Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. | |
|
+2Carmen Gabriel Boudicca Satellite Morgan 6 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Satellite Morgan Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3387 Kayıt tarihi : 24/08/10
| Konu: Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. Cuma Tem. 01, 2011 4:48 am | |
|
Hava yine çok güzel ve güneşliydi. Fakat sıcak bütün melezleri bunaltıyordu. Daha yeni uyanmıştı, bilerek çalar saatini erkene kurmuştu çünkü bugün onun için çok önemli bir gündü. Bugün okçuluk dersi vardı, ilk okçuluk dersi. Melezlere bir şeyler öğretmek oldukça hoşuna gidiyordu. Diğer günlerin aksine, bugün gözlerini sonuna kadar açabilmişti bu erken vakitte. Karşısındaki duvara bakıyordu öylece. Her yanından terler akıyordu, oldukça sıcak bir gündü. Hem de daha ok atmaya bile başlamamıştı. Karşısındaki duvara bakarken ayaklarını bir o yana, bir bu yana sallıyordu. Bu onu daha çok terletiyordu tabi fakat yine de öylesine durmaktan iyiydi. Saatine baktı, henüz çok erkendi. Bir duşun iyi geleceğini düşündü ve terliklerini giyerek tuvalete doğru ilerlemeye başladı. O sırada bazı avcılar da yavaş yavaş uyanıyordu. Tuvaleti kapmanın sevinciyle hemen kapıyı kilitledi ve soğuk bir duşa kendini hazırladım Yaklaşık bir on dakikanın ardından tuvaletten çıktıktan sonra diğerlerine gülümsedi ve onlarla günaydınlaştı. Odasına gittiğinde tekrar saatine baktı, dersin başlamasına yarım saat kadar kalmıştı. En son kendisi gideceği için pek bir sorun teşkil etmiyordu bu gerçi. Islak saçlarını önüne doğru attıktan sonra masasının üzerinden aldığı bir tokayla, hızlı bir şekilde arkadan topladı. Ardından bugün ne giyebileceğine göz gezdirdi ki zaten pek seçeneği yoktu. Avcılar genelde ne giyiyorsa onu giyecekti, gümüş renginde ceket ve kot pantolon. Tabi ki saçında da gümüş tacı olacaktı. Derin bir iç çekti ve yatağının üzerine oturarak melez kampına bakmaya başladı. Her şey ne kadar da çabuk değişmişti oysa. Kardeşi dedikleri, en iyi arkadaşı olarak gördükleri ondan on, on beş yaş büyüktü şu anda. Dışarıda koşuşturanlar yeni gelmiş melezlerden çok, eskilerin çocuklarıydı. Bazılarının kendine özel kulübesi bile vardı. Onlar ise avlanıyorlardı, oradan oraya koşturuyorlardı ve bu sonsuza dek sürüp gidecekti. Avcılıktan vazgeçmesi için daha önceden dört olay olmuştu fakat şu anda hiçbir olayı yoktu. Sadece eskilerin bu kadar büyümesine şaşırıyordu, zamanın bu kadar çabuk geçtiğine. Kardeşi Ange'ye özellikle... Onunla beraber büyümüştü, küçüklüğünden beri. On beş yaşında bu sona ermişti, Ange büyümüştü o ise aynı kalmıştı. On ikinci yılıydı bu Satellite'ın dile kolay. Ama önünde geçireceği yıllar daha da dile kolaydı. Artemis'le ve diğer avcılarla takıla takıla tam bir avcı gibi olmuştu. Altında kirler vardı, vahşiceydi artık. Yine içinde bir sevgi vardı elbet, özellikle eskilere karşı. Her şeyi bir anda silip atması mümkün değildi çünkü. O kadar yaşadığı vardı onlarla, anıları, hala unutamadığı kahkahaları. Pencerede annesine gülümseyen Riona'yı görünce aklı başına gelmişti. Saatine baktı ve on dakika kadar kaldığını gördü. Hemen yatağının üzerinden kalktı ve olabildiğince çabuk bir şekilde giyindi. İçinde melez kampınınturuncu tişörtü ve dışında gümüş ceket pek olmamış gibiydi ama modayı düşünecek hali yoktu. Başına gümüş tacını geçirdikten sonra aynada kendisine baktı, dağınık saçlarıyla daha bir olmuştu sanki. Aynada kendine bakma faslını bitirdiğinde iki fıs parfüm sıktı ve kulübesinden koşarak ayrıldı. Gözü saatine takılmıştı, birkaç dakikacık kalmıştı derse sadece. Dersini okçuluk alanında yapacaktı. Oraya doğru koşarken nefes nefese kalmıştı ve bir önceki gün diğer eğitmen Fenix'le parkuru hazırladığı için içi biraz daha rahattı. Okçuluk alanına doğru olabildiğince hızlı bir şekilde koşuyordu, fakat koşarken birden yere kapaklandı. "D'immortales." diye fısıldadı kendi kendine ve diz kapağını tutarak yere kalktı. Başındaki tacını düzelttikten sonra sekerek yürümeye başladı. Melezlerin konuşmaları duyuluyordu, okçuluk alanına az bir mesafe kala. Kendi kendine gülümsedi ve diz kapağını tutmayı bıraktı. Artık öğrencilerin önüne çıkacaktı, ayrıca bir kere düşmeden de ölecek hali yoktu, sonuçta o ölümsüzdü. Dik bir şekilde tuttu başını ve okçuluk alanından içeri girdi, koskocaman τοξοβολία φάσμα yazan yere girdi. Saçları arkaya doğru dalgalanırken dik duruşu, eskisinden çok daha farklıydı. Bilerek somurtuyordu, çünkü gerçek avcı böyle olmalıydı. Son günlerde bütün avcılarda gerçek avcı olma telaşı vardı, son günler dediği ise yaklaşık bir altı sene kadar önceydi. Başı dik bir şekilde ilerlerken kümelenmiş öğrencilere baktı. "Herkes hedef tahtasına bakacak şekilde dizilirse derse başlayabilirim." dedi sitemkar bir ses tonuyla. Melezlerin dizilmesini beklerken arkada eski arkadaşlarını gördü ve yüzüne istemsizce bir gülümseme yayıldı. Ardından kendine geldi, o bir avcıydı. Melezlerin dizilmesini beklerken göğe bakmayı yeğledi, diğerlerinin yüzüne bakınca ister istemez yumuşuyordu çünkü ve lideri Artemis bu durumdan hiç hoşlanmıyordu. Ayda bir sefer geliyordu buraya, dersini vermek için. Ve ardından gidiyordu diğerleriyle beraber avlanmaya. Kahverengi gözlerini melezlere çevirdiğinde oturmalarının tamamlandığını gördü ve derse başlamaya karar verdi. "Merhaba ben Artemis Avcıları Lideri Satellite Morgan. Okçuluk dersi eğitmeninizim. Ayda bir kampa uğrayarak size eğitim vereceğim, bu kadar. İlk önce en başa gidelim isterseniz." dedi hedef tahtasına kolunu yaslayarak. Oldukça rahat bir profil oluşturduğundan emindi öğrencilerin gözünde. Sırtından istediği zaman çıkarabildiği oklarından çıkardı ve öğrencilere göstererek anlatmaya başladı. Yeni olduğu belli olanlar şaşırmış gibiydi, eskilerse sadece bu derse mecbur olduklarından geldiklerini oldukça belli ediyorlardı. "Ok, yay vasıtasıyla atılan ucu sivri bir tür silahtır. Biz Artemis avcıları dilediğimiz zaman sırtımızdan oklarımızı çıkartabiliriz fakat sizler okun sivri ucunun gazabına uğramamak adına ucuna metal bir kapak takarsınız." dedi ve sırtından yayını çıkardı hızlı bir şekilde. Öğrencilere doğru gösterdi ikisini de yine konuşmaya başladı. "Yay da ok atmak için hazırlanmış bir silahtır. Kavs veya kabza da diyebilirsiniz. Genelde ağaçlardan yapılır; akça ağaç ve kızılcık ağaçları yay için birebirdir." dedi ve konuşmasını bitirir bitirmez okunu, yayıyla fırlattı. Artistlik yaparcasına selam da verdi. Ardından hedef tahtasına döndü, oonu anlatmaya başladı. "Hedef tahtası, okunuzu fırlatacağınız yerdir. Gördüğünüz üzere en dışında siyah vardır, toplamda üç siyah bölge, iki tane beyaz bölge ve tam ortada bir tane kırmızı bölge vardır. Hedefiniz her zaman kırmızı bölge olmalıdır. Yoksa herkes hedef tahtasına tuturabilir." dedi başıyla onaylayarak. Ardından oku tutuş şeklini gösterip, melezlere ok attırmayı ve böylece deri bitirmeyi planlıyordu. Hedef tahtasının yanından uzaklaştı, parkurun tam ortasına geldi. Yine sırtından okunu ve yayını çıkardı, anlatmaya başladı. "Burada en önemli husus okunuzu tutarken kolunuzu tutuş biçiminizdir. İlk etapta olmayacağını bilseniz dahi doksan derecelik açıyla tutmaya çalışın kolunuzu. Ardından bacaklarınızı kırmamayı deneyin, en azından ilk seferde. Vücudunuz hep dik olsun ve kesinlikle hedefe bakın, başka bir yere bakmayın. Tek amacınız o karşınızdaki hedef olsun, sakın başka bir şey düşünmeyin. Aksi takdirde bu kadar melezin içinde rezil olursunuz. Unutmayın, hedefiniz karşınızdaki hedef tahtası değil, onun içindeki kırmızı bölge, hatta mümkünse kırmızı bölgenin de ortası. O kadar zor bir şey değil bu, yapabileceğinizi biliyorum. İyi şanslar." dedi ve melezleri izlemek üzere en arkaya geçti. Tavırlarıyla onların dikkatlerini dağıtmak isteyeceği en son şeydi çünkü.
- Out:
-Derslikten her melezin mezun olması zorunludur. -Ders ben bu mesajı yazdığım andan itibaren başlamıştır, önünüzdeki 168 saatin tadını çıkarın. -Konuşmalarımı kopyalayabilirsiniz fakat hepsini değil. Tabi bunun sonucunda uyanıklık yapıp iki kelimeyi de bırakmayın lütfen. Ayrıca yaptıklarımı direk üçüncü tekil şahısa da çevirmeye çalışmayın. Konuştuklarımı kopyalarsanız da açıklayın biraz, koskoca 168 saatiniz var, kullanın doyasıya. -Başarılar. (:
| |
| | | Carmen Gabriel Boudicca Ares'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 149 Kayıt tarihi : 21/06/11
| Konu: Geri: Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. Cuma Tem. 01, 2011 5:51 am | |
| Sabah olduğunda hızla yerimden kalktım. Bugün okçuluk dersleri başlıyordu. Midemde adını koyamadığım bir duygu vardı. Yatağımı düzelttim. Ve duşa girdim. Duşa girdiğimde bile oku nasıl tutacağımın provasını yapıyordum. Dirseğim duşakabine çarptığında tuhaf bir gürültü çıktı. Kardeşlerimden biri "İyi misin ?" diye seslendi. "Evet." diye bağırdıktan sonra duştan çıktım ve hızla saçımı kurulamaya başladım. Saatime baktım bir saat vardı. Odama ışık hızıyla daldım. Altıma eşofman altı üstümede kalın askılı bir tişört geçirdim.Deodarant'ı üzerime boca ettim. Koridorda bir kaç bubi tuzağına takıldım ve sonunda Ares kulübesinden çıkmayı başardım. ** Okçuluk alanına vardığımda yarım saat vardı ve daha kimse gelmemişti. İşimi şansa bırakamazdım.Yere oturdum. Başımı ellerimin arasına alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.Bunu başarmak istiyordum hemde çok. Ne kadar süre öyle durdum bilmiyorum ama kafamı kaldırdığımda melezler gelmeye başlamıştı. Kendi aralarında gülümsüyor ve şakalaşıyorlardı. Ayağa kalktım ve herkesten uzak bir köşeye geçtim. Kimsenin çenesini çekemezdim şu anda.Saçlarım dağılmıştı ve yüzümün etrafında dans ediyorlardı.Söylenerek saçlarımı baştan yaptım. Dersin başlamasına bir kaç dakika kala ayağa kalktım ve eğitmenimizin yolunu gözlemeye başladım. Kapıdan dimdik duruşuyla Satellite giriverdi. Saçları arkasında şelale gibiydi ve yüzünü asmıştı. Başı havadaydı ve birbiriyle şakalaşan öğrenci gruplarını süzüyordu."Herkes hedef tahtasına bakacak şekilde dizilirse derse başlayabilirim." dedi çınlayan bir sesle. Sesindeki sitemi benim dışımda kimse farketmemişti sanırım. Omzuma çarparak sıraya geçmeye çalışanlara ölümcül bakışlarımı fırlattım.Hatta sert çarpanlarından birini mıncıklamıştım bile.Duruşumu değiştirmedim.Çünkü geldiğimden beri hedef tahtası önümde kalacak şekilde duruyordum. Gözlerimle Satellite'nin her hareketini takibe almıştım. Gözleri benim arkamda duran bir kaç meleze takıldı. Ve yüzünü gülümseme kapladı.Ardından yüzüne yayılan gülümseme kayboldu ve gözleri gökyüzüne çevrildi.Herkes yerine geçtiğinde "Merhaba ben Artemis Avcıları Lideri Satellite Morgan. Okçuluk dersi eğitmeninizim. Ayda bir kampa uğrayarak size eğitim vereceğim, bu kadar. İlk önce en başa gidelim isterseniz."dedi ve sırtından bir kaç ok çıkardı."Ok, yay vasıtasıyla atılan ucu sivri bir tür silahtır. Biz Artemis avcıları dilediğimiz zaman sırtımızdan oklarımızı çıkartabiliriz fakat sizler okun sivri ucunun gazabına uğramamak adına ucuna metal bir kapak takarsınız." dedi. Neden olduğunu bilmeden gülümsedim. "Yay da ok atmak için hazırlanmış bir silahtır. Kavs veya kabza da diyebilirsiniz. Genelde ağaçlardan yapılır; akça ağaç ve kızılcık ağaçları yay için birebirdir." Satellite'in her sözünü beynime kazıyordum. Hedef tahtasına döndü ve onun açıklamasını da yaptı. "Burada en önemli husus okunuzu tutarken kolunuzu tutuş biçiminizdir. İlk etapta olmayacağını bilseniz dahi doksan derecelik açıyla tutmaya çalışın kolunuzu. Ardından bacaklarınızı kırmamayı deneyin, en azından ilk seferde. Vücudunuz hep dik olsun ve kesinlikle hedefe bakın, başka bir yere bakmayın. Tek amacınız o karşınızdaki hedef olsun, sakın başka bir şey düşünmeyin. Aksi takdirde bu kadar melezin içinde rezil olursunuz. Unutmayın, hedefiniz karşınızdaki hedef tahtası değil, onun içindeki kırmızı bölge, hatta mümkünse kırmızı bölgenin de ortası. O kadar zor bir şey değil bu, yapabileceğinizi biliyorum. İyi şanslar." dedi. Kendimi bilmez halde onun dediklerini mırıldanıyordum. Hepsini aklımda tutmam gerekecekti.Ve tekrarlamazsam aklımda tutamazdım. Sözünü bitirir bitirmez arka taraflara yürüdü. Yerimden hızlıca doğruldum. İlk ben olmak istiyordum.Kenarda duran ok ve yayı aldım. Vücudumu dik tuttum. Vücudum kaslıydı bu yüzden kollarıma güveniyordum. Yayı gerdim ve doksan derece açıyla tuttum.Kol kaslarım hafifçe seyirdi. Anlaşılan böyle bir şeye hazırlıklı değillerdi. Bacaklarımı gerdim. Tek gözümü kıstım ve hedefe odaklandım.Kırmızı bölgeye odaklandım ve yayı bıraktım. Ok büyük bir hızla uçtu ve kırmızı bölgeye saplandı. Melezler alkışladılar.Sırıtarak hedef tahtasına yaklaştım. O da ne! Ok kırmızı yere saplanmıştı. Ama tam ortasına değil sınırına.Hırslanmıştım. İyisini değil en iyisini istiyordum.Ve bunu almak için her şeyi yapacaktım.İstersem akşama kadar burada kalayım ve binlerce kez atış yapayım. Umurumda değildi. Satellite'nin dediği kırmızı noktanın ortasını istiyordum. Benden sonra kalkan Melez'e kötü bir bakış attım ve yerine geri oturmasını sağladım. "Bir daha deneyeceğim." dedim yüksek sesle.Oku yaya oturttum ve çektim. Kolumu yeniden doksan dereceye getirdim.Bacaklarımı gerdim. Vücudumdaki kaslar isyan ediyordu. Isınmadığım için olmalı diye düşündüm. Acıya rağmen kendimi sıktım. Aynı anda nerde hata yaptığımı buldum. Oka sapma açısı vermemiştim. Bunu göz önüne aldım. Gözlerimi kırmızı noktaya diktim. O noktaya o kadar dikkatli bakıyordum ki geceleri rüyama gireceğinden emindim.Yayı bıraktım ve ok hızla hedefe uçtu. Ve bingo ! Kırmızı hedefin ortasını tutturmuştum. İçimden gelen zıplama isteğini bastırdım ve gülümseyerek yerime geçtim. | |
| | | Luke Winchester Hermes'in Çocuğu/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 237 Kayıt tarihi : 06/09/10
| Konu: Geri: Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. C.tesi Tem. 02, 2011 4:15 am | |
| Gece karanlığını daha yeni yeni güneşin kollarınabırakırken Luke'un tek derdi Ok Atma Teknikleri Sınıfına yetişmek değildi. Güneş hafif ve daha serin ışıklarını ormanın iç kısımlarına ulaştırmakta gecikmişti. Luke koşmaya çalışıyor fakat her hızlanışında ayaklarına çalılar dolanıyor ve acıdan durmak zorunda kalıyordu. Luke kaçmaya çalışırken ağzına giren bitki ve böceklerden haz almıyordu fakat yorgunluğun bir gereği olarak daha fazla nefes alabilmek amacıyla ağzını açık tutuyor ve seri kısa nefesler alıyordu. Gücünü kullanamamanın verdiği stres nedeniyle vücudu tamemen terle kaplanmıştı. Üstüne birde adrenalin sagıladı düşünülünce Luke'un tarif edilemez kokusunu takip etmek bir insan için bile gayet mümkündü. Orman yavaş yavaş uyanıyor periler duydukları kötü kokunun etkisiyle söylenmek için dışarı adım atıyorlar fakat zar zor ilerleyen melez ve peşindeki mahluğu görünce zaman kaybetmeden ağaçlarının içine dalıyorlardı. Luke etrafında olan biten hiçbir şeyle ilgilenmiyor sadece daha hızlı ilerlemeye çalışıyordu. Canavarın hemen hemen arkasında olduğu açıktı. Çünkü canavarın köpek balığı gibi hırlamasını ve sarımsaklı makarna gibi kokannefesini hemen arkasında hissedebiliyordu. Tek derdi şu ormandan çıkıp onu açıklığa çekmekti. Bu orman onun alanıydı bu yüzden hiç şansı yokmuşgibi görünüyordu. Halbuki burada bile onu yenebileceği bir ortam yaratabilirdi fakat yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle sağlıklı düşünemiyordu. Güneş artık iyice yükselmiş tüm sıcaklığıyla etrafı aydınlatıyor ve ısıtıyordu. Luke bedenin dahada ısındığını ve yavaş yavaş yaralarının yandığını farketti. Terle kaplanan yaralarının güneşleberaber kavrulmasıyla Luke müthiş bir acının eseri olmuştu. Yarası kolunu boydan boya kaplıyordu. Bir iki santim genişliğindeydi. Bir mantikor'un keskin ve dağlayan pençesiyle henüz geçen hafta açtığı bu yara iki gün önce ancak kabuk bağlamaya yüz tutmuştu. Bu nedenle şimdi yeniden açılıyor ve eskisinden daha büyük bir acıyla Luke'u dürtüyordu.Sadece kolunun acıması Luke delirtmeye yetecekken yıdikenlerin pantalonunu delmesiyle oluşan küçük ama bitkilerin hafif ve keskin zehrini içinde bulunduran yaralar güneşin kamçılamasıyla inanılmaz bir acının başlangıcını getireceklerini haykırıyorlardı. Luke kolunu sargıya almamayı elbetteki ihmal etmemişti. Fakat peşindeki mahluk onu kıstırdığında sargısınıda doymak bilmez yaratığın midesine armağan etmişti. Luke şu an kendisine küfür ediyordu. Babasına etmesi gereken küfürleri kendine ediyordu. Kuzenine etmesi gerekenleri kendine ediyordu. Neden onları dinleyip bu yaratığı avlamaya geldiğini anlamıyordu. Kendi yoluna gitmeliydi. Bu işleri bırakmıştı artık. Kuzeniyle birlikte yaptıkları geçmişte kalmıştı. Onları unutması ve bir kenara atması gerekiyordu. Fakat duygularına yenik düşmüş ve kendini burada bulmuştu. Şansı varken Sirius'u dinlemesi gerektiğini biliyordu. Artık işim bitti diyordu fakat hala harekete devam ediyordu. Umudu yoktu. Canavarın neden saldırmadığını da biliyordu. O Luke'un kendi kendisini öldüreceğinden emindi. Luke artık son bir gayret göstermeye çabaladı. Çalılara rağmen hızlandı. Yarasının ona hissetirdiği amansız acıya rağmen hızlan ve ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Büyük bir hızla hava bir kavis çizdi, tüm bunları istemsz bir biçimde yapıyordu. Ayağı bir çalıya takılmış ve havalanmıştı. Yere kapaklandı veyerde yuvarlanmaya başladı. Sonunda çalıların arasından fırladı ve bir obanın uzun topraklarına giriş yaptı. Hala yuvalanıyordu. Gözüne otlar bir bahçe kurmuşlardı. Luke kendini durduramıyordu. Sonunun geldiğini anlamıştı. Bir kayaya çarpıp durdu. Çarpış kaburgalarını çıtlatmıştı. Kafasınıda çarpmış olamalıydı çünkü kafasında bir ıslaklı hissediyordu. Muhtemelen bu kandı. Ayrıca terle karışık kan kosusu havaya yayılmış ve canavarları çağrıyordu. Luke nasıl ayağa kalktığını bilemedi. Son gördüğü şey peşindeki mahluğun kırmızı alev saçan gözleriydi. Sonra gözleri kapandı, ayakları tek başına hareket ediyordu. Hiçbir şey hissedemiyordu. Gözlerini dahi açamıyordu. Son hızda hareket ettiği kesindi. Savaşmayı istior fakat beynindeki hayatta kalma iç güdüsünü onu direk Melez Kampı'na götürmeye niyetli gibi gözüküyordu. Vücudu bir kukla gibiydi kendi kontrolünden çıkmıştı. Hareket halindeyken kendinden geçti.
Uyandığında tüm vücudunda korkunç bir ağrı vardı. Bir yatağın üzerine serilmişti vücudu. Biraz sonra sersemliğinden kurtuldu. Kendini yataktan dışarı attı ve kolundaki yaraya küçük bir tedavi uygulayıp İyice su geçirmez bandajlarla sardı. Duş alması gerekliydi. Üstündekilerden kurtuldu ve kendini suyun aseletine teslim etti. Soğuk su onu kendine getirmiş ve kafasını rahatlatmıştı. Bedeni geçirdiği travmanın etkisinden suyun akıcılığıyla sıyrılıyordu. Bayaklarındaki küçük diken yaraları su deydikçe hafifce sızlıyor fakat gerçekten büyük bir acı yaşatmıyorlardı. Luke bunlarla ne zaman ilgileneceğini bilemiyordu. Duştan sonra üstünü giyinmek için dolabını açtığında unutmuştu, buralara uzun süredir uğramışyordu ve pradaki elbiselerin tümü altı yıl öncesine ağitti. Odasına hiç dokunulmamış olması onu rahatlatmıştı. Fakat bu durum biraz karmaşıktı. Buraya gelmeden önceki elbiselerine baktı. Hiç iyi durumda değillerdi. Onları iyice temizledikten sonra başka çaresi olmadığı için bunları giymek zorunda kaldı. Tamamen sefil durumdaydı. Buna aldıracağı falan da yoktu. Kendini dışarı attı. Ne yapacağı konusunda en ufak bir fikri yoktu. Eon bile yanında değildi. Bir grup melezin okçuluk alanına gittiğini gördü. Bunlar henüz yeniydiler. Yanlarına gidip sordu, ''Merhaba, siz nereye gidiyorsunuz?'' çocuklar bu adama bir anlam veremeişlerdi. Onu baştan aşağı süzdüler bir dilenci gibi duruyordu. Luke aldırmadı. İçlerindem biri az sonra cevap verdi, ''Dünyadan sana! Bugün Okçuluk sınıfı başladı adamım! Hadi kıçını kaldır da sende oraya git bence!'' çocuklar bu laflar üzerine gülerek yollarına devam ettiler. Luke bu konuşmanın hiçbir tarafına anlam verememişti. Geçen on yılda sadece çocukların büyümediği kesindi. Konuşmaları bile değişmişti. Acaba hala psp oynuyorlar mı diye düşündü Luke. Fazla kafa yormaması gerektiğini düşündü. Bir ders varsa oraya bu halde gidecek değildi. İlk önce kamp marketine uğradı. Üstüne doğru düzgün bir şeyler aldı. Emin değildi dersler için biraz yaşlı sayılırdı. Aldırmadı. Okçuluk alanından içeri girdi. Etraf melez kaynıyordu gerek eskiler gerekse yeniler... Luke kendine bir köşe buldu ve beklemeye başladı. Güneş gerçekten insanı boğuyordu. Dayanılmaz bir hava vardı. Dersliğin eğitmeninin dahi kim olduğunu bilmiyordu. Az sonra öğrenecekti nasıl olsa... Eğitmen içeri adım atmasıyla birlikte ağır havasını orataya koymayı başarmıştı. İçeri bir avcının geldiği gayet açıktı. Yüzünde sert bir ifadenin asilce yer aldığı anda tam bir gülümseme yüzünü kaplayacakken tuttu kendini. Luke acaba rol mü yapıyor diye düşündü ama hemen boşalttı aklını ve eğitmene kulak verdi, ''Herkes hedef tahtasına bakacak şekilde dizilirse derse başlayabilirim.'' dayandığı yerden doğruldu ve diğer herkes gibi sıcaqın herkesi kavurduğu alanda sıraya geçti. Düşünceleri tamamen karmakarışıktı. Son günlerde olan şeylere bakılınca nerede olduğuna anlam veremiyordu. Evinde oturup keyif çatmak varken yıllardır uğramadığı kampına tamamen bir kukla gibi sürüklenmişti. Bunu kendisi istememişti. Neden eve doğru kaçmadığını, kampa geldiğini anlamak istemiyordu. Gerçek içindeydi fakat bulmak istemiyordu... Düşüncelerini toparladı ve kendini derse adamaya karar verdi, "Merhaba ben Artemis Avcıları Lideri Satellite Morgan. Okçuluk dersi eğitmeninizim. Ayda bir kampa uğrayarak size eğitim vereceğim, bu kadar. İlk önce en başa gidelim isterseniz." , klasik bir tanışm konuşmasının ardından hedef tahtasına kolunu yasladı. İyi bir görünü oluşturmayı başarmıştı. Sırtından istediği zaman alabildiği oklardan çıkardı. Luke etrafına bakınca ağızları kocaman açılmış hayretle bunu izleyen yeni melezlerin şaşkınlıklarına pek anlam veremesede onları anlar gibi oldu. İnsan yaşlandıkça empati yeteneğini yitiriyordu. Özellikle küçüklere karşı... Kendini bu düşüncelerden arındırarak eğitmenin açıklamasına vermeyi düşündü, "Ok,yay vasıtasıyla atılan ucu sivri bir tür silahtır. Biz Artemis avcıları dilediğimiz zaman sırtımızdan oklarımızı çıkartabiliriz fakat sizler okun sivri ucunun gazabına uğramamak adına ucuna metal bir kapak takarsınız." Gerçekten yeniler için çok aydınlatıcı konuşuyordu. Luke ise şimdiden uygulamalı eğitimin başlaması için can atıyordu. Ok ve diğer tüm silahlarda ustalaşması için önünde yıllar vardı ve Luke bu yılları en iyi biçimde değerlendirmişti. Eğitmen sırtından hızlıca yayını çıkardı. Ok ve yayını şimdi öğrencilerine doğru tutuyordu. "Yay da ok atmak için hazırlanmış bir silahtır. Kavs veya kabza da diyebilirsiniz. Genelde ağaçlardan yapılır; akça ağaç ve kızılcık ağaçları yay için birebirdir." Evet genelde ağaçlardan yapıldığı doğruydu. Fakat Luke'un kullandığı yay ejderha pullarından yapılmıştı. Arada dağlar kadar fark vardı tabii. Fakat sonuçta yayın özelliğinin yanında kullanan kişinin kabiliyetide çok önemliydi. Luke kendi yayının bir Artemis Avcısı'nın elinde olduğunu düşündüğünde kendisinden daha farklı sonuçlar çıkacağına emindi. Eğitmen hedef tahtasına döndü. On anlatmak için hazırlandığı belliydi, "Hedef tahtası, okunuzu fırlatacağınız yerdir. Gördüğünüz üzere en dışında siyah vardır, toplamda üçsiyah bölge, iki tane beyaz bölge ve tam ortada bir tane kırmızı bölge vardır. Hedefiniz her zaman kırmızı bölge olmalıdır. Yoksa herkes hedef tahtasına tuturabilir." sözlerini bitirdi ve başıyla onayladı. Eğitmen koşarak parkurun ortasına geldi ve pozisyonunu aldı. Luke şimdi işler iyiyiye gidiyor diye düşündü. Biraz sonra aynısını onlarında yapması istenecekti , "Burada en önemli husus okunuzu tutarken kolunuzu tutuş biçiminizdir. İlk etapta olmayacağını bilseniz dahi doksan derecelik açıyla tutmaya çalışın kolunuzu. Ardından bacaklarınızı kırmamayı deneyin, en azından ilk seferde. Vücudunuz hep dik olsun ve kesinlikle hedefe bakın, başka bir yere bakmayın. Tek amacınız o karşınızdaki hedef olsun, sakın başka bir şey düşünmeyin. Aksi takdirde bu kadar melezin içinde rezil olursunuz. Unutmayın, hedefiniz karşınızdaki hedef tahtası değil, onun içindeki kırmızı bölge, hatta mümkünse kırmızı bölgenin de ortası. O kadar zor bir şey değil bu, yapabileceğinizi biliyorum. İyi şanslar." sözlerini bitirdi ve izlemek için en arkaya geçti. Herkes sırayla kalkıp en iyi atışlarını yaptı. Rezil olandan gönülleri azananlara kadar çeşitli kişiler çıkıp atışlarını yaptılar. Luke bunları izlerken zevk almıştı. Özellkile rezil olan acemileriizlerken. Bir tanesi beş atış yapıp sadece ikisinde hedef tahtasını tutturabilmişti. Luke kalma sırasının kendinde olduğu farkedince harekete geçip yerden yayı ve iki ok alıp hedefin 20-25 metre ötesine geçti. Sol ayağını bir 45 santim kadar açtı ve sırtını tamamen dikleştirdi. İki oku da yaya yerleştirdi. Görüşünü netleştirmek için bir kaç kere gözlerini kırpıştırdı. Sıcağın altında nişan almak çok kolay değildi. Terlemeye başlamıştı görüşünü bozan bir faktördü bu. Aldırmadı. Kolarını tamamen dik ve doksan derecelik bir açıyla tutmaya özen gösteriyordu. Kırmızı noktayı tamamen okun ucunda görmüştü. En rahat olduğu anda yayı bıraktı ve oklar havada dönerek kırmızı noktayı dağladılar ve hedefin arkasına geçtiler. Çok hızlı gitmişlerdi. Luke'un müthiş hızına uygun bir biçimde... Başıyla eğitmene selam verdi ve olumlu bir bakış aldı. Yerine geçerken buraya gelmeden önce gördüğü çocukların kendisine dehşetle baktığını görünce içini küçük bir sevinç kapladı. Bunca yıldan sonra sonunda aradığı saygı çok yakınlarında olacak gibiydi... | |
| | | Chelsea Cocteau-Evans Zeus'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 324 Kayıt tarihi : 20/03/11
| Konu: Geri: Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. Salı Tem. 05, 2011 8:49 am | |
| Birkaç günlüğüne kampa geri dönmüştük. Aslında uğramayı istiyordum. O kadar yıldan sonra neler değişmişti kim bilir? Uğrama sebebimiz vermemiz gereken derslerdi. Biraz daha ertelersek – ki benim vaktim sonsuz- Tanrıça Athena bize kızmaya başlayacaktı. Gözlerimi ahşap dolaba dikip bunları düşünüyordum. Hava sıcaktı ama üstümdeki pikeyi bir kenara fırlatmıyordum. Yatakta uyumak garip bir histi ama bir o kadar güzeldi. Yavaş yavaş doğrulup kendimi yataktan dışarı attım. Kulübede gezerken kimsenin uyanmadığını fark ettim. Biri benden önce davranmadan tuvalete gittim. Soğuk su tenime değdiğinde kendimi iyi hissettiğimi fark ettim. Aynaya baktığımda daha insani göründüğümü fark ettim. Kahverengi saçlarımı düzelttim, yüzümü kuruladıktan sonra tuvaletten çıktım. Ufak adımlarla odama gittim. En bol kot pantolonumu bulup geçirdim. Mecburen turuncu, üzerinde Melez Kampı yazan tişörtü geçirdim. İğrenç gözüküyordum, üzerime büyük gelen kıyafetlerle. En iyisi kotu değiştirmekti. Daha derli toplu olan siyah kotumu geçirdikten sonra kulübeden dışarı çıktım. Biraz kampı gezecektim ve Sat’ten önce orada olmalıydım. Kamp ilk geldiğim günler beni heyecanlandırırken şimdi hiçbir duygu yaşatmıyordu. Etrafta ufak çocuklar koşuyordu, melez kampından ziyade çocuk yuvasına dönmüştü burası. Yetişkin melezleri görünce şaşırmıştım, hepsi büyümüştü, bazıları evlenmişti ve çocuk yapmışlardı. Ne sıkıcı bir hayatı seçmişlerdi. Gözüm ilerdeki plaja kaydı. Çocuklarla oynayan nemfleri gördüm, birbirlerine su sıçratıyorlardı. Ne kadar sıkıcı! Dersin başlamasına az kalmıştı. Sat’in zaten öğrettiği şeyleri tekrardan görecektim. Ayaklarımı sürte sürte yürümeye başladım. Keşke bir an önce bitse de geri kampımıza dönebilseydik.
Okçuluk alanına vardığımda birkaç melezin çoktan orada olduğunu gördüm. Kendi aralarında gülüp konuşuyorlardı. Sat nerede kaldın! Dersin başlamasına on dakika kalmıştı. Sat’in sarı saçlarının dalgalanışını görmüştüm. Tanrılara şükürler olsun gelebilmişti. Sakin ve dik yürüyüşü dikkatleri üzerine topluyordu. Emin adımlarla hedef tahtalarının önünden geçti. "Herkes hedef tahtasına bakacak şekilde dizilirse derse başlayabilirim.” Dedi sitemkâr sesle. Bir an önce hazırlansalar da yormasalardı bizi. Sat’i fazla yormak istemiyordum. Uyuşuk şekilde yerine geçen melezlere kötü kötü bakıyordum. Derin nefes aldım ve hazırdım artık. Diğerlerinin de hazır olmasını beklemeye başladım. Sat konuşmaya başlayınca herkes toparlandı."Merhaba ben Artemis Avcıları Lideri Satellite Morgan. Okçuluk dersi eğitmeninizim. Ayda bir kampa uğrayarak size eğitim vereceğim, bu kadar. İlk önce en başa gidelim isterseniz." Diyerek derse başladı. En baştan derken ne kadar baştandı? Hedef tahtasına yaslandı ve havalı bir hareketle okunu sırtından çıkardı. "Ok, yay vasıtasıyla atılan ucu sivri bir tür silahtır. Biz Artemis avcıları dilediğimiz zaman sırtımızdan oklarımızı çıkartabiliriz fakat sizler okun sivri ucunun gazabına uğramamak adına ucuna metal bir kapak takarsınız." Bu kadar mı başa gitmiştik! Dinlemeliydim dersi en azından Sat’e saygım vardı. Ok çıkarışına hayretle bakan melezler beni güldürmüştü. O havalı hareketi ben de yapabiliyordum. Sırtım dikleşti ve tekrar Sat’e odaklandım. "Yay da ok atmak için hazırlanmış bir silahtır. Kavs veya kabza da diyebilirsiniz. Genelde ağaçlardan yapılır; akça ağaç ve kızılcık ağaçları yay için birebirdir." Diyerek teknik bilgilerden de bahsetmişti. Ne kadar da iyi bir eğitmendi Sat. İlk geldiğimde benimle özel olarak ilgilenmişti, o başarısız atışlarımı o düzeltmişti. Yayını gerip okunu tam da hedef tahtasının ortasına attı. Ufak bir selamlamayla havasını da attı. Bu beni gülümsetmişti, bana baktığında göz kırptı. İyi ki Sat ile tanışmıştım. Ellerini kavuşturarak konuşmaya başladı. Şimdi ise Hedef tahtasını işaret ediyordu. "Hedef tahtası, okunuzu fırlatacağınız yerdir. Gördüğünüz üzere en dışında siyah vardır, toplamda üç siyah bölge, iki tane beyaz bölge ve tam ortada bir tane kırmızı bölge vardır. Hedefiniz her zaman kırmızı bölge olmalıdır. Yoksa herkes hedef tahtasına tuturabilir." Dedi, haklıydı önemli olan tam orta noktaydı. Artık o noktayı rahatlıkla vurabiliyordum. Ustalaşmış sayılarım her ne kadar Sat gibi olamasam da. “Burada en önemli husus okunuzu tutarken kolunuzu tutuş biçiminizdir. İlk etapta olmayacağını bilseniz dahi doksan derecelik açıyla tutmaya çalışın kolunuzu. Ardından bacaklarınızı kırmamayı deneyin, en azından ilk seferde. Vücudunuz hep dik olsun ve kesinlikle hedefe bakın, başka bir yere bakmayın. Tek amacınız o karşınızdaki hedef olsun, sakın başka bir şey düşünmeyin. Aksi takdirde bu kadar melezin içinde rezil olursunuz. Unutmayın, hedefiniz karşınızdaki hedef tahtası değil, onun içindeki kırmızı bölge, hatta mümkünse kırmızı bölgenin de ortası. O kadar zor bir şey değil bu, yapabileceğinizi biliyorum. İyi şanslar." Dedi ve arkaya doğru yürüdü. Duruş konusu çok zor sayılmazdı ama aklını boşaltma gerçekten zordu. Hedefe odaklandım. Birden aklıma annem geldi. Nereden gelmişti ki aklıma şimdi! Sırtımdan havalı bir hareketle oklarımı çıkardım. Kırmızı noktaya odaklandım. Derin nefes aldım ve beynimi boşaltmaya çalıştım. Duruşumu düzelttim, dik duruyordum. Açımı ayarladım ve hedef noktasına baktım. Fırlatmaya hazırlanırken biri yanlışlıkla benim hedef tahtama atmıştı. Yayı esnettim ve oku yere bıraktım. Sinirlenerek hedef tahtamdan çıkartım ve bir yere fırlattım. Dönerken Sat ile bakıştım. İçtenlikle gülümsedi. Yerime geçtim artık okumu atabilirdim. Tekrar hazırlandıktan sonra okumu bırak ve tam isabet! Kırmızı dairedeydi. İlk seferde yapmıştım. Sat’ ders bitti diyene kadar ok atacaktım. En azından sevdiğim bir işi yapacaktım. Kırmızı daire doldukça okları çıkarıyor ve tekrar atmaya başlıyordum. Sonunda beklediğim ses duyuldu. “Evet, dersimiz sona erdi. Katıldığınız için teşekkürler.” Dedi Sat. Herkes ok atmayı bırakmış Sat’e bakıyordu. Kocaman bir gülümsemeyle Sat’e baktım. Minnettardım ona. Artık kulübeme dönebilirdim. Yavaş adımlarla kulübeme doğru yürümeye başladım. | |
| | | Ange Morgan Lamartine Apollon'un Çocuğu/Kulübe Denetleyicisi
Mesaj Sayısı : 1353 Kayıt tarihi : 18/08/10
| Konu: Geri: Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. Salı Tem. 05, 2011 9:44 pm | |
| Sabah, küçük dolabımın üstünde duran çalar saatle uyandım. İçimden saati yere atmak ve kırılana kadar üstünde tepinmek gibi karşı konulmaz bir istek vardı. Bunun yerine içimi çekip yatağımdan doğruldum ve yatağımın ucuna itilmiş yorganımı alıp yatağımın üstüne örttüm. Acele etmeden dolabımı açtım, hava çok sıcaktı. Bu yüzden mavi kot şortumu giydim bir de dolabımı iyice karıştırıp arkaya atılmış turuncu ‘Melez Kampı’ yazan tişörtümü üstüme geçirdim. Bileğimde duran sarı lastik tokamla saçımı topuz yaptım. Bu günlerde tercih ettiğim ve beni rahatsız etmeyen tek saç şekliydi. Yatağımın yanında duran içi dolu ok çantamı sırtıma geçirip yayımı da omzuma astım. Odamdan çıktım ve Salona ilerledim. Bugüm bütün kardeşlerim eğitim için dışarı fırlamış ve kulübeden çıt çıkmıyordu. Büyük ihtimalle dışarı çıkmayanlarında çoğu yataklarında güzellik uykusundaydılar. Bir şey hazırlanmadığını hissettiğim halde yine de mutfağa ilerledim. Mutfak, bütün günün aksine bugün boştu ve kimse bugün yemek yapma zahmetine girmemişti. Ne zamandır yemekleri kardeşlerimin yaptığı düşünülürse bu normaldi. Bir gün onlara yemek hazırlamalıydım. İçimi çekip kulübemden çıktım ve yemek gazinosuna kahvaltı için ilerledim. Apollon Masasına oturdum ve nemflerin önüme yemek getirdiklerini gördüm. Bu gün kızarmış ekmek vardı. Ekmeğime yağ sürüp ağzıma atarken içeri Julia girdi. Kendi ekmeğini alıp ağzına atarken “Günaydın,” diye mırıldandı. Ona karşılık verdim. Elini bizim masayı işaret ederek etrafında gezdirdi ve “bu gün herkes nereye gitmiş? “ diye sordu. Ekmeğimi ağzıma tıkıp ayağa fırladım ve ağzımdakini bitirip “ Ben de gidiyorum. Okçuluk Dersi almaya.” Başını salladı ve ağzına bir ekmek parçası daha attı. Hemen oradan çıkıp ikizimin eğitim verdiği Okçuluk Teknikleri Sınıfı’na ilerledim. Ayaklarıma bakmadan koşmaya çalışıyor, bir yandan da yemekte oyalanıp geç kalmamdan endişe ediyordum. Ders Okçuluk Alanı’nda yapılacaktı. Oraya birçok kez gittiğimden ayaklarımı yolu ezbere koşmaya devam ediyordum. Okçuluk Alanı’na diğer bütün öğrencilerle birlikte girince rahatlayıp Sat’ı dinlemek için öğrencilerin aralarına karıştım.
Sat bütün günün aksine bugün bilerek somurtuyordu. Onu tanımasam ve avcı olduğu için böyle davrandığını bilmesem ben bile ondan korka bilirdim. Sat sıraya geçmemizi isteyince sözünü yeniletmeden önümde hedef tahtası duracak şekilde yerimi aldım. Sat öğretmeye kendini tanıtarak başladı. Gözünü öğrencilerin üstünde gezdirdikçe yumuşadığını fark ediyordum ama çok geçmeden kendini toparlıyordu. Hedef Tahtasına sırtını yaslamış bir şekilde sanki günlük olaylardan bahseder gibi oku anlatmaya başladı. Oku ve yayı ne işe yaradığını çok yakından bildiğim halde yeni öğrenciler şaşkınlık içinde Sat’ı dinliyor ara sıra gözleri ellerindeki oklara kayıyordu. “ "Ok, yay vasıtasıyla atılan ucu sivri bir tür silahtır. Biz Artemis avcıları dilediğimiz zaman sırtımızdan oklarımızı çıkartabiliriz fakat sizler okun sivri ucunun gazabına uğramamak adına ucuna metal bir kapak takarsınız." sırtındaki yayı profesyonel bir şekilde tutup görmemiz için kaldırdı. "Yay da ok atmak için hazırlanmış bir silahtır. Kavs veya kabza da diyebilirsiniz. Genelde ağaçlardan yapılır; akça ağaç ve kızılcık ağaçları yay için birebirdir." Benim yayım akça ağacındandı. İlk başlarda kampta derslik olmadığı için bunu öğrenmem uzun zamanımı almıştı. Ardından ikizim okunu yayına yerleştirip gerdi ve hedef tahtasına gönderdi. Ok tam 12'den vrunca eğilip öğrencilerine selam verdi ve Hedef tahtasının yanına gidip bu sefer hedef tahtasını anlatmaya başladı. "Hedef tahtası, okunuzu fırlatacağınız yerdir. Gördüğünüz üzere en dışında siyah vardır, toplamda üç siyah bölge, iki tane beyaz bölge ve tam ortada bir tane kırmızı bölge vardır. Hedefiniz her zaman kırmızı bölge olmalıdır. Yoksa herkes hedef tahtasına tuturabilir." Sat hedef tahtasının yakınından ayrılıp sahanın ortasına geldi. Sırtındaki istediği anda beliren ok çantasından bir tane ok çıkartıp yayına yerleştirdi ve hedef tahtasına döndü, anlatmaya başladı. Hedef tahtasının yanından uzaklaştı, parkurun tam ortasına geldi. Yine sırtından okunu ve yayını çıkardı, anlatmaya başladı. "Burada en önemli husus okunuzu tutarken kolunuzu tutuş biçiminizdir. İlk etapta olmayacağını bilseniz dahi doksan derecelik açıyla tutmaya çalışın kolunuzu. Ardından bacaklarınızı kırmamayı deneyin, en azından ilk seferde. Vücudunuz hep dik olsun ve kesinlikle hedefe bakın, başka bir yere bakmayın. Tek amacınız o karşınızdaki hedef olsun, sakın başka bir şey düşünmeyin. Aksi takdirde bu kadar melezin içinde rezil olursunuz." dedi ve unutmamamız için nereye vurmamız gerektiğini tekrar üstünden geçti. En sonunda bize iyi şanslar dileyip hepimizi görebileceği parkurun en arkasına geçti.
Sat'ın anlattığı şeyin çoğunu biliyordum. Ama bir kez daha yeni öğreniyormuş gibi Sat'ın dediklerini adım adım tekrarladım. Okumu yayıma yerleştirip kolumun okumun altında doksan derecelik açıyla durmasına dikkat ederek sırtımı dikleştirdim. Gözlerimi kısıp kırmızı noktaya odaklandım ve yayımın telini bıraktım. Okum havada süzülerek kırmızı noktayı buldu. İçimi çekip gözlerimle Sat'ı aradım. Yeni olan ve beceremeyen öğrencilerin yanına gitmiş onlara nasıl yapacaklarını tekrar anlatıyordu. Gözlerim tekrar hedef tahtasını bulunca sırtımdan bir ok daha çıkarıp yayıma yerleştirdim ve hedef tahtasına gönderdim. Okum havada dönerek hedef tahtasındaki kırmızı noktaya, diğer okumun yanına yerleşti. Kampta herkes bir silah kullanmak konusunda ustaydı. Artemis Avcıları ve Apollon Çocuklarıysa ok konusunda ustaydılar. Tekrar sırtımdan ok çıkartıp yayıma yerleştirdim. Gözlerimi kırmızı noktaya diktim. ikizim dersi bitirene kadar burda ok atacaktım. En azından rezil olma gibi bir durumum yoktu. Yada var mıydı? Yayımın telini bırakıp okumun gitmesine izin verdim. Sorun değildi, ok atmayı her zaman çok sevmiştim... | |
| | | Liliana Caprice von Dorff Demeter'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 105 Kayıt tarihi : 15/06/11
| Konu: Geri: Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. Cuma Tem. 08, 2011 4:26 am | |
| Bütün gece doğru düzgün uyuyamamıştım. Her gözümü kapattığımda kabus görüyordum. Sabahın erken saatlerinde yataktan kalktım. Yani alarmın çalmasına gerek yoktuki bir alarm da kullanmıyordum .Geçenkini üstünde tepinerek kırmıştım. O yüzden kendime yeni bir saat almalıydım. Neyse madem vaktim vardı ben de Syrena’yı görmeye karar verdim. Yataktan ayaklarıma takılan yastıkları iterek çıktım.Belkide fırlatarak çıktım.Yumuşacık terliklerimi giydim. Aynadaki görüntüm de gözlerimin altında morluklar oluşmuştu. Aynaya elime aldığım bir yastığı fırlattım ve yorgun bir şekilde banyonun yolunu tuttum. Ilık su gerçekten rahatlatmıştı. Uykumda tamamiyle açıldı.Sonra duştan çıktım. Üstüme bir kot pantolon ile rahat bir t-shirt giydim. Bugünkü ders için özellikle kollarımın rahat olmasını istedim. Sonra her zaman ki gibi kolyemi ve aynamı yanıma alıp dışarı çıktım. Ormana doğru koşarak gittim. Syrena’yı bulmak ve onunla kabuslarım hakkında konuşmak istiyordum. Tüm ormanın her bir karışını teker teker aradım. Ama bir türlü onu bulamadım. Neredeydi bu kız? Çok büyük bir batağa düştüm. Çünkü şansıma Syrena ortalıkta değildi.Ben de sevgili çam ağacımla biraz sohbet ettim. Sonra patikadaki yolu takip ederek deniz kenarına indim. Evet bir kaçığım belki. Çünkü bir satir yolundan aşağı iniyordum ama inişler ve çıkışlar beni özgür hissettiriyor. Uçurum kenarları filan işte. Sonra kampa doğru yöneldim. Hala garip hissediyordum çünkü etraf çok değişmişti. Ne deyebilirim ki? Etrafta küçük melez çocukları hatta küçük tanrı çocuklarını bile vardı. Çok mu yaşlandım ne? Ama ben yaşlanmam. Hala gencim ve güzelim. Küçük bir çocuk gibi dil çıkarasım geldi ama kime çıkaracaktım? Saçmalık. Ben kıyı boyunca ilerlerken yemek saati haber verilmişti bile. Ama deneyimli olmanın iyi bir yanı vardı. O da biz daha deneyimliydik. Eee o kadar olsun. Yolda arkadaşım Marcella’ya rastladım. Onunla tanıştığımız günü ilk günkü gibi hatırlıyorum. Hafızam mükemmeldi. Yol boyunca konuştuk. Arada gülüyorduk. Biraz da genç melezleri süzüyor onlara tepeden bakıyorduk. Aslında bazen bize ‘hadi bunak’ diyeceklerinden korkuyorum.Neyse yemekhaneye geldik. Sonra birbirimizden ayrılarak masalarımıza geçtik. Masaya geçtikten sonra “Günaydın kardeşlerim” dedim. Hepsi de bana “Günaydın” dedi. Sonra tabağıma koyulan yemekleri yemeye koyuldum. Bir kısmını da ateşe atarak tanrılara adakta bulundum. Ben hızlı hızlı yemek yerken kardeşlerimden biri masadan kalktı. “Derse geç kalma kardeşim.” Bu benim gibi eski bir melezdi.Neyse bende yemeği bitirip dışarı çıktım. Yolda yeni melezlerin koşuşturarak ilerlediğini gördüm. Ben de aynısını yapsaydım keşke. Ama moralim bozuktu ki ders için endişelenmiyordum. Havada bunaltıcı derece de nem vardı ve havada öle sıcaktıki insanın gölgelere koşturası geliyordu aslında koşmak ta saçmaydı. Hava zaten bunaltıcı bir de kafama bunları takamam. Keşke denize girseydim ya. Öf neyse sonunda bende koşarak sıraya yetiştim. Sonra eğitmenimiz “"Herkes hedef tahtasına bakacak şekilde dizilirse derse başlayabilirim." Dedi. Bizde sıraya geçtik.Ne düşünüyorum biliyor musun içimdeki ben? Yeni lerin kafasına bir tane patlatmak. Yeniler her şeyi berbat ediyorlardı. Yerlerini alana kadar bir ton vakit geçmişti.”Öff..” dedim. Yeniler banadönerek pis bir bakış attılar. Beni pek sevmemişlerdi. "Merhaba ben Artemis Avcıları Lideri Satellite Morgan. Okçuluk dersi eğitmeninizim. Ayda bir kampa uğrayarak size eğitim vereceğim, bu kadar. İlk önce en başa gidelim isterseniz." [color=cyan] Sat derse başlamıştı. Konumunu alarak bir ok çıkardı. "Ok, yay vasıtasıyla atılan ucu sivri bir tür silahtır. Biz Artemis avcıları dilediğimiz zaman sırtımızdan oklarımızı çıkartabiliriz fakat sizler okun sivri ucunun gazabına uğramamak adına ucuna metal bir kapak takarsınız." Bunu pek yapmıyordum. Bence zaman kaybıydı. Ama yine de kendimi düşünerek bunu yapıyordum. Babam için. Yine de Sat’i dikkatlice dinledim. Sonuçta tekrar yapmak iyidir. "Yay da ok atmak için hazırlanmış bir silahtır. Kavs veya kabza da diyebilirsiniz. Genelde ağaçlardan yapılır; akça ağaç ve kızılcık ağaçları yay için birebirdir." o konuşurken ona pek bakmıyordum sadece toprakta şekiller çiziyordum. "Hedef tahtası, okunuzu fırlatacağınız yerdir. Gördüğünüz üzere en dışında siyah vardır, toplamda üç siyah bölge, iki tane beyaz bölge ve tam ortada bir tane kırmızı bölge vardır. Hedefiniz her zaman kırmızı bölge olmalıdır. Yoksa herkes hedef tahtasına tuturabilir." Şu an sohbet eden bitkileri dinliyordum. Gülmek için zor tutuyordum. Yakışıklı bir çocuk hakkında konuşuyorlardı. Çatlak papatyalar. Yine de onları sevmiştim. Burada en önemli husus okunuzu tutarken kolunuzu tutuş biçiminizdir. İlk etapta olmayacağını bilseniz dahi doksan derecelik açıyla tutmaya çalışın kolunuzu. Ardından bacaklarınızı kırmamayı deneyin, en azından ilk seferde. Vücudunuz hep dik olsun ve kesinlikle hedefe bakın, başka bir yere bakmayın. Tek amacınız o karşınızdaki hedef olsun, sakın başka bir şey düşünmeyin. Aksi takdirde bu kadar melezin içinde rezil olursunuz. Unutmayın, hedefiniz karşınızdaki hedef tahtası değil, onun içindeki kırmızı bölge, hatta mümkünse kırmızı bölgenin de ortası. O kadar zor bir şey değil bu, yapabileceğinizi biliyorum. İyi şanslar." Sonunda papatyalar susunca ben de Sat’i dinlemiştim. Ama şimdi de başka bitkiler konuşuyordu. Sonra etrafımdakilerin teker teker kalkğını fark ettim ama ben hala oturuyordum. Sonunda bir ses beni çağırdı. “Lily kalkıp derse eşlik edicek misin? “ Sat bana bağırıyordu. Ayh… Yine dalmışım. Kendimi yerden kaldırıp Sat’ e ‘üzgünüm’ dercesine baktım. Sonra benim küçük melezlerimin kıkırdadığını gördüm. Çok hoşlarına gitmişti heralde. Ben de boş bir hedef tahtası buldum. Klas bir şekilde oklarımı çıkardım. İki oku yayıma geçirdim. Rahat bir duruş aldım. Kırmızı bölgenin ortasını gördüm. Ve yayımı bıraktım. Oklarım ikisi bir bütün halinde öle hızlı vurmuştuki ortadan vuduğu gibi hedef tahtasını yarıp geçti. Sonra ukala bir gülümseme takıp suratıma etrafımdakilere baktım. Hepsi şaşkınlıkla bana bakıyordu. Sat beni alkışladı ve sonra diğerlerine döndü. Ben de hedef tahtasına gidip oklarımı çıkardım ve tüm ders boyunca ok atmaya devam ettim. | |
| | | Satellite Morgan Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3387 Kayıt tarihi : 24/08/10
| Konu: Geri: Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. Cuma Tem. 08, 2011 8:28 pm | |
| Arkadaşlar, ders bitmiştir.
Katılan herkese çok teşekkür ederim, sonuçlar bir saate açıklanacaktır sınav da bugün başlatılacaktır. | |
| | | | Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz. | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|