Kampın ilk günü belki de hem en güzel gün hem de en kötü gündü. Ne diyebilirim ki? İlk günden birkaç melezi pataklamıştım. Kardeşlerimle tanıştım. Garip geliyor. Nasıl bir Tanrıça aynı anda bu kadar çocuk dünyaya getirebilirdiki. Garip bir yorgunluk vardı üstümde. Nasıl desem hem yorgun hem de değildim. Yorgunluğumu atmak için yüzmem gerekirdi ama bir günde o kadar çok şey gördüm ki fırsat bulamadım. Kendimi pis yatağıma attım. Çok pisti.Bu yüzden herkes dışarda gezinirken ben odamı temizlemeliydim. Önce yatağıma yanımda getirdiğim çarşafları geçirdim. Yastıkları şişirdikten sonra bir güzel dizdim. Bir bez ve kova bulduktan sonra dolapları da temizledim. Bez ve kovayı götürdükten sonra kendime bir paspas buldum ve yerleri bir güzel temizledim. Pencereyi açtım ve odayı havalandırdım. Cam kenarında bulduğum bir çiçeğe su verdim.Bir anda solmuş çiçek renk kazandı ve kocaman açtı. Eşyalarımı dolaba yerleştirdim. Yorgunluktan gözlerim kapanıyordu. Kendimi hemen yatağa attım. Çok yorgundum. Cep telefonumu aldım ki bu öğrendiğime göre tehlikeliydi ama ne yapabilirim aklıma gelmiyordu. Sonra birden kardeşlerimin bahsettiği bir yöntem aklıma geldi. Su dolu bir kabı camın önüne koydum ve gökkuşağı oluşmasını diledim. İlk gün hediyesi olan bir dolu drahmiden birini alıp suya attım.”Michael von Dorff, New york , Manhattan.”Dedim. Birden bir görüntü oluştu. Babam evde kendine kahve yapmış bilgisayarının başındaydı. “Baba” dedim. Beni duydu ve etrafa baktı. Beni görünce yüzünda kocaman bir gülümseme oluştu.
“Ana, Sen nasıl?”
“Uzun hikaye, baba. Nasılsın? Ne yapıyorsun?”
“İyiyim. Ekonomi gündemini takip ediyordum.Ya sen nasılsın?”
"İyiyim.Seni görmek istedim. Uyumadan önce nasıl olduğunu görmek istedim. “
“İlk günün nasıldı? Hadi anlat.”
Sonra tüm günü ayrıntılarıyla anlattım. Sonra uykuma yenik düştüm ve babama “İyi geceler” dedikten sonra yatağa girdim. Çok geçmeden uykuya daldım.