktan olduğu yerde kalan Drake, ona ukala bir sırıtışla bakmakta olan bornozlu kadını bir süre yalnızca inceledi. Pembe bornoz, birbirine karışmış saçlar, elde bir şarap kadehi... Bir anda kampta, kamp ateşi başında anlatılan hikayeler aklına gelmişti. Suratının sinirden kasılmasını engellemeye çalışarak "Melinoe. Sen Hayalet Tanrıça Melinoe'sin." dedi. Tanrıça çan sesini andıran bir kahkaha attıktan sonra, "Ve sen de, şu kendini bir şey sanan Zeus çocuklarından biri olmalısın." yanıtını verdi. Drake'in "Zeus değil, Jüpiter." yanıtı, gerçekten de ortamın ciddiyetine pek uymamıştı fakat o kadar sinirlenmişti ki, ağzından çıkan her kelimeyi tek tek denetlemeye tahammül etmesi anca hayallerde mümkün olabilecekmiş gibi görünüyordu. Melinoe ona ifadesiz bakışlar atarken Drake'in arkasından onlara doğru yaklaşmakta olan Diona'nın sesi duyuldu. Kız kardeşi yine her zamanki gibi ılımlı kişi rolünü üstlenmeye çalışıyordu. "Bak Melinoe, buraya seni rahatsız etmeye gelmedik. Yalnızca şu kılıcı nehre batırıp gideceğiz. Sen de lütfen bu sırada bizi rahat bırak." dedi. Bu sefer Drake'in kahkahası da Hayalet Tanrıçası'nınkine eşlik etti. Melinoe'nin "Burada tek başıma sıkıntıdan patlarken mi? Hiç sanmıyorum." sözlerinin ardından Drake de "Elimde yeni oyuncağım dururken mi? Saçmalık." diyerek kılıcını tehditkar bir biçimde Tanrıça'ya doğru salladı. Belki de bu yaptığı çılgınlıktı ama herkes sinirleri bozulduğu zaman Drake'in böyle saçma sapan davranışlar sergilediğini zaten bilirdi.