Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kötü Bir Başlangıç

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Elena Chantelle Mellark
Hestia Rahibesi
Hestia Rahibesi
Elena Chantelle Mellark


Mesaj Sayısı : 190
Kayıt tarihi : 21/05/11

Kötü Bir Başlangıç Empty
MesajKonu: Kötü Bir Başlangıç   Kötü Bir Başlangıç Icon_minitimeSalı Haz. 14, 2011 10:13 am

Olayları zar zor hatırlayabiliyordum. Başım fena halde zonkluyordu, sanki biri bir çekiçle tam alnımın üstüne vuruyormuş gibiydi. Bu histen oldum olası nefret etmiştim.

Hareket halinde olduğumu hissedebiliyordum. Bir koltukta oturmuştum, bir sağa bir sola dönerek ilerliyorduk, çukurlara girip çıkıyorduk. Çok hızlı ilerlediğimiz söylenemezdi tabi. Gözlerimi yavaşça açtım. Karanlık yolun üzerindeki dolunay gözlerimin kamaşmasına yetmişti. Sol tarafıma bakmak için aniden döndüğümde başım daha da kötü oldu, hafif bir iniltiyle oturduğum koltukta doğruldum. “İyi misin?” diye bir ses işittim yan tarafımdan. Soruyu soran kişi Finnick’ti. Hiç cevap verme zahmetine kapılmadan camdan dışarı baktım. Bir sahilin kenarında ilerliyorduk. Finnick’e döndüm ve “Nereye gidiyoruz?” diye sordum. Finnick yüzünü yoldan ayırmadan “Melez Kampı’na gidiyoruz,” diye kestirip attı sorumu. “Hiçbir şey anlamıyorum, Melez Kampı da neyin nesi?” diye sordum gözlerimi yumarak. Ardından Finnick’in okuldan kaçarken söylediklerini hatırladım; Sen bir Yarı Tanrısın, benim gibi. Yani annen ya da baban, büyük ihtimalle senin annen tanrı ya da bir tanrıça. Bu canavarlar ise melez olduğumuz için hep peşimize düşerler. Tanrı, melez, canavarlar… Bunlar da neyin nesiydi böyle? “Finnick, sabah söylediklerin neydi? Bir açıklama yapacak mısın? Yapacaksan çabuk ol, çünkü sabrımı tüketmek üzereyim ben,” dedim. Fark etmeden sesimi yükseltmiştim fakat buna aldırmadım. Finnick başını sallayarak “Durumunu anlıyorum, Melez Kampı’na gidince sana her şeyi açıklayacağım, çünkü bu halde bana inanacağını düşünmüyorum,” dedi. “Akıllı çocuk seni,” dedim sinirli bir şekilde ve camdan dışarısını izlemeye başladım. Arkamdan Finnick’in iç çekişini duyar gibi oldum. Başka biri olsaydı çoktan kafasına bir sopa yemişti. Finnick’e güvendiğimden bir şey yapmıyordum.

Birkaç dakika sonra Finnick’e döndüm ve sordum, “Finn, 14 yaşında nasıl araba kullanıyorsun? Ehliyetin yok.” Finnick bu soruya güldü ve “Melezler bir süre sonra bunu da öğreniyor,” dedi. “Yakalanırsak çok kötü olur!” dedim telaşla Finnick’e. Finnick ise çok sakindi. “Merak etme, bulunduğumuz yerde kimse bizi yakalamaz,” dedi. Bulunduğumuz yer de neresiydi?! Finnick hiçbir soruma inatla cevap vermiyordu ve bu soruyu sorunca cevap alamayacaktım, bu nedenle tartışmayı kesmeye karar verdim.

Yaklaşık on dakika geçmişti fakat ben sıkıntıdan patlamak üzereydim. Cep telefonumu çıkardım ve babamı aramaya karar verdim. Tam ara tuşuna basıyordum ki Finnick telaşla telefonu elimden aldığı gibi kapattı ve arka koltuğa fırlattı. “Tanrılar aşkına! Elena, telefon kullanamazsın. Gönderdiğimiz sinyaller canavarları çekiyor!” dedi. Ne demek istediğini anlayamamıştım. “Babamı aramam gerek, Finnick!” dedim sinirli bir şekilde. Finnick tekrar anladığına dair başını sallayarak “Evet, biliyorum ama lütfen kampa gidene kadar sabret. Kampta babanı arayabileceksin,” dedi. Gerçekten bu olaydan bıkmaya başlamıştım. Kamp denen yer her neredeyse ve neyin nesiyse, o an için yok olmasını istemiştim. Finnick beni delirtmek üzereydi.

Biraz daha süre geçtikten sonra Finnick arabayı durdurdu. “Tamam, geldik,” dedi ve kapıyı açarak dışarı çıktı. Ben de onun yaptığını yaptım. Arka koltuktan telefonumu almayı da unutmadım. Kapıyı kapatıp etrafa bakınca tek gördüğüm şey yolun iki yanındaki ağaçlardı. “Ben kamp falan göremiyorum burada,” dedim Finnick’e. “Evet,” diye cevap verdi Finnick, “Yolun geri kalanını ayakla gideceğiz.”

Ormanın içinde on beş dakika kadar yürüdük. Sonunda bir açıklığa varmıştık. Açıklığın sonunda da kenarları ateşlerle aydınlatılmış, Yunan mimarisinden esinlenerek yapılmış bir giriş vardı. Girişin ötesinde kocaman bir açıklık vardı, içeride bir kaç kişi de görebiliyordum. Girişin üstünde büyük ihtimalle Yunanca bir takım şeyler yazıyordu, fakat Yunanca bilmiyor olmama rağmen yazıyı okuyabiliyordum; Melez Kampı.

“Finnick, burada ne yazıyor?” diye sordum Finnick’e, yazan şeyi Melez Kampı olduğundan emin olmak istemiştim. Finnick girişe doğru yürürken “Melez Kampı yazıyor, ama Antik Yunanca. Okuyabilmen gerekirdi. Biz melezlerin kafası Antik Yunan diline yatkın bir şekilde çalıştığından bu dili anlayabiliriz,” diye cevap verdi. Ben de onu takip ederken “okuyabildim zaten, o yüzden sormuştum,” diye cevap verdim sessizce. Finnick sadece gülmekle yetindi ve bana gelmemi işaret eden bir hareket yaptı. “Neden oraya giriyorum, anlamadım,” dedim Finnick’e. Finnick omuzlarını indirerek, artık bıktığını belli eden bir sesle, “Ellie, lütfen benimle gelir misin? Bir bildiğim olmasa buraya getirmezdim seni,” dedi. Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki ormanın derinliklerinden gülme sesleri duydum. Sesin arkadan geldiğini kavradığımda arkamı döndüm ve geldiğimiz yerden iki tane kızın çıka geldiğini gördüm. Benden birkaç yaş daha büyüklerdi, üstlerinde ponpon kızı üniforması vardı ve gerçekten şeytani bakıyorlardı. “Selam,” dedim kızlara şüpheyle gülümseyerek. Finnick’e kim olduklarını sormak için döndüğümde dehşet dolu bakışlarını gördüm. “Ne oldu, Finn?” diye sorduğumda bir saniye bile beklemeden “Kampa girmemiz gerek Elena,” dedi. Benimle konuşuyordu fakat benim ardımdaki kızlara gözlerini dikmişti. Finn’e neden böyle bir şey söylediğini soramadan kızlardan biri “Ah, sevgilini dinlesen iyi olur, şekerim. Yoksa ondan bir öpücük almadan buradan gitmeye niyetimiz yok,” dedi. Ardından ikisi de şeytani bir şekilde gülmeye başladı. “Bu da ne demek oluyor, ponpon kız?” diye sordum fakat cevap alamadan gerçek yüzlerini görmeye başladım. Kırmızı gözler, vampir dişleri, bembeyaz bir ten. Bacaklarından biri eşek bacağıydı, diğeri ise pirinçtendi ve hareket ettiremiyorlardı. Topalmış gibi yürüyorlardı. Finnick’in neden dehşet dolu ifadeyle baktığını şimdi anlamıştım. “Bunlar da nereden çıktılar?!” diye sordum korkuyla. “Telefonunun sinyallerini algılamış olmalılar, buraya kadar bizi izlemişler,” diye cevap verdi Finnick. “Şey, özür dilerim,” dedim pişmanlık dolu bir ifadeyle. Finnick bezmişçesine “Önemli değil,” dedi bana bakarak. Canavarımsı şeylerden biri “Ayy, yazık!” dedi yapmacık bir ifadeyle. “Bize acıyana bak, eşek bacağı var,” dedim iğrenerek. Korkuyorum da ama pek belli etmemeye çalışıyordum. Canavarlar bu sözüme gerçekten sinirlenmişti çünkü tüm alaycı ifadesi silinip gitmişti. Finnick’e döndüğümde dudaklarıyla bir şey söylemeye çalıştı, fakat ben anlayamıyordum. Ne diyorsun, dercesine bakıyordum ona. Arkamızdaki kızlar da bana doğru geliyorlardı ve git gide hızlanıyorlardı. Finnick sonunda “Koş!” diye bağırdı. Hiçbir şey düşünmeden Finnick’in dediğini yaptım. O çoktan kampa girmişti ve beni bekliyordu, fakat ben kampa giremeden kızlardan biri beni yakalamayı başardı.

“Sizin sadece erkeklere saldırmanız gerekirdi!” diye bağırdı Finnick. Beni yakalayan canavar koca bir kahkaha bastırdı ve “elbette canım, eğer senden bir öpücük almamı çok istiyorsan gel de küçük kız arkadaşını kurtar!” dedi ve kolumu arkamda döndürdü. Kolumdaki acıyla bir çığlık attım, üstümdeki yorgunluğun da etkisinde olduğumdan gözlerimden yaşlar gelmeye başlamıştı. Birazdan ölebilirdim, bunu hissedebiliyordum. “Lütfen yapma, lütfen,” diye yalvardım vampirimsi şeye. Ardından Finnick kampın girişinden bize doğru koştu ve kabzasından hançerini çıkardı. Tam beni tutan canavara saplayacaktı ki diğer canavar ikimizin arasına girdi ve Finnick’in suratına bir yumruk atarak onu yere savurdu. Finnick’in burnu kanamaya başlamıştı fakat bu onu durdurmadı ve Finn hemen ayağa kalkıp canavarın karnına hançeri sapladı. Canavar büyük bir feryatla sis bulutuna dönüştü ve gözden kayboldu. Bu sırada beni tutan canavar kolumu gittikçe daha fazla döndürüyordu. Bir an için kolumun kırıldığını sanmıştım, çünkü kolumu artık hissedemiyordum. “Finnick,” dedim sessizce, yardım etmesini istiyordum fakat gücüm bağırmaya yetmiyordu. Yine de Finn hemen kendini toparladı ve arkamdaki canavara hançeri saplamaya çalıştı, fakat canavar aniden beni bıraktı ve koşmaya başladı, fakat Finnick’ten kurtulmayı başaramadı. Canavar beni bıraktıktan üç saniye sonra bıçaklandı ve sis bulutuna dönüşerek ortadan kayboldu.

Kendimi zorlayarak ayağa kalktım ve Finn’in yanına gittim. “Pek bir şey açıklamana gerek kalmadı sanırım, bu gün olanlardan sonra,” dedim gülümseyerek. O da gülümsedi ve kolumu tuttu, yürümem için bana yardım etti ve birlikte Melez Kampı’nın girişinden geçtik. Biraz yürüdükten sonra birkaç kişi bizi gördü ve yardıma koştular. Finn’i sorguya çekerlerken bizi hızlıca revir gibi bir yere götürdüler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kötü Bir Başlangıç
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kotu Bir Baslangic Gorev-30
» Kötü Başlangıç, En Azından Benim İçin
» Kötü Bir Anı.
» Kötü bir gün!
» Parti ve Kötü Son

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Melez Kampı :: Kampın Girişi-Thalia'nın Ağacı-
Buraya geçin: