Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 New York'a Kaçış |

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Elena Chantelle Mellark
Hestia Rahibesi
Hestia Rahibesi
Elena Chantelle Mellark


Mesaj Sayısı : 190
Kayıt tarihi : 21/05/11

New York'a Kaçış | Empty
MesajKonu: New York'a Kaçış |   New York'a Kaçış | Icon_minitimeÇarş. Tem. 20, 2011 7:01 am

~

“Tamam, Maximus, sakın ani bir hareket yapayım deme. Beni anladığını biliyorum; bu nedenle istemediğim bir şey yaparsan sana ceza veririm, ona göre.”
Yükseklik korkuma rağmen, New York’a gitmemin tek yolu olan pegasusumu seçmiştim. Havada neler hissedeceğimi hiç düşünmemeye çalışarak Maximus’u uçuş için hazırlamış, sabaha karşı ahıra gidip onu da yanıma alarak kamptan kaçmıştım. Tamam, yüksekten o kadar çok korktuğum söylenemezdi; uçağa bindiğimde hiç korkmazdım mesela. Zaten büyüdükçe bu korkum geçmeye başlamıştı. Bununla daha fazla yüzleşerek, biraz da adrenalin hissimin yardımlarıyla yavaş yavaş atlatıyordum. Küçüklüğümü hatırlıyorum da, merdivenden bile çıkamazdım. O günleri asla hatırlamak istemiyordum.
Pegasusumun üstünde, eğer aşağı bakmazsam kendimi güvende hissediyordum. Sonuçta Maximus yarı attı ve ben kısa süreli olsa da binicilik eğitimi almıştım. Kendime bunun sadece at sürmek olduğunu inandırdım havadayken. Aynı zamanda gittiğim yeri de göz önünde bulunduruyordum; New York, evim. Babamın yanı…
Birkaç saatlik yolculuğun ardından bulutların arasından Williamsburg Köprüsü’nü gördüm. New York’a gelmiştik. Köprünün üzerinden geçtik ve on dakikalık bir arayışın ardından evi buldum. Asıl sorun, Maximus’u nereye bırakacağımdı. “İşte bunu hiç düşünmemiştim,” dedim kendi kendime ve düşünmeye başladım ki sonunda evimizin ağaçlarla çevrili bir bahçesi olduğunu hatırladım. Babam bahçemizin özel olduğu ve insanların gözetlemesini istemediği için ağaçlar dikmişti –evet garip bir babam var, ne yaparsınız?
Evin bahçesine Maximus’u indirir indirmez kulağına “Sakın bir yere gideyim deme, burası senin için tek güvenli yer şu anda,” dedim. Haksız da değildim hani. Onu burada görür görmez yakalamaya çalışırlar ve vururlardı. Söylediklerimi can kulağıyla dinlediğini varsayarak ve beni uçuş boyunca hiç korkutmadığı için cebimden iki küp şeker çıkardım ve Maximus’a verdim. Anında ağzına attı ve kişneyerek bahçede kendi halinde dolaşmaya başladı. Yüzümde bir tebessüm belirmişti. Hiç vakit kaybetmeden bahçenin merdivenlerinden çıktım ve bahçe kapısına iki kere vurdum. Dışarıdaki sesleri merak ederek zaten gelecekti buraya, yine de normal bir giriş yapmaya çalıştım.
Babam kapının ardındaki mavi tül perdeleri araladı. Beni görünce ağzı kulaklarına varmıştı. Hemen bahçe kapısını açtı. “Elena!” diye bağırdı sevinçle. Babamın boynuna var gücümle sarıldım. Onu o kadar özlemiştim ki… Hiç bırakmak istemiyordum; hep böyle, birbirimize bağlı bir şekilde kalmak istiyordum.
“Elena, canım,” dedi babam sevinç dolu bir sesle. Sesinde minnettarlık da vardı. Kollarını üzerimden çekti ve kollarımı tutarak bana uzaktan şöyle bir baktı. Değişip değişmediğimi merak ediyordu, fakat bana bakarken gözü bahçedeki kocaman beyaz hayvana takıldı. Gözleri adeta yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Ona durumu açıklamak için hemen “Baba, endişelenme. Onun adı Maximus, benim pegasusum,” dedim. Babam bana hayretle baktı ve “Ne zamandan beri pegasusun var?” diye sordu. Bunu sorar sormaz saçma bir soru olduğunu anlamış gibiydi. Ne de olsa karşısında bir yarı-tanrı vardı. Kendisi de bu yarı-tanrının, bir tanrıçayla birlikte olmuş babasıydı. Kafasını hafifçe salladı ve “Neyse,” dedi. Maximus’a son bir kez daha bakarak beni içeri aldı.
“Iris mesajıyla görüştüğümüzden beri hiç haber alamadım senden, çok merak etmiştim,” dedi beni salonda bir koltuğa oturturken. Salonda neredeyse hiçbir şey değişmemişti. Odanın köşesinde yeni çizilmiş, duvarda yerini almayı bekleyen tablolar ve aynı kaderi paylaşan yeni fotoğraflar vardı. Sehpanın üzerindeki kara kalem çalışmalarındaki kadını hemen tanımıştım; annem. Yani Tanrıça Athena. Duvarlarda, tüm hayatım boyunca gördüğüm kadının bir tanrıça olduğunu öğrenmem bana şok etkisi yaratmıştı açıkçası. Derin bir nefes aldım ve babamın elinden çıkan kara kalem çizimleri incelerken babama karşılık olarak “Üzgünüm. Kampta sıkıyönetim var,” dedim gülerek. O da mutfaktan sesli bir kahkaha atarak espri yaptığımı anladığını belirtti. Bir an için ciddi olduğumu sanmasından korkmuştum nedense.
Birkaç dakika sonra babam mutfaktan elinde bir tepsiyle çıktı. Ona yardım etmek için sehpanın üzerindeki kağıtları toparladım ve sehpanın en köşe ucuna koydum. Babam bana birlikte çoğu zaman içtiğimiz sütlü çay, yanında da hazır aldığı çikolata parçalı kurabiyelerden koymuştu. “Saat daha 5 olmadı ama olsun,” dedi babam gülerek. Ben de hafifçe gülümsedim ve ona teşekkür ettim. Kurabiyelerden birini aldım ve yemeye başladım.
“Ee, bu üç ayda neler oldu?” diye sordu babam, sanki eski birer arkadaşmışız da yeni görüşüyorduk. Bu sorunun alt anlamını duyar gibiydim; Anneni gördün mü? Ya da bunun gibi bir şey.
“Kampa gittiğinde ebeveynin seni sahipleniyor, beni kimin sahiplendiğini biliyorsun tabi,” dedim gözlerimi babama dikerek. Her ne kadar beni korumaya çalıştığı için bunu söylemese de, annemin gerçek kimliğini benden sakladığı için içten içe kızgındım ona.
“Evet, biliyorum,” dedi gülerek ve devam etmemi bekledi. Safari turundan gelmişim de bir aslandan nasıl kurtulduğumu anlatıyordum sanki –gerçi ben daha beterleriyle dövüşmüştüm ya.
“Ayrıca, merak ettiğini biliyorum, annemi gördüm. Athena kampın müdiresiymiş,” dedim onu rahatlattığımı düşünerek. Her halde benim küçüklüğümden beri bu günü bekliyordu; benim bir gün bu büyük sırrı öğrenip annemle tanışabileceğim zamanı. Babam tahminimi boşa çıkarmayacak bir iç çekişle “Çok sevindim Elena,” dedi. Ben de anlatmaya devam ettim.
“Bir de Hestia Rahibelerine katıldım, kulübede topu topu 5 kişi olduğumuz için onlara rahatça kaçıp yanına geleceğimi söyledim. Soranlara hasta olduğumu ve yataktan çıkmak istemediğimi söyleyecekler,” dedim. Babam Hestia Rahibelerinin kimler olduğunu biliyordu. Benim gibi o da mitolojiyi seven birisiydi. Bu nedenle bunun açıklamasını yapmaya gerek duymadım. Çayımı yudumlarken aklıma son bir şey geldi, “Ah, ayrıca bizi gerçekten çok sıkı çalıştırıyorlar; kılıç ve okla hani. Gerçek canavarlara karşı. Birkaç hasar da almadım değil,” dedim, gülümseyerek bunun önemli olmadığını belirtmek istemiştim. Ne olur ne olmaz diye. Babam da benim rahatlamamı sağlayan bir kahkaha attı. Ardından “Ne zaman döneceksin?” diye sordu merakla ve korkuyla. Hemen gitmemi istemediği açıkça belliydi.
“Eh, bir günden fazla kalamam. Bu gece, saat 2 ya da 3 gibi dönebilirim. Daha fazla kalırsam “hastalığımdan” endişelenip kulübeye, odama gidip bakabilirler,” dedim ve çayımın son yudumunu da aldım. Babam sadece bu gün kalacağımdan üzülmüş gibiydi. Ona kalsa hep burada kalmalıydım, nasıl olsa babamdı. Ama üzüldüğünü belli etmemeye çalışıyordu, pek beceremiyordu, orası ayrı bir meseleydi.
Tüm gün boyunca konuştuk. O bana bu zamana kadar yaptıklarını teker teker anlattı, ben de ona anlattım. Iris mesajıyla konuşamadığımız şeyleri de konuştuk, ona okul gününü saniyesi saniyesine anlatmıştım. Finnick’i de anlatmıştım ona, o olmasaydı her halde ben çoktan ölmüştüm. Babam Finn’i az buz biliyordu; okulda anlaşabildiğim nadir çocuklardan biri olduğu için. Onun da benim gibi melez olduğunu öğrenince şaşırsa da, aynı zamanda sevinmişti. Ayrıca ona kampta yaşadıklarımı da anlatmıştım, arkadaşlarımı, garip olaylarımı…
Zaman su gibi akıp gitmişti adeta. Akşam yemeğini yedikten sonra zamanın birden bire gece yarısı olduğunu görünce çok şaşırmıştım. Birkaç saate gitmem gerekiyordu; ama ben babamla hala hasret giderememiştim.
Gitmeden önce babamı bahçeye çıkardım ve pegasusum Maximus’la tanıştırdım. Ona konuşamadığı halde bizi anlayabildiğini de söylemeyi unutmamıştım. Fakat babamın aklına takılan tek soru “Sen yüksekten korkmaz mıydın?” oldu. Tanrılar Aşkına! Bu adam hangi dönemde kalmıştı? Her halde 5 yaşımdayken merdivenden çıkamayan halimi hatırlamıştı ki bana muzip bir tavırla gülümsüyordu. Gözlerimi devirerek “Baba, korkumu yavaş yavaş yeniyorum, sen de biliyorsun. Hem bence bu pegasus korkumu tamamen yenmemde bana çok yardımcı olacak,” dedim ve Maximus’un burnunu okşamaya başladım.
Sonunda gitme vaktim gelmişti. Biraz daha burada oyalanıp gecikirsem kesinlikle birine yakalanırdım. Bizim kampta erkenden kalkan birçok kişi oluyordu. Babama veda ettim ve kış başlayınca geri döneceğimi ve o zaman daha da uzun –hem de çok uzun- kalacağımı söylemeyi unutmadım.
“Okula kaydımı bir an önce yaptırsan iyi olacak, babacığım,” dedim gülümseyerek. Acaba yeni gideceğim okuldan ne zaman ve nasıl atılacaktım? Yoksa bu seneki gibi sene sonunda bir canavarın saldırısından kaçarken kendimi kampta mı bulacaktım? Bunu öğrenmenin tek yolu bekleyip görmekti.
Babam başını hafifçe salladı. O da gülüyordu. “Tamam, kızım. Seni çok güzel bir okula kaydettireceğime emin olabilirsin,” dedi ve bana kalkış yeri vermek için biraz geri çekildi. Ben de Maximus’un sırtına bindim. Babama “Görüşürüz,” dedikten sonra pegasusumu kaldırdım. Babam bana gözden kayboluncaya kadar dek el salladı.
Gerçekten uykum gelmeye başlamıştı. Dönüş yolu daha kısa sürmüş olsa da, bu saatte uyumam gerektiğinden gözlerimi açamaz olmuştum. Tam kafamı Maximus’un ensesine bırakacakken Maximus bir kişnemeyle beni uyandırdı. Aşağı baktığımda kampa gelmiştik bile. Hemen kendimi toparladım ve kampa inmek için hazırlandım. Maximus’u aşağı yönlendirdim.
Tepeden pegasus ahırlarının önündeki bahçeye indik. Olabildiğince sessiz bir şekilde Maximus’u ahırdaki yerine götürdüm. Ona birkaç şeker verdikten sonra fısıltıyla "Kendine iyi bak oğlum," dedim ve ahırdan çıktım. Koşar adımlarla kulübeme gittim. Tanrılara şükürler olsun ki ahıra yakın taraftaydı kulübemiz. Kulübeye girince hemen yukarı çıktım ve üstümü bile değiştirmeden yatağa attım kendimi. Kimseye görünmeden gelebilmiştim. Gerçi, bir tanrıçanın gözünden böyle bir şey kaçmazdı, Hele şu anda kamptaysa. Kesinlikle benim kaçıp New York’a uçtuğumu biliyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
New York'a Kaçış |
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Eve Kaçış.
» Kaçış.
» Kaçış ~1
»  Kaçış
» Kaçış......

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Kamp Dışı :: New York-
Buraya geçin: