Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23

Aşağa gitmek 
+2
Clara Thompson
Edward J. F. Newgate
6 posters
YazarMesaj
Edward J. F. Newgate
Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Edward J. F. Newgate


Mesaj Sayısı : 1784
Kayıt tarihi : 21/12/10

CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Empty
MesajKonu: CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23   CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Icon_minitimeÇarş. Tem. 13, 2011 1:19 pm

Oturduğum söğüt ağacının dalından hafifçe doğruldum. Dalların arasından ağacın etrafını bir bakış attığımda zamanı geldiğini anladım. Canavarlara karşı koruma sınıfından dersi geçenlerin sınavını ben yapacaktım. Bir süre önce oturduğum büyük söğüt ağacının etrafında toplanılmasını istemiştim. Tam denildiği vakitten biraz geç gelmiş olmalıydım ki insanlar sıkılmaya başlamıştı. Keşke ağaçta otururken uyuya kalmasaydım. Ama beni tanıyan bazı melezler tanımayanları bilgilendirip dersten ayrılmalarını önlüyorlardı. Beni tanıyan herkes geç kalma huyum olduğunu bilirdi. Bu huyumdan nefret etsem dahi ; hatta ışık hızında olsam dahi her yere geç kalırdım. Sanırım bu doğuştan gelen bir huydu. Ve Türklerin de dediği gibi huylu huyundan asla vazgeçmez.
Derste öğrencilerin her biri bir canavarı tanıtmıştı. Bu hem onların bilgisini, hem hevesini, hem de tecrübesini ölçmek adına harika bir yoldu. Ve zümre başkanımız Robyn'in fikri ve Athena'nın yardımı ile de onlara layık bir sınav hazırlamıştık. Sınavın ne olduğunu aklıma getirdikçe gülümserken artık öğrencilere kendimi gösterme vaktinin geldiğini düşündüm. Ağaçatn aşağı doğru atladım ve hafif bir çömelme ile dengemi toparlayıp ayağa kalktım. Her öğrencinin yüzüne göz gezdirdikten sonra konuşmaya başladım. "Evet millet, bendeniz Edward Jamie Newgate. Bazılarınız beni Yon olarak tanısa dahi gerçek ismim budur. Bana Edward şeklinde hitap edilmesinden hoşlandığım ise farklı bir gerçek. İsim konusunu bir kenara bırakırsak, bu gün sizi yeteneklerinizi ölçmek ve sınavınızı yapmak adına topladım." Hıza alışmış gözlerim kısa sürede bütün melezlerin yüzünde döndü. Onların heyecanlanıp ya da meraklanıp meraklanmadığını merak ediyordum doğrusu. Bazıları bunu yüzünden hemen belli etsede Avcılar başta olmak üzere bazılarının yüzünden tek harf okunmuyordu. Melezleri bakmayı bitirdikten sonra konuşmama devam ettim."Sınavın konusuna gelirsek... Bir kaç hafta önce Robyn ile yaptığınız derste her biriniz bir canavarın özelliklerini tanıttınız. Anlattığınız canavarın kendisini de bildiğinizi varsayıyorum. Sınavınızda anlattığınız canavar ile yüzleşeceksiniz!" Bütün melez topluluğundan anlaşmışlarcasına bir uğultu çıktı. Bazıları Tayfun'u (Typhon), bazıları Ekidne'yi ve bazıları ise Scyyla ile Hydra'yı anlatmıştı. Bunlarla yüzleşecek olmak her melezi korkuturdu. Üstelik bir gökdelenden daha uzun olan Tayfun'u buraya nasıl getireceğimiz konusunda ise tartışıyor gibiydiler. Diğer bir merak ettikleri konu ise yaralanıp ölme mevzusuydu. Bir insan neden konuşmanın sonuna kadar dinlemez ki. Sesimi güçlendirmek adına biraz bekledikten sonra benim uyuşuk halimden beklenmeyecek kadar kalın ve gür bir sesle bağırdım. "Sakin olun! Kimse burada ölmeyecek ya da yaralanmayacak. Eğer konuşmamın sonuna kadar dinlerseniz size ayrıntıları açıklayacağım." Bunu dedikten sonra arkamı döndüm ve uyuya kaldığım meşe ağacına doğru yürümeye başladım. Bir tahta kutuyu melezlerin arasına kadar sürükledikten sonra kutunun kapağını açtım. İçinden her biri cep telefonu boyutunda olan otuz kadar metalik alet vardı. Bunların her birini bir meleze verdikten sonra konuşmama devam ettim."Elinizde gördüğünüz şey sınav kağıdınız denebilir. Soru sormadan önce beni izleyin ve öğrenin. Tayfun'u anlatanlar dahi sorusuna cevap alacaklar. Şimdi yaklaşık 15 metre geri çekilin." dedim ve dediğimi yapmalarını bekledim. Onlar geri çekildikten sonra elimdeki aleti yere koydum ve Tayfun şeklinde bağırdım. Umarım herkes anlatacağı canavarı bağırması gerektiğinide içimden geçirmeden edemedim. Bu cep telefonu boyutlarında ki küçük şey büyümeye ve genişlemeye başladı. Ayrıtları yaklaşık 15m olan şeffaf bir küpe dönüştü. Büyümesi tamamlandıktan sonra içinde bir tek ben vardım. Bir kaç saniye sonra içeride renkli tozlar savruldu ve mini Tayfun diyebileceğimiz şey ortaya çıktı. Bir insan boyutuna göre çok büyük olan iğrenç yaratık ortaya çıktı. Yaklaşık 10m boyundaydı ve görüntüsü insanı gerçekten korkutuyordu. Kılıcımı çıkarma zahmetine girmeden onun hamlesini bekledim. Bana doğru gelen inanılmaz büyüklükte ki yumruğa aldırmadan bekledim. Ve o yumruğum bana çarpışını, geriye doğru savrulmamı ve küpün şeffaf duvarına çarpmamın acısını her hücremde hissettim. Bu yumruktan sonra muhtemelen kaburga kemiklerimin iki tanesi kırılmıştı. Ancak aldırmadan Sınav bitti... şeklinde bağırdım. Ve bu söz ağzımdan çıkar çıkmaz Tayfun yine bir toz bulutuna dönüştü. Küp küçülerek cep telefonu boyutuna döndü. Ve kırılmış kemiklerim ve yaralarım da onlar ile beraber gitti. Melezlerin şaşkın bakışları altında hiç bir şey olmamışcasına ayağa kalktım ve konuşmaya devam ettim. "Bu gördüğünüze similasyon adını verebilirsiniz. Tayfun ya da Ekidne ile dövüşecek olanlar onların boyut olarak küçülmüşü, güç olarak ise zayıflatılmışıyla karşılaşacaklar. Küpün içindeyken acıları hissedeceksiniz. Ve yaratıkları gözünüzle göreceksiniz. Örnek olarak vermek gerekirse az önce iki tane kaburga kemiğimi kırdım. Ancak sınav bittiğinde yaralarınızda canavarınızla beraber toz olacak. Sınavın asıl konusuna gelirsek sizin anlattığınız canavar ile herhangi bir zayıf noktasını bulana kadar dövüşmenizi istiyorum. Sınava başlamak için elinizde bulunan alete canavarınızın ismini. Bitirmek için ise -sınav bitti!- şeklinde bağırmanız yeterli. Şimdi ilk olarak gelecek bir gönüllü istiyorum." dedim. Bu sınav her açıdan eğitici ve zevkli bir sınavdı. Çoğu melezin sınavını başarıyla geçeceğine inanıyordum.



Spoiler:


En son Edward J. F. Newgate tarafından Perş. Tem. 21, 2011 3:18 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clara Thompson
Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Clara Thompson


Mesaj Sayısı : 4592
Kayıt tarihi : 12/10/10

CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Empty
MesajKonu: Geri: CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23   CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Icon_minitimeSalı Tem. 19, 2011 10:46 am

Daha bir ay önce yetimhanede fizik dersine giren kızın bu gün bir kampta -hem de normal bir kamp değil, Melez Kampı- Canavarlara Karşı Savunma sınavına gireceğini kim tahmin edebilirdi? Söyleyim, ben değil. Kader tanrıçaları öyle bir örmüştü ki ağlarını, değersiz bir kızı saygın bir avcıya dönüştürebilmişlerdi. Ve şimdi bu kız, bir gün önceden kampa gelip, sınavı için hazırlanıyordu. Diğer birkaç avcı da onunla gelmişti, ne de olsa bu zorunlu bir dersti. Avcıların da ders işlemesi bana her ne kadar saçma gelse de, buna uymak zorunda olduğumu biliyordum. Kurallar böyleydi, hem de kurallar alelade bir kişiden değil, Bilgelik Tanrıçası Athena'dan gelmişti. Biz de buna boyun eğmek zorundaydık.
Dizlerimi karnıma doğru çekip, Chelsea'ye endişeli bir bakış attım. "Sence sınavda ne sorarlar?" Bu halim Chelsea'yi endişelendirmiş gibiydi. Yanıma oturdu ve yerde bağdaş kurdu. "Onların ne yapacağı belli mi olur? Bütün eğitmenlerin erkek olduğu bir derse gitmek zorunda olduğumuza inanamıyorum. Leydi bu konuda bir şeyler yapmalı." İç çekip ona baktım. Bu bakışım benim-sorumun-cevabı-nerede bakışımdı. Chelsea bunu anlamıştı. "Emin değilim Alex. Ama her ne olacaksa kolay bir şey olacağını hiç sanmıyorum." Ben bebek değildim. Sadece bir sınav için korkup kamptan kaçmazdım. "Anlıyorum Chels, yanımda olduğun için teşekkürler." dedim gülümseyerek. Artemis kulübesinin yaşanmışlık hissi olmayan koridorlarında gezinerek, Satellite'ın bana verdiği, eski bir avcıdan kalan odaya girdim. Aslında güzel bir oda sayılırdı. Yatak örtüleri, perdeler ve giysilerin çoğunluğu maviydi. Yatak örtüsünün üzerinde uyku başlığı takmış bir ay vardı. Ayrıca odada kocaman bir kütüphane vardı. Bu odanın kime ait olduğunu sorduğumda Satellite cevap vermemişti. Sanırım o kız gittiği için ona biraz kızgındı. Etraftaki nesnelere bakıp boşuna ayrılan kızın ebevynini çıkarmaya çalışmıştım ama yapamamıştım. İtiraf etmek gerekirse mitoloji hakkında daha önce hiç bir bilgim yoktu ve şimdi de sadece bazılarının ismini biliyordum. Ormanlarda dolanırken mitoloji bilgisine hiç ihtiyacım olmuyordu. Yani tam bir umutsuz vakaydım. Kızın dolabını açtım. Hiç de benim tarzım değildi giysileri. Mavi, mavi, siyah,mavi, gri... Hem de mavi de öyle bir maviydi ki, lacivertti adeta. Satellite'dan bir giysi istemek üzereyken maun dolabın alt kısmında bir şey çarptı gözüme. Elime aldım. Hiç giyilmemiş gibi görünen, pembe bir tulumdu bu. Kızın hiç tarzı değildi diğer eşyalarından anladığım kadarıyla. Ama benim için mükemmel, diye düşündüm. İçine giymek için mavi, kısa kollu bir badi bulduktan sonra pijamamı çıkardım ve bunları giydim. Ayaklarıma avcı botlarımı giyecek değildim, kızın ayakkabı çekmecesinden bileğe kadar gelen ve rahat görünen gri botları ayağıma geçirdim. Tamam, belki de kıyafetlerim pek uyumlu değildi ama hiç yoktan iyiydi. Beni terletmesin diye saçımı atkuyruğu yaptıktan sonra odadan çıktım. Avcılardan ses seda çıkmıyordu. "Ben Canavarlara Karşı Koruma zımbırtısının sınavına gidiyorum!" diye seslendim. Avcılardan bir tepki gelmese de duyduklarını biliyordum. Ormanda o kadar canavarların seslerini dinleme alıştırması yaptıktan sonra her sesi duyabileceklerinden emindim. Artemis kulübesinin her yanı gibi beyaz olan kapısını açtım ve dışarı çıktım.
Etrafta koşuşturan melezlere hiçbir zaman alışamamıştım. Bana o kadar yabancı geliyorlardı ki... Benim dışımda herkes birbirini tanıyordu sanki, herkesin yanında biri vardı. Ama ben yalnızdım. Avcılar her zaman bana destek oluyordu, tamam ama bu bazen yeterli olmuyordu. Melez Kampı'nda melezlerden biri gibi hissetmek istiyordum. Bu şimdilik imkansız görünüyordu. Hasretle arkadaşlarıyla sohbet ede ede yürüyen melezlere bakarken dışarı çıkma amacımı hatırladım ve irkilerek hızla ormana doğru koşmaya başladım. Canavarlara Karşı Korunma dersine gittiğim için dersin ormanda yapıldığını biliyordum. Sınavın da ormanda yapılacağını düşünerek koşuyordum. Zaten geç kalmıştım, bir de ormana gittiğimde orayı bomboş bulursam dersliklere kadar gitmek benim için çile olacaktı. Nefes nefese ormana ulaştığımda Zeus'a şükrettim, çünkü buradan bile fısıltıları duyabiliyordum. Umarım ders başlamamıştır, diye düşündüm. Bu kadar da karamsar olmak hiç iyi değil, dedi zihnimdeki bir ses. Belki de, ama elimde değil, diye yanıtladım içimden. Tanrılarım, kendi kendime konuşmayı kesmeliydim. Avcılığın verdiği maharetle ağaçların arasından sessizce ilerledim. Sonunda ders için toplanılan açıklığa ulaştım. Öğrenciler çimenlerin üzerinde oturuyordu. Dersimizin eğitmenlerinden biri olan Edward da bir ağacın altında kestiriyordu. Yüce Artemis, burada onca kişi onu bekliyordu,o ise tembellik yapıyordu. Ne kadar ayıp bir şeydi! Zaten erkek eğitmenler de bu kadar olurdu. Daha önceki dersimize o girmemişti ama iyi ki derse girmemiş, diye düşündüm. Bu ilgisizliği hiç de hoşuma gitmiyordu. Sıkıntıdan kendi aralarında konuşan melezler topluluğunun arasına oturdum. Sonunda Apollon oğlu Edward beyefendi kalkmaya tenezzül etti. "Evet millet, bendeniz Edward Jamie Newgate. Bazılarınız beni Yon olarak tanısa dahi gerçek ismim budur. Bana Edward şeklinde hitap edilmesinden hoşlandığım ise farklı bir gerçek. İsim konusunu bir kenara bırakırsak, bu gün sizi yeteneklerinizi ölçmek ve sınavınızı yapmak adına topladım." Çoğu kişi saatlerine baktı ve 'Nihayet' diye mırıldandı. Sınav öncesinde oldukça heyecanlanmıştım, ama Edward kalkıp konuşmaya başlayınca heyecanımdan eser kalmamıştı. Sadece merak kalmıştı geride. Edward sözüne devam etti. "Sınavın konusuna gelirsek... Bir kaç hafta önce Robyn ile yaptığınız derste her biriniz bir canavarın özelliklerini tanıttınız. Anlattığınız canavarın kendisini de bildiğinizi varsayıyorum. Sınavınızda anlattığınız canavar ile yüzleşeceksiniz!" Edward'ın bu dediğini idrak etmekte bayağı zorlandım. "Olamaz." diye mırıldandım ister istemez. Ben bir değil üç tane canavar anlatmıştım, hem de bunlar Hekatonkheir'lerdi. Başım gerçekten dertteydi. Üçüyle birden baş etmek neredeyse imkansızdı. İyice paniğe kapılmıştım. Bir an kalkıp Edward'a bunu söylemeyi düşündüm ama bu davranıştan sonra herkesin beni mızmız sanacağını anladım. Bunu göze alamazdım. Bir avcı olarak her türlü canavarla savaşmam gerekti. "Sakin olun! Kimse burada ölmeyecek ya da yaralanmayacak. Eğer konuşmamın sonuna kadar dinlerseniz size ayrıntıları açıklayacağım." Edward bunu diyene kadar etrafımdaki melezlerin fısıldaştığını farketmemiştim. Ders başlamadığından önce yaptıklarından farklı bir fısıldaşmaydı bu. Bu endişe doluydu. Benden daha kötü durumda olanlar da olabilirdi. Yenmesi imkansız canavarları anlatmış olanlar yani. Yine de halime şükretmeliydim.
Edward'ın yerinde kalkması düşüncelerimden sıyrılmamı sağladı. Bir ağacın altına gidip orada olduğunu daha önce hiç farketmediğim ağaç bir kutuyu çıkardı ve bizim görebileceğimiz bir yere taşıdı. O kutunun kapağını açarken açıklıktaki birçok melez gibi nefesimi tutmuştum. İçinde ne olduğunu gerçekten merak ediyordum. İçindekini ne sanıyordum bilemiyorum. Belki Hephaistos çocukları tarafından yapılmış muhteşem bir alet ya da silah. Ama Edward bütün beklentilerimi suya düşürdü. El kadar metal bir aletti çıkardığı. Bunlardan bir sürü vardı, hızla bunları bize dağıttı. Elimde evirip çevirdim ama ne olduğunu bir türlü çözemedim. "Elinizde gördüğünüz şey sınav kağıdınız denebilir." dedi Edward. Tek kaşımı kaldırarak minik alete baktım. "Soru sormadan önce beni izleyin ve öğrenin. Tayfun'u anlatanlar dahi sorusuna cevap alacaklar. Şimdi yaklaşık 15 metre geri çekilin." Şimdi iyice meraklanmıştım. Biraz korku da vardı ama merak ona baskın çıkmıştı. Birkaç korkak melez ağaçlara kadar gerilemişti, hatta birkaç ağacın arkasına saklananlar bile vardı. Ben ise göz kararı 15 metre geride durdum. Heyecanla Edward'ın ne yapacağına bakıyordum. Edward elindeki aleti yere koydu ve "Tayfun!" diye bağırdı. O minik aygıt birden kocaman oldu. Bir saydam bir küp şekline geldi. Edward da küpün içindeydi. Birkaç melezden hayret nidaları yükselmişti. Ama asıl hayret nidaları küpün içinde Tayfun'un belirmesinin ardından yükseldi. Normal Tayfun'un dev gibi olduğunu biliyordum, Leydi Artemis bana ondan bahsetmişti. Bu daha çok Tayfun'un bebekliği gibiydi. Tek fark şuydu: Bu da inanılmaz korkutucuydu. Tayfun ona doğru kükrer ve hamle ederken Edward hiçbir şey yapmadı. Bu çocuk aptal mıydı? Ne yapıyordu böyle! Tayfun büyük bir güçle Edward'a vurdu, çocuk küpün bir yüzüne çarptı ve yere yığıldı. Ama gözleri kapanmamıştı. Oldukça acı çekiyor olmalıydı. Bir an, sadece küçük bir an ona acıdım. Ama sonra nefret geri geldi. "Sınav bitti!" diye bağırdı Edward ve Tayfun yok oldu. Küp yine minik ve metal boyutuna döndü. Birkaç çocuk Edward'a yardım için hamle etti ama Edward oldukça sağlıklı görünüyordu. "Bu gördüğünüze similasyon adını verebilirsiniz. Tayfun ya da Ekidne ile dövüşecek olanlar onların boyut olarak küçülmüşü, güç olarak ise zayıflatılmışıyla karşılaşacaklar. Küpün içindeyken acıları hissedeceksiniz. Ve yaratıkları gözünüzle göreceksiniz. Örnek olarak vermek gerekirse az önce iki tane kaburga kemiğimi kırdım. Ancak sınav bittiğinde yaralarınızda canavarınızla beraber toz olacak. Sınavın asıl konusuna gelirsek sizin anlattığınız canavar ile herhangi bir zayıf noktasını bulana kadar dövüşmenizi istiyorum. Sınava başlamak için elinizde bulunan alete canavarınızın ismini. Bitirmek için ise -sınav bitti!- şeklinde bağırmanız yeterli. Şimdi ilk olarak gelecek bir gönüllü istiyorum." Kimseden ses seda çıkmıyordu. Sadece birkaç fısıldama duyuluyordu arada. Asla bir şeylere ilk katılan ben olmazdım ama bu benim kampta bir şan kazanmamı sağlayabilirdi. Melezler beni tanırdı, her şey daha iyi olabilirdi. Bu düşüncelerle elimin havaya kalktığını hissettim. Gözler bana döndü. "Ben gönüllüyüm." dedim herkesin duyabileceği bir sesle. Edward beni süzdü ve başıyla onayladı. Birkaç adım öne çıktım. "Geçen dersten hatırlamayanlar için, adım Alexa. Artemis'in avcılarındanım. Geçen ders Hekatonkheir'lerden bahsetmiştim. Onlardan üç tane var; Kottos, Briareus ve Gyes. Sanırım bugün üçüyle de savaşacağım. Ama daha güçsüzleştirilmiş bir şekilde karşıma çıkacaklarsa pek bir sorun yok." Kendi yaptığım açıklama bana cesaret vermişti. Gergin ama hazır bir şekilde öne çıktım. Edward'ın neler yaptığı aklımdaydı, ben de metal nesneyi yere koydum ve "Hekantonkheir'ler!" diye bağırdım. Metal nesne büyüdü, büyüdü ve şeffaflaştı. Birden kendimi onun içinde buldum. Nefes sıkıntısı çekeceğimi sanıyordum ama gayet iyi nefes alabiliyordum. Şeffaf küpte zar zor görebildiğim kum taneleri vardı. Tam incelemek için eğiliyordum ki havalandılar ve normal bir insandan daha uzun, oldukça fazla kafalı ve kollu üç tane yaratığı oluşturdular. İnsanın ağzını bir süre açık bırakıyorlardı ama o kadar da vahşi görünmüyorlardı. "Hey, merhaba?" diye seslendim onlara. Yüz elli baş bana döndü. "Adım Alexa DeLorré, bugün sizi yenmem gerekiyor." Canavarlar ilk önce bana ters ters baktı. Sonra niyetimin iyi olmadığını anlayıp kollarını bana doğru uzattılar. Edward'ın dediğini yapmaya çalışıyordum. Onlarla savaşmalıydım. Ta ki zayıf noktalarını bulana kadar. Liberté'yi kolumdan çıkardım. Hızla bir kılıca dönüştü. Kılıcımı onlara doğru kaldırırken onlara daha iyi baktım. Kederli ve korkmuş insanlara benziyorlardı. Gerçek Hekantonkheir'ler yıllarca esaret altında kalmıştı. Sanırım bu hüzünleri hologramlarına da yansımıştı. Her ne kadar içim parçalansa da kılıcımı tutmaya devam ettim. Gyes'e hamle ettim ama bu sorun değilmiş gibi iki eliyle beni durdurdu, bir eliyle de kılıcımı kaptı. Kollarımı ve bacaklarımı bütün gücümle sağa sola sallayarak ondan kurtulmaya çalıştım. Melezlerin gülüşme seslerini duyabiliyordum. "Yenilmeyeceğim!" diye bağırdım. Savaşma seçeneği hiç iyi gitmemişti. Şimdi sıra ikinci seçenekte. Onları oyalamak. "Tamam, tamam, siz kazandınız yüce yüz kollular." dedim. Gyes şaşkın bir şekilde beni yere bıraktı. Konuşmaya devam ettim. "Yani, sizin kollarınız çok ünlü, ama başlarınız o kadar da değil. Niye ki? Başlarınızın ne eksiği var? Aslında onlara gerek bile yok, zaten yüz kolunuz size yük oluyor, bir de elli baş... İşiniz bayağı zor anlaşılan." Kottos ve Briareus katılırcasına başlarını salladı ama Gyes hala şüpheciydi. "Çok zor bir işiniz var değil mi? Çok da stresli olmalı. Düşünüyorum da, birbirinize masaj yapmanız kolay olmalı. Tabii bu yeterli değil, Zeus size daha fazla mesai günü vermeli. Tabii ilk önce bir mesai vermeli. Siz de kaplıcalara gidip iyice bir rahatlamalısınız." Gyes'in kuşkusu da uçup gitti ve elinden kılıcımı düşürdü. "Sizin gibi harika yaratıkların bekçi olmasına dayanamıyorum, bu büyük haksızlık. Birileri bu konuda harekete geçmeli." Hepsi kız haklı, dercesine başını salladı. Bu konuya öyle odaklanmışlardı ki, benim kılıcımı kavrayıp arkalarına geçtiğimi farketmediler. İlk hamlemi Gyes'e yaptım. Kılıcımı tam sırtından soktum. Gyes kükredi, diğer kardeşleri de bana döndü. Gyes tekrar toza dönüşürken diğer ikisi bana baktı. "Üzgünüm çocuklar, bu sınavdan geçmem gerek." diyerek onlara hamle ettim. Ama Kottos kardeşini toza çevirdiğim için bayağı kızgındı anlaşılan. Kükredi ve birkaç elini bana savurdu. Küpün kenarına çarptım. Bir ana nefesim tıkanmış gibi olmuştu. Doğrulmaya çalıştım, iki canavarda bana doğru geliyordu. "Yüce tanrıça Artemis adına!" diye bağırıp yine onların üzerine yürüdüm. Briareus kolllarıyla beni sarmaya çalıştı ama küçükken bale kursuna gitmiştim ve böyle şeylerden sıyrılmada gerçekten iyiydim. Etrafımda dönüp yere eğildim ve hızla birkaç adım atıp saldırmamı beklemeyen Kottos'a yaptım. Yüzünde bir şaşkınlık ifadesi, yavaşça toza dönüştü. Briareus iç parçalayan bir çığlık attı. "Seni pis melez! Kardeşlerimi öldürdün!" diye bağırdı bana. Vay canına, diye düşündüm. Konuşabiliyormuş. Kılıcımı kavrayıp elimle 'gel bakalım' işareti yaptım. Canavar kızgınlıkla üzerime atıldı. Benim şu anda bir avantajım vardı, öfke gözünü kör ettiği için doğru düzgün savaşamayacaktı. Elleriyle üzerime saldırdı ama ben yana çekildim. Saldırdığı yerde olmadığımı görünce etrafına bakındı ve beni gördü. Tekrar beni yakalamaya çalışırken sağıma kaydım. Yüz kollu yine beni ıskaladı. Bu böyle birkaç kere daha sürdü. Briareus zaten kızgındı, beni eline geçiremeyince daha da kızıyordu. Yüzümden sırtıma terler akarken bu savaşın fazla uzadığını farkettim. "Aa bak Briareus! Bunlar kardeşlerin değil mi?" dedim bir yönü göstererek. "Hayır, onlar sadece me-" O kafalarını çevirmişken kollarından birkaçını biçmiş ve göğsüne ulaşmıştım. Kılıcımı tam kalbine sapladım. Bu arada birkaç kolu reflekssel olarak bana vurmuştu, yine nefes almakta zorluk çekiyormuş gibi hissediyordum. Öksürmeye ve boğazımı açmaya çalıştım. Briareus da toza dönerken "Sınav bitti!" diye bağırdım can havliyle. Küp küçülür ve yüz kollu kardeşlerden eser kalmazken nefes alabildiğimi ve yorgun olmadığımı farkettim. Vücudumdaki bütün açılan sıyrıklar da geçmişti. "Vay canına..." diye mırıldandım. Metal nesneyi yerden alırken birkaç melezin tebrik eden seslerini duydum. Çoğu bana gülümsüyordu, hatta küçük bir kız beni alkışlıyordu. Mutlulukla gülümsedim. Bu her şeye değerdi. Bu kadar sıkıntı çekmeme de. İnsanların bana böyle değer vermesi için her şeyi yapabilirdim. Kılıcımı tekrar bileklik haline getirip bileğime doladım. Bu kadar hareket sahiden de bünyemi altüst etmişti. İçten içe bu yaşadığım şeyi avcı kardeşlerime anlatmak için sabırsızlanıyordum. Sadece gülümsedim ve açıklıktan ayrılıp hızla kulübeme doğru yola çıktım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Theodor Aquila
Apollon'un Çocuğu
Apollon'un Çocuğu
Theodor Aquila


Mesaj Sayısı : 710
Kayıt tarihi : 30/10/10

CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Empty
MesajKonu: Geri: CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23   CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Icon_minitimeSalı Tem. 19, 2011 12:23 pm

Güneşli bir güne uyanmak gibisi yok şu dünyada...

Her sabah yaptığım gibi Orman'da biraz yürüdükten sonra Kamp'ta cızırtılı ses çıkaran iPod'umu yatağımın yanındaki masanın üzerine koydum. Orman'ın derinliklerine bile sızan güneş ışınları kendimi hiç olmadığım kadar iyi hissetmemi sağlamışlardı. Bu yüzden beynim de çok seri işliyordu. Bana bugün Canavarlara Karşı Korunma dersinin sınavı olduğunu hatırlatmıştı üstelik. Ona minnettar bir şekilde hazırlanmaya koyulmuştum. Aslında yapacak pek bir şeyim yoktu, sadece üstümü değiştirdim ve saatimle bilekliğimin kolumda olduğundan emin oldum. Başka ne yapsam diye düşünürken gözüm bilekliğime takıldı. Artık deri kısımları büzüşmeye başlamıştı. İplerse kendi etraflarında dönerek sarmal halini almışlardı. Üzerindeki demir çıkıntılar paslanmak üzereydiler. Ama bu bileklik bana babam tarafından verilmişti ve bu yüzden değeri çok büyüktü. Babamla hiçbir zaman çok yakın olamadığımız için ondan aldığım şeyleri de göz önünde bulundurmayı ihmal etmiyordum. Bu bilekliği sadece ok ve yay takımıyla savaşmaya çalıştığımı fark edince bizzat kendisi vermişti. Önce bir kalkana, sonra da bir kılıca dönüşen bilekliğime Gündoğumu demiştim. Çünkü bu hediyeyi aldığım zamanlarda gündoğumunu hiç kaçırmazdım ve onun yarattığı manzarayı hayran hayran seyrederdim. Şimdi aşırı derecedeki yoğun tempomdan dolayı gündoğumunu izlemeye fırsatım olmuyordu ya neyse. Düşüncelerimi bilekliğime yoğunlaştırdığımda onunla yaşadığım binbir türlü belayı düşündüm. Kikloplar, Mantikorlar, Minatorlar ve daha bir sürü saymakla bitmeyecek canavarın kanı bulaşmıştı kılıcıma. Kalkanımsa beni Medusa'nın bakışlarından, oklardan, Harpialardan koruşumuştu. Fakat bir seferinde hiç beklemediğim bir anda itaatsizlik yapmıştı. Bu yüzden Tanrı Hephaistos'a gidip sorunun ne olduğunu sormuştum. O da bana kılıcıma iyi bakmadığımı söylemişti. Ona söz vermeme rağmen Gündoğumuyla çok fazla ilgilenmemiştim. Bugünkü derste başıma bir şey gelmesini hiç istemezdim doğrusu. Hele de onlarca melezin önünde asla... Bu yüzden soluğu Hephaistos Kulübesi'nde aldım ve kılıcıma nasıl bakım yapacağımı öğrendim. Daha sonra da sınav saatine kadar bütün zamanımı kılıcımla ilgilenerek geçirdim.

Gündoğumu'yla işim bittikten sonra saate baktım ve on dakikamın kaldığını fark ettim. Fakat aylak kulübe liderim ve kardeşim Yon'un, namıdiğer Edward'ın, erken gelmeye karşı alerjisi vardı. Kim bilir nerede uyukluyordur, diye düşünsem de mecburen erken gitmem gerekiyordu. Aksi takdirde kardeşimin ters tarafına denk gelip sınava alınmayabilirdim. Yine de sınavın yapılacağı alana gittiğimde diğer melezlerin artık sinirden fısıldaşmalarını dinlemek zorunda kaldım. Daha öğrenecek çok şeyleri vardı... Aklımı daha önemli bir konuya çevirdim: sınavın nasıl yapılacağı konusuna. Ders işleneli uzun bir zaman olmuş gibi geliyordu bana. Ama beynime kazınmış, bir düşünce vardı: anlattığımız canavarlardan bazıları çağırılabilirdi. Bunu tam olarak kimin söylediğini hatırlamıyordum, hatta belki kimse söylememişti ama Apollon oğlu olmanın verdiği içgüdülerim sayesinde böyle bir hisse kapılmıştım. Daha sonra bir anda uzaktan bir ses "Evet
millet, bendeniz Edward Jamie Newgate. Bazılarınız beni Yon olarak tanısa dahi gerçek ismim budur. Bana Edward şeklinde hitap edilmesinden hoşlandığım ise farklı bir gerçek. İsim konusunu bir kenara bırakırsak, bu gün sizi yeteneklerinizi ölçmek ve sınavınızı yapmak adına topladım."
dedi. Hemen kafamı o yöne çevirdim ve kardeşimle göz göze geldim. Yüzünde hiçbir ifade olmadığı için ben de kafamı hafifçe seyirtmekle yetindim. O da aynı şekilde cevap verdikten sonra başkalarının yüzlerini incelemeye devam etti. Aralarında meraktan çatlayanlar da vardı, sakin duranlar da. Edward herkese tek tek baktıktan sonra hiçbir tepkiyi kaçırmak istemeyerek "Sınavın konusuna gelirsek... Bir kaç hafta önce Robyn ile yaptığınız derste her biriniz bir canavarın özelliklerini tanıttınız. Anlattığınız canavarın kendisini de bildiğinizi varsayıyorum. Sınavınızda anlattığınız canavar ile yüzleşeceksiniz!" dedi.

Tam tahmin ettiğim gibi diyemem ama bayağı yaklaşmıştım. Ben Myrmeke Karıncalarını anlattığım için buraya gelmeleri pek zor olmamalıydı. Bildiğim kadarıyla Orman'da yaşıyorlardı zaten. Ama benimkinden daha karışık ve büyük canavarlar anlatmış olanlar vardı. Sirenler anlatılmıştı, onlar gelirse Kamp'ta büyük bir kargaşa çıkardı. Ya da en basitinden Tayfun vardı. Tanrıların kendisi ona karşı koymakta güçlük çekmişlerdi. Birçoğu onunla savaşırken yaralar almışlardı. Buradaki bütün melezler birleşsek bile karşı koyamazdık. Ama şimdiye kadar ondan fazla dersliğe katılmıştım ve eğitmenlerin, bazen de bizzat Tanrıça Athena'nın yardımlarıyla çok kolay şeyler yapılabilirdi. Örneğin canavar bir tür manken olurdu ve kontrolden çıktığı anda kapatılabilirdi. Ben kafamda fikirler yürütürken Yon kalabalığı kontrol altına almak için sesini gürleştirerek "Sakin olun! Kimse burada ölmeyecek ya da yaralanmayacak. Eğer konuşmamın sonuna kadar dinlerseniz size ayrıntıları açıklayacağım." dedi. Sonuna kadar haklıydı aslında, yine aceleci davranmıştım. Ama yıllar boyunca plan oluşturmaktan beynimi kontrol edemiyordum. Artık kendi kendine onlarca plan hazırlayabiliyordu. Bu sırada Edward bir ağacın altından tahta bir kutu alıp yanımıza geri döndü. İçinden dikdörtgen şeklinde elektronik aletler çıkardı. Bunlardan hepimize birer tane verdikten sonra "Elinizde gördüğünüz şey sınav kağıdınız denebilir. Soru sormadan önce beni izleyin ve öğrenin. Tayfun'u anlatanlar dahi sorusuna cevap alacaklar. Şimdi yaklaşık 15 metre geri çekilin." dedi. Kendimi sürü psikolojisine kaptırarak denileni yaptım. Edward elindeki aleti biraz ilerisine koydu ve "Tayfun!" diye bağırdı. Birden dikdörtgen alet büyümeye başladı ve yeterince büyük bir küpe dönüştü. Bu içini görebileceğimiz türden bir şeydi ve sanırım bir tür koruma kalkanıydı. Yani dışarıdan başka melezlerin etkisine maruz kalamazdı. Derken bir anda toz bulutu gibi bir şey oluştu ve Ed'in karşısında bir canavar oluştu. Buna Tayfun demek biraz ayıp olabilirdi, ama öyleydi işte. Ufaklık halindeki Tayfun bile yeterince sorun çıkarabilecek bir özelliğe sahip gibi duruyordu. Edward'a öfkeli bir şekilde baktı ve tüm gücüyle yumruğunu savurdu. Kardeşimden çevik bir hareket beklerken hiçbir şey yapmaması beni oldukça şaşırttı. Yüzünde hafif bir acı belirtisiyle güç kalkanına çarptı. Bir yerlerini kırmış olmalıydı. Yine de gücünü toplayıp "Sınav bitti..." diye bağırabildi. Tayfun havaya karıştı, küp ise yine dikdörtgenliğine döndü. Ed ise hiç acı çekmemiş gibi duruyordu. Anlaşılan o küpün içinde olanlar orada kalıyordu. Keşke çoğu şey böyle olsa... diye düşünürken Ed konuşmaya başladı. "Bu gördüğünüze similasyon adını verebilirsiniz. Tayfun ya da Ekidne ile dövüşecek olanlar onların boyut olarak küçülmüşü, güç olarak ise zayıflatılmışıyla karşılaşacaklar. Küpün içindeyken acıları hissedeceksiniz. Ve yaratıkları gözünüzle göreceksiniz. Örnek olarak vermek gerekirse az önce iki tane kaburga kemiğimi kırdım. Ancak sınav bittiğinde yaralarınızda canavarınızla beraber toz olacak. Sınavın asıl konusuna gelirsek sizin anlattığınız canavar ile herhangi bir zayıf noktasını bulana kadar dövüşmenizi istiyorum. Sınava başlamak için elinizde bulunan alete canavarınızın ismini. Bitirmek için ise -sınav bitti!- şeklinde bağırmanız yeterli. Şimdi ilk olarak gelecek bir gönüllü istiyorum." dedikten sonra alanı bir sessizlik kapladı. Aslında hemen çıkmak istiyordum, ama fevri davranışlarım yüzünden daha önce birçok kez dilim yanmıştı zaten. Bu yüzden biraz düşünmeye karar verdim. Myrmeke'lerin zayıf noktaları nereleri olabilirdi? Kabuklarını geçmenin imkansıza yakın olduğunu söyleyen ben değil miydim zaten?

Ben düşünceler alemindeyken birkaç metre sağımdaki Alexa gönüllü olmak istediğini söylemişti. Bu beni pek şaşırtmamıştı doğrusu, Avcılar her şeyde ilk olmak gibi bir alışkanlık edinmişlerdi. Ayrıca Alexa'yı yakından tanıdığım için onun bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu biliyordum. Bu yüzden pek izlemeye çaba harcamadım. Daha çok stratejiler geliştiriyordum. Geçen sefer özel gücümle kalabalığı etkilemeye çalışmıştım, ama bu sefer böyle şeyler yapmayı düşünmüyordum. Şimdiye kadar bütün derslikleri geçmiş olduğum için Myrmeke'leri istersem dövüşerek, istersem kılıçla, istersem oklarla yenebilirdim. Ya da bunların hepsini kullanarak sonuca daha çabuk ulaşabilirdim. Stratejime karar verdikten sonra küçük bir çocukken kreşte benim kadar anormal arkadaşımla bir karıncayı ameliyat etme girişimimiz aklıma geldi. İlk deneğimiz kafasının kopması nedeniyle hemen ölmüştü. İkincisiyse elimizi ısırarak kaçmıştı. Sonunda üçüncüde başarılı olmuştuk. Bu girişimden yola çıkarak iki fikir yürüttüm. Birincisi karıncanın zayıf yönü eklem noktaları olmalıydı. Yani ya başını koparacaktım ya da vücudunu bağlayan kemiği kıracaktım. İkincisiyse karıncanın kıskaçlarından uzak durmam gerektiğiydi. Yoksa kolumu filan kaybedebilirdim. Taktiklerim üzerine düşünürken Alexa'nın "Sınav bitti!" diye bağırdığını duydum. Kafamı kaldırıp ardında hiçbir delil bırakmayan düello alanına baktım. Etraftaki melezlerin ifadelerine bakılırsa dişli bir dövüşü kaçırmıştım. Ama buna mecbur olduğum için pek kafama takmadım. İkinci bir gönüllü kendini alana fırlatmadan Edward'a bakarak "İkinci gönüllü ben olmak istiyorum kardeşim." dedim. Edward da kafasını olur anlamında salladıktan sonra bağırmam gereken aletin karşısına geçtim. Konsantrasyonumu iyice sağladıktan sonra sert bir sesle "Myrmeke Karıncaları!" diye bağırdım.

Hemen ardından beynim çenemi kapalı tutmam gerektiği komutunu verdi. Çoğul eki kullanmam yüzünden şimdi karşıma birden fazla karınca çıkacaktı büyük ihtimalle. Üstelik boyutlarının da gerçekten pek farklı olacağını sanmıyordum. Yine de kılıcımı ve kalkanımı hazır tutuyorak ilk avımın gelmesini beklemeye koyuldum. Neyse ki fazla bekletilmedim. Karşıma kıskaçlarını sürekli kapayıp açarak tıslayan dev bir karınca çıktı. Onları anlatırken ben de aşağı yukarı böyle bir şeyi hayal ederek anlatmıştım. Yalnızca kabuğunun sertliğinin çıplak gözle bile fark edilebileceğini düşünememiştim. Derken başka bir toz bulutu oluştu ve Myrmeke Karıncaları takımı tam oldu! Bu durumda özel gücüme ihtiyacım olacaktı. Bu iş için çok fazla güç harcamam da gerekecekti. Bir yerden başlamam gerektiğini düşünerek kalkanımın ardına kılıcımı sakladım ve insanlarda etkili olan bir savaş çığlığı atarak koşmaya başladım. Amacım saldırı olmadığı için fazla kasmıyordum. Çünkü asıl denemek istediğim asitlerinin hala eritici olup olmadığını kontrol etmekti. Ve malesef bunu acı bir deneyimle öğrendim: kalkanım elimden akıp gitti. Bu öfkelenmeme sebep olmuştu. Kılıcımı bir kenera bırakıp yayımı ortaya çıkardım. Üç ok yerleştirdikten sonra karıncanın en hassas noktası olan gözünü nişan aldım. Üç okun biri isabet etmişti sadece. O da fazla hasara yol açmamıştı. Bu yüzden yayımdan hançerlerimi çıkardım ve dövüş sanatlarında öğrendiğim şeyleri aklımdan geçirdim. İşte şimdi üç özelliğimi kullanma zamanıydı: dövüş, yakın silah kullanımı ve özel güç kontrolü.

Karşımda iki karınca olduğu için bir hançeri doğru açıyla tutarak ve güneş ışınlarını o hançere yansıtarak saldırmadığım karıncanın hedef şaşırmasını sağlıyordum. Bir yerde beş saniyeden fazla kalmayarak da saldırdığım karıncanın kıskaçlarından kurtulmayı başarıyordum. Tabi ki zaferim fazla uzun süremedi. Ayağımda hissettiğim yoğun acı nedeniyle aşağı baktığımda asitin ayakkabılarımı eritmeye başladığını fark ettim. Melez olmanın verdiği yoğun öfkeyle hançerimin birini karıncanın isabet ettiremediğim gözüne sapladım. Boşta kalan elimle kılıcımı kavradım ve tam boyun eklemine hızlı bir şekilde darbe yaptım. İlk darbem sadece yaratığın duraksamasına neden olmuştu. Fakat yıllar boyunca yapılan antrenmanlar sayesinde hızlı ve sert darbeler indirmeyi biliyordum. Tek bir noktaya çalışırsam karıncanın kurtulacağını da biliyordum aynı zamanda. Bu yüzden hem boyun eklemine, hem de vücut eklemine saldırıyordum. Bu sırada hançerle hala diğer karıncayı oyalamaya çalışıyordum. Çok ufak bir çatırdama duyduğumda gerisinin çorap söküğü gibi geleceğini tahmin ediyordum. Fakat aşırı heyecan nedeniyle bu fırsatı kaçırmıştım. Diğer karıncayı ihmal ettiğim için hızla bana saldırmıştı ve elimi sokarak hançerimi düşürmeme neden olmuştu. Harika, bu karıncaların diğer bir özelliği de felç edici salgıları olmasıydı. Bu yüzden kısa sürede çok iş başarmam gerekiyordu. Fakat şimdi iki elimi de kullanabildiğim için ilk başta saldırdığım ve eklemini çatırdatmayı başardığım karıncaya daha iyi bir durumda saldırabiliyordum. Tüm gücümle kılıcı havaya kaldırdım ve havayı doksan derecelik açıyla kesecek şekilde hızla indirdim. Bir ağacın kökünden sökülüşünü andıran bir ses çıktı ve karınca ardında toz bulutu bırakarak yok oldu. İntikam duygusuyla yanıp tutuşan arkadaşının gözlerine baktığımda zor bir rakiple karşılaşacağımı biliyordum. Ama ondan daha zorlarını yenmeyi başardığım zamanlar olmuştu. Önce hafif bir tempoyla, sonra da aşırı hızla koşmaya başladım. Karınca beni bir sur gibi karşıladı. Darbemi kolayca savuşturdu ve kıskaçlarıyla üzerime atladı. Ardı arkası kesilmeyen tekmelerle karşı koyuyordum. Çenesi olması gerektiğine inandığım bir yere yumruk atacağım sırada diğer elimdeki kılıcı tam ağzının içine saplamaya karar verdim. Fakat karınca yumruğumu savuşturup asitle kılıcımı eritmişti. Artık öfkeden gözüm dönmüştü. Kendime hakim olamayarak "Babamın hediyesini yok etmemeliydin seni sefil mahluk! diye bağırdım. Bu sabah binbir emekle eskisinden daha iyi hale getirdiğim kılıcımın yok olması beni tehlikeli bir silaha dönüştürmüştü. Babamın hediyesini yok eden karıncaya bir armağanım vardı: babamın diğer bir hediyesi! Bu hançeri hiç kullanmamıştım şimdiye kadar. Şimdi öfkeden gözüm dönmüştü. Babamın çıktığım görevlerdeki başarımdan etkilenerek bana verdiği hançerin üzerinde bir zümrüt vardı. Bu zümrüte bastığım anda bütün güneş ışınları üzerime gelmeye başladı. Ben de özel gücümle onlara yardım ettim ve adeta Güneş'e dönüştüm. Hiçbir şey beni etkileyemeyeceği için deli cesaretiyle ardı arkası kesilmeyen yumruklar atıyordum. Karıncanın kabuğunu çatlatmak üzereydim. Fakat bu gücün etkisinin geçmeden Myrmeke'i öldürmek istiyordum. İlahi bronzdan yapılma hançerimi havaya kaldırdım ve ışık hızında bir hareketle karıncanın ağzından içeri soktum. Bolca kanla karşılaştım ama aynı anda bolca toz bulutu oluştu. Hala öfkemi bastıramadığım için sert bir sesle "Sınav bitti..." diye bağırdım. Etrafımdaki küp yok olunca kolumda bilekliğimin sıcaklığını hissettim. Aynı zamanda saatim de yerini almıştı. Bir anlık öfkeyle altı kullanımlık hançerimin bir hakkını yok etmiştim. Fakat pişman olmamayı yıllar önce öğrenmiştim. Etraftaki şaşkın bakışlara aldırmadan Edward'a bir baş selamı verdim ve yerime geçtim. Civardaki melezler birkaç adım kaçışınca ne öfkem kaldı ne de kibrim. Bir kahkaha attım ve benden önceki savaşçı olan Alexa'nın yanına gidip sınavın geri kalanını izlemeye koyuldum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Katherine M. von Dorff
Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Katherine M. von Dorff


Mesaj Sayısı : 4525
Kayıt tarihi : 05/03/11

CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Empty
MesajKonu: Geri: CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23   CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Icon_minitimeSalı Tem. 19, 2011 12:40 pm

Sakin bir şekilde yerdeki çimleri kopartıyor, sınavlarını gerçekleştirecek eğitmeni beklerken onları buruşturarak ya da yerlere fırlatarak oyalanıyordu. Çevresi ile ilgilenmiyordu. Tek düşüncesi bir an önce sınavı verip oradan ayrılmaktı. Çimlerin nemini elinde hissederken hafifçe gülümsedi. Etrafına yayılmış bitki kokusu hoşuna gidiyordu. Ona kampını hatırlatıyordu. Gözlerini kapattı ve ağacın pürüzlü yüzeyine yaslandı. "Az sonra gelir... Sınavımı verir ve kurtulurum." diye mırıldandı şarkı söylercesine. Hafızası yerine geleli iki yıl geçmişti ama hala bu kampa dönüyordu. Bu işten iğrenmeye başlamıştı. Sakinliğini bozmayarak eline yapışmış toprak ve toz kırıntılarını silkeledi. Ayağa kalkarken bir yere dokunmamaya özen göstermişti. Dövüşme umudu ile giydiği eşofmanını düzeltirken, yüzünde onu kullanması için baskı uyguluyormuş gibi gelen yüzüğünü parmağından çıkarıp onu inceledi. Kılıcın metali altın olsa da, üzerinde ametist taşı bulunduran sıradan gümüşten bir yüzük gibi gözüküyordu. İnsanların onun yapabildiklerini görmesi durumunda olacakları merak etti.

"Evet millet, bendeniz Edward Jamie Newgate. Bazılarınız beni Yon olarak tanısa dahi gerçek ismim budur. Bana Edward şeklinde hitap edilmesinden hoşlandığım ise farklı bir gerçek. İsim konusunu bir kenara bırakırsak, bu gün sizi yeteneklerinizi ölçmek ve sınavınızı yapmak adına topladım." Edward'ın konuşması ile düşüncelerinden sıyrıldı ve başını kaldırdı. Öğrencilerin hepsi toplanmaya başlamışlardı. Arkalarda kalmak istemediğinden dolayı hızlı bir şekilde yerine geçti. Vücudunun gerildiğini ve dövüşmek için sabırsızlandığını hissedebiliyordu. Tek sorun, dövüşecekleri konusunda kesin bir bilgiye sahip olmamasıydı. "Sınavın konusuna gelirsek... Bir kaç hafta önce Robyn ile yaptığınız derste her biriniz bir canavarın özelliklerini tanıttınız. Anlattığınız canavarın kendisini de bildiğinizi varsayıyorum. Sınavınızda anlattığınız canavar ile yüzleşeceksiniz!" bir anda yüzü aydınlandı kızın. Dövüşecekti! Birkaç hafta önce sadece konuştukları için bu dersten nefret etmiş olsa da, şimdi nefretinin biraz azalmaya başladığını biliyordu.

Bir an için gülümsemesi kayboldu. Anlattığı canavarlar ile yüzleşeceklerse hangi canavarı anlattığını hatırlaması gerekiyordu. O gün dersten sonra neyi anlattığını hatırlamak için bulduğu kelimeyi düşündü. Vampir. Vampirlere en çok uyan canavar ise... Empusa! Çevresinden gelen uğultu meraklı bir şekilde çevresine bakmasına sebep olurken Edward'ın da sesini duyabiliyordu. Diğer melezler muhtemelen anlattıkları zorlu canavarları nasıl yeneceklerini konuşuyorlardı. "Sakin olun! Kimse burada ölmeyecek ya da yaralanmayacak. Eğer konuşmamın sonuna kadar dinlerseniz size ayrıntıları açıklayacağım." onun her hareketini dikkatli bir şekilde izlemeye başlamıştı Katherine. Neler yapacağını merak ediyordu çünkü. Ağaca gidip döndüğü zaman elindeki tahta kutuyu hemen fark etmişti. Gözlerini yere bırakılan tahta kutudan ayırmadan Edward'ı izlemeye devam etti. En sonunda çıkardığı şeye gözle görülür bir merakla bakmaya başlamıştı. Edward ona çıkardığı şeyden uzatınca refleks olarak duraksamadan aldı. Bir süre elinde inceleyip ne olduğunu anlamaya çalışsa da, bu işte pek başarılı olduğu söylenemezdi. "Elinizde gördüğünüz şey sınav kağıdınız denebilir. Soru sormadan önce beni izleyin ve öğrenin. Tayfun'u anlatanlar dahi sorusuna cevap alacaklar. Şimdi yaklaşık 15 metre geri çekilin." denileni yaparken kimseye çarpmamak için arkasına baktı. Bu küçük şeyin nasıl sınav kağıdı olabileceğine anlam vermeye çalışıyordu. Yeteri kadar geriye gittiğini fark ettiğinde durdu ve eğitmenini izlemeye başladı. Sınav kağıdını yere koyup Tayfun'u çağırdığında Katherine bile şaşırmıştı. Tanrıların bile tam olarak başa çıkamadığı canavarı, Edward nasıl yenebilirdi ki? Canavarların babasının minyatürü gibi bir şey belirdiğinde şaşkın bir iç çekiş duyuldu kızdan. Tayfun eğitmeni fırlattığında birkaç kemiğinin kırıldığına emindi. Ama dövüşün bittiğini söyledikten sonra sağlam bir şekilde ayağa kalkmış onlara bakıyordu. "Bu gördüğünüze similasyon adını verebilirsiniz. Tayfun ya da Ekidne ile dövüşecek olanlar onların boyut olarak küçülmüşü, güç olarak ise zayıflatılmışıyla karşılaşacaklar. Küpün içindeyken acıları hissedeceksiniz. Ve yaratıkları gözünüzle göreceksiniz. Örnek olarak vermek gerekirse az önce iki tane kaburga kemiğimi kırdım. Ancak sınav bittiğinde yaralarınızda canavarınızla beraber toz olacak. Sınavın asıl konusuna gelirsek sizin anlattığınız canavar ile herhangi bir zayıf noktasını bulana kadar dövüşmenizi istiyorum. Sınava başlamak için elinizde bulunan alete canavarınızın ismini. Bitirmek için ise -sınav bitti!- şeklinde bağırmanız yeterli. Şimdi ilk olarak gelecek bir gönüllü istiyorum." Katherine elindeki kağıdı incelerken, bir avcının çıktığını gördü. İkinciliği bekleyebilirdi. Zaten bu işin nasıl olduğunu tam olarak anlamak istiyordu.

Empusaları düşünmeye başladı. Dişleri sivriydi. Tıpkı vampirlerin dişleri gibi. Zaten on yaşındayken karşılaştığı empusa da aynı şeyi söylememiş miydi? "Vampir terimi bizden türedi küçük kız." Ama Katherine onların vampire benzediğine emindi. Bu da empusanın sinirlerini bozmuştu. Bu anısı kıkırdamasına sebep oldu. Bazen canavarlar gerçekten de aptal olabiliyordu. Bacaklarından biri eşek bacağına benziyordu, diğeri ise pirinçtendi. Onların ortaya çıkmasına sebep olan mitolojik yaratık kimse, fazla uğraşmamış olmalıydı. Fark etmeden bir kez daha yüzüğü ile oynamaya başladığını gördü. Vücudu savaşmak için sabırsızlanıyor, Katherine'in istemsiz hareketlerine yol açıyordu. Bir anda düşünmeyi bıraktı ve avcının gidip gitmediğine baktı. Kızı ortalıkta görmeyince gönüllü olmak istediğini söylemek üzere ayağa kalkıyordu ki Theodor'u gördü. Sinirleri bozulmuş bir şekilde yeniden yerine otururken, bu sefer bir şey düşünmemeye karar verdi. Yeniden dalarak sırasını kaptırmak istemiyordu. Yere oturup dizlerini karnına doğru çekti ve sıkılana kadar Theodor'un karıncalar ile dövüşmesini izledi. Sonra da çevresine bakınmaya başladı. Zamanın bu kadar yavaş geçmesi sinir bozucuydu.

Theodor işini halledip yerine geçerken sıkıldığını belli edercesine esnedi ve ilerleyip ikinci olarak kendisinin gönüllü olduğunu göstermiş oldu. Edward'ın yaptığı gibi kağıdını yere bıraktıktan sonra "Empusa!" diyerek bağırdı. Minik kağıdı bir anda büyümeye ve küp şeklini almaya başladı. Durduğunda Katherine içinde sadece kendisinin durduğunu fark etti. Derin bir nefes aldıktan sonra, renkli toz bulutunun ardından oluşmuş empusaya baktı. Bakışlarındaki küçümseyici ifade, gözle görülür şekildeydi. Yüzüğünü çıkarıp etrafına altın parıltılar saçan kılıcı haline getirirken, çevresindeki aydınlanmayı görebiliyordu. Ama kılıcının ışığı dikkatini çekmeyecekti. Beş yaşından beri aşina olduğu bir şeye bu kadar odaklanması bile saçmaydı. Empusa, yüzünde belirgin bir rahatsızlıkla Katherine'e bakıyordu. Sanki kız yerine bir erkeğin onu söylemiş olmasını diliyor gibi bir hali vardı. Bunu anlamak Katherine'nin kahkaha atmasına sebep olmuştu. "Şu anda yerimde bir erkeğin durmasını tercih ederdin değil mi vampir?" diye sordu kahkahalarının arasında. Empusa bu sözüne hafif bir tıslama ile cevap verince onun sivri dişlerini görebildi Katherine. Kendini empusanın sadece yüzüne bakmaya odaklamıştı. Çünkü ayaklarını görürse yeni bir kahkaha krizine girmeye korkuyordu. "Kapa çeneni melez. Ben buraya sohbet için gelmedim. Üstelik benim vampir olmadığımı çok iyi biliyorsun." diye karşılık verdi birkaç dakika sonra. Kız bir kez daha gülerken vampir olarak adlandırılmanın onların hoşuna gitmediğini hatırladı. "Bence vampir olarak isimlendirilebilirsin. Başka ne kan içer ki?" empusa öfkeden büyümüş kırmızı gözleri ile ona bakarak "Ben!" diye bağırdı. "Empusalar kan içer seni güçsüz kız." Bir süre dalga geçmeyi sürdürmeyi düşünse de, Katherine kılıç kullanma isteği yüzünden dalga geçmeyi unutup saldırıya geçti. Kılıcı canavarın beline doğrultup son anda kaçması sonucu çizik atmayı başarırken, empusa onu omuzlarından tutup küpün duvarına fırlattı. Birkaç saldırının ardından yeniden duvara fırlatılınca inlemesine engel olamadı. Katherine bir kez daha fırlatılırsa kapanıp, savaşlarda yeniden açılmasını sağladığı yarasının yeniden kanamaya başlayacağını hissediyordu. Daha fazla oyalanmak onun sonu olurdu.

Kendine gelebildiğinde sanki bir sorun yokmuş gibi rahat bir tavırla konuşmaya başladı. Bir yandan da kılıcını kendini korumak istercesine kaldırmış, empusaya doğrultmuştu. Acıyan vücudunu ve yeniden kanamaya başlamak üzere olan kanasını umursamamaya çalışıyordu. "Şu anda yerimde bir erkek olduğunu düşünelim. Bana bir baksana." dedi iki eli ile tuttuğu kılıcından bir elini çekerek kendini gösterdi. "Oldukça güzelim değil mi? Çünkü Afrodit'in soyundan geliyorum. Onun oğlu Aeneas'tan. Eğer bir erkek olsam. Kanımın kokusunu bir düşünsene." empusa sanki gerçekten de bunu düşünüyormuş gibiydi. Dudaklarını yalaması Katherine'in gülümsemesini genişletmişti. "Ah evet. Oldukça hoş olurdu. O kanın kokusunu hissediyor musun?" diye sordu sesini, daha iyi bir etki yaratmak için alçaltarak. Zayıf noktaları her zaman erkek olan bu canavar ile oynamak eğlenceliydi. Empusa bu sözlerinden sonra bir anda ona saldırmaya başladı. Artık tek düşüncesi kan içmek olmuş bu canavarı öldürmek, çocuk oyuncağıydı. Saldırılarından kaçarken zorlanıyor, sadece kıza ulaşmaya çalışıyordu. Katherine, son kez üzerine doğru zıplayan empusanın göğsüne kılıcını sokarken "Sınav bitti!" diye bağırdı. Empusa ve küpten oda yok olurken nefes nefese kaldığını fark etti. Dağılmış saçlarını düzeltirken eğitmenine baktı. Sonra da başkasının çıkması için alandan ayrıldı. Bu sınavdan kurtulduğuna seviniyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://camelot.hareketforum.org/
Satellite Morgan
Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Satellite Morgan


Mesaj Sayısı : 3387
Kayıt tarihi : 24/08/10

CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Empty
MesajKonu: Geri: CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23   CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Icon_minitimeÇarş. Tem. 20, 2011 3:40 am

    Penceremden içeri sızan güneş ışıkları, göz kapaklarımın hareketlenmesine sebep olmuştu. Bir süre daha yatakta kıvrandıktan sonra kahverengi iri gözlerimi sonuna kadar açtım ve sızlanmaya başladım. Tam o sırada çalar saat de çalınca yapacak bir şey kalmamıştı, uyanmam gerekiyordu. Gözlerimi devirdim ve çalar saatin düğmesine basarak onu susturdum, bundan büyük bir rahatlık duymuştum. Ardından sarı saçlarımı yana doğru salladım ve çıplak ayaklarımla ahşap zemine bastım. İçeriden sesler geliyordu, muhtemelen avcılar yavaş yavaş ayaklanıyorlardı. Sızlanarak koridorda yürümeye başladım, salona gittim ve tam karşımda duran panoya göz gezdirdim. Bugün Canavarlara Karşı Korunma dersinin sınavını olacaktık. Dersi geçtiğime gerçekten seviniyordum fakat sınavı da oldukça merak ediyordum, daimi ittifakım Robyn'i birazcık tanıyorsam o karşımıza en zorundan ve en kalitelisinden bir sınav sunacaktı ve çoğumuz sınavı geçemeyecektik. Odama doğru hazırlanmak üzere ilerlerken, benimle beraber sınava gelmeleri için Lexi ve Lexa'ya baktım kapı aralığından. Onlar hazırlanıyorlardı, vakit kaybetmemek adına adımlarımı hızlandırarak odama girdim ve kapıyı kapattım. Ne giyeceğim belliydi, her zamanki gibi avcıların klasik gümüş ceket ve kot pantolon kombinasyonunu yapacaktım. Çeşit çeşit gümüş renkte ceketlerim, yeleklerim vardı ve bambaşka renklerde kotlarım. Yani bu kombinasyonu yapmak sanıldığı kadar kolay değildi. Melezlerin her birinin üzerindeki turuncu kamp tişörtlerinden çok daha iyiydi bizim giydiklerimiz. Üzerime geçirdiğim kısa kollu beyaz tişörte en çok uyan ceketimi giymiştim ve yazın havalar buralarda gerçekten çok sıcak olduğu için de, altıma kapri tarzında hafif kısa bir kot giymiştim. Aynanın saçlarında sarı saçlarımı ellerimle bir süre dağıttıktan sonra örmeye başladım. Bu sırada da hemen sınavdan kurtulmayı diliyordum. Fakat gerçekten nasıl bir sınav olacağını merak ediyordum, bu dersin öğretmenleri gerçekten kamp müdiremiz Athena tarafından özenle seçilmişlerdi, hiçbiri de öyle kolay sınav yapacak tiplerden değillerdi. Derin bir nefes verdikten sonra örgümün ucunu hızlı bir el hareketiyle bileğimdeki tokayı saçımın ucuna bağladım. Ardından yatağımın yanındaki komidinin üzerinde duran gümüş tacımı alarak başıma taktım. Her zaman için gurur duymuştum avcılığımla, gurur da duyuyordum. Erkekler ve onların aptalca hareketlerine katlanmamak, üstüne bir de ölümsüz olmak mükemmel bir şeydi. Kız kardeşlerimle beraber geçireceğim çok yıllar vardı önümde. Minik bir not kağıdına, kardeşlerimin sınava gelmelerini veya kahvaltıya gitmelerini yazdıktan sonra onu kulübenin kapısının üzerine yapıştırdım ve kapıyı yavaşça açarak sınavın yapılacağı alana doğru ilerlemeye başladım. Etrafta gülüşüp kahkaha atan onlarca melez vardı, çoğundan gerçekten iğreniyordum. Benim için özel olan birkaç tane vardı tabi ki; kampa ilk geldiğimizde bize sulanırcasına veya iğrenircesine bakmayıp ortaklık teklif edenler, ilk geldiklerinde yardım ettiklerim gibi. Eskilere bir vefa borcum vardı ve bunu da sonuna kadar yerine getirdiğime inanıyordum. Ama diğerleri, beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyordu. Kamptan hoşlanmıyorduk, melezlerden hoşlanmıyorduk; dolayısıyla böyle davranmamız gerekiyordu. Biraz daha yürüdükten sonra melezlerin toplandığı geniş alana geldiğimin farkına vardım ve onlardan biraz uzak bir yere çömeldim. Gözlerim Lexi ve Lexa'yı arıyordu, aslında onlarla beraber gelecektik fakat onları zorlamak istemiyordum çünkü ben gerçekten bu sınava pek gönüllü gelmemiştim. Örgümün ucuyla oynayıp duruyordum, kıkırdaşan melezlere iğrenç bakışlar atarak. Yine de dimdik duruyordum, başımdaki o taç ve yüzümdeki siyah kirlerdi beni asil yapan. Bağlı olduğum tanrıçaydı beni burada kılan. Pek kimsenin ilgilendiği yoktu, zaten birkaç dostum dediğimden de tekmeyi yemiştim dolayısıyla ben de kimseye yüz vermiyordum.

    Beklemekten sıkılmaya başladığım anlardı, artık sinirlenip gitmek üzereydim ki tam o sırada karşımızda duran ağaçtan Edward'ın fırlamasıyla kısa bir süre şaşırdım. Kahverengi gözlerimi birkaç kez kırpıştırdıktan sonra derin bir nefes verdim. Sınav başlayacaktı ve ben buradan çekip gidecektim kardeşlerimin yanına. Belki de dünyada tek güvendiğim, benim gibi olanların yanına. "Evet millet, bendeniz Edward Jamie Newgate. Bazılarınız beni Yon olarak tanısa dahi gerçek ismim budur. Bana Edward şeklinde hitap edilmesinden hoşlandığım ise farklı bir gerçek. İsim konusunu bir kenara bırakırsak, bu gün sizi yeteneklerinizi ölçmek ve sınavınızı yapmak adına topladım." Bunu hepimiz biliyorduk, buraya eğlenmeye gelmemiştik. Ona Edward veya Yon veya başka bir isimle hitap etmemiz de gerekmiyordu, sıradan bir kulübedeki biriydi sadece. Burada onu önemli kılan ismi değil, eğitmenliğiydi. Örgümün ucuyla oynamaya başladım, eğitmenin şu ana kadar söylediği uzun dört cümle bizim bildiklerimiz dışında bir şey içermediği gibi sorularımıza da cevap vermiyordu çünkü. "Sınavın konusuna gelirsek... Bir kaç hafta önce Robyn ile yaptığınız derste her biriniz bir canavarın özelliklerini tanıttınız. Anlattığınız canavarın kendisini de bildiğinizi varsayıyorum. Sınavınızda anlattığınız canavar ile yüzleşeceksiniz!" Bu cümleden sonra yutkundum ve gözlerim büyüdü. Herkes sızlanmakla meşguldü, bense sadece donakalmıştım. Kendi benliğimle yalnız kalmıştım, nefes alışverişlerimi duyabiliyordum. Sonunda kamptaki birçok melezin istediği olacaktı ve ben ölecektim. İnsan gidip de Gigant Kralı'nı anlatır mıydı derste? Telekineler, dev akrepler ve daha nice minik canavar dururken? Minotor, mantikor, hidra gibi canavarlarla bile baş edebilirdim ama Gigant Kralı'ydı söz konusu olan. Hem de tek başıma. Hareket ettiğinde yeryüzündeki depremlere sebep olan, Athena'nın mızrağının şans eseri ona isabet etmesi sonucu dağa kapatılan bir varlığı tek başıma yenmem imkansızdı. Kafamı arkama götürdüm mırıldanarak, o sırada eğitmenin kalın sesini duydum, dikkatimi onda toplamaya çalıştım. "Sakin olun! Kimse burada ölmeyecek ya da yaralanmayacak. Eğer konuşmamın sonuna kadar dinlerseniz size ayrıntıları açıklayacağım." Buna gerçekten sevinmiştim, bir sınav için ölemezdim önümde daha bin yıllar vardı. Gerçi bunun bir savaş sayılıp sayılmadığını bilmiyordum yine de ölmeyeceğime sevinmiştim. Başka bir canavar olsaydı gerçekten korkmazdım, Tayfun veya Ekidna'ya bile razıydım ama söz konusu Gaia ve Uranos'un çocuğu, en güçlü gigant Encleadus'tu. Eğer yaralanmayacaksak nasıl savaşacaktık, hayalimizde falan mı yaratacaktık yani? Eğitmenimiz tahta bir kutunun içinden minik sayılabilecek metal bir alet çıkarttı ve hepimize dağıttı. Elimdeki alete bakarak neler olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Yoksa Encleadus bu muydu? Saçmalamayı bırakmaya karar verdim, sesli bir şekilde ofladıktan sonra eğitmeni dinlemeye koyuldum. "Elinizde gördüğünüz şey sınav kağıdınız denebilir. Soru sormadan önce beni izleyin ve öğrenin. Tayfun'u anlatanlar dahi sorusuna cevap alacaklar. Şimdi yaklaşık 15 metre geri çekilin." Önümde Tayfun'dan çok daha güçlü bir yaratık vardı, acaba ben soruma cevap alabilecek miydim? Kafama lanet ediyordum, sürekli dudağımı kıpırtadarak bildiğim her dilde küfürler sarf ediyordum. Yerimden kalktım ve tanıdık bir yüz ararken Lexa'yı görerek onun yanına gittim, geriye doğru ilerlerken. Kardeşimle beraber geri geri gittikten sonra yere oturduk ve Jamie'yi izlemeye başladık. Kahverengi saçları önüne gelirken aleti yere koymuştu ve "Tayfun!" diye bağırdı. Ses yankılanırken alet de yavaş yavaş büyümeye başlamıştı. Muhtemelen Hephaistos ya da Athena'nın yarattığı bu alet git gide büyüyüp bir küp şeklini almıştı. Ve normal boyutundan çok daha küçük, yine de bize göre oldukça büyük Tayfun ortaya çıkmıştı. Ve kısa bir süre içinde yumruğunu atıp Jamie'yi küpün karşı tarafına yollamıştı. İstemsizce hafifçe gülümsedim. Jamie'nin "Sınav bitti." diyişinin ardından küp yok oldu, alet eski halini alırken Jamie de kendine geldi, Tayfun tekrar bir toz bulutu halini aldı. Her şey çok kolay olmuştu, ben de Encleadus'u yenmeden sınav bitti dersem sınavı geçebilir miydim acaba? Kendi kendime kıkırdadım, kaşlarımı kaldırdıktan sonra derin bir nefes verdim. "Bu gördüğünüze similasyon adını verebilirsiniz. Tayfun ya da Ekidne ile dövüşecek olanlar onların boyut olarak küçülmüşü, güç olarak ise zayıflatılmışıyla karşılaşacaklar. Küpün içindeyken acıları hissedeceksiniz. Ve yaratıkları gözünüzle göreceksiniz. Örnek olarak vermek gerekirse az önce iki tane kaburga kemiğimi kırdım. Ancak sınav bittiğinde yaralarınızda canavarınızla beraber toz olacak. Sınavın asıl konusuna gelirsek sizin anlattığınız canavar ile herhangi bir zayıf noktasını bulana kadar dövüşmenizi istiyorum. Sınava başlamak için elinizde bulunan alete canavarınızın ismini. Bitirmek için ise -sınav bitti!- şeklinde bağırmanız yeterli. Şimdi ilk olarak gelecek bir gönüllü istiyorum." Ya Encleadus'la dövüşenler? Resmen ortamdan dışlanmıştım, ama bunun intikamını fena alacaktım ki zaten adım bile yetiyordu kampta saygı duyulmam için. Kamptaki tek kahramandım, bu bile yetmez miydi? Dolayısıyla kimsenin hoşuna gitmiyordu bu, bir avcının, aslında kampa ait olmayan birinin kamptaki tek kahraman olması gücüne gidiyordu herkesin. Ve ben, şimdi bu simülasyonda rezil olunca herkes tatmin olacaktı. Yaraların yok olması, benim burada rezil oluşlarımın da yok olacağı anlamına gelmiyordu. O kadar çabalayacaktım fakat yine de hiçbir şey değişmeyecekti, Gigant Kralı'ydı söz konusu olan. Şansım yoktu, daha ilk vuruşta kariyerim bitecekti. Sinirle beklemeye başladım, tam o sırada ilk gönüllü kardeşim Lexa olunca ona gülümsedim. Doğrusu bu kadar atılgan davranmasını beklemiyordum, kesinlikle dövüşecekti ama bunu ilk gönüllü olarak yapması, beni şaşırtmıştı aynı zamanda da sevindirmişti. O simülatörü yere koyduğu zaman bakışlarımı başka yöne çevirip düşünmeye başladım. Eğer burada yenilirsem muhtemelen Satellite Morgan diye bir avcı kalmayacaktı. Kamptaki tek kahramandım, ne kadar güçlü olduğumu ve bu gücü diğerlerinden çok daha önce kazandığımı, avcıların kampta fazla durmamasına rağmen çoğundan daha kıdemli olduğumu herkes biliyordu. Bir sınavda yenildim diye elbette bu şöhret tamamıyla yok olmayacaktı fakat zedelenecekti. Başka bir derste olsak veya başka bir eğitmen olsa bu gerçekten önemli olmazdı ama kendimi baskı altında hissediyordum. Lexa'nın gülümseyen suratını gördüm, yanıma oturdu. Ona gülümsedikten sonra ayağa kalkan Theo'ya baktım bir süre. Ardından sırtımı dikleştirdim ve dediklerimi tekrar düşünmeye başladım. Boynumdaki kolyeyle beraber Artemis hep yanımdaydı ve yanımda olacaktı. Restle diye bağırdım anda Artemis yanımda bitiyordu, eğer gerçekten önemli bir durum söz konusu olunca. Kardeşlerimin gücü ve duaları yetiyordu bana, beni arkamdan vurmayacağına inandığım birkaç kardeşim vardı zaten. Ayrıca ben tek kahramandım, ben beceremeyeceksem kimse beceremeyecekti! Ayrıca o aptal melezlerin, kendini bir şey sanıp böbürlenenlerin arkamdan konuşmasına izin verecek kadar küçülmemiştim. Gigant Kralı'ysa ne yapabilirdik, ben de avcı lideriydim. Kendime geldiğimde zaman geçmiş olmalıydı, Poseidon'un güzeller güzeli kızı Kathe, yerine oturmuştu. Eğer biraz daha düşünürsem, cesaretimin kaybolacağını düşünüyordum. Zayıf elimi kaldırdım ve kendimden emin bir sesle sıramı istedim. "Sıra bende." dedim olabildiğince umursamaz ve kesin bir sesle. Ardından ayağa kalkarak alana doğru ilerlemeye başladım, aleti yere koydum ve gülümsedim. Buradaki herkes, kamptaki tek kahramanın Gigant Kralı'nı yenmesini izleyecekti, hayret ve hayranlık içinde. "Encleadus." dedim ve aletin büyümesini heyecanla beklemeye başladım. Elim sırtımdaki oklara gidiyordu. Encleadus oluşmaya başlamıştı, çevremi sarmaya başlayan küp eşliğinde. Hafifçe iki yana silkelendikten sonra karşımda oluşan Gigant Kralı'na gözlerim büyümüş ibr şekilde bakmaya başladım. Simülasyon olsa da oldukça büyüktü, yutkundum. Üzerimdeki gerginlik tekrar artmıştı. Encleadus o iğrenç görünüşüyle bana bakıyordu, o lanet olası yaratık yüzünden hiç hissetmediğim kadar büyük acıyı hissedeceğimi düşünüyordum. Derin bir nefes verdim ve Encleadus'un çevresinde yürümeye başladım. Beni anında ezebilirdi, ama bunu yapamayacaktı, yapmasına izin vermeyecektim. Hızlı bir biçimde oklarımı sırtımdan çıkarttım ve yayım eşliğinde Encleadus'a fırlatmaya başladım. Gözlerim kapalıydı, sürekli ve sürekli aynı şeyi yapıyordum. Oklarımı fırlatmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu çünkü. Tam o sırada elim kolyeme geldi. İstediğim şeyi bulmuştum sonunda. Gigantı tek başıma yenmem imkansızdı, hem de gigant kralını. En başta zaten düşündüğüm bir şeyi uygulamakta bu kadar geciktiğim için lanet ettim kendime. Kolyemi avuçlarımın arasına aldım ve Artemis'in bana yardım edeceğine bütün içtenliğimle inanarak fısıldadım. "Restle." dedikten sonra Encleadus'un üzerime gelişini izlemeye başladım. Yavaş yavaş geliyordu, felaketin habercisi gibi. Ortalık sessizdi, ikimiz de konuşmuyorduk veya acayip sesler çıkartmıyorduk. Tam o sırada Encleadus'un önünde bir ışık belirdi. Dişlerimi gösterecek şekilde gülümsemeye başladım. Işığın ardından beliren on iki yaşlarında örgülü kızı tanıyordum. Gülümsedim, o da bana baktı ve okunu hazırlayarak fırlatmaya başladı. Liderimiz Artemis gelmişti ve tam da ihtiyacım olan zamanda. Ona minnet borçluydum bir kez daha. Onun ardından oklar atmaya başladım. Bir tanrıça ve kamptaki en güçlü melezlerden biri bunu halledebilirdi. Rezil olmayacağıma seviniyordum. Bir süre makine gibi okları fırlattık fakat gigant yere yığılmamıştı. Zayıf noktasını bulmamız gerekiyordu. Okları peşi sıra atarken bunu düşünüyordum. Belki o da kardeşlerinden birine benziyordu. Athena'yla savaşması için gönderilen gigantı hatırlamıştım. Korktuğu şeyi biliyordum, muhtemelen Encleadus'ta da az da olsa o fobiden vardı. "Ben örümcek topluyorum biliyor musunuz tanrıçam? Koleksiyonumu buraya getirirseniz memnun olacağım, onları çok özledim." dedikten sonra Artemis'e baktım. Ne olduğunu anlamış gibiydi, ok atmayı kısa bir süre kesti. Fakat tam o anda Encleadus bana yaklaştı ve tekme attı. Acı bir inlemeyle geriye doğru savruldum, sağ kolumun üzerine düşmüştüm. Kolum acımıyordu; resmen kırılmıştı. Kırılma olmasa bile çatlama, incinme, burkulma veya kötü ne varsa ondan olmuştu. Ayağa kalkmaya çalışıyordum fakat ayaklarım da bitmişti. Bu sırada etrafta dolanan örümcekleri görmüştüm, gülümsedim. Artemis'e bakıyordum, o da Gigant Kralı'na. Kralın dikkati dağılmış gibiydi, Artemis bu sırada ona ok atmaya devam ediyordu. Kral gittikçe güçsüzleşiyordu, fakat ben yerimden kalkamıyordum. Yerimden ne yapabileceğimi düşünürken, Encleadus üzerime doğru gelmeye başladı ve beni tekrar sol kolumdan tutarak fırlattı. Havada uçarken özel yeteneğimi kullanabileceğim gelmişti aklıma. Ay ışığından güç alma. Ay ışığının ta kendisi buradaydı, Artemis. Ben de ay olmadığı vakit onun enerjisinden yararlanmayı öğrenmiştim. Bunu kullanabileceğimi düşünüyordum, yere çakılmadan önce. Tam sol ayağımın üzerine düşmüştüm, feci bir şekilde inledim. Canım yanıyordu fakat birden bu zavallı psikolojisini bir kenara bırakmaya karar verdim. Sanırım kullanabildiğim tek organım olan gözlerimle Artemis'e bakmaya başladım. Encleadus örümceklerden kaçarken, be de ay ışığını kullanmaya çalışıyordum. O sırada bunu bana aylar önce öğreten Hektor'a teşekkür ediyordum içimden. Birden daha da yorulduğumu hissettim ki bu enerjiyi içimde toplayabildiğimin bir göstergesiydi. Encleadus'a baktım hiddetle, bütün enerjimi ona aktarırken Artemis de ne yaptığımı anlamıştı. O da ellerini giganta doğrulttu. Gigant kızarmaya başladı, inleme sesleriyle bütün burayı ayağa kaldırmıştı. Yerimden yaptığım işin memnuniyetini duyuyordum. Encleadus bir yandan bizim enerjimizden kaçmaya çalışırken, diğer yandan da karıncalardan kaçıyordu. Sonunda gigant kral yere düşmüştü, gülümsedim. Sanırım daha fazlasına gerek yoktu. Kolumun ve bacağımın ağrılarından kurtulabilmek adına hemen o cümleyi söylemek istiyordum. Artemis'e baktım, teşekkür manasında kafamı eğdim ve ardından rahatlamış bir şekilde "Sınav bitti." dedim. Kendime geldiğimde dimdik yürüyordum. Belki de en zor canavarlardan biriyle karşılaşmıştım ve onu yere düşürmüştüm. Bir ötesi öldürmeydi fakat daha çok ileri gitmek istememiştim. Gülümseyerek Lexa'nın yanına oturdum ve dersin bitmesini heyecanla beklemeye başladım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.platis.forummum.net
Mirabella LaPiere
Demeter'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Demeter'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mirabella LaPiere


Mesaj Sayısı : 863
Kayıt tarihi : 01/11/10

CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Empty
MesajKonu: Geri: CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23   CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23 Icon_minitimeÇarş. Tem. 20, 2011 5:48 am

    Günler öncesinden sınav için hazırlanmaya başlamıştı. Konun ne olacağı hakkında bir fikri olduğu söylenmezdi, lakin tek emin olduğu, gireceği sınavı geçmesi gerektiğiydi. Tüm hafta boyunca yaratıklar hakkında araştırmalarını genişleterek bilgi öğrenmeye çalışmıştı. Aslında çoğu bildiği yaratıklardı, kimisi ile savaşmış, kimisiyle ise sadece mitolojik öykülerden tanışmıştı. Zaten yıllar önce de içinde bulunduğu dünyayı kitaplardan tanımamış mıydı? Seri bir şekilde hazırlanıp dersliğe doğru yola koyuldu. Sınav büyük söğüttün yakınlarında yapılacaktı. Aslında açık alanları severdi, zaten bundan ötürü zamanın çoğunu kulübe dışında geçiriyordu. Bella’ya göre yeşilin her tonu doğanın bir parçasıydı; yemyeşil dallar arasında açan envai çeşit bitki adeta gökkuşağından bir parçayı anımsatıyordu. Kendisiyle bütün olduğu eşsiz tabiat, dersliğe doğru giderken ona eşlik ediyordu. Ağaçların fısıltıları ona bir melodiyi anımsatıyordu, her ne kadar kimisine göre tabiat daima sükunet içerisinde olsa da Bella’ya göre pek öyle değildi. Demeter’in bahşettiği yetenekle onları duyup anlayabiliyordu. Her ne kadar Fransa’da balkonunun sütunlarına uzanmış sarmaşıklarla birkaç kez sohbet etmeye kalktıysa da, evdeki hizmetlilerin tuhaf bakışlarına maruz kalmıştı. Bundan ötürü sadece doğa ile baş başa kaldığı zamanlar yapabiliyordu, insanların ona deli gözüyle bakması hoşuna gittiği söylenmezdi. Genç kızın, kimi zamanlar bir melez olmamayı umduğu anlar gözünün önüne gelmişti. Yaşamı belki daha sıradan olurdu, ama canavarlar ve ucube yaratıklardan uzak olabilirdi.

    Lakin tüm yaşadığı deneyimleri göz önüne aldığında, rutin bir hayatı geride bıraktığından ötürü yaşamına, yeniden ayrı bir gözle bakmıştı. Sınavını bir an önce vermek için, büyük söğütte doğru adımlarını hızlandırdı… Artan kalabalık can sıkıcı bir hal haline geliyordu, haz etmediği nadir durumlar arasında birisiydi onun için. Bu nedenle sınavdan bir an evvel kurtulmak istiyordu, hem içini kaplayan merak duygusundan kurtulmak hem de üzerinde ki sınav stresini atmayı ümit ediyordu. Her ne kadar bu gibi durumlar da pek stres yapmasa bile, kalabalığın verdiği etkiyle klostrofobik bir ruh haline bürünüyordu. “Evet millet, bendeniz Edward Jamie Newgate. Bazılarınız beni Yon olarak tanısa dahi gerçek ismim budur. Bana Edward şeklinde hitap edilmesinden hoşlandığım ise farklı bir gerçek. İsim konusunu bir kenara bırakırsak, bu gün sizi yeteneklerinizi ölçmek ve sınavınızı yapmak adına topladım.” Edward’ın konuşmaya başlamasıyla içinde oluşan merak duygusu daha da artmıştı, sınavın nasıl olacağı konusunda zihninde canlanmaya başlayan küçük çaplı senaryolardan fikir yürütmeye çalışıyordu. “Sınavın konusuna gelirsek... Bir kaç hafta önce Robyn ile yaptığınız derste her biriniz bir canavarın özelliklerini tanıttınız. Anlattığınız canavarın kendisini de bildiğinizi varsayıyorum. Sınavınızda anlattığınız canavar ile yüzleşeceksiniz!” Duyduğu söz üzerinde, zihninde canlanan tüm senaryolar silinmişti. Anlattığı yaratık Tayfun’du! Zeus’un Etna dağını üzerine attığı, tüm yaratıkların babası olan canavardı. Aklından sadece başka bir yaratık anlatmayı ümit etmişti, her ne kadar geç olsa bile sadece düşündüğü konu farklı bir yaratıktı. Belki bir Feniks kuşu belki bir Sfenks? Evet, Sfenks olabilirdi, yenmek ne kadar zor olabilirdi ki üstelik? Sadece sorduğu soruya yanıt vermek gerekiyordu. Edward’ın sözü üzerine dersliğin çevresinde yüksek sesli bir uğultu hakim olmuştu, çoğu kişi anlattığı yaratığı nasıl yeneceği hakkında bir fikir yürütmeye çalışıyordu. Kimisi oldukça güçlü, kimisi sıradan yaratıklardı fakat tüm herkesin ortak noktası ise anlattığı canavarla yüzleşecek olmasıydı. Durumun farkında olan Edward yeniden söze girişti; “Sakin olun! Kimse burada ölmeyecek ya da yaralanmayacak. Eğer konuşmamın sonuna kadar dinlerseniz size ayrıntıları açıklayacağım.” Zaten her şey konuyu tam anlamamazlıktan olmaz mıydı? Daha evvel yaşadıkları bunun apaçık bir örneği var sayıla bilinirdi. Edward’ın ne yapacağını oldukça merak etmeye başlamıştı Mirabella. Çünkü oldukça büyük bir yaratığın kamp alanına gelmesi oldukça büyük bir kaosa yol açabilirdi, üstelik yaralanmamak veya ölememek gibi kavramlar neredeyse imkansız durumuna gelirdi. Bu sebeple eğitmenin her sözünü büyük bir dikkatle dinlemeye odaklanmıştı. Edward’ın ağacın yanında duran tahta kutuyu sürükleyerek ders meydanına kadar getirdiğinde merakı giderek artmıştı. Kutunun içerisinden cep telefonu boyutunca birbirinin tıpatıp aynısı olan cihazlar çıkartmaya başlamıştı. Elinde ki cihazlarla neler yapacaklarını anlamaya çalışıyordu, ama bu konu da pek iyi değildi. “Elinizde gördüğünüz şey sınav kağıdınız denebilir. Soru sormadan önce beni izleyin ve öğrenin. Tayfun'u anlatanlar dahi sorusuna cevap alacaklar. Şimdi yaklaşık 15 metre geri çekilin.” Kendiside Tayfun’u anlatanlar arasında yer aldığından, eğitmenin söylediği söz üzerine oldukça rahatlamıştı. Ama hala elinde ki sınav kağıdı dediği cihazla ne yapacağını çıkarta bilmiş değildi. Edward’ın söylediği gibi bulunduğu mekandan geriye çekilerek onu pür dikkat seyretmeye başladı. Hiç olmadığı kadar özen gösteriyordu bu konuda, anlattığı yaratık Edward’ın bahsettiğinin aynısı olunca sınav hakkında belirli bir ip ucu yakalaya bileceğini düşünüyordu. Eğitmeninin cihaza yaratığın adını söylemesiyle Edward’ın çevresini şeffaf denile bilinecek bir çember oluşturmaya başlamıştı. Aradan geçen birkaç saniyenin ardından rengarenk tozların arasından Tayfun belirmişti. Oldukça ürkütücü görünüyordu, lakin tek bir fark vardı; boyutu… Yaratıkların babasının minyatürü Edward’ın karşısında duruyordu. Mirabella’nın oldukça ürktüğü gerçekti, karşılaşacağı yaratığın Edward’ın savaştığıyla bir olduğunu görünce kalbinin ritmi istem dışı hızlanmaya başlamıştı. Çemberin içerisinde güç bir savaş vardı, aradan geçen dakikalar sonrası Edward’ın sınavın bittiğini söylemesiyle bulunduğu ortam normale dönüşmüştü. Sanki birkaç dakika önce yaralanan o değildi? Yaratığın onu çembere doğru savurduğunda birkaç kemiğinin kırıldığına emindi Bella. Şaşkın gözlerle eğitmenine bakarken ne yapması gerektiğini az çok anlamıştı. “Bu gördüğünüze similasyon adını verebilirsiniz. Tayfun ya da Ekidne ile dövüşecek olanlar onların boyut olarak küçülmüşü, güç olarak ise zayıflatılmışıyla karşılaşacaklar. Küpün içindeyken acıları hissedeceksiniz. Ve yaratıkları gözünüzle göreceksiniz. Örnek olarak vermek gerekirse az önce iki tane kaburga kemiğimi kırdım. Ancak sınav bittiğinde yaralarınızda canavarınızla beraber toz olacak. Sınavın asıl konusuna gelirsek sizin anlattığınız canavar ile herhangi bir zayıf noktasını bulana kadar dövüşmenizi istiyorum. Sınava başlamak için elinizde bulunan alete canavarınızın ismini. Bitirmek için ise -sınav bitti!- şeklinde bağırmanız yeterli. Şimdi ilk olarak gelecek bir gönüllü istiyorum.” Pek çok kez similasyon görmüştü, fakat gördükleri sanki kaybolmak üzere olan bir hayal gibiydi. Edward’ın ki ise ona oldukça bu kavramdan uzak ve hilaf geliyordu. Birkaç kişinin similasyona girmesiyle kendi kendisini sakinleştirmeye çalışıyordu.

    Sıranın kendine gelmesiyle derin bir nefes alarak sınavının başlaması için similasyonu başlattı. “Tayfun!” Sesi her zamankinden kendinden emin bir şekilde çıkmıştı. Karşılaşacağı yaratık her ne kadar onu ilk başta ürkütmüş olsa bile, gireceği sınavın yalnız bir similasyondan ibaret olduğunu düşününce kendisine olan güveni artmıştı. Çember bir kez daha büyüyerek etrafını kaplamaya başlamıştı. Renkli tozların ardından beliren Tayfun’a kendinden emin bir eda ile baktı. Korkmuyordu, sadece karşısında ki yaratığı bir an evvel yenmek istiyordu. Lakin yaratığın bakışları içini bir an ürpermesi sebebiyetini vermişti, gözleri adeta alev alev yanan ateşi, sessi ise gürül gürül akan çağlayanlarınkine benzerdi. Kısa bir süre içinde kendisine gelmesiyle karşısında yer alan Tayfun’u öfkeli bakışları artık davranışa yönelmişti, elini kaldırarak Mirabella’ya doğru sert bir şekilde savurdu. Genç kızın seri davranışla kendisine doğru gelen yumruktan kurtulmaya başarabilmişti. Bir böcek gibi ezilmek ona göre değildi, bunun olmasına da izin vermezdi. Bulunduğu sadece bir sınavdı, ve hayatında atlattığı tüm şeyler gibi bunu da başarabilirdi. Kendisine her daim güvenen biri olmuştu; bu durumun da değişmesine asla izin verme niyetinde değildi. Lakin, yaratığında onu öldürmek istediği bir gerçekti, yahut en azından similasyonda… “Pekala; ne olursan ol, ama emin ol ki seni yeneceğim ucube!” sözlerinde gayet kararlıydı. Kolunda ki bilekliğin kılıca dönüşmesiyle kendisine doğru gelen saldırıyı engellemeye çalıştı. Diğer yönden ise işine yarayacak bir ip ucu arıyordu. Yada yardımcı bir ordu… Her ne kadar Edward tek başına olduğunu söylese dahil bu durum Bella için geçerli değildi.

    Zümrüt yeşili gözleri az ileride ki söğütte yönelmişti, ahkem renkli dudaklarında oluşan çarpık gülümseme yaratığı daha da öfkelenmişti. Fakat Bella’nın aklında doğanın her daim onunla bir olduğu vardı. Gücü sayesinde çevrelerini kuşatan çimlere emir vererek sadece tayfuna doğru yönlendirmişti, sersi bir şekilde uzayan çimler birbirine dolanarak adeta bir sarmaşığı anımsatmıştı. Bir yılan edasıyla yaratığın vücudunu saran yeşillik her ne kadar Tayfun’u durdurmasa bile onu oyalandırmıştı. Zaten genç kızın amacıda buydu, onu yalnızca oyalamak… Asıl gayesi yer altını kuşatmış olan köklerdi. İhtiyar söğütte komut vererek köklerinin gün yüzüne çıkmasını sağlamıştı, toprağın altından fışkıran kökler Tayfun’un bedenini hızla kaplamaya başlamıştı. Vücudunu kaplayan köklerden kurtulmak istese bile birbirine kenetlenen dallar ve kökler yer altından çıkarak canavarın bedenini kaplamaya devam ediyordu. Annesi Tanrıça Demeter ona her daim doğanın kendisiyle birlikte olduğunu söylemişti, Mirabella Tanrıça’nın sözünü asla unutmamıştı, küçücük bir çimle veya bir toprak parçasıyla bile mucizelerin yapılacağını unutmamıştı. Önemli olan var olan yeteneğini ve mekanı kullanmaktı. İçinde bulunduğu durum her iki avantajı da ona sağlıyordu. Yerin altında ve üstün de yer alan envai çeşit bitki yaratığı kuşatarak etkisiz hale getirmeye çalışıyordu. Bedenine dolanmış bitkiler Tayfun’u daha çok öfkelenmişti, fakat hareket etmek istese dahil bacağını saran köklerden ötürü zorlanıyordu. Elinde ki kılıcına sıkıca sarılarak Tayfun’un göğsüne doğru kılıcını geçirdi. “Sınav bitti!” Çevresini kuşatan odanın yok olmasıyla vücudunda bulunan ağrılar da yok olmuştu. Birkaç dakika önce ki çevre felaketi enkazı sanki bir düş gibi büyük yaratıkla birlikte sanki toza dönüşmüştü. Yerinden doğrularak sınav alanını terk etti. Halan daha nefes nefese olduğu gerçekti, lakin başardığı düşüncesi yüzünde hafif bir tebessüme yol açmıştı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
CKK Ders Sınavı ~ Temmuz 14-23
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Okçuluk Sınavı | 9 Temmuz ~ 16 Temmuz.
» Mitoloji Tarihi Sınavı | 30 Haziran - 6 Temmuz
» Astroloji ve Kader Bilimi | 5 Temmuz - 12 Temmuz
» Şifa Sanatı Dersi |8 Temmuz~14 Temmuz|
» Büyü Teknikleri Dersi / 13 Temmuz - 20 Temmuz

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Melez Kampı :: Derslikler :: Canavarlara Karşı Korunma Sınıfı-
Buraya geçin: