İpek perdenin arasından süzülen gün ışığı beni uyandırdı. Gözlerimi yavaşça ovuşturdum ve gözlerimi kulübenin içerisinde gezdirdim. Bomboştu. Hızla yatağımdan kalkarak banyoya gittim. Sanırım bugün uyanmak için biraz geç kalmıştım. Şu aptal saat neden çalışmıyordu ki? Düşüncelerimi kafamdan uzaklaştırdım ve hemen yüzümü yıkayarak odama geçtim. Her zamanki 'Melez Kampı' tişörtüm sandalyemin üzerinde asılı duruyordu. Pijamamı çıkartarak tişörtü üzerime geçirdim ve saçımı topladım. Aniden aklıma geldi. Bugün Şifa Sanatı dersi vardı! Hızla ayakkabılarımı giydim ve kulübemden çıktım. Nasıl unutabilmiştim? Birkaç gündür bu ders için hazırlanıyordum. Şifa Sanatı, Apollon ve Hestia çocukları için çok önemli bir sanat olduğu gibi, Hermes çocukları için de çok önemliydi. Zaten bu bizim için zorunluydu. Öğretmenimizin Zell olmasından mutluydum. Geçmiş derslere katılan melezler ondan memnun kalmışlardı. Umarım ben de memnun kalırdım. Daha ilk günden dersi unutmuştum, bu yüzden o kadar da mümkün gözükmüyordu. Ders için ormana doğru koşturmaya başladım. Ders yapılan alana gittiğimde ne öğretmenimizin, ne de öğrencilerin burada olmadığını fark ettim. Doğru ya, bu ders sınıfta yapılacaktı! Bu sefer doğru dersliği buldum ve kapıyı hızla tıklatarak içeri girdim. "Ben... Çok... Üzgünüm... Saat çalmamış...Unut...muşum..." Soluklanarak öğretmenime baktım, daha sonra da sınıfıma. Herkes sınıfa daha yeni geliyordu. "Ama... Dersin çoktan başlaması gerekmiyor muydu?" dedim kaşlarımı çatarak. "Öyle olması gerekiyordu, evet. Ama bu sefer 12.30'da başlatmaya karar verdim." Derin bir nefes aldım ve mutlulukla gülümsedim, geç kalmamıştım. Umarım heyecandan bilgilerimi unutmam, diye düşündüm yerime otururken.
Herkes yerini aldığında Zell sınıftaki yerini aldı ve hepimize gülümsedi. Heyecanı ve enerjisi, dersin monotonluğunu yok ediyor gibiydi. Daha yeni yerlerimize oturmuştuk fakat Zell'in aklına bir fikir gelmişti. ''Herkesin ayağa kalkmasını ve dışarıdaki bahçeye çıkmasını istiyorum.'' Sıramdan kalkıp not defterlerimi toplayarak bahçeye çıkan sınıfın peşine takıldım. "Bugün size zehirli bitkiler ve şifalı bitkileri anlatacağım.'' Sanırım iyileştirmeyi sonraya bırakıp, ilk önce materyalimizi, yani doğayı öğrenecektik. Zell eline çeşitli bitkiler alarak bize doğadaki yerini ve isimlerini anlatıyordu. Dersi kavramak sandığım kadar zor değildi fakat isimleri aklımda tutmakta oldukça zorlanıyordum. En sonunda bir çözüm yolu buldum, isimleri farklı şeylere benzeterek kavramamı kolaylaştıracaktım. ''Çiçeğin adı Solonum pseudocapsicum. Bitkinin meyvelerinde ve diger bütün kisimlarinda solonakapsin denilen bir alkoloit bulunur. Renkli ve küçük bir domatese benzeyen meyvelerdir. Meyvenin yenmesi halinde karin agrisi bulani uyku hali ve gözbebeginin büyümesi seklindeki zehirlenme durumu görülür'' dedi Zell. Solonum Pseudocapsicum... Solunum SuDoluKapsülüm. ''Bu çiçeğin adı Abdestbozan'dır. Siyah ve yeşil boya çıkartılan bitkidir. Rutubetli yerlerde yetişir. Boyu 70 santimetreye ulaşır. Mide rahatsızlıklarında kullanılır.'' Sanırım bunu aklımda tutabilecektim. Daha sonra Zell masanın üzerinde duran diğer bitkileri de teker teker inceleyerek bize anlattı. Bu benim katıldığım ilk dersti ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordum. Zell bazı bitkileri dikkatlice elimize vererek incelememize izin verdi. (Tabii ki de zehrini fiziksel etkileşimle aktarmayanları.)
Öğretmenimizin gülümsemesinden dersin sonuna geldiğimizi anlamıştım. Zell bu bölüm için daha da heyecanlıymış gibi geldi bana. ''Şimdi bir kaç şey daha göstermek istiyorum. İlk dersimde söylediğim bir kaç şey ; eğer yaranız olduğu zaman suya değerlendirmemeniz gerekir. Aksi takdirde mayışık bir hal alırsınız ve bu hiç iyi olmaz. Şimdi gelelim sizin bana anlatacağınız o bilgilere. Eğer bu dersi geçmek istiyorsanız ya 4 zehirli bitkileri yaptığı etkiler ile anlatırsınız ya da şifalı bitkilerden 4 tane örnek verir uygulamalı bir şekilde anlatırsınız. Çok isteyen beni şaşırtıp bir hayvanı filan da iyileştirebilir. Kolay gelsin.'' dedi Zell memnuniyetle yerine otururken. Ben hala ağzım açık öğretmenime bakıyordum. Tamam, dedim kendi kendime. Bunu başarabilirsin. Not defterimi açıp bir şeyler karalamaya başladım. Aklımdakileri kağıda aktarırsam, şaşırmazdım. Ormanda yaşadığımız maceralardan oldukça fazla şey öğrenmiştim. Sonuçta ormanda eğitim için kullanılan bitkiler ve çeşitli hayvan türleri vardı ve bu türleri öğrenmek için genellikle tecrübe edinmeye başvururduk. Ama bu sefer bilgilerimizi ve tecrübelerimizi birleştirmemiz gerekiyordu. En sonunda bir öğrenci izin isteyerek ayağa kalktı. "Ben dört tane şifalı bitkiye örnek vermek istiyorum." Zell gülümseyerek ona döndü. "Pekala, seni dinliyorum." Öğrencinin sesi bana çok uzaktan geliyordu. Ben bütün konsantrasyonumu zehirli bitkilere vermiştim. Sürekli düşünüyordum ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Gerginliğimi belli etmemeye çalışarak çimlerle oynamaya başladım. Daha sonra dikkatim ormana doğru yöneldi. Değişik bitkiler görmek için ormanın içine girmenize gerek yok, ormanı koruyan yeşil tabakanın içine gizlenmiş olan yüzlerce harika bitki olabilir. Ben de tam olarak onları arıyordum. Gözüme ilk önce oldukça normal görünüşlü, alçak bir ağaç çarptı. Ama bitkiyi ele veren şey, erik biçimindeki zehirli meyveleriydi. Bitkiyi ve türünü biliyordum ama adı aklıma gelmiyordu... Neydi şu... Hipnotize Mancınıkla!! Yani, Hippomane mancinella !! Sanırım bu benzetme işi gerçekten işe yarıyordu. Tamam biri gitti, kaldı üç. Derin bir nefes aldım. Bir keresinde Mai bana bir tanesinden söz etmişti. Onu oldukça etkileyen bir bitki olduğunu hatırlıyordum. "Bu bitkiyi her gördüğün yerde tanırsın. Adı: Atropa belladonna. Belladonna 'güzel kadın' anlamına geldiği gibi, kendi güzelliği ile kendini belli eder. Ama oldukça da zehirlidir." O anda Mai'ye şükrettim. Bunu da not defterime yazdım ve diğer bir bitkiyi düşünmeye başladım. Ama bu sefer ne görüş alanımda bir bitki, ne de bana yardım edecek bir dost vardı. Umutsuzca etrafıma bakındım. O anda bir çocuğun ayakkabısı gözüme çarptı. Converse yazıyordu ayakkabının kenarında. Converse... Con... Convallaria majalis! Bir tane daha bulduğuma göre, sadece bir tane daha zehirli bitki bulmam gerekiyordu fakat onu sona saklamıştım. En sonunda notlarımı toparlayarak parmağımı kaldırdım. Zell kafasını kaldırarak beni gördü ve bana izin verdi. Yavaşça ayağa kalktım ve derin bir nefes aldım. Birden içimi büyük bir heyecan kaplamıştı. Ellerimin titrediğini fark ettim. "Ihm, evet. Şey, ben dört tane zehirli bitki ve yol açabileceği şeyleri sayacağım." Zell yerine oturdu ve konuşmam için bana eliyle bir işaret yaptı. "İlk olarak söyleyeceğim bitki, Hippomane mancinella. Bu bitkinin meyveleri bir erik biçimindedir. Bu meyveler oldukça zehirlidir. Meyvelerden sıçrayan çiğ damlaları bile deride yaralanmaya sebep olabilir. Yanan odundan gelen dumanı ise geçici körlüğe neden olabilir. İkinci olarak Atropa belladonna'yı örnek göstermek istiyorum. Atropin denilen zehirli madde, bu bitkinin oldukça zehirli olan yapraklarından elde edilir. Eskiden insanlar bu bitkinin yapraklarını göz bebeklerini büyütmek için kullanmışlardır. Üçüncü bitki, oldukça güzel görünüşlü fakat güzelliği kadar da zehiriyle ünlü bir bitki. Convallaria majalis. Bitkinin etli köklerini yiyen hayvanların dolaşımına zehir girer ve bu zehir genellikle fark ettirmeden ölene kadar kurbanın bedeninde dolaşmaya devam eder. Ve son olarak söylemek istediğim bitki, Kurtboğan. Bu bitki mor renktedir ve de çok zehirli bir bitkidir. Diğer adları Kaplanboğan, İtboğan ve Boğaboğan'dır. Bu isimlerin verilme nedeni, zehrin doğrudan kurbanın akciğerlerine saldırması. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim," dedim ve tekrar derin bir nefes alarak yerime oturdum. Saniyeler hızla geçmişti. Nedense bu küçük bilgi birikimi, bitkilere daha çok ilgi duymamı sağlamıştı. Fark etmemiştim fakat gülümsüyordum. Sanırım bitkiler de oldukça eğlenceliydi.