Long Island kıyısında yürüyordum ve aynı zamanda güneşin batışını izliyordum. Dalgaların sesi kıyıya her seferinde daha sert geliyordu. Kumların üstüne bir bez serdim ve oturdum. Yanımda getirdiğim doğal meyve sularından birinin kapağını açtım. Tam yudumlarken yanı başımda biri belirdi. Işık yüzünden gözlerimi başka tarafa çevirdim. Işık bitince o yöne tekrar döndüm. Karşımda benimle aynı boyutlarda iri arı, kaslı biri vardı. Onu ilk başta çıkaramadım ama gözlerine baktığımda bugün hiç şanslı olmadığımı anladım. Yanımda Ares oturuyordu. Ares’i hiç sevmezdim. Umarım ters bir şey yapmamışımdır.
“Ares.” Aman tanrım hiç beklemediğim kadar rahat ve cüretkar konuşmuştum. Ne halt yiyordum ki.
“Evet o benim. Niçin burada olduğumu düşünüyorsun. Caleb için geldim.” Ooo koca Ares çocuklarını bu kadar önemser miydi? Gerçekten bu adam sinirlerime dokunuyordu ama karşımda bir Tanrı olduğunu hatırlamalıydım.Ama Ares duyduklarını es geçti. Çok şanslıyım.
“Caleb için geldim çünkü onunla aranızdaki ilişki beni çok ilgilendiriyor.”
“Nasıl oluyor?”
“Eğer Caleb’i seviyorsan onu bırakma. Geleceğin ve kehanetin hakkında onunda etkisi var unutma.” Ha ne diyordu bu? Kehanetim mi? Ares konuşmayı kötü götürdüğünü fark etmiş gibi doğruldu.
“Sonra görüşürüz.”
“Nereye gidiyorsun? Daha yeni gelmedin mi? Bu kadar az konuşacak kadar mı oğlunu seviyorsun.”
Ben arkasından bağırırken o çok uzaklaşmıştı.
“Merak etme onu önemsediğim için seninle daha güvenli bir yerde konuşacağım.”
Sonra ışık olup gitti. Meyve suyumda bitmişti.Toparlandım ve yürümeye devam ettim.