Sam kamptaki yatağında uyuya kalmıştı. Temizlik görevi yeni bitmişti. Çok yorgundu. Gözlerini açtığında kimseyi etrafında bulamadı. Sonra, onun için çok önemli bir gün olduğu kafasına dank etti. Bugün annesinin doğum günüydü. Bunu unutuş olamazdı. Bir anda kalkarken ayağını yere düzgün basamadığından bacağını incitmişti. İçinden lanet okuyordu. Topallayarak çantasının bulunduğu yere gitti. Çantasını alırken, fermuarının açık olmadığını unutmuş ve bütün kitapları yere düşmüştü. Yerden onları kaldırdıktan sonra, ayağa kalkarken, kafasını yatağın kenarına çarptı. Kendi içinden şöyle diyordu: 'Bana neler oluyor böyle?' Başı ve ayağı sakatlanmış olan Sam, topallayarak ve kafasını tutarak kulübe'den çıktı, Manhattan'a vardı. Bir hediyelik dükkanına girdi. Orada da halen kafasını kurcalayan şeyler vardı. Biraz dolaştı. Kendine bir hediye seçti. Onu aldı. Tam kasaya doğru dönerken, iki ithal vazoya çarptı ve biri yere düşüp paramparça oldu. Sam olduğu yerde kalakamıştı. Bunların hiçbirine bir anlam veremiyordu. Neden böyle oluyordu? Satıcı adam yanına bitiverdi. Sam, ona verdiği zararı karşılayacağını ama önce eve dönmesi gerektiğini söyledi. Sam'de ki doğruluğu farkedebilen satıcı, Sam'i bıraktı, eve geldiğinde çok bitkin ve çok yorgundu. Annesi hastalandığını zannetmişti. Annesine hastalanmadığını ve başından geçen olayları bir bir anlattı. Annesi ağzı açık bir şekilde Sam'i dinliyordu. Bütün olanları öğrendikten sonra, annesi, Sam'in gittiği hediyelik eşya dükkanına gidip, zararı karşıladı. Sam için bu hayatı boyunca unutamayacağı bir gün olmuştu.