Sonunda Asphodel'e geldiklerinde rahat bir nefes aldı. Aslında yer altında istese de rahat olamıyordu ama Kerberus belasından sonra hala hayatta oldukları için mutluydu. Etrafa göz atmaya başladığında aynı tanıdık yeri görmüştü. Simsiyah bir toprak, bitkiye benzer siyah otlar ve uçsuz bucaksız gibi gözüken bir arazi. Her yer simsiyah ve güneş ışığından eser yok. Evet, yer altında olabilirdik ama şu an gün ışığını görmek istiyordum. Sıkıntı ile iç çektim ve ağabeyime döndüğüm sırada onunda etrafa bakındığını ama yüzünde farklı bir ifade olduğunu fark ederek "Ne oldu?" diye sordu. Gülümsüyor gibiydi ve yer altında bu durumda iken gülümsemesi tuhaftı. "Bir şey yok. Diona, sence ne kadar daha babamız Jüpiter'in keyfini bekleyeceğiz?" diye soru yönelttiğinde bir an düşündüm. Babamızı hiç sevmiyordum, aksine nefretimi bile kazandığını söyleyebilirdim. BU zamana kadar hiçbir zaman bizim yanımızda olmamış, aksine hep gördüğümüzde de bizden bir şeyler istemişti. Ona olan sinirimi hiçbir zaman atlatamasam da, ağabeylerimin yanında olduğum için mutluydum. En azından o kadar çok ileri gidip beni onlardan ayırmaya kalkmamıştı. Kendime geldiğim sırada "Bence ona beş dakika daha verelim. Eğer bizimle o süre zarfında konuşmazsa, kampa geri dönelim." diyerek gülümsedi. Evet babasını sevmiyordu ve verdiği görevleri ya zorla yapıyordu, yada görev arkadaşları varsa onları tek bırakmamak için. Derin bir iç çekip ritim tutmaya başladım. Yer altını zaten sevmiyordum, hele de bekletilmek iyice canımı sıkıyordu. Birde her seferinde yaptığı gibi aynı davranışını devam ettiren kişi babam olunca içimden basıp gitmek ve takmamak geliyordu, tabi bunu yapmak ona karşı zordu. Korktuğumdan değil, sadece başımıza, en azından kardeşlerimin başına daha fazla iş açmasın diye. Sonunda beş dakikanın geçtiğini fark ederek "Bence çoktan beş dakika oldu." dedi gülümseyerek. Drake mutlulukla "O halde geri dönüyoruz." demesi ile beraber ilerlemeye başladılar. Kolay ölüme doğru ilerlerken ikisi de mutlu olsa da önlerinde oluçan önce toz bulutu, ardından gökkuşağı ve babamın görüntüsü belirince istemeden de olsa gözlerimi kısıp ona baktım. "Hep böyle yapıyor zaten, son ana kadar bizimle oyun oynuyor." dedi ve bir kaç saniyenin ardından babamıza dönerek sahte bir sırıtış ile "Merhaba, Tanrı Jüpiter. Evet, İris mesajı sona ermeden önce bize söylemek istedikleriniz var sanırım." dedi. Babamız ile böyle konuşması çoğu meleze tuhaf gelse de bana gayet normal geliyordu. Ne de olsa benimde ağabeyimden bir farkım yoktu. Babam sonunda gözlerini kısarak bize bakmayı bırakıp normale döndüğünde "Lucas isminde bir oğlum, yaşarken çok hata yaptığı ve cinayet işlediği için öldüğünde ceza tarlalarına gönderildi, sonradan aklı başına geldi ve bana hizmet etmeye başladı. Erebus'un yeraltı sarayından onun özel güç kılıcını çaldı ve kılıcı ceza tarlalarında aramak kimsenin aklına gelmiyor. Yine de daha fazla bekleyip riske girmek istemiyorum. Sizden isteğim, ceza tarlalarına gidip Lucas'ı bulmanız ve kılıcı ondan alıp Styks nehrine sokmanız, sonrasında doğruca bana getirin." dediğinde sinirlerim iyice tepeme çıkmıştı. Resmen bizi arada kullanıyor ve bir şey olmasını bile umursamıyordu. Aslında tuhaf olan bizim istediğimiz davranışları yapmasıydı. Ne de olsa babamın böyle biri olduğunu biliyordum. Hem onu geç görmüş tanımış, hem de çabuk nefret etmiştim. Ağabeyime döndüğüm de kızdığını anlasam da bu görevi yapacağını biliyordum. O da itiraz etmek istese de bu sefer ses çıkarmayacak gibiydi. "Peki." dedim gözlerimi babama dikerek. Hiç görevi yapmak istemediğimi de belli etsem de babam buna aldırış etmeyerek "Sizden kılıcı bekliyorum." dedi ve gözden kayboldu. Karşıdaki boşluğa bakarken bulduğumda kendimi sıkıntıyla iç çekerek saçlarımı geriye doğru attım ve ağabeyime dönerek "Hadi gidip şu görevi bir an önce bitirelim." diyerek ağabeyimle beraber ceza tarlalarına doğru ilerlemeye başladı.
RP Bitmiştir (Devamı Ceza tarlalarında.)