Henüz yeni hayatına alışamamıştı, ablası olmadan her şey -özellikle de yeni başlangıçlar- ona katlanılmaz geliyordu. Bir de birkaç gün önce işlemiş olduğu cinayet ve bunu herkesten saklama durumu vardı. Lieselotte nasıl biri olup çıkmıştı böyle? Bazen o bile kendisini tanıyamazken, yeni insanlarla, hem de varlıklarını yeni öğrendiği kardeşleriyle tanışması, oldukça tuhaftı. Neyse ki hepsini sevmişti. İçlerinden hiçbiriyle aynı kulübede kalmak zorunda olduğundan dolayı şikayetçi değildi. Sorgusuz sualsiz bir ortama kabul edilmişti ve babasının ölümünden önceki günlerinde olduğu gibi, yine bir evi vardı. 'Yuva' sözcüğü onun için o kadar ulaşılmazdı ki... Belki bu tabiri bir süre sonra bu güzel kulübe için kullanacaktı. Annesi Tanrıça Nemesis olduğu için ölümcül hatasına mahkum olan ve intikam hırsına kapılan tek kişi o değildi, ablasının yanı sıra başka kardeşleri de vardı. Lieselotte biliyordu ki artık ne olursa olsun yalnız kalmayacaktı. Hayattaki en büyük korkusu için gereksiz yere endişelenmesine lüzum yoktu. Kulübeye geldiğinde orada yaşayan iki iki olduğunu öğrenmişti. Biri, henüz pek fazla vakit geçirme imkanı bulamamış olduğu kulübe lideri Cintia'ydı. Diğerinin ise ismi Adelynne'di. Nedenini anlamadığı halde onu kendine oldukça yakın hissediyordu. Kendisinden üç yaş küçük olan kardeşiyle yıldızları uyumlu olacağa benziyordu. Temsil ettiği tanrıça pek sevimli bir mizaca sahip olmasa da, Nemesis kulübesinin insana huzur veren bir özelliği vardı. Öyle ki, Lieselotte kampa birkaç maziden kalma işini hallettikten sonra gelecek olan ablası için nadiren endişeleniyordu. Sanki hayatı artık hep olumlu olaylarla, mutlulukla geçecekmiş gibi hissediyordu. Aslında bunun için daha çok çalışması, hala tam olarak sağlanamamış olan adalet için elinden geleni yapması gerektiğini biliyordu.
Adelynne ve Cintia ile kulübelerinde otururlarken, işittiği bir kıkırdama üzerine dönüp arkasına baktı ve yeni bir çehre ile karşılaştı. Tam içeri girmiş olan kıza kim olduğunu soracakken, onun "Merhabalar! Ben Anita." demesi üzerine, yeni bir kardeşin daha aralarına katıldığını anladı. Lieselotte'nin tahminine göre yeni kardeşi kendisinden en az 4-5 yaş daha büyüktü. Onu tuttukları soru bombardımanı sırasında, 26 olduğunu, yani yanılmadığını öğrendi. Eh, artık hayatında bir değil üç tane abla vardı. Küçük kardeş olmayı seviyordu ama yine de kulübede birkaç küçük kardeşi olmasını da isterdi. Hayatı boyunca kimseye ablalık yapma fırsatı bulamamıştı ve kendi düşüncesine göre oldukça fazla hayat tecrübesine sahipti, onları aktarmak içinse ideal bir yaştaydı. Anita'nın "Sorularınızı kestim affedersiniz ama artık sohbete geçsek daha iyi olur." demesi üzerine utangaç bir bakış atarak yutkundu. Gerçekten de insanları boğmak konusunda üstüne yok gibiydi. Yüzünü önemli bir şey düşünüyormuşçasına eline yaslayarak bir süre durdu ve ardından "Tamam, sohbete geçelim. Ben diyorum ki Nemesis kulübesi bu kampta henüz hak ettiği konumda değil ve biraz gözle görülür bir hale gelmeye ihtiyacı var." dedi. Kardeşlerine bu düşüncesini aktarmış olduğundan dolayı, kendini mutlu hissetmişti. Gerçekten de Nemesis kulübesinin ismi duyulduğunda, insanda Zeus'unki gibi bir etki yaratsa, hiç de fena olmazdı.