Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz

Aşağa gitmek 
+12
Marcus L. Stanislaus
Andrea Grace Harvey
Ange Morgan Lamartine
Luna Harrods
Zack Cliff Burton
Kathie Mitchiel Davies
Isabelle Coco Franke
Esméralda Gwen
Julia Covenant
Afrodit
Carmen Gabriel Boudicca
Helen Grace Burton
16 posters
YazarMesaj
Helen Grace Burton
Athena'nın Çocuğu/Mitoloji Tarihi Eğitmeni
Athena'nın Çocuğu/Mitoloji Tarihi Eğitmeni
Helen Grace Burton


Mesaj Sayısı : 366
Kayıt tarihi : 23/10/10

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeC.tesi Tem. 02, 2011 7:04 am

Bugün mitoloji sınıfında ilk dersim vardı. Sabah erkenden kalktım ve hazırlıklarımı yaptım. Kulübede bugün kahvaltı hazırlayan kimse olmadığını görünce Yemek Gazinosu'na doğru yola koyuldum. Kulübeden çıkarken kardeşim Andy yanıma geldi. ''Günaydın Helen!'' ''Günaydın Andy. Bugün kahvaltı hazırlayan olmadı ha?'' Andy gülerek ''Evet herkes tembellik yaptı diyebiliriz. Hypnos kulübesinden farkımız kalmadı neredeyse.'' Andy gülmeye başlayınca ben de ona katıldım. Yemekhaneye vardığımızda sadece birkaç masa doluydu. Tabaklarımızı aldık ve servis kısmından kendimize istediğimizi seçtik. Masalardan birine geçtik ve hemen ardından Summer tabağıyla birlikte masaya geldi. ''Günaydın kızlar! Bugün bu kadar mıyız?'' diyerek yanımıza oturdu ve kahvaltısını etmeye başladı. Ben omuzlarımı silkerken Andy, ''Sanırım diğerleri hala uyuyor. Ya da birazdan burda olurlar.'' diyerek tereyağlı ekmeği ağzına attı. Kahvaltımı hızlıca bitirip ayağa kalktım ve tepsiyi alırken ''Ben kaçıyorum millet. Bugün dersliğe gelmeyi unutmayın!'' diye ekledim.

Hızlı adımlarla yemekhaneden çıktım ve kulübeye geri döndüm. Kütüphanede bıraktığım kitaplarımı aldım ve odama giderek üstümü değiştirdim. Dışarıdaki sıcaklığı düşünerek kısa kot şortumu ve 'Melez Kampı' yazılı tişortlerimden birini giydim. Aklımda dersi nasıl işleyeceğim sorularıyla beraber kulübeden çıktım ve doğruca dersliğe gittim. Kapıyı açıp aniden içeri dalmamla dersliğin duvarlarındaki simgelerin parıldaması ve hareket etmeye başlaması bir oldu. Etrafta sürekli bir şeyler hareket ediyordu ve bu bana kalırsa konsantrasyonu dağıtmak için birebirdi. Eğitmen masasına eşyalarımı bıraktım ve sınıfın arkasındaki kitaplıktan 'Antik Yunan Mitolojisi Efsanleri' adlı kitabı aldım. Kitabı incelemeye başlıyordum ki kapı çalındı ve içeri tek tek öğrenciler girmeye başladılar. ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.''

Ders saati başlamadan önce diğer melezlerde sınıfa gelip yerlerini aldılar. Aralarında tam tahmin ettiğim gibi kardeşlerimde vardı. Masadan kalktım ve sıraların arasında dolaşmaya başladım. ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' Cümleleri kafamda toparladım ve konuşmaya devam ettim. ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'' Sınıftan gülmeyle karışık hayır mırıltıları yükseldi. Gülerek, ''Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.'' Sustum ve uzun adımlarla eğitmen masasının üzerine oturdum. Parmaklarımı şıklatmamla beraber sınıfın ışıkları söndü ve duvarda konuyla birlikte görüntüler belirmeye başladı.

''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.'' Herkes büyük bir dikkatle duvarda oluşan resimleri izliyordu. Ara vermeden devam ettim. ''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu.'' Ayağa kalktım ve yürüyerek anlatmaya devam ettim. ''Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.''

Görüntüler yavaş yavaş silindi ve ışıklar açıldı. ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' Elimdeki kitabı masaya bıraktım ve devam ettim. ''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' Sınıfta ışıklar yine söndü ve görüntülerle birlikte efsaneyi anlatmaya başladım. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Görüntüler yine sona erdi ve ışıklar yavaş yavaş açıldı. ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olut ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' Sınıfta hikayenin bitmesi üzerine bir hareketlilik başladı. Dikkati toplamak için tekrar söze başladım. ''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' dedim ve masaya yaslanarak havaya kalkan eller arasından birini seçtim...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carmen Gabriel Boudicca
Ares'in Çocuğu
Ares'in Çocuğu
Carmen Gabriel Boudicca


Mesaj Sayısı : 149
Kayıt tarihi : 21/06/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeC.tesi Tem. 02, 2011 8:37 am

Bu sabah kendimi zorlayarak yataktan kalktım. Asphodel tarlaları beni çok yormuştu. Yatakta oturdum ve bir süre zonklayan başımı ovdum. Ayaklarımı sürüyerek banyoya gittim. Uzun süren bir duşun ardından kendime geldim. Aynaya baktığımda mahvolmuş görünüyordum. Kesinlikle mahvolmuş. Saçlarımı kuruladım ve üzerime bir şeyler geçirdim. Kapımı açtım ve dağınık olan klübemize baktım. Heryerden silah ve savaşmaya yarayan aletler sarkıyordu. Hiçbirine takılmamaya çalışarak seke seke üstlerinden atladım ve klübemden çıktım.
***
Dersliğe yaklaştığımda ani bir baş ağrısıyla yerimde durdum. Bu sırada arkamda olan birkaç melez bana çarparak geçti. Onlara kötü kötü baktım. Derin bir nefes aldım. Ve adımlarımı sıklaştırdım. Geç kalmak istemiyordum.Eski yaşantımdım da mitoloji tarihine pek ilgim olduğu söylenemezdi. Eski arkadaşım Jack bir sürü şey anlatırdı. Ama o sırada ben yemeğimi bitirmeye odaklanırdım genellikle. Ama şu an babamın Ares olduğunu öğrendikten sonra ister istemez ilgi duyuyordum. Dersliğin kapısına vardığımda bir kaç melez içeri giriyordu. Kapanmakta olan kapıya son anda ayağımı koydum. Ve içeri göz attım.
''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' dedi eğitmenimiz Helen.
Hızlı bir şekilde içeri girdim.Biraz kenarda bekleyip diğerlerinin kitabı almasını bekledim. Ardından ben de kitabımı alıp arkalardan kendime sıra buldum. Sıraya oturdum ve kitabı sıranın üstüne koydum. ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!' Gözlerimi Helen'e sabitledim ve onu tüm dikkatimi ona verdim. Aramızdan geçti ve masanın üstüne oturdu.''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'' Yüzümü asmamaya çalıştım. ''Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.''Arkadan birkaç melez aralarında dikkat dağıtacak kadar sesli konuşmaya başlayınca hızla arkamı döndüm ve onlara dik dik baktım. Anında sustular. Bir Ares kızını kızdırmasalar iyi olurdu.Önüme döndüm. Dikkatimin dağılmasını istemiyordum. Zaten bende yeterince dikkat dağınıklığı vardı. Ben melezlerle uğraşırken ışıklar kapanmış ve duvarda bir takım görünteler belirmişti.

'Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.'' Resimlere uzun uzun baktım.''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu.'' ''Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.'' Işıklar açıldı ve görüntüler kayboldu. Gözlerimi ovuşturdum.. ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' ''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' Işıklar aniden söndü ve ben yine gözümü ovuşturdum. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Işıklar açıldı. ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olur ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' Sustu. Bende oturmaktan ağrıyan kalçamı düşünmemeye çalıştım. Arkadaki çocuklar yine fısıldaşmaya başlamışlardı.Sabrımı zorluyorlardı.Helen konuşmaya başlayınca çocukları aklımdan çıkardım. ''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?"


Ah harika.Kafamı sıraya yatırdım ve Jack'in bana anlattıklarını hatırlamaya çalıştım. Neler demişti ? Ben düşünene kadar birkaç melez söz almıştı bile.En sonunda aklıma birtanesi geldi
Hızla elimi kaldırdım.Helen başıyla beni işaret etti. Boğazımı temizledim."Pygmalion adında Kıbrıs’ta bir heykeltraş yaşarmış. Kadınlardan nefret edermiş. Evlenmemiş de var gücüyle kendini sanatına vermiş. Günlerden bir gün fildişinden bir kadın gövdesi yontmuş. Öylesine olağanüstü bir güzellik vermiş ki heykeline bir ölümlü bile bu kadar güzel olamazmış. Gören canlı sanıyormuş onu, nerdeyse canlanıp yürüyecekmiş." Biraz durdum. Sınıf pür dikkat beni dinliyordu.

"Ve sonunda kendi yaptığı bu cansız gövdeye aşık olmuş Pygmalion. Onun karşısına geçtikte yüreğinden alevler fışkırıyormuş. Bu yapma bedene hayran hayran bakıyormuş. Onun o kadar canlı olduğuna inanıyordu ki onu öpüyor, kokluyor sanki kendisine karşılık vereceğini hayal ediyormuş. Kimi zaman okşuyor onu, kimi zaman da boynuna binbir renkli kır çiçeklerinden, deniz kabuklarından yapılma gerdanlıklar takıyormuş. Kulağına inci küpeler, parmaklarına değerli taşlardan yapılma yüzükler takıyormuş.. Kimi zaman da giysiler giydiriyormuş eserine. Çıplak da giyimli de yakışıyormuş ona." Durdum ve cümleleri kafamda sıraya dizdim.

"Afrodit bayramları kutlanacakmış yine o günlerde. Bütün Kıbrıs akın ediyormuş bu şenliklere, tanrıçanın tapınağına. İnekler kurban ediliyor, buhurlar yakılıyormuş adına. Pygmalion’da tapınağa gelenler arasındaymış ve yalvarmaktaymış titrek bir sesle."


“Ey tanrılar ve tanrıçalar! Her şeyi gerçekten bağışlamaya gücünüz yetiyorsa, benim de dileğimi yerine getirin! Şu fildişinden yapılma kıza benzeyen bir eşim olsun benim.”

"Şu fildişi kız benim eşim olsun diyecekti ama o kadarına cesaret edememişti."
Durdum ve sırıttım. "Pygmalion eve döndüğünde fildişinden heykeli sardı ve bir öpücük kondurdu yüzüne. Dudakları fildişinin soğukluğuna değil de ılık bir ete değmiş gibi oldu. Elleriyle göğüsünü yokladı sanki fildişi yuşamıştı. Parmaklarını dokundurunca damarlarının attığını duydu. Bir daha sarılıp öptü kızı. Artık kuşkusu kalmamıştı. Heykel canlanmıştı. Fildişinden cansız bir heykel değil, etiyle canıyla bir genç kızdı o artık.
"Pygmalion sevgisiyle ruh vermişti cansız heykele. Sevginin gücüydü bu mucizeyi yaratan."
Tuttuğum nefesimi verdim.Teşekkürler Jack.Ve kendimede teşekkürler.En azından bunu dinlemişim. Sınıftaki birkaç melez alkışlamaya başlamıştı. Neden alkışladıklarını bilmiyordum. Yüzüm yanmaya başlamıştı. Helen'e baktım. Bana gülümsedi. Başka bir melez söz alırken birşey anlatabilmiş olmanın verdiği rahatlıkla sandalyeme yaslandım
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Afrodit
Tanrıça
Tanrıça
Afrodit


Mesaj Sayısı : 284
Kayıt tarihi : 30/06/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeC.tesi Tem. 02, 2011 12:50 pm

İlk defa uyumuştum. Hayatımda ilk defa tam bir uyku çekmiştim. Melez Kampı o kadar yoğundu ki kendimi toparlayamıyordum. Bu kampa gelmeden ve Güzellik Tanrıçası Afrodit'in kızı olduğumu öğrenmeden önce çok düzensiz ve bir o kadar hareketli yaşamım vardı. New York'ta Yukarı Doğu Yakası'nda yaşamımı sürdürüyordum. Lise terktim, 17 yaşımda ve 11. sınıfta en büyük hayalim olan müziğe
atılmıştım. Liseyi bırakmam da keşfedilmem sonucu olmuştu. Eğer Melez Kampı'na gelmeseydim bir aya albümüm çıkabilirdi. Uyku uyumazdım, sabahlara kadar Manhattan'ın en ünlü mekanlarında konserler verirdim. Şimdi neredeyse kendimi aşmış ve tam 8 saat uyumuştum ! Sabahtan akşama kadar ders görüyordum ve sadece zihnimi değil bedenimi de yoruyordum. Ancak eski hayatımı fazla aramamaya başlamıştım çünkü kardeşlerimle gerçekten çok mutluydum. Burada hayat bulmuştum. Aniden irkildim, düşüncelerimden sıyrılıp etrafa bakındığımda kardeşlerimin çoğu uyanmıştı.
Bir enerji patlamasıyla banyoya koştum. Evet, bu tarzıma düşkün olmamın nereden geldiğini görebiliyordum. Aynaya baktığımda makyajımın korkunç şekilde akmış olduğunu gördüm. Hemen yüzümü temizledim ve sadece göz kalemi çektim. Solgun görünüyordum. Üstüme siyah bol paçalı kumaş pantolonum ve yine siyah, omuzları kabarık ceketimi giydim. İçine de siyah pullu bir büstiyer giydim ama ayakkabıda zorlandım. Kampta ultra topuklularımı giyemiyordum, neyse ki yanımda birkaç normal ayakkabı vardı. İlk fırsatta bol bol topuksuz şık ayakkabılar alacaktım. Tasarımcılarımı özlemiştim. Siyah rugandan, üstünde küçük taşlardan süsleri olan Christian Louboutin loafer'larımı giyip hızla dışarı çıktım. Kahvaltı etmedim, genelde kahvaltı etmezdim, alışkın olduğum birşey değildi. Bugün ilk defa Mitoloji Tarihi dersine girecektim. Kafamda bir sürü sorular vardı, meraklıydım. Sınıfa girdiğimde diğer melezlerin tuhaf bakışları üzerimdeydi. Bu genelde yaşadığım birşeydi, giyim tarzımda sınır tanımazdım. Derse tam vaktinde gelmiştim, evet bir kaçık gibi görünebilirdim ama görev disiplini fazlasıyla vardı bende. Yeter ki birşeyi sevip, istekli olayım. Eğitmenimiz konuşuyordu ve dikkatle dinlemeye başladım. ''Hoşgeldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' Kitaplığa gidip istenilen kitabı aldım ve önlerden bir yer bulup oturdum. Arkaları seçmedim çünkü ne kadar istekli olsam da dikkatim dağılabiliyordu. Kitabı incelemeye başladım. Çoğu bildiğim şeylerdi çünkü eski hayatımda okul derslerinden çok mitoloji okurdum, öğrenmeye çalışırdım. Eğitmenimiz sıraların arasında dolaşmaya başladı. ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' Biraz duraksadı. ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız.
Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.''
Aniden sınıfta gülmeyle karışık mırıltılar yükseldi. Yanımdaki melez saçma bir şekilde homurdandı. Bence bir göz atmak iyi olabilirdi, çünkü mitoloji konuları beni asla sıkmazdı. Gülümsemeye başladım. Ders çok zevkli geçeceğe benziyordu. Eğitmenimiz Helen gülerek ''Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi
kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.''
dedi ve ardından eğitmen birlikte sınıfın ışıkları söndü ve duvarda konuyla birlikte görüntüler belirmeye başladı. Bütün dikkatimi derse vermiştim. ''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı. Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden Afrodit doğdu. Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.'' Kendime geldiğimde ışıklar açılmıştı ve görüntüler gitmişti. Kendimi kaybetmeme sebep olan görüntülerden de öte hayalimde canlananlardı. Eğitmenimiz konuşmaya başladı. ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' Keşke devam etseydi diye geçirdim içimden. Bana bütün gün anlatsalar sıkılmazdım. Hep böyleydim zaten; birşey ilgimi çektiği anda çılgını olur, ancak beğenmezsem yok sayardım. ''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' Sınıfta ışıklar yine söndü ve görüntülerle birlikte efsaneyi dinlemeye başladım. Kulağa ilginç geliyordu. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Yine kendimi kaptırmıştım. Işıklar açıldığında bir an silkinip kendime geldim. Ve eğitmenimiz devam etti... ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak
ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olur ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.''
Sınıfta bir hareketlilik başladı. Hikaye herkese ilginç gelmişti ya da yanımda oturan melez gibi bazı tembeller sıkılmıştı. Ne kadar saçmaydı... Tanrıların çocukları olarak kendi tarihimiz en çok bizim ilgimizi çekmeliydi ! Yine düşüncelere dalmışken eğitmenimiz konuşmaya başlamıştı, dikkatimi hemen ona çevirdim. ''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' Hemen elimi kaldırdım. Ancak eğitmenimiz kardeşim Bilanca'ya söz verdi. Bilanca çok güzel bir efsane anlatmıştı. Sözünü bitirince coşkuyla alkışladım üvey kardeşimi. Diğer melezler de aynı şeyi yaptılar. Anlattığı efsane çok güzeldi ve anlatışı da bir o kadar içtendi. Onu tebrik ettim ve eğitmenimizden söz alarak en sevdiğim efsane olan Orpheus'un efsanesini anlatmaya başladım. Mitoloji merakım sayesinde öğrendiğim bu efsane beni çok düşündürürdü. Kısaydı biraz ama o kadar da etkileyiciydi.
''Orpheus bir Trakya kralı ile bir Apollon rahibesinin oğluydu. O çok sevilen bir şair, aynı zamanda müzisyendi. Sanatı herkesi etkilerdi ve herkes onu dinlemek isterdi. Çok güzel lir çaldığından vahşi hayvanlar ve ağaçları müziğiyle büyülediği de söylenirdi.'' Arkamda birkaç melez bu sözün üzerine gülmeye başladı. Onları umursamayarak devam ettim. ''Bir gün Orpheus Eurydike adlı bir orman perisine aşık oldu ve evlendiler. Ancak Eurydike onu ayağından sokan zehirli bir yılan tarafından öldürüldü. Bu bir Tanrı'nın cezasıydı, çünkü Eurydike onu reddetmişti. Orpheus bunun üzerine çok üzüldü. Ne eğlenebiliyor, ne hayatını sürdürebiliyor ne de o büyülü müziğini yapabiliyordu... Çok çaresizdi çünkü hayatının anlamı gitmişti adeta. Günün birinde yeraltına, ölüler ülkesine inmeye karar verdi. Orada ölüler ülkesinin kayıkçısı Charon'u gördü. Charon onu ölüler ülkesine götürmeyi reddetti, çünkü Orpheus ölü değildi. Ancak Orpheus lirini çalarak onu büyüledi. Ölüler ülkesine geldiğinde Hades'in üç kafalı şeytani köpeği Cerberus'u bile liriyle büyüleyebildi. En sonunda Hades ve Persephone'nin karşısına çıktı. Herşeyden çok sevdiği Eurydike'yi bırakmaları için yalvararak liriyle şarkı söyledi. Bu şekilde onlar bile etkilenip Eurydike'yi koşullu olarak bırakmaya karar verdiler. Orpheus ölümlüler dünyasına ulaşıncaya kadar ona bakmamalıydı. Bakarsa Eurydike sonsuza dek yok olacaktı. Ancak Orpheus heyecanına ve aşkına yenik düştü. Orpheus tam gün ışığına çıkmak üzereyken, Eurydike'nin ken­disini izleyip izlemediğini görmek için dönüp arkasına baktı. Ve Eurydike sonsuza dek kayboldu...'' Sözümü bitirdim ve etrafıma bakındım. Sınıf donakalmıştı neredeyse... Bu efsaneyi ilk dinlediğimde bende bu tepkiyi vermiştim, adeta kaskatı kesilmiştim. Efsaneyi beğenip beğenmediklerini bilemezdim, ama gördüğüm birşey vardı ki o da çok etkilendikleri oldu. Yerime otururken alkış seslerini işittim. İlk ders gerçekten güzeldi...


En son Adriana Valentino tarafından Cuma Tem. 08, 2011 9:09 am tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Julia Covenant
Nyks'in Çocuğu
Nyks'in Çocuğu
Julia Covenant


Mesaj Sayısı : 192
Kayıt tarihi : 28/06/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeC.tesi Tem. 02, 2011 6:25 pm

Bu sınıfı duyduğumda çok sevinmiştim. Odamdan bir kalem ve kalınca bir defter alıp geliştim. Eğitmenimiz çok güzel bir kızdı. Aslında kız değilde genç bir kadındı. Herkes sınıfa girdiğinde eğitmenimiz (öğretmen pek içime sinmemişti) ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' diye bizi uyardı.

Ders başlamadan bütün sıralar dolmuştu. Eğitmenimiz bütün sıralar dolunca ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' dedi ve bir saniyelik bir duraklamanın ardından devam etti ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'' Sınıfın bir kısmı buna gülmeler ve hayır ile karşılık verdi. Eğitmenimizde gülerek ''Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.''


Eğitmenimiz masasına gidip oturdu ve parmaklarını şıklattı. Işıklar söndü ve eğitmenimiz anlatmaya başladı. ''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı. Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu. Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.''

Eğitmenimiz anlatırken ben tanrılar ve titanların aile bağlarını unutmamak için bir aile ağacı çiziyordum. Resimler yavaşça kayboldu ve sınıf aydınlandı. ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' Ne sıkması? Eğlenceli olurdu. Herhalde bizimde anlatmamıza fırsat bırakacaktı. Bu çok hoş olurdu. ''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' Işıklar yine söndü ve resimler ile eğitmenimiz anlatmaya başladı. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Sınıf yine aydınlandı ve resimler yine kayboldu. ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olut ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' Sınıf hareketlenmeye başlamıştı. Ben defterime tam anlamıyla yapışmış hızlıca Herakles'in hikayesini çizgi romanlarda olduğu gibi resmetmeye başladım. ''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' dedi ve önce 16-17 yaşlarında bir kızı seçti. Kız çok hoş ve güzel bir efsane anlattı. Sonra ondan büyük bir kız çok iyi bildiğim bir efsane anlattı. Yetimhanede bize haftada bir kere yunan efsanelerinden anlatırdı. Bu efsaneyi anlatmışlardı ama unutmuştum. Şimdi hatırlamak çok iyi olmuştu. Bu efsane bitince elimi kaldırdım. Eğitmenimiz bana söz hakkı verdi. Anlatmaya başladım.

''Herkes Athena'nın nasıl doğduğunu biliyordur herhalde. Ben yine de Athena'nın nasıl doğduğunu anlatacağım.'' Bir an duraklayıp Zeus'un neden Metis'i yuttuğunu hatırlamaya çalıştım. Her zaman unutuyorum çünkü. Hatırlayınca sözüme devam ettim. ''Zeus, karısı Metis'in tahtını sarsabilecek bir çocuk doğurmasından korkarak Metis'i yutar. Ama Metis zaten Athena'ya hamiledir.'' Durdum çünkü buraları asla anlatamazdım. Doğru kelimeleri bulmak için biraz düşündüm ve devam ettim ''Athena, Zeus'un kafasında bir şişliğin içinde büyür ve gelişir. Tabii Athena o şişliğin içinde büyüdükçe şişlikde giderek büyür. Şişlik büyüdükçe de Zeus'un başı ağrımaya başlar. Zeus, gün geçtikçe artan ağrılarına dayanamayınca Ateşin ve Demirciliğin tanrısı Hephaistos'a en ağır balyozu ile gelmesini emreder.'' Biraz durup nefeslendikten sonra anlatmaya devam ettim. ''Hephaistos gelince Zeus ondan bütün gücü ile kafasındaki şişliğe vurmasını için emir verir. Hephaistos Zeus'un öfkesini daha önce tattığından Zeus'a vurmaya korkar. Ama Zeus Hephaistos'u zorlar. Hephaistos Zeus'un öfkelenmesinden korkarak balyozunu havaya kaldırır. Tam balyozu şişliğe indirirken şişlik patlar ve içinden zırhını kuşanmış Zekâ, Bilgelik, Sanat, Eğitim ve Savaş stratejisi tanrıçası Athena çıkar.'' Efsaneye göre şişlikten çıktıktan sonra Athena birşeyler derdi ama dediği şeyi hatırlayamadığımdan söylememiştim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ulyssesmoore.yetkinforum.net/
Esméralda Gwen
Artemis Avcısı
Artemis Avcısı
Esméralda Gwen


Mesaj Sayısı : 171
Kayıt tarihi : 19/06/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeC.tesi Tem. 02, 2011 10:18 pm

Sabah oldu!
Nasıl da hemen anladım? Gece boyu karanlıkla mücadele eden Ay’ın herşeyin bitişine kadar sona ermemeye mahkum görevini Güneş’e devredişini benliğimin derinliklerinde hissedebiliyordum. Eh, avcı olmanın da böyle getirileri var, değil mi?
Bugün Mitoloji Tarihi dersim vardı. Ölümlü okulundakilere ders demeye bin şahit istediği için, bu ilk dersim olacaktı. Ama beklenenin aksine son derece sakince yatağımdan kalktım, terliklerimi ayağıma geçirdim ve saçımı çabucak topladım.
Kendimi sıcak duşa attım. Bu arada avcı kardeşlerimi uyandırmamak gibi bir derdim yoktu çünkü onlar İngiltere’deki ormana gitmişlerdi. Ben ise acemi olduğum için onlarla gitmemeyi tercih etmiştim. Orada fazla dayanamazdım çünkü eğitimim yoktu.
Duştan iyice nasibimi alır almaz hemen kendimi banyodan dışarıya attım. Soğuk sabah havası vücudumun sıcaklığıyla buluşunca ürperdim. Hemen üstüme bornozumu geçirerek parmak ucumda odama yürüdüm.
Yatağımı düzeltirken saçlarım kurumuştu. Hemen altıma son derece sade kotumu geçirdim ve üstüne turuncu renkli kamp tişörtümü giydim. Saçımı açıp tekrar özenle topladım, ayağıma Vampir Avcısı Buffy desenli çoraplarımı geçirdim ve ayakkabılarımı giyerek kendimi boş Artemis Kulübesi’nden dışarıya attım.Çoğu zaman olduğu gibi aç değildim, bu yüzden doğruca sınıfa gittim. Gerçi sınıfın nerede olduğunu bilmiyordum ama aynı istikamete doğru yürüyen birkaç melezi takip ettim.
Çekingen adımlarla sınıftan içeriye girdim.
Sürekli hareket eden objelerin olduğu kapalı bir alanda dikkatimi dağıtmamaya çalışarak durmak bir işkence gibiydi. Derin bir nefes aldım ve dişlerimi sıktım. Buna dayanabilirdim.
Mitoloji Öğretmeni’nin söylediği kitaptan bir tane aldım ve bulduğum ilk boş yere oturdum. Arkalarda, dikkat çekmeyecek bir yerdi. Yanıma birinin oturmasını istemiyordum, çünkü pek dostane hissetmiyordum bugün. İstediğim de oldu. Kimse yanıma oturmamıştı.
“Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' dedi eğitmenimiz. Adı Helen’di galiba, en azından masada öyle yazıyordu.
''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen.” Diye söze girdi eğitmen. Haklıydım, adı Helen’di. “Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!” Bu iyi olmuştu. Tanışma faslı hiçbir zaman hoşuma gitmez zaten.
Düşüncelerimi bir kenara koymayı başardığımda dikkatimi eğitmen Helen’e vermeye çalıştım fakat etrafta oynaşan şeyler dikkatimi dağıtmaya devam ediyordu. Aldırış etmemeye çalıştım. Helen aramızdan geçti ve masanın üstüne oturdu.
“Tahmin ettiğiniz gibi, bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.” Zaten son derece yerlerde olan moralim iyice bozuldu. Bildiğim şeyleri tekrarlamaktan pek hoşklanmazdım...
“Evet malesef ki öyle.” Diye mırıldandı eğitmen Helen. “Birincisi, bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi, aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.” Yüzümü buruşturdum. Eğitmen Helen susup uzun adımlarla eğitmen masasının üzerine oturup bize göz gezdirdiğinde görmemesi için hemen normal yüz ifademe büründüm..
Eğitmenin parmaklarını şıklatmamla beraber sınıfın ışıkları söndü ve duvarda konuyla alakalı görüntüler belirmeye başladı. Anlamamız açısından önemli ve gerekliydi evet ama, ölümlü okulunda PowerPoint sunumlarıyla işlerdik dersleri. Bu yüzden beni heyecanlandırmaya ya da şaşırtmaya yetmedi.
“Pekala,” diye başladı eğitmen. “...hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı. Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.''
Bu, ölümlü okulumdaki Tarih dersinde en dikkatimi çeken yerlerden biriydi. Nyks ve Erebos. Herkes büyük bir dikkatle duvarda oluşan resimleri izliyordu. Ben de şöyle bir göz gezdirdim resimlere. Bana gündönümünü hatırlattı nedense...
Eğitmenimiz ara vermeden devam etti.
''Gaia'ya dönelim. Gaia bir çok varlıkla birleşti ve bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tu. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu.”
“Bu gayet doğal.” Diye düşünürken bunun nasıl bir duygu olabileceğini düşünmek bile istemediğimi aklıma getirdim. “Buna sinirlenen Gaia,” diye devam etti eğitmen. “Çocuklarından Kronos'u, Uranos'u, yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı...”
“Tabi yapar!” diye geçirdim içimden. “Zaten işine gelmişti.” Evrene sahip olmak için bir fırsat kollarken, annesi ona en iyi seçeneği sunmuştu.
“...ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden Afrodit doğdu.” Eğitmen ayağa kalktı ve yürüyerek anlatmaya devam etti. ''Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok Tanrı ve Tanrıça doğurdular.''

Görüntüler yavaş yavaş silindi ve ışıklar açıldı. Karanlığa alışan gözlerim ışıktan kamaştı ve yandı. Ovuşturdum onları. “'Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.” Güzel...
Eğitmen elindeki kitabı masaya bıraktı ve devam etti.
“Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım.” Efsaneler... Belki bu biraz eğlenceli olabilirdi. “Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü, yani Herakles'i.'”
Sınıfta ışıklar yine söndü ve eğitmen görüntülerle birlikte efsaneyi anlatmaya başladı.
''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar.” Bu bana hep Camelot efsanesini hatırlarıdı. Bu nedenle bu efsaneyi gayet iyi bilirdim. Yine de dikkatle dinledim.
“Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve en sonunda neredeyse ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur.”
“Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.”
Görüntüler yine sona erdi ve ışıklar yavaş yavaş açıldı. Yine gözlerimi ovuşturmak zorunda kaldım. “Herakles'in ölümüne özellikle Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olup ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirdi.”
Sınıfta efsanenin anlatımının bitmesi üzerine bir hareketlilik başladı. Eğitmen tekrar dikkati toplamak için tekrar söze başladı. ''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak.” Ah harika! Sınavsız olmazdı zaten! “Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' diye devam etti ve masaya yaslanarak havaya kalkan eller arasından ilk el kaldıranlardan birkaç kişi seçti ama seçtikleri Herakles hakkında sorular sordu.
Sonra el kaldıran bir diğer kızı seçti. Kız boğazını temizledi ve Pygmalion adında bir heykeltraş hakkında bilmediğim bir efsane anlattı. Alkışlara bakılırsa efsane herkes için nefisti, ama ne de olsa ben bir Artemis Avcı’ydım ve Avcı olmamın bir nedeni vardı. Ben aşka inanmazdım. Bu nedenle bana biraz anlamsız gelmişti.
Ben daha hangi efsaneyi anlatacağım konusunda karar vermeye çalışırken bir diğer kız söz aldı.
Zaten bildiğim bir efsane olan Orpheus’un Yeraltı efsanesini anlattı. Sınıf yine etkilenmişti ama bu benim için yine yeterli değildi. Bence Orpheus aşkına yenik düştüğü için değil, çok sevdiği söylenilen aşkına bile güvenemediği için arkasına bakmıştı. Olması gerektiği gibi...
Yine de bu efsane ana düşünce kişiden kişiye değişirdi ve bu da benim görüşümdü. İkisinin de anlatımı çok iyiydi ama sorun şuydu ki, efsaneleri kişisel inancımın dışındaydı.
Ben daha düşünürken, daha küçük görünümlü bir kız el kaldırdı. Çekingen bir tavrı vardı.
En azından o her zaman etkilendiğim efsanelerden birini anlatmıştı; Athena’nın doğuşu. İnanç sınırımı aşmayan efsanelerden biriydi. Bu nedenle ilk alkışlayan ben oldum.
Artık canıma yetmişti. Kararlı bir şekilde elimi kaldırdım. Hangi efsaneyi anlatacağımı kararlaştırmıştım. Üç Güzel Efsanesi...
Eğitmen ilk ben el kaldırdığım için, hemen bana söz verdi. Boğazımı temizledim ve ayağa kalktım. Arkalarda oturduğum için beni duymaları zor olabilirdi. Derin bir nefes aldım ve anlatmaya koyuldum.
“Bugün sizlere...” diye girdim konuya. “...Truva Savaşı’nın ortaya çıkış nedeninin efsanesini anlatmak istiyorum.” Dedim sesimi biraz yükselterek. “Üç Güzel’in Efsanesi. Bir çoğunuz biliyordur herhalde...”
“Thetis’in zoraki olarak Peleus’la evlenmesi sırasında, düğüne bütün Tanrılar ve Tanrıça’lar davet edilmiş; ama fesat çıkartır korkusuyla Eris’i, yani yünan mitolojisindeki adıyla Nemesis’i düğüne çağırmamışlar.” Bazen şu insanlar da, Tanrı ve Tanrıça’lar da bayağı kaba olabiliyor.
“Buna çok kırılan Nemesis, intikam Tanrıçası olduğu için intikam almanın yollarını düşünmüş. Sonunda üzerinde καλλίστη (Kallisti yani ‘En güzel olana.’) yazılı altın bir elmayı düğün alayının ortasına yuvarlamış.”
“Bayağı zekiymiş şu Nemesis.” Diye düşündüm. “Kadınların kavgası her kavgadan daha kötü olur zaten...”
“Zeus’un eşi Hera demiş ki, ‘Bu elma benim hakkım.’ Ama Athena atılmış. ‘Nereden senin hakkın oluyormuş? Hiç de bile. Beni kastediyor o not.’ Afrodit şöyle bir gülümsemiş. ‘Herkes bilir ki en güzel benim’ demiş. Bakmışlar olacak gibi değil, ‘İyisi mi Zeus’a soralım.’ demişler.”
Çok ta büyük hata yapmışlardı...
“Zeus düşünmüş, aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Bir tarafta kıskanç mı kıskanç karısı, öte tarafta hırslı kızı Atena ile güzeller güzeli Afrodit. ‘Biz en iyisi bir ölümlünün hakemliğine başvuralım’ demiş ve bu iş için yakışıklı Truva prensi Paris’i önermiş. Bunun üzerine, üç kadın da Paris’in aklını çelmek için ona cilve yapmaya başlamış.”
Paris başına geleceklerden haberdar olsaydı, acaba Tanrı'nın isteğine karşı gelir miydi? Bu hep düşündüğüm bir şeydi.
“Hera ‘Beni seçersen, seni Avrupa ve Asya’nın efendisi yaparım’ demiş. Atena ‘Sana bilgelik ve cengâverlik bağışlarım. Tarihin unutmayacağı bir kahraman olursun’ demiş. Afrodit, ‘Bak Paris, demiş, ben bunların hiçbirini sana vermem. Ama sana öyle bir dilber bulurum ki, dünyanın bütün erkekleri ona aşık. Dünyaya hakim olmak mı? Kahramanlık mı? Aşk mı?”
“Paris, aşkı, yani Afrodit’i seçmiş. Afrodit sözünü tutmuş ve Paris’e, dünyanın en güzel kadınını, Yunan kralı Menelaus’un karısı Helen’i ayarlamış. Bu seçimi yüzünden, Paris Hera’nın nefretini kazanmış, Truva kenti de Yunanlıların. Ve meşhur Truva savaşı başlamış. Nemesis de bir köşeden kıs kıs iki yiğit ulusun gençlerinin on yıl süre ile birbirlerini öldürmelerini seyretmiş...”

Alkış falan beklemeden hemen yerime oturdum ve aklımı sınıftan çok başka yerlere saldım. Bu efsaneyi seçmemin nedeni barizdi. Çoğu insana mutluluk verdiği düşünülen aşkın, çok kötü sonuçlar doğurabileceğini herkesin görmesini istemiştim.
Benden sonra kimin geldiğini bilmiyordum çünkü kendi vazifemi yerine getirmemin rahatlığıyla düşünceler aleminde uçup gitmiştim.


Spoiler:


En son Esmeralda Gwen tarafından Paz Tem. 03, 2011 9:12 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.facebook.com/shaLix.meLLy.Duique
Isabelle Coco Franke
Poseidon'un Çocuğu
Poseidon'un Çocuğu
Isabelle Coco Franke


Mesaj Sayısı : 315
Kayıt tarihi : 01/09/10

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimePaz Tem. 03, 2011 4:23 am

Zeka ve Strateji dersini başarıyla atlattıktan sonra, bugün katılmamızın zorunlu olduğu mitoloji tarihi dersine gidecektim. Helen eğitmen olmuştu ve bu derse mutlaka gelmem gerektiği şartını koydu. Babamın görevlerinden sonra, bir sınıfa oturup ders dinlemek zor gelse de yapacak bir şeyim yoktu.
Sabah her zaman ki ritüellerimi yerine getirdikten sonra dersliğe gitmek için hazırlandım. Kulübeden çıkmadan önce Helen'nin kulübesine uğramayı düşündüm ama onun çoktan dersliğe gitmiş olabileceğini düşünerek vazgeçtim.
Dersliklerin önüne vardığımda bir kaç melez benimle birlikte mitoloji sınıfına doğru ilerledi. Kapıyı açtıp içeri girdiğimizde Helen bize bakarak, ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' dedi. İsteğini yaparak kitaplıktan efsaneler kitabını aldım ve ortadaki sıralardan birine yerleştim. Kitaba biraz göz atmaya başlamıştım ki dikkatimin dağılmasıyla beraber kitabı kapatıp sınıfı incelemeye başladım. Duvarlarda hareket eden resimler vardı. Daha önce sınıfın büyülü olduğunu duymuştum ama gözlerimle görünce gerçekten hayretler içine düştüm. Bu harika bir şeydi!

Sınıfın kapısı o sırada tekrar açıldı ve bir kaç melez daha sınıfa girdi. Helen ayağa kalktı ve, ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' dedi. Sıraların arasında yürümeye başladı ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'' Sınıftan benimle birlikte hayır isyanları yükseldi ve diğerleri de gülmeye başladılar. Bu konuyu artık neredeyse ezberlemiştim ve bir milyonuncu kez daha dinlemek istemiyordum. Hata ettiğimi düşünmeye başlamıştım ki 'en azından sınavı kolay olur' diyerek kendime teselli verdim. Helen gülerek ''Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.''
dedi. Öğretmen masasının üzerine oturdu ve parlaklarını şıklattı. Sınıftaki ışıklar aniden sönünce biraz gerildim. Karanlığa karşı sınırsız bi antipatim vardı. Neyse ki Helen'in konuşmaya başlamasıyla birlikte duvarda görüntüler belirmeye başladı.

''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.'' Helen sınıfa baktı ve devam etti. ''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu.'' Helen masadan kalktı ve sıraların arasında dolaşmaya başladı. Bir an önce gerçek dersimize dönsek diye yakınmaya başlamıştım ki ışıklar yanınca Helen'nin sustuğunu farkettim. İşte yine dikkatim dağılmıştı ve konuşulanları kaçırmıştım. Yerimde huzursuzca kıpırdandım ve hiç bir şey düşünmemeye çalıştım.

''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i. Işıklar tekrar kapandı ve Helen anlatmaya başlayınca görüntüler başladı. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üçoğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.''
Işıkların -bilmem kaçıncı- açılışından sonra gözlerim bulanıklaşmaya başladı. Elimle gözlerimi ovuşturdum ama pek faydası olmadı. Helen o sırada Hera'nın Herakles'le barıştığını ve kızı Hebe'yi onunla evlendirdiğini dipnot olarak geçti. Son olarak tekrar konuştu,
''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?''

Buyurun burdan yakın diye düşünmeye başlamıştım ki, Ares kızı Bilanca efsanesini anlatmaya başladı. Kıbrıslı heykeltraşın hikayesini anlattı. Sınıftan bazı kızların çok hoşuna gitmiş olmalı ki kız efsaneyi bitirir bitirmez alkışlamaya başladılar. Ben ne anlatabilirim ki diye düşünmeye başladım aklıma hiç biri gelmedi. Tam Truva'yı anlatabilirim diye düşünüp elimi kaldırmıştım ki Artemis Avcısı Esmeralda benden önce davrandı. O hikayeyi anlatırken bildiğim bütün efsaneleri düşünmeye başladım ve o an hatırladım. Benim en sevdiğim Truva savaşının efsanesiydi ama Esmeralda anlattığı için ister istemez bildiğim diğer hikayeyi anlatmak zorundaydım. Sevip sevmem önemsizdi artık.
Esmeralda efsaneyi bitirdi ve usulca yerine oturdu. Hemen elimi kaldırdım. Eğer bu efsaneyi anlatan başka biri çıkarsa biterdim, çünkü başından sonuna kadar bundan başka efsane bilmiyordum. Neredeyse Helen'nin başka birini kaldıracağını düşünmüştüm ki ''Bells.'' demesiyle son derece rahatladım. Ayağa kalktım ve konuşmaya başladım. ''Ben Athena ve Örümceğe Dönüşen Arakhne'nin hikayesini anlatacağım.'' dedim ve Helen'a baktım. Yüzünde bilmiş bir gülümseme belirdi.

''Efsaneye göre Lydia'li güzel bir kız olan Arakhne gergef işlemekte ve oya yapmakta çok başarılıymış. Hatta o kadar ki, Nympha'lar ormanlardan ve su başlarından ayrılarak onu izlemeye gelirlermiş. Bir gün periler ona, bu güzel sanatı, bu kadar hoş gergef işlemeyi sana Zeka Tanrıçası Athena mı ögretti diye sormuşlar. Arakhne kibirlenmiş ve "Kim benimle boy ölçüşebilir? Ben bu işte herkesi hatta Athena'yı bile geride bırakırım " diye karşılık vermiş.

Tüm bunları duyan Athena, çok sinirlenmiş ve ihtiyar bir kadın şekline girerek Arakhne'nin yanına gelmiş. "Kızım, ihtiyarlık insana yalnız keder ve üzüntü getirmez, tecrübe de getirir. Ögütlerimi yabana atma! Evet, sen sanatında çok başarılısın, bütün kadınları, kızları geçebilirsin fakat bir tanrıçanın gücü, sanatı herşeyin üstündedir. Kendini o kadar büyük görme!'' diyerek onu uyarmış. Arakhne kendinden emin bir şekilde, "Ben gurura kapılmıyorum, kendimi büyük görmüyorum, sadece gerçeği söylüyorum. İsterse Athena gelsin, ben onunla da yarışa girerim.'' demiş. Athena'nın bunu duyunca küplere binmiş ve yaşlı kadın kılığından çıkarak Arakhne'yle yarışa başlamış.'' Duraksadım ve hikayenin geri kalanını hatırlamaya çalıştım. Cümleyi kurunca hızla devam ettim.

''Ellerine aldıkları gergefleri büyük bir hız ve incelikle işlemeye başlamışlar. Athena doğal olarak Olimpos'u, tanrı ve tanrıçaların yaptığı büyük işlerden sahneler işlerken; Arakhne tanrı ve tanrıçaların aşk sahnelerinden görüntüler işlemiş. Athena ki, hakkında hiçbir şekilde aşk dedikodusu olmayan ve namus kavramının timsali ve koruyucusu, Arakhne'nin işlediği bu tür aşk sahnelerinin resmedilmesine tahammül edememiş ve Arakhne’nin yaptığı gergefi alıp, yırtmış. Arakhne bu davranışa karşılık olarak, kendini öldürmek istemiş. Athena da “Madem sınırını bilmiyorsun ve ayrıca kendini bu işte bir numara görüyorsun, bundan sonraki ömrünü ağ üzerinde desen işleyerek geçirmeye razı ol.'' demiş ve onu örümceğe çevirmiş. O günden beri de örümcekler, bu durumun utancı ile hep kuytu köşelerde ve sessiz sedasız bir şekilde ağlarını örmüşler..'' Hikayeyi bitirdim ve Helen'a bakarak yerime oturdum. Onaylarmış gibi gülümsedi ve rahat bir nefes alarak sıradakini beklemeye başladım...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Kathie Mitchiel Davies
Artemis Avcısı/Parti Organizatörü
Artemis Avcısı/Parti Organizatörü
Kathie Mitchiel Davies


Mesaj Sayısı : 443
Kayıt tarihi : 20/12/10

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimePaz Tem. 03, 2011 6:24 am

Saatimin çalması ile gözlerimi araladım.Sabah olmuştu ve pencereden süzülen ışık gözlerimi rahatsız ediyordu.Kendime gelmeye çalışarak yatağımda doğruldum ve saatime baktım.Nerdeyse öğlen olmuştu.Genelde zaten bu saatte kalkardım ama bugün Mitoloji Tarihi dersine katılacaktım.Geç kalmıştım ama acele edersem derse yetişebilirdim.
Hızlıca kalktım ve banyoya gittim.Yüzümü yıkayıp kendime geldikten sonra ne giyeceğime karar vermeye çalıştım.Kot pantolonum ile gri tişörtümü üstüme geçirdikten sonra spor ayakkabılarımı alıp kapının önüne çıktım.Ayakkabılarımı giyer giymez sınıfa koştum.Helen içerideydi.Bizi görünce ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' dedi.İçeri girdim ve elime bir kitap alıp arka sıralardan birine oturdum.Herkesin hazır olduğundan emin olduktan sonra Helen dersi başlattı.''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.''Giriş konuşmasıyla birlikte sınıftan gülme sesleri yükseldi.Diğerleri gülmeye devam ederken ben itiraz ettim.En baştan başlamak istemiyordum.Helen ''Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.'' dedi ve masanın üstüne oturdu.Dersi sunumla işleyecektik.Işıklar söndü ve görüntüler belirmeye başladı.''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dediğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu.Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.''Yaratılış hadisesini kısaca anlattıktan sonra asıl konumuza yani efsanelere geçti.''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olut ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' dedi ve sınıf eski haline döndü.Ardından Helen sınavda bu efsaneden soracağını belirtti ve bizden de efsaneler anlatmamızı istedi.İlk olarak Bilanca söz aldı.Hangi efsaneyi anlatacağımı düşünmekten onu dinleyememiştim.Ondan sonra başka bir Ares kızı Adriana anlatmaya başladı.O Orpheus ve Eurydike ile ilgili efsaneyi anlattıktan sonra Julia söz aldı.Julia Athena'nın nasıl doğduğu konusundaki efsaneyi anlattı.Bu efsaneyi daha önceden de duymuştum.Ardından avcı kardeşim Esmeralde söz aldı ve Truva Savaşı ile ilgili bir efsane anlattı.Sıra henüz bana gelmediği için sıkılsam da Isabelle'nin anlattığı efsaneyi de dinledim.Anlatılanlar arasında beni en çok etkileyen onunkiydi.Daha önce hiç duymadığım bir efsaneydi.Ve nihayet sıra bana geldi.Ben çok fazla efsane bilmezdim bu yüzden basit bir efsaneyi anlatmayı tercih ettim."Bildiğim çok efsane yoktur bu nedenle basit bir efsaneden bahsedeceğim.Tanrıça Atemis ve onun büyük aşkı Orion'un efsanesi." dedim ve anlatmaya başladım.

"Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyle ki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görünce de bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'i vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.

Bir gün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kız kardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilir misin ?" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yıldız olarak gökyüzüne çıkarmasını istedi. Zeus da kızının bu arzusunu yerine getirdi."
Anlatmamı bitirdikten sonra derin bir nefes alarak yerime oturdum.Ve söz alan kişinin anlatığı efsaneyi dinlemeye başladım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Zack Cliff Burton
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Zack Cliff Burton


Mesaj Sayısı : 814
Kayıt tarihi : 23/02/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimePaz Tem. 03, 2011 1:46 pm

Gözleri aniden ağır uykusunu keserek açıldı. Yarı sersem bir şekilde gözlerini kırpıştırarak etrafına bakarken kapısı tıklatıldı. Zack'in içeri girmesi konusunda onay vermesini beklemeden Sebastian kapıyı açıp içeri girdi. Kapalı olan perdelere doğru ilerlerken '' Günaydın efendim. Kahvaltınız masanızda sizi bekliyor. Kahvaltınızı yaptıktan sonra Mitoloji Tarihi dersiniz var. Eğer geç kalıranız birisinin sinirleneceğine eminim '' dedi ve perdeleri sonuna kadar açarak tanrı Apollon'un Zack'in odasını dikizlemesine izin verdi. Zack yatağında hafifçe doğrularak esnedi ve başucu sephasının üzerindeki annesi Nyks'in hediyesi olan the black roses adlı yüzüklerini parmaklarına taktı Sebastian'a imalı bir bakış atarak. Son günlerde Zack'in komutu dışında yüzükten çıkıyor ve Zack'in emretmediği şeyleri yapıyordu. Yaptığı şeylerde çoğu zaman Zack'in hoşuna gidiyordu. Bu seferlik yaptığı şeyi bir kez daha görmezden gelerek yatağından çıktı ve tavana dokunmaya çalışarak bir kez daha vücudunu esnetti. Odasındaki masasına yöneldi ve sandalyeyi çekerek oturdu. Sebastian Zack'in çayını doldururken Zack'de Sebastian'ın getirdiği gazetenin en sıkıcı bölümünü açarak istemeye istemeye okumaya başladı. Kısa süre içerisinde kahvaltısını bitirerek masadan kalktı ve Sebastian'ın koltuğun üzerine giymesi için bıraktığı kıyafetlere yöneldi. Neler giydiğine bakmadan odasından çıktı ve hızlı adımlarla merdivenden indi. Kulübenin içindeki kardeşlerine başı ile selam verip kulübesinin kapısından çıktı ve dersliklerin olduğu yere doğru yürümeye başladı.

Dersliğe yaklaşırken bir kaç tanıdığı yüze selam verdi ve mitolojiye susamış melezlerin girdiği dersliğe girdi. Dersliğin kapısındayken Zack'in ruhuna dokunabilecek yegane ses kulağına geldi 'Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' . Gülümseyerek içeri girdi Helen kitabını karıştırmaya devam ederken masanın üstünde duran kiaplardan birini aldı ve Helen'e görünmeden sınıfın en arkasına doğru ilerledi. Gözüne kestirdiği bir sıraya oturdu ve elindeki kitabı sıranın üstüne attı. Helen herkesin erleştiğini görünce ön sıraların arasında dolaşarak '' Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum! '' dedi her zamanki kendinden emin bakışları ile.Sözünü bitirdikten sonra biraz duraksadı ve yine devam etti. Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'' sınıftan gülmeyle karışık hayır mırıltıları çıksada Helen her zamanki güzel gülüşüyle 'Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.'' 'hayır' mırıltılarını cevapladı ve öğretmen masasına yönelerek masanın üstüne oturdu. Herkes dinlemeye hazır hale gelince parmaklarını şıklattı ve ışıklar söndü. Işıkların sönmesi ile birlikte duvarlarda çeşit çeşit görüntüler oluşmaya başladı.

Görüntülerin oluşması ile birlikte Helen'de konuşmaya başladı. 'Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.'' Zack'in Nyks oğlu olduğunu blen bir kaç melez otamatikmen kafalarını Zack'e doğru çevirdi. Zack bu tavırları karşısında gülmemeye çalışarak çenesini yukarı kaldırdı ve vücud dili ile selam verdi. Bu sırada Helen anlatmaya devam ediyordu.'Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu.'' Helen harika br üslub ile anlatmaya devam ederken oturduğu yerden kalktı ve yürüyerek konuşmasına devam etti.''Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.''

Görüntüler yavaş yavaş silikleşirken ışıklar açıldı ve ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' dedi Helen elindeki kitabı masaya bırakarak. Kitabı masaya bıraktıktan sonra 'Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' diye devam etti ve ışıklar yeniden sönerek görüntüleri yeniden ortaya çıkardı.''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' ışıkların aniden açılması ile birlikte silinen görüntülerin ardından ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman oldu ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' dedi Helen ve hikayeyi bitirdi. Bitirmesinin ardından mırıltılar yükselmeye başladı. Helen dikkati yeniden üstüne çekmek istermişcesine tekrar söze başladı ve 'Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' dedi ve masaya yaslandı.

Birkaç melez kendi favori efsanelerini anlatırken Zack'de oturduğu sıraya kafasını dayayarak gözlerini dinlendiriyordu. Acaba onun en sevdiği efsane neydi? Herakles çoçukluğunun kahramanıydı ama sevgili Helen onu çoktan kullanmıştı bile. Düşünmeye devam ederken aklına üvey annesinin anlattığı ilk efsane geldi. Anlatacağı efsaneyi bulunca gülümseyerek kafasını kaldırdı ama bir melezin hala en sevdiği efsaneyi anlattığını gördü. Sabırla melezi dinlemedikten sonra elini Helen'in görebilmesi için hevesle salladı. Helen Zack'in kalkmasını eliyle işaret ettikten sonra Zack'de ayağa kalktı ve boğazını temizleyerek melezlerin dikkatini üstüne topladı. Her zamanki sert ve kendinden emin ses tonuyla konuşmaya başladı ve '' Size tanrı Ares'in düştüğü utanç verici durumlardan birisini anlatacağım '' diyerek aynı Helen gibi kendi sırasına oturdu ve tüm melezlerin ona baktığından emin olduktan sonra anlatmaya başladı. ''Yunan tanrıları içinde belki de en fazla utanç verici duruma düşen tanrı, tanrı Aresdir. Bu utanç verici durumların başında tunçtan bir küpe 13 ay boyunca hapsedilmesi gelmektedir. '' bir kez daha gözlerini sınıfda gezdirdi ve bu sefer sesini daha kendinden emin bir hale getirerek ''Günlerden bir gün Olympos tanrıları ziyafetteyken müthiş gürültülerle ayağa fırlarlar. Bir türlü Olympos tanrıları arasına kabul edilmeyen ve bir ölümlüden doğan dev cüsseli Poseidon'un oğulları Othos ve Ephialtes tanrılara savaş açmışlar, gökyüzünü fırlattıkları dev kayalarla bombalamaya başlamışlardır. Üstelik, cüretkar yarı tanrı bu iki dev, sadece Olympos'a kabul edilmek için diğer tanrıları zorlamakla kalmayıp, en güzel tanrıçaları Athena ve Hera'yı da isterler. Hera ki Zeus'un karısıdır ! Zeus çok sinirlenerek bu işi halletmesi için Ares'i görevlendirir. Athena'nın alayları arasında savaş arabasına binen Ares, hışımla iki devin üstüne saldırır. Ancak, bir an tedbiri elden bırakır ve kalkanını indirir. Bu sırada devlerden birinin fırlattığı kaya Ares'i bayıltır. İki dev Ares'i tunçtan bir küpün içine kapatırlar. Ares'i diğer tanrılar hiç sevmeseler de iki güçlü tanrıçaya göz koyacak kadar yoldan çıkmış bu iki devin kazanmasını da istemezler. Tanrıların habercisi Hermes uzun aramalardan sonra 13 ay sonra ölmek üzereyken Ares'i bulur. Ares tekrar güneş ışığını gördüğünde Othos ve Ephialtes'in cezası çoktan verilmiştir. Ölüler diyarında yılanlar tarafından bir sütuna bağlanmışlardır. Yılanlar her defasında dayanılmaz acılar veren zehirlerini boşalttıkları ısırıklarla iki devi rahat bırakmazlar, omuzlarına tüneyen baykuşlar ise devamlı öterek beyinlerini tırmalarlar. '' dedi ve oksijenin ciğerlerine dolmasına izin verdi. Anlattıklarını dinleyen melezlere başı ile teşekkür ettikten sonra yerine oturdu ve ondan sonra konuşmaya başlayan melezi dinlememeye devam etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Luna Harrods
Poseidon'un Çocuğu
Poseidon'un Çocuğu
Luna Harrods


Mesaj Sayısı : 282
Kayıt tarihi : 01/05/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimePtsi Tem. 04, 2011 6:30 am

Hayatımı zindana çeviren eşsiz sesteki saatin alarmı ile rüyalar âleminden ayrıldım. Yataktan çıkmak istemiyordum. Daha bir gün önce kampa dönmüştüm. Babamın verdiği görev beni tüketmişti resmen. Kafamı hafifçe kaldırıp başucumda duran takvime baktım. Bugün işaretlenmişti. Kafam çok dağınıktı bu yüzden neden işaretlediğimi hatırlamıyordum. Yataktan kalkmış olan kardeşim Bells’e döndüm. Çoktan giyinmişti. O da benim gibi yorgundu çünkü ikimiz de daha yeni kampa gelmiştik. “Günaydın kardeşim” dedim yarı uykulu sesimle. Gülümseyerek “Günaydın Luna. Derse gitmeyecek misin?” dedi. Şimdi hatırlamıştım, bugün Mitoloji Tarihi dersi vardı. Gitmek istemiyordum ama gitmek zorundaydım. “ Sen git kardeşim, ben de birazdan geliyorum. Sanırım geç kalmam” dedim. Kafasını salladı ve odadan çıktı. Yataktan yavaşça kalktım. Banyoya gittim. Yüzümü yıkayıp, mutfaktan bir şeyler alıp ayaküstü atıştırdım. Ayakta durmakta zorlanıyordum resmen. Atıştırmam bittikten sonra odama gidip üzerimi değiştirdim. Rahat bir şeyler giydim, saçımı topladım ve kulübeden dışarı çıktım. Hava çok güzeldi, güneşliydi ama hafif bir rüzgâr vardı.
Mitoloji tarihi sınıfına doğru yürümeye başladım. Sınıfa girdiğimde ders daha başlamamıştı. Geç kalmamanın mutluluğu ile boş bulduğum bir yere oturdum. Oturur oturmaz ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' dedi eğitmenimiz Helen. Kitaplığa gidip söylediğikitabı aldım. Yeni kitap gibi kokuyordu. Kitaba biraz göz gezdirdim. Kısa süre içinde pek çok kişi daha derse geldi. Helen ayağa kalkıp derse başladı. ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' Kısa bir süre durdu ve konuşmaya devam etti. ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'' dedi. Pek çok kişinin hayır sesleri yükseldi sınıfta. Gülümseyerek ''Evet maalesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.'' Açıkça söylemek gerekirse Yaratılış’ı çok kez dinlemiştim. Eski okulumda iken mitoloji dersinde, kardeşlerim anlatırken ve kitaplarda pek çok kez okumuştum. Tekrar dinlemek istemiyordum ama sesimi çıkartmadım. Helen yani eğitmenimiz elini şıklattı, ışıklar karardı ve görüntüler belirmeye başladı
.''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.'' Konuşurken görüntüler geçiyordu. ''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden Afrodit doğdu.'' Konuşmasına yürüyerek devam etti. ''Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.''

Görüntüler yavaş yavaş silindi ve ışıklar açıldı. ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' Elimdeki kitabı masaya bırakıp devam etti.''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' Sınıfta ışıklar yine söndü ve görüntülerle birlikte efsaneyi anlatmaya başladı. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Görüntüler yine sona erdiğinde ışıklar açılmaya başladı.. ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olut ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' Sınıfta hikâyenin bitmesi üzerine bir hareketlilik başladı. Dikkati toplamak için tekrar söze başladı. ''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' dedi. pek çok melez duyduğu efsaneleri anlatmaya başladı. Sonra sıra bana geldi.

“Sanırım ben Gorgon Medusa’nın efsanesini anlatacağım.” dedim. Herkese baktıktan sonra efsaneyi anlatmaya başladım. Dünyanın, Tanrılar tarafından yönetildiği çağlarda, güzelliği dillere destan, bütün tanrıları kendisine aşık eden Medusa adında bir kız yaşarmış. Yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden Medusa'yı kıskanırmış. Medusa, kendisini Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş Tanrı Zeus'un en sevdiği kızı Athena'ya ait bir tapınakta yaşarmış. Phorkus ve Keto'nun kızları olan bu üç kız kardeşten diğer ikisi ölümsüzmüş. Kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı gören Athena da kızın güzelliğinden etkilenmiş ama kendisini daha güzel ve zeki bulduğu için de pek fazla önemsememiş. Athena, Zeus'un kardeşi olan denizlerin efendisi büyük Poseidon ile evliymiş o zamanlar. Güçlü ve ölümsüz Tanrı Poseidon da karısı Athena'nın tapınağında yaşayan bu güzeller güzeli kıza aşık olmuş ama Tanrılar katında bir ölümlüye aşık olduğu için küçümsenmekten korktuğu için aşkını gizlemiş. Bir gün Athena, Poseidon'un Medusa'ya karşı ilgisini öğrenmiş. Poseidon bunu şiddetle reddetmiş ve Tanrıça Athena'ya da yeryüzü ve gökyüzünde ondan daha güzel ve alımlı hiçbir canlının olmadığı üzerine yeminler etmiş. Athena da Poseidon'un bu söylediklerine inanarak olayı çok fazla büyütmemiş. Ancak yine de bir türlü çıkaramamış aklından Medusa'yı.” dedim. Nefes almak için duraksadım biraz. Aynı zamanda hikayeyi tam olarak hatırlamaya çalışıyordum. Hikayeyi bana, ben çok küçükken teyzem anlatmıştı. Hatırlamam biraz zaman alsa da devam ettim.

“Poseidon, tutkusuna yenik düşmüş ve bir gün gizlice girdiği sevgilisi Athena'nın tapınağında, güzeller güzeli Medusa'ya zorla sahip olmuş. Medusa harap bir halde tapınakta kalmaya devam etmiş. Athena bu olayı duyunca kendisini aşağılanmış hissetmiş. O kadar kızmış ki Medusa'yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş. " Onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim. Tıpkı benim çektiğim gibi." Demiş. Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirmiş. Dünyalar güzeli Medusa ve kız kardeşlerinin artık yüzleri o kadar çirkinmiş ki kimse bakmaya tahammül edemiyormuş. Medusa'nın o güzelim saçlarının her bir teli yılana dönüşmüş. Bununla yetinmeyen Athena, Medusa'ya bakmaya çalışan herkesin taşa dönüşmesini neden olmuş. Medusa'yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios'un kızı Danae'nin, Zeus'tan olma oğlu Perseus'la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak Medusa'nın kafasını kesmeye karar vermiş. Perseus üvey kız kardeşinin bu isteğini hemen yerine getirerek keskin kılıcıyla zavallı Medusa'nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırmış. Athena çektiği bu acıdan dolayı bakirelik yemini etmiş”
diye ekledim. Efsaneyi bitirince Helen teşekkür etti. Yerime oturdum. Boğazım ağrımıştı biraz. Sıradaki melez kalktığında onun hikâyesini dinlemeye başladım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ange Morgan Lamartine
Apollon'un Çocuğu/Kulübe Denetleyicisi
Apollon'un Çocuğu/Kulübe Denetleyicisi
Ange Morgan Lamartine


Mesaj Sayısı : 1353
Kayıt tarihi : 18/08/10

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeSalı Tem. 05, 2011 5:16 am

Daha alarmım çalmadan 5 dakika önce yataktan doğrulmuştum. Aslında uyanmama sebep olan kulübedeki kardeşlerimin bağırışlarıydı. Yatağımdan istemsiz olarak kalkıp yatağımın ucuna itilmiş yorganıma baktım. Çoğu zaman kâbuslarımı hatırlamasam da yorganımın hali bana gördüklerim hakkında ipucu veriyordu. Yorganımı oradan kaldırıp yatağımın üstüne örttüm ve dolabımı açıp en sevdiğim beyaz kaprimi onun üzerine turuncu 'Melez Kampı' tişörtümü giydim. Aynanın başına geçip saçımı taramaya çalıştım ama şekil alamayınca bileğimdeki sarı lastik tokayla saçımı umursamaz bir topuz yaptım.

Kapıdan çıkıp mutfağa doğru ilerledim. Kardeşlerimin hepsi oralardaydı ve buda evin için de neden kahkaha sesleri yankılandığının resmiydi. Büyük bir tabakta duran omletlerden bir tanesini tabağıma yerleştirip Tiff’in yanına oturdum. Kev, her zaman ki gibi yine şakalar yapıyor ve masadakileri gülmekten kırıp geçiriyordu. Omletimden bir tane aldım ve yavaş yavaş çiğnedim. “bugün yemek kimden?” dedim omletimden bir parça daha kopararak. Teo elindeki çatalı havaya kaldırıp ağzındakini hızla yuttu. “Ben yaptım.” İtiraf etmek gerekirse Teo’nun yemekleri kulübedeki neredeyse bütün erkeklere bin basardı. Omletimden büyük parçalar kopararak ağzıma attım. Kısa süre sonra omletimden geriye boş bir tabak kalmıştı. Ayağı kalkıp tabağımı sudan geçirdim ve sehpanın üstüne bıraktım. Bugünün şanslı kişisi kimse o toplayacaktı. Mutfaktan çıkıp odama uğradım yatağımın kenarında hazır bekleyen ok çantamı alıp sırtıma astım ve yayımı omzuma yerleştirdim.

Aslında bugün ki planım Mitoloji Tarihi Sınıfı’na gitmekti. Biraz Tarih bilgimi geliştirsem fena olmayacağını düşünüyordum. Dışarıdaki okulumdan daha iyi olacağına emindim. En azından şimdi ki ders anladığım konudan olacaktı. Ok ve yayımı almaktan vazgeçip yerine geri koydum ve masamın yanındaki kılıcımı alıp kulübeden çıktım. Derse geç kalmamayı umut ederek hızlı adımlarla Mitoloji Tarihi Sınıfı’na ilerledim. Tam zamanında yetişmiştim, benle birlikte tanıdığım tanımadığım birçok öğrenci sınıfa giriyor, boş bulduğu sıralara oturuyorlardı. Bende boş bir tane sıraya oturdum ve Helen’in söylediklerini dinlemeye başladım.

''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' Ayağa kalkıp kitaplıktan bahsettiği kitabı alıp yerime oturdum ve bir süre rastgele sayfalar açarak okumaya başladım. Öğretmenim Helen tekrar konuşmaya başladığında kitabı kapatıp onu dinlemeye başladım. Kendini tanıttı. Daha önce Helen’i tanıdığım için yabancı olma gibi bir durumum yoktu. ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.'' Kendime engel olamayıp hafifçe kıkırdadım. Helen bununla ilgili birkaç şey daha söyledikten sonra arkasına döndü ve masasına doğru ilerledi. Elini hafifçe şıklatmasıyla dersliğin ışıkları söndü ve duvarlarda konuyla ilgili görseller belirmeye başladı. Helen bize yaratılışla ilgili konuyu anlatmaya başladı.''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu..''Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.''

Helen sözlerini bitirince büyülenmiş gibi gözlerimi duvardan alıp kırpıştırdım. Sıkıcı bir konu değildi aslında. Yaratılışla ilgili böyle şeyler olduğunu bile bilmiyordum. Beni çok etkilemişti. Tekrar Helen’e baktığım da onun masadan kalkıp sınıfın ortasına doğru ilerlediğini gördüm. O zamana kadar hareket ettiğini bile anlamamıştım. Helen efsanelere devam edeceğimizi söyleyerek bize en sevdiği efsanelerden birini anlatmaya başladı. Işıklar tekrar söndü ve bende beklenti içinde gözlerimi duvara çevirdim. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür. Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olut ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' Hikaye bitince yerimde hafifçe kıpırdandım. Benimle birlikte sınıfta hareketlenme olduğunu fark edince Helen oyalanmadan sözlerine devam etti. Helen, bizim de bir efsane anlatmamızı isteyince etrafıma bakındım. Birçok el havaya kalkmıştı. Bir süre onları dinledim ve yavaş bir şekilde benim de elimin havaya kalktığını hissettim. Helen kalkan parmakların arasından benimkisini seçince ayağa kalktım. Efsaneme başladım.

Efsaneye göre Niobe, Yunanistan'da Thebai Kralı Amphion ile evlenmiş.Kral Amphion büyük bir müzik severmiş. Birde onun güçlü kuvvetli ve sporcu bir ağabeyi varmış.Amphion’un ağabeyi, kendisi erkekçe sporlar yaptığı için kendisini över ve müzikle uğraşan kardeşiyle alay edermiş. Bir gün Thebai kentinin çevresine yüksek bir duvar yapılması gerekmiş. Amphion’un ağabeyi, kendisi çok kuvvetli olmasına rağmen taşları zor kaldırıyormuş oysa Amphion lirini çalarak duvarı hemen oluşturmuş.Niobe ve Amphion Thebai kentinde çok mutlu bir şekilde yaşıyorlarmış.Niobe’nin yedi kızı ve yedi erkek çocuğu olmuş. Güneşli bir Leto festivalinde Niobe, Tanrıça Leto’nun Apollon ve Artemis olmak üzere iki çocuk doğurduğunu, kendisinin ise on dört çocuk doğurduğunu söyleyerek övünmüş. Bunları duyan Leto çok sinirlenmiş. Çocukları Apollon ve Artemis’i Thebai kentinin yüksek duvarlarından uçurup, Niobe’nin on dört çocuğunu ok atarak öldürmelerini buyurmuş." durup etrafıma bakındım. Herkes nefesini tutmuş bana bakıyordu. Devam ettim.

Apollon ve Artemis de anneleri Leto’nun dediğini yapmışlar. Amphion bu duruma çok üzülerek intehar etmiş. Niobe ise bütün ölülerin ortasında tepeden tırnağa taş kesilmiş, korkunç bir kederin simgesi olarak kalmış. Gözlerinde dolup taşan yaşlar hiç dinmemiş, yaslı yüzünden aşağıya damlamış durmuş. Rüzgar, Niobe’ ye acımış ve onun gözyaşlarını sileyim derken, gözyaşlarını zavallı kadının anayurdu olan İzmir’ e uçurmuş. İzmir’ in yanında bulunan Manisa Dağı’ ndaki kayanın üzerine taşımış. O kayadan hâlâ su sızdığı için o günden sonra oraya Niobe’nin Kayası denmiştir. ".

Bu kayayı görenleriyice bakılınca kayada bir insan yüzü gördüklerini, kayanın buna benzediğini söylerler.Dünyanın her yanında, yas simgesi olmak üzere Niobe’ nin heykelleri yapılmış. Bir Anadolulu ozan “Tanrılar Niobe’ yi taşa döndürdüler, fakat bir sanatkar insan tanrılara meydan okuyarak, onların taşa döndürdükleri insanın taştan heykelinde Niobe’ yi yine dirilttiğini söyler.
“ Hala Manisa'da Rüzgarın göz yaşlarını taşıdığı yerde Niobe'nin taştan heykeli ağlamaktadır. Asırlar geçmesine rağmen çok sevdiği 14 çocuğu için göz yaşları dinmeden akmıştır. “


hikayenin bittiğini gösterircesine gözlerimi Helen’e diktim. Neden bu hikayeyi seçtiğimi bilmiyorum. İlk anlattıkları zaman da beni çok etkilediğinden olabilir belki. Belki de Apollon ve Artemis'in böyle bir şey yaptığını inanmak istemememden kaynaklanıyordu.Helen bana teşekkür edince, düşüncelerimden ayrılıp kendime geldim ve gülümseyip yerime oturdum. Benden sonra anlatılacak hikayeleri dinlemeye başladım.


En son Ange Morgan Lamartine tarafından Salı Tem. 05, 2011 9:57 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://yadigarlarrpg.yetkin-forum.com/forum.htm
Andrea Grace Harvey
Athena'nın Çocuğu
Athena'nın Çocuğu
Andrea Grace Harvey


Mesaj Sayısı : 609
Kayıt tarihi : 18/01/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeSalı Tem. 05, 2011 11:50 am

Başımı, saklamak istercesine yastığımın altına sokarken gözlerim gün ışığını görmüştü bile. Her ne kadar gözlerimi kapatıp tekrar tatlı uykuma dalmayı denesem de uykumun yavaş yavaş açılmaya başladığını hissediyordum. Yerimden kalkma isteğim yoktu bu nedenle uyumaya devam etmek istiyordum. Ama gözlerimi yavaş yavaş açtığımda bir daha uykuya dalamayacak kadar uyanık olduğumu fark ettim. Yüz üstü yattığım pozisyonumu düzelterek yastığımın altına sakladığım başımı dışarı çıkardım. Yüzümü kapatan saçlarımı geriye doğru atarken bir süre daha yatakta öylesine uzanmaya devam ettim. Gözlerimin içine işleyen parlak gün ışığından göz kapaklarımı kısarken yerimden doğrulmaya çalıştım. Elimle yüzümü kapatırcasına gözlerimi ovuşturmaya başladım. Kulübeden çok ses gelmiyordu. Rengi solmaya başlamış beyaz komidinimin üzerinde duran kol saatime baktığımda saatin uyanmak için biraz erken olduğunu fark ettim. Her ne kadar tekrar uyumaya heveslensem de vücudum dirilmişti artık. İstemeyerek de olsa ince battaniyemin altından çıkarak ayağa kalktım. Hızlı bir şekilde doğrulduğum için birkaç saniyeliğine kararan gözlerim daha sonradan kendine gelmişti. Komidinimin üzerindeki ufak el aynasını alarak kendimi incelemeye başladım. Erken yatmış olmama rağmen uykuya duyduğum ihtiyacım göz altlarımda beliren göz torbalarından belli oluyordu. Kampta çalışmadığımı kimse söyleyemezdi. Buraya çok emek veriyordum, eğitimime, kulübeme... Fiziksel yorgunluğumu tam olarak atmayı başaramamıştım henüz. Vücudum her gün biraz daha kırgın, biraz daha yorgun oluyordu. Kendimi toparlamaya çalışsam da bu her gün için biraz daha zorlaşıyordu. Aynada solgun yüzüme bakmayı bırakarak yavaşça odamın kapısını açtım. Koridorun başına bakarak herhangi bir ses duymaya çalıştım. Diğer kardeşlerimin uyanık olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Ancak bu kadar sessiz olabileceklerini zannetmiyordum. Muhtemelen herkes hafif sert yatağında uyuyordu. Banyoyla odamın arasındaki ufak mesafeyi hızlıca geçerek banyoya daldım. Biyolojik ihtiyaçlarımı karşıladıktan sonra musluğu iyice açarak ellerimi soğuk suyun verdiği rahatlığa bıraktım. Musluktan akan suyun debisini biraz daha düşürmek istercesine kısarken avuçlarımı soğuk suyla doldurmaya başladım. Suyla dolan ellerimle yüzümü yıkadım ve hissettiğim anlık huzurun verdiği rahatlıkla gevşedim. Kollarımı dirseklerime kadar yıkarken ne yapmaya çalıştığımı bilmiyordum. Oldukça bunalmış hissediyordum. Yıkadığım yerleri kurulamadan banyodan çıktım. Kardeşlerimi uyandırmak istemediğim için sakince hareket etmeye özen gösteriyordum. Tekrar odama daldığımda zihnimdeki düşüncelerden kurtulmaya çalışıp bugün için program oluşturmaya başladım. Yapabileceğim şeylerin seçeneklerini sıralarken bir yandan yatağımı toplamaya çalışıyordum. Soluk mavi renkteki çarşafımı gererken öncelikle iyi bir kahvaltı yapmanın iyi olacağına karar vermiştim. Daha sonra neler yapacağımı ayarlardım. Burada boş durmam mümkün değildi. Melezlerin sorumlulukları şu sıralar oldukça artarken boş duracak biri de değildim zaten. Yastığımı hıncımı çıkarırcasına şişirirken ince battaniyemi de düzgünce serdikten sonra odamda göze çarpan şeyleri düzenlemeye başladım. Çalışma masamın üzerine yaymış olduğum kitaplarımı gördüğümde işimin uzun süreceği kanısına kapılmıştım ama odamı dağınık bırakmaktan nefret ediyordum. Fikrimi değiştirmeden önce işe koyuldum. Bazılarının kapakları bile kapatılmamış olan kitaplarımdan bazılarını incelemeye başladım. Dün yarım bıraktığım kitabı elime aldığımda oturup okumaya başlamadan önce kitabın kapağını kapattım. Masamın üzerindeki yaklaşık on kitabı üst üste koyduktan sonra onları boy sırasına göre raflara dizmeye başladım. Ne diyebilirdim ki ? Ben takıntılı bir kızdım ve simetri de hoşuma gidiyordu. Hem fazla düzenden zarar geldiğini kim görmüş ? Çalışma masamın gözü rahatsız eden dağınıklığını hallettikten sonra sandalyemin üzerine fırlatmış olduğum kıyafetlerim gözüme çarptı. Aralarından kirli olanları ayıkladıktan sonra geri kalanları ya askıya astım ya da düzgün bir şekilde katladım.Odamdan çıkmak üzere kapımı açarken şöyle bir etrafa göz gezdirdim. Dağınık olan bir şey kalmadığına emin olduktan sonra odamın kapısını kapatarak ortak salona giden uzun koridorda ilerlemeye başladım. Kardeşlerimin odalarının kapıları kapalıydı, onları kontrol etmek istiyordum ancak hassas uykucuları uyandırmak istemezdim. Koridorun solundaki mutfak kapısını açarak içeri girdim. Hazır erken kalkmışken boşuna vakit öldürmek yerine kardeşlerimi mutlu edebilirdim. Buzdolabının kapağını açarken aklımda onlara güzel bir kahvaltı hazırlamak vardı elbette. Buzdolabını açtığımda gördüğüm tek şey ise hayal kırıklığıydı. Dolapta duran birkaç şişe sudan ve elmadan başka hiçbir şey yoktu. Tek bir tane dahi yumurta kalmamıştı. Bu da kardeşlerime pankek hazırlama hayalimi engelliyordu. Kahvaltıyı bu gün hazırlayamayacağım belli olduğu için mutfaktan çıktım. Günlerdir düzgün bir kahvaltı yaptığım söylenemezdi. Bugün güne güzel başlama kararındaydım ve bu da güzel bir kahvaltıyla olurdu. Kulübeden çıkmaya karar verince üzerimi değiştirmediğimi fark ederek tekrar odama giden koridorda yürümeye başladım. Odama girerek kapımı kapattım ve sakince dolabımın yanına doğru ilerledim. Dolabımın kapağını açtığımda bugün her şeyi zevkle yapmayı düşünmekteydim. Hayatımdan biraz daha memnun olmak istiyordum, sanki her şeyi kötü yorumluyormuşum gibi karamsar hissetmek istemiyordum. Dolabımın karşısında dikilirken kıyafet seçerken bile zevk alabileceğimi kendime benimsetmeye çalışıyordum. Klasik kot şortumu elimde tutarken pek de ilginç bir tercih yapmayarak kamp tişörtlerimden birini alıp dolabın kapağını kapattım. Fazla oyalanmadan üzerimi değiştirdikten sonra komidinimin üzerindeki tarağımı alarak tekrar odadan çıktım. Banyoya girip ufak dolabımızın kapağını açarken siyah tokalarımdan birini aldım. Önce iyice karışmış olan kıvırcık saçlarımı kısmen taradıktan sonra bileğime geçirdiğim siyah tokayla dağınık bir at kuyruğu yaptım. Her zamanki sade melez görünümüme büründükten sonra banyodan çıkarak koridorda yürümeye başladım. Hala benden başka uyanan bir kardeşim olmadığı için tek başıma kulübeden dışarı çıktım. Bağcıklarımı rastgele bir şekilde bağladıktan sonra derin bir nefes alarak soluduğum havayı ciğerlerime doldurdum. Güne güzel bir kahvaltıya başlama hayallerim hala sürdüğü için yemek gazinosuna doğru ilerlemeye başladım. Vücudumun ritmini daha fazla bozmak istemiyordum. Zaten yeterince yorgun oluyordum, uyku eksikliği yaşıyordum, bir de en önemli öğünü es geçemezdim. Adımlarımı hızlandırıp yemek gazinosuna doğru ilerlemeye devam ettiğimde karnımın guruldadığını hissedebiliyordum. Yemek gazinosundan içeri girdiğimde tahmin ettiğim gibi etraf kalabalık değildi. Sanırım herkes erken kalkıp gazinodaki yemeklere yetişebilme derdinde değildi. Yavaş yavaş, zevkle yürürken kendi başıma kalmanın huzuru içerisindeydim. Sonunda yalnız kalabilmiştim, bütün o seslerden, kavgalardan uzakta, kendi başıma kalabilmiştim. Adımlarımı tepsilerin üst üste dizildiği sehpaya doğru yönlendirirken menüde güzel seçenekler olmasını umuyordum. Kendime kırık olmayan bir tepsi aldıktan sonra yemeklerin bulunduğu bar gibi düzenlenmiş alana doğru ilerledim. Öncelikle iki dilim ekmek aldıktan sonra ufak yağ, reçel, bal paketlerinden alarak tepsimin üzerine koydum. Yine üst üste dizilmiş ufak tabaklardan alarak çatal bıçağımı da tepsime koydum. Çok fazla açgözlü olmamaya dikkat ederek biraz omlet, biraz krep de aldıktan köşede gözüme kestirdiğim boş masaya doğru ilerlemeye başladım. Birkaç masa dışında tüm masalar bomboştu. Yemek gazinosu öğle saatlerinde oldukça tercih edilen bir mekandı halbuki. Sanırım şu saatler hala erken sayılıyordu. Tepsime rastgele bıraktığım yağ ve reçel paketlerini tek tek açarken tabağıma aldığım omletten ufak bir parça aldım. Beyaz kısmı pişmiş, sarı kısmı ise kayısı kıvamında olan yumurta tam istediğim gibiydi. Masadaki tuzluğu alarak omletin üzerine biraz daha tuz serpiştirirken kardeşlerimin uyanıp uyanmadığını düşünüyordum. Tabağıma aldığım az miktarda omleti bitirdikten sonra ufak bardağımdaki portakal suyumu yudumladım. Tam yumuşak ekmeğime paketteki tereyağını sürmek üzereyken masama doğru yaklaşan ayak sesleriyle irkildim. Başımı kaldırıp karşıma baktığımda gördüğüme sevindiğim kardeşim Helen duruyordu. Yalnız olmayı seviyordum elbette ama bir süre sonra sıkılmamak elde değildi. Hem kardeşlerimin yanımdaki varlıklarına hayır da diyemezdim. Helen yüzüne yerleştirdiği o tatlı gülümsemesiyle yanıma geldi ve ''Günaydın Andy. Bugün kahvaltı hazırlayan olmadı ha?'' dedi. Bir yandan kıkırdarken aynı samimiyetle ''Evet herkes tembellik yaptı diyebiliriz. Hypnos kulübesinden farkımız kalmadı neredeyse.'' dedim. Helen'ın bana da bulaştırdığı neşeyle gülmeye başladım, Helen da bana katılarak gülerken kahvaltımıza devam ettik. Beraber kahvaltıya başlayalı beş dakika olmadan uzaktan bize gülümseyen Summer yanımıza gelerek ''Günaydın kızlar! Bugün bu kadar mıyız?'' diye sordu. Tam ağzıma atacağım tereyağlı ekmek zevkini erteleyerek Summer'a cevap verdim. ''Sanırım diğerleri hala uyuyor. Ya da birazdan burada olurlar.'' der demez ağzımda kayan tereyağlı ekmeğin keyfini çıkarmaya başladım. Helen hızlıca lokmalarını ağzına attıktan sonra ayağa kalktı ve tepsisini de alarak ''Ben kaçıyorum millet. Bugün dersliğe gelmeyi unutmayın!'' dedi. Cevap vermemize fırsat bırakmadan koşmaya başlamıştı bile. Tepsimde kalan son ekmek parçasını da ağzıma attıktan sonra portakal suyumun geri kalanını bir dikişte bitirdim. Summer bana bakarak gülerken ''Sanırım senin de acelen var.'' dedi. Yavaşça yutkunarak ''Dersliklere uğrasam fena olmaz. Görüşürüz.'' dedim. Elimdeki tepsiyi diğer kirli tepsilerin bulunduğu yere bıraktıktan sonra gazinodan dışarı çıktım. Evet, her ne kadar yorgun ve sıkkın olsam da dersliklere uğrasam fena olmazdı. Hem madem bugün Helen'ın dersi vardı katılmamak olmazdı. Sanırım bu Helen'ın dersliğinde ilk ders verişi olacaktı, derse katılarak onun doğuştan gelen öğretmenlik yeteneğini de görebilirdim. Dersliklerin bulunduğu alana doğru yürürken bir yandan da kulübeye geri dönmeyi düşünüyordum. Her ne kadar bir Athena çocuğu olarak çalışkanlık kanımda olsa da üst üste girdiğim dersler beni bunaltmıştı. Ama mitoloji dersi ne kadar sıkıcı olabilirdi ki ? Kulübeye geri dönmeye karar vermeden önce dersliklere varmak üzere adımlarımı hızlandırdım.

Mitoloji Tarihi Dersliği'ne adımımı attığımda kalabalık olduğunu fark ettim. Ürkekçe bir adımla içeri biraz daha girdiğimde sınıfta yaklaşık olarak on beş kişi vardı. Pek de düzenli bir şekilde dizilmemiş olan sıralardan birine oturduğumda etrafı incelemeye başladım. Duvarda asılı olan tablolar, haritalar, çeşitli resimler ve türlü türlü görsellerle sınıf tam olarak mitolojiye uygun hazırlanmıştı. Derslik şanına yakışır bir şekilde ilginç ve farklı duruyordu. Ben dersliği ve dersliğe gelmiş öğrencileri izlemeye devam ederken öğretmen masasında kitabını karıştırmaya devam eden Helen söze başladı. ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' Helen gerçekten doğuştan öğretmen olarak doğmuş olmalıydı. Konuya nasıl gireceğini, dersi nasıl başlatacağı, nasıl ders vereceği hakkında oldukça yetenekliydi. Hiçbir hazırlık yapmasa bile ki yaptığına emindim dersi bir durağanlık yaşamadan anlatabilirdi. Onun bu yeteneğine imrenmemek elde değildi. Bir dersliğe öğretmen olmayı asla düşünmemiştim. Bu konuda, yani insanlara bir şeyler öğretme konusunda pek yetenekli olduğumu zannetmiyordum. Helen derse devam ederken zihnimdeki düşüncelerden bir an önce kurtulmaya çalıştım. Herkes kitaplıktan kitabını almaya başlamıştı ben ise dalgınlıktan oturduğum yerden kalkamamıştım. Kaybettiğim zamanı telafi etmek istercesine hızla kalkarak kitaplığın yanına gittim. Helen'ın dediği gibi 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alarak tekrar eski oturduğum sırama döndüm. Kitabı hevesle incelemeye başladığımda Helen'ın dersi nasıl işleyeceğini merakla bekliyordum. Kısa süren bir incelemeden ve ders saatinin başlamasından sonra Helen tam anlamıyla derse başlıyordu. ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'' Helen bizi umutlandırır gibi yaparak yanıltmıştı. Elbette bu efsaneyi her melez bilirdi, tekrar tekrar dinlemekten herkes sıkılmış olmalıydı. Ama sanırım Helen herkesin iyice kavradığından emin olmak istiyordu. Helen rahat bir şekilde öğretmenler masasının üzerine oturarak bacak bacak üstüne attı. Bir parmak şıklatmasıyla birlikte sönen ışıklar dersliği oldukça kullanışlı hale getiriyor olmalıydı. Öğretmen masasının karşısındaki duvara yansıtılan görüntüler sınıftaki tüm dikkati oraya yöneltmişti. Helen da bir yandan sakin ses tonuyla anlatmaya başamıştı. ''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.'' Helen her şeyi tam kıvamında anlatıyordu. Ne uzatıyordu ne de çok kısa geçiyordu. Helen yönetimi elden bırakmadan otoriter bir havada devam etti. ''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu.'' Her ne kadar duvardaki görüntüleri takip etmekte olsam da Helen'ın masadan indiğini duyabiliyordum. Bize doğru yaklaşan ayak sesleriyle sınıfın içerisinde dolaşa dolaşa anlatmaya devam etti. ''Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.'' Görüntülerin yavaş bir şekilde sona ermesi üzerine ışıklar tekrar açıldı ve Helen elindeki kitapla ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' dedi. Tüm başlar ona çevrilmişti ve herkes çıt çıkarmadan onu dinliyordu. Sınıftaki dikkati kendine çekmeyi iyi biliyordu. Herkes tam odaklanmış bir şekilde onu dinlerken Helen bu dikkati bozmak istemeden derse devam etti. ''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' dedi. Sınıftaki ışıklar söndüğü zaman nereye bakmamız gerektiğini anlamıştık. Sınıfta tüm başlar tekrar duvara doğru yönelirken görüntüler önümüzde belirmeye başladı. Helen görüntülerle bir uyum içerisinde efsaneyi anlatmaya başlamıştı. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Helen en sevdiği efsaneyi hevesle ve zevkle anlatmıştı. Efsaneyi anlatmayı bitirdiği zaman tekrar açılan ışıklar gözlerimi yormuştu bile. Ellerimle gözlerimi ovuştururken Helen lafına devam etti. ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olut ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' Helen hikayeyi bitirdiği zaman herkes yerinden doğruluyor, kendine gelmeye çalışıyordu. Sınıfta oluşan ses topluluğunu bastırmaya çalışan Helen tekrar araya girdi ve ''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' diyerek iki eliyle öğretmen masasına doğru yaslandı. Eller havaya kalkmaya başlamıştı bile. Ben ise henüz o kadar atılgan olamamıştım. Birkaç kişi en sevdiği efsaneyi anlatırken ben anlatacağım efsaneyi seçmeyi bir türlü becerememiştim. Elbette bildiğim birçok efsane vardı ama hiçbir zaman hangisini en çok sevdiğim hakkında düşünmemiştim. Benim en çok etkilendiğim efsaneyi bulmaya çalışırken sonunda hatırladığım bir efsaneyle yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamamıştım. Şu an en efsaneyi analatan kişinin sözünü bitirmesini beklemeye başladım. Lafını bitirip yerine otururken hevesle havaya kaldırdığım elimi gören Helen o yumuşak sesiyle ''Evet Andy.'' diyerek beni işaret etti. Kucağımda tuttuğum kitabı oturduğum yere bırakarak ürkek bir şekilde ayağa kalktım. Toplum önünde konuşurken yaşadığım o tedirginliği hissediyordum yine. Rezil olacakmış gibi hissetmek insanı yoran bir şeydi. Cesaretimi toplamaya çalışarak derin bir nefes aldım ve söze başladım.''Size anlatacağım hikaye Pandora'nın yaratılış efsanesi ve Pandora'nın kutusu. Bu hikayeden oldukça etkilendiğim için anlatmak için bu efsaneyi seçtim.'' derken sesimin heyecanlı çıktığını biliyordum. Kendimi toparlamaya çalışarak efsaneyi anlatmaya koyuldum. ''Zeus, Prometheus'tan sonra da, onun suç ortağı olarak gördüğü erkekleri cezalandırır. Onlar için kötülük kaynağı olarak gördüğü kadını yaratır. Zeus, Hephaistos'a tanrıçalara benzer görünümde çekici kılmasını ve topraktan su ile yoğurmasını buyurur. Athena kadının bedenini uyumlu olarak süsler; ona el işlerini, kumaşları dokumasını öğretir. Ve süslü kuşağını beline sarar. Afrodit yüzüne dayanılmaz arzu ve zarafet serper. Kharitler boynuna altın gerdanlıklar takarlar, Horalar çiçeklerle saçlarını donatırlar, haberci Hermes ise ona şeytani bir zeka ve kandırma becerisini üfler, ayrıca konuşma yetisini de verir. Son olarak kıza can versinler diye Zeus, dört rüzgara esmesini söyler. Bu yaratılan kadına 'bütün tanrıların armağanı' anlamına gelen Pandora adının verirler. Zeus Pandora’ya kapalı bir kutu vererek, Epimetheus’a gönderir. Prometheus daha önceden kardeşini, Zeus'tan hiçbir armağan almaması konusunda uyarmıştır. Fakat Epimetheus kardeşinin öğütlerini dinlemez. Pandora’nın çekiciliğine karşı koyamaz ve onunla evlenir. O zamana kadar insanlar, kötülüğü, hastalığı, sıkıntıyı bilmiyorlardır. Yeryüzüne, bütün kötülükler bir kutunun içinde gönderilmişti. Tek yapılacak hata kutunun açılması olacaktı. Pandora da merak edip yanında getirdiği kutuyu açınca; acılar, dertler, hastalıklar, yaşlılık, kıskançlık, delilik, ahlaksızlık, açlık yeryüzüne yayılmıştır. Kutudan tam umut dışarı çıkmak üzereydi ki Pandora kutuyu kapattı.'' Hikayenin sonuna gelirken yavaşça boğazımı temizledim ve o an herkesin beni izlediğini fark ederek ufak bir telaşa kapıldım. Bozuntuya vermeden hikayemi tamamlamak amacıyla devam ettim. Kutuya sadece umudu sokabilmişti. Umut hala insanlara kötülüklere karşı durma, acılarını hafifletme cesaretini veriyor.'' dedikten sonra gizliden gizliye derin bir nefes aldım ve yavaşça yerime oturdum. Yüzümdeki tebessümle etrafa bakarken Helen araya girdi ve ''Teşekkürler Andy.'' dedi. Kalp ritmimi düzene sokmaya çalışırken düşünebildiğim tek şey bu toplum önünde konuşma korkumu nasıl atlatabileceğimdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marcus L. Stanislaus
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Marcus L. Stanislaus


Mesaj Sayısı : 2117
Kayıt tarihi : 07/02/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeSalı Tem. 05, 2011 1:17 pm

Rahat ve deliksiz bir uykunun ortasındayken, beynimin her noktasına hücum eden çalar saatin sesini duydum. Ağzımdan küfür niyetine çıkan birkaç homurtudan sonra tüm gücümle çalar saatin üzerine vurdum. Gözlerimi yavaşça açtım ve yataktan kalktım. Yine basit bir gündü ve her zamanki monoton yaşamım devam edecekti. Antrenmanlar, etkinlikler ve derslikler... Son zamanlarda neredeyse hiç maceraya çıkmadığım için hayatım antrenman, etkinlik ve derslik üçlüsünde dönmeye başlamıştı. Tabii arada sırada da kulübeden dışarı diğer melezlere kendimi göstermeyi ve biraz gövde gösterisi yapmayı ihmal etmiyordum. Evet, işin en karışık yanı da buydu zaten. Zeus çocuğu olduğum için herkesin benden beklentileri çok fazlaydı. Genç yaşıma rağmen omuzlarıma yüklenen sorumluluk fazlaydı fakat çok fazla şikayet eden biri değildim. Tabii bu beklentilerin içinde çoğu kişiye karşı soğuk ve mesafeli olmak da vardı. Birçok melezin hayranlık beslediği bir kişi olmayı açıkçası istiyordum; fakat bunu yapmak için çok büyük işlere imza atmak gerekiyordu. Bu yüzden savaşları seviyordum işte. Kendi yaşadıklarımdan çok da, diğer hikayeleri okumak bana adeta yeni bir dünyanın kapılarını açıyordu. Truva Savaşı'nda olanları okumak, Patroclus'un başına gelenleri ve Hector'un ölümünü canlandırmak benim için adeta bir tutkuydu. Efsaneleri okurken en dikkat ettiğim husus ise objektif olmaktı. Titanlar ile tanrıların savaşını veya gigantlar ile tanrıların savaşını okuduğumda her zaman tarafsız olmuştum. Yeri geldiğinde gigantları takdir edip, Hera'nın aptallığına kızmıştım. Yeri geldiğinde ise tanrıların kazanmasına sevinmiştim. Düşünceler beynimi yoruyordu ve ben üstümü giyinmeye başlamıştım. Bir dakika, nereye gideceğimi bile bilmiyordum ki... Yine de bugün önemli bir şeylerin olacağını biliyordum. Yapılacak bir işim vardı fakat ne olduğunu hatırlayamıyordum. Elimi duvara dayadım ve dudağımı sert bir biçimde ısırdım. Ne zaman bir şeyleri unutsam bunu yapardım. Bu hareketimi kimsenin fark etmemesi ise tuhaftı. Son zamanlarda beni nelerin meşgul ettiğini düşündüm. Antrenmanlar, etkinlikler... Hayır, bugün yapacağım hiçbir antrenman olmadığından emindim. Aynı şekilde araba yarışı, kulübe temizliği ve bayrak kapmacanın da bugün olmadığından adım gibi emindim. Aklım yavaş yavaş yerine geldiğinde parmağımı şıklattım ve yüksek sesle söylendim. "Lanet olsun, bugün mitoloji zımbırtısı dersi var!" Acilen yazlık bir şortu altıma geçirmeye çalışıp aynı anda koşmayı denedim ve aynı anda da yeri boylamıştım. Daha boş bir zamanımda olsa kulübede şimşekler çaktırabilirdim fakat maalesef acelem vardı. Yerden zar zor da olsa kalktım ve şortumu giydim. Sonra da kamp tişörtlerinden birini giyip odamdan çıktım. "Lanet olsun, bu dersten mezun olmam zorunlu ve birkaç dakika sonra başlayacak." Aslında derse yetişmek istememin tek nedeni zorunlu olması değildi. Bu derste muhtemelen savaşlar ve büyük kahramanlıklar da anlatılacaktı. Evet, onları dinlemek ve adeta tekrar yaşamak istiyordum. Aynı zamanda bu, değişen ders sisteminde gireceğim ilk derslik olacaktı. Sistemi merak ediyordum. "Ne fark eder ki? Şarap yapımına bile gitmek, bütün gün kulübede oturmaktan iyidir." Kulübeden koşar adım çıktım ve dersliğe doğru ilerlemeye başladım. Tabii ki kulübenin içindeki hareketlerimi asla dışarıya yansıtmıyordum. Kulübeden koşar adım çıkmama rağmen birkaç metre sonra adımlarımı yavaşlattım. Başımı öne eğip etrafa baka baka ilerlemek istiyordum fakat bunu yapamazdım. En azından ben böyle düşünüyordum. Dimdik bir şekilde ve başım ileriye dönük bir biçimde yürüyordum. Ne kadar merak etmeme rağmen, arada bir göz ucuyla etrafı süzmek dışında, asla başka bir tarafa bakmıyordum. Bunu her zaman Zeus çocuğu olmanın bir gerekliliği olarak görmüştüm. Evet, kendime güveniyordum ve her zaman da kendimden emindim. Aşırı bir düzeyde olmasa bile, hafif bir kendini beğenmişlik havası da veriyordum etrafa. Hafifçe esen rüzgara karşı yürüyordum. Rüzgar saçlarımı dalgalandırıyordu ve suratımda oluşan küçük küçük ter damlalarına karşın bir ferahlama sağlıyordum. Hemen alnımdaki ter damlalarını sildim. Küçüklüğümden beri böyle yaşamıştım ve her zaman bana böyle yapmam öğretilmişti. Öğretilen her cümle beynimin duvarlarında yankılanıyordu adeta. "Zayıflık yok Marcus. Senin yaşayacağın dünyada zayıflığa yer yok. Özellikle de senin için. Zayıf olduğun noktaları bile kimsenin bilmemesini sağla." Kafamı iki yana salladım ve iç çekerek dersliğe doğru yürümeye devam ettim.

Dersliğe vardığımda tüm melezler sırayla dersliğe girmeye başlamıştı bile. Adımlarımı hızlandırdım ve dersliğe adımımı attım. Etrafa baktığımda birkaç tanıdık melez gördüm. Kendime ikide bir hatırlatmalar yapıyordum ve bu beni sıkıyordu. Yine de alışkanlıklarımdan taviz verme niyetinde değildim. Etrafa fazla bakmadan içeri girdim. "'Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' Lanet olsun, dersin eğitmeni Helen miydi? Hafifçe gülümsemekten kendimi alamadım. Helen, yakın arkadaşım Zack'in sevgilisiydi. Ben de onu oldukça sever ve saygı duyardım. "Evet, en azından dersi sevmediğim birinden dinlemeyeceğim." Birkaç adım ilerledim ve masanın üzerinde duran kitaplardan birini aldım. Aslında buna pek ihtiyacım olduğu söylenemezdi. Kitabı hiç almayıp yerime geçmeyi düşündüm fakat herhangi bir aksiliğin çıkmasını istemiyordum. Yavaşça iç çektim. "Formalitelere aldırma Marcus, formalitelere aldırma..." Kitabı aldım ve yine etrafa hiç bakınmadan en orta sıraya gittim. Bunu herhangi bir durumda derse katılmam gerekirse, herkesin beni görebilmesi için yapmıştım. Evet, ilgi odağı olmayı sevdiğim doğruydu. Bunu inkar edemezdim. Sıralardan birine oturdum ve Helen'in ne söyleyeceğini beklemeye başladım. İki yanım da doluydu fakat onlara bakmaya bile tenezzül etmemiştim. Muhtemelen selam vermeme değecek insanlar bile değillerdi. "Bu ego başıma bir gün bela olacak. En iyisi o günü beklemek aslında." ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' Çoğu melez Helen'i zaten tanıyordu fakat tanımayanlar aralarında fısıldaşmaya başladılar. Helen birkaç saniye sessizliğin sağlanmasını bekledi. En azından ben öyle anlamıştım fakat fısıltılar bitmiyordu. En sonunda Helen'in birkaç keskin bakışından sonra sükunet sağlandı. “Tahmin ettiğiniz gibi, bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.” Evet evet, lanet olsun. Bitip tükenmek bilmeyen yaratılış saçmalıkları. Bunlardan hiç hoşlanmazdım çünkü daha çok anı yaşamayı seven biriydim. Bu dersi işliyorduk ve bugünü yaşamamız gerekiyordu. Geçmiş ile ilgili her şeyi bilsek bile bizim için bir faydası olur muydu? Bana göre olmazdı. Yine de dersin işlenişine Helen'in karar verdiğini kendime hatırlattım ve dinlemeye devam ettim. “Evet malesef ki öyle." diye mırıldanmayı da ihmal etmedi. Aslında buna değinmenin onun için de sıkıcı olduğunu düşünüyordum. “Birincisi, bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi, aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.” Lanet olsun, birkaç çaylak hiçbir mitten haberdar değil diye bizim de böyle sıkıcı ve yüzlerce kere dinlediğimiz konuları baştan işlememiz mi gerekiyordu? Aslında böyle yapmanın daha mantıklı olduğunu biliyordum fakat can sıkıntısı benim gibi agresif ve kolay sıkılan birini çıldırtmaya yetiyordu. "Lanet olsun Marcus, sesini çıkarma ve dersini dinle. Sonra da kulübene git. Sadece birkaç saat, buna katlanmalısın." diye düşündüm kendi kendime. Dikkatimi tekrar derse vermiştim. Helen parmaklarını şıklattığında odadaki tüm ışıklar söndü ve duvarda muhtemelen konumuz ile ilgili bazı görüntüler belirmeye başladı. Bunlar şaşırtıcı derecede ölümlülerin dünyasındaki sunumlara benziyordu. Muhtemelen sihirliydi. En azından ben öyle olmasını umuyordum. ''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı." Evet, yeryüzündeki her şeyden daha güçlü varlıklar anlatılıyordu. Bunları binlerce kez dinlemiş olmasaydım gerçekten etkilenebilirdim ve dersi dikkatle dinleyebilirdim. Yine de hiçbir tepki vermedim ve dersi dinlemeye devam ettim. "'Gaia'ya dönelim. Gaia bir çok varlıkla birleşti ve bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tu. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu.” Evet, Hekatonkheir ve ilk kiklopları Tartarus'un dibine göndermişti. Hiç de merhametli bir baba sayılmazdı. Aslında Gaia'nın, Uranüs'ten kurtulma fikri çok mantıklıydı. Nedense dersin gidişatını hiç merak etmiyordum, çünkü bunları yüzlerce kere duymuştum. "Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti." Evet, Kronos titanların arasında en gözü kara ve cesur olanıydı. Bu işi onun yapmasına hiçbir zaman şaşırmamıştım. Zaten bu yaptığı sayesinde titanların en yücesi olmuştu. Yine de onun da pek merhametli bir baba olmadığını biliyordum. "Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden Afrodit doğdu. Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok Tanrı ve Tanrıça doğurdular.'' Evet, Afrodit'in doğumunun pek de ihtişamlı olduğu söylenemezdi. Sonuçta kim hadım edilmiş birinin parçalarından doğmak isterdi ki? Evet, titanlardan nefret etmemin bir sebebi de çocuklarını yemeleriydi. Mesela Kronos... Hades, Poseidon ve Demeter'i yemişti fakat Rhea, Zeus yerine bir taş parçası vermişti Kronos'a... Babam ise büyümüş ve kardeşlerini kurtarmıştı. Lanet olsun, bu çok havalıydı! Aslında bunlar muhtemelen dersin devamında işlenecekti. Düşüncelerimi kafamdan sildim ve dikkatimi Helen'e verdim. Helen parmaklarını tekrar şıklattığında ışıklar tekrar açıldı ve duvardaki görüntüler silindi. Aslında diğer ortam daha iyiydi fakat insanı yoruyor ve dersi dinlemekten çok, uyumaya sevk ediyordu. Tabii bir de karanlık yüzünden zorlaşan göz teması vardı. Bence bir eğitmen, öğrencileri ile göz temasını asla kaybetmemeliydi. “'Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.” Lanet olsun, bugün aldığım en iyi haberlerden biriydi bu. En azından şu saçmalıkları dinlemek yerine, birkaç savaş veya heyecan verici efsane öğrenebilirdik. “Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü, yani Herakles'i.” Lanet olsun, Herkül... Evet, o benim baş kahramanımdı. Hayatım boyunca özendiğim yegane kişilikti. Sonuçta kardeşimdi ve başardığı işler sayesinde ismini kimseye unutturmamıştı. Tam Herkül hakkında hikayeler anlatılacağı için sevinmiştim ki, Helen'in işaretiyle ışıklar tekrar söndü. "Lanet olsun, çocuk oyuncağı mı bu?" Sinirlenmemeye çalıştım. Sonuçta Helen haklıydı fakat bugün fazla agresif sayılabilirdim. 'Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar." Evet, babamın çapkın olduğunu biliyordum. Aslına bu genelde Zeus çocuklarının, annelerinin ölümüyle sonuçlanırdı fakat Zeus'un bu özelliğinin bir kısmı bize de geçmişti sanırım. “Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve en sonunda neredeyse ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur.” Lanet olsun, Hera'yı sevmememin nedenlerinden biri de buydu işte. Herkül unutulmayacak kahramanlıkları yapmaya başladığında sadece on sekiz yaşındaydı. "Aslında onun gibi olmak için hala geç sayılmaz." diye düşündüm. Tabii ki onun gibi olamazdım fakat bunu deneyebilirdim. Kim bilir, belki de kader tanrıçaları benim yüzüme gülerlerdi. “Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.” İçimden Hera'ya karşı büyük bir öfke fışkırıyordu. Bu efsaneyi zaten biliyordum fakat burada tekrar anlatılması, yani herkesin önünde anlatılması, beni çileden çıkarmaya yetmişti. Hera'nın herhangi bir manevi çocuğunu bulup onu öldürmek istiyordum fakat bu da hiçbir şeyi çözmezdi zaten. Helen konuşmaya devam etti. “Herakles'in ölümüne özellikle Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olup ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirdi.” Ah, evet... En sonunda mutlu son denebilecek bir olay. Hera'nın bile pişmanlık duyması bana garip geliyordu. Helen'e baktığımda muhtemelen sadece bu efsanenin anlatılacağını anladım. Herkül hakkında türlü efsaneler vardı fakat yalnızca bir tanesini anlatmıştı Helen. Tabii muhtemelen ders sadece bununla bitmiyordu. 'Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak." Sınav mı? Lanet olsun, bu dersliğe bir de sınav için mi gelecektim yani? Birilerinin beni denetlemesi asla hoşuma gitmezdi. Yine de dersliğin içeriğine karşı gelemezdim. Sonuçta ben de bir eğitmendim ve benim dersliğimde de sınav olacaktı. “Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' Ah, pekala. İlk önce kalkıp herhangi bir hikaye anlatmak istedim fakat elimi kaldırmadım. Aslında kalkmaya karar verdiğim zaman bile el kaldıracağımı düşünmüyordum. Sadece ayağa kalkıp hikayemi anlatacaktım. Bu sefer dinlemeye karar vermiştim. Öncelikle birkaç melezin hikayesini dinlemek istiyordum. Hikayeleri dinlemekten sıkıldığım zaman ise kalkıp kendi hikayemi anlatacaktım. Melezler sırayla kalkıp hikayelerini anlatmaya başladılar. Birkaç efsane gerçekten ilgimi çekmişti fakat hiç ilgimi çekmeyenler de olmuştu. Çoğu melezin hikayesi bittikten sonra derslikte bir alkış kopuyordu. Melezler tepki gösteriyordu fakat benim şu ana kadar bir yüz kasım bile oynamamıştı. Artık iyice sıkıldığım ve efsane dinlemekten bıktığım zaman gelmişti. Son melezin de anlattığı efsane bittiğinde birkaç kişi heyecanla ellerini havaya kaldırdılar. Ben ise büyük bir soğukkanlılıkla ayağa kalktım. Derslikteki çoğu kişi bana bakıyordu. "Evet, benim bugün size anlatacağım efsane; titan-tanrı savaşları. Anlatmadan önce eklemek isterim ki eğer ben bitirene kadar sözümü kesen birisi olursa, şimşeğimin kurbanı olur ve Tartarus'un sonsuzluğuyla tanışır." En orta sıralarda olduğum için herkesi görebiliyordum. Birkaç meleze keskin bakışlar attım. Onları etkilemeliydim çünkü; anca bu şekilde beni dinlemelerini sağlayabilirdim. Birkaç saniyelik duraklamadan sonra sözlerime devam ettim. "Kronos, doğan çocuklarını; yani Hades, Demeter, Poseidon ve Zeus'u yemek ister çünkü onların birer tehdit olduğunun farkındadır. Çünkü kendisi de aynı şekilde babasının tahttan indirmiştir. Çocuklarını ortadan kaldırmadığı takdirde, çocuklarının da kendisini öldürebileceğini düşünür. Kronos; Poseidon, Hades ve Demeter'i yedikten sonra Rhea, Kronos'a bir taş verir ve onun Zeus olduğunu söyler. Kronos da taşı yer ve tanrı tehlikesinin ortadan kalktığını düşünür. Zeus ise dünyanın öteki ucunda bir adada saklanır. Zeus büyüyüp güçlenerek babası Kronos'la dünya hakimiyeti için savaşa girer. Bu savaşta Kronos'un kardeşleri ve anneleri Gaia; Kronos'u, Zeus'un kardeşleri ve annesi Rhea; Zeus'un tarafını tutar. Titan Okeanos ve eşi Tethys ise tarafsız kalırlar. Savaş Zeus ve Demeter'in Kronos'a saldırmasıyla başlar. Demeter, Kronos'u kontrol ettiği bir toprak tabakası içine alır. Hareket edemeyen Kronos'a bir diğer darbeyi Zeus vurur. Bu sırada Kronos'u korumakla görevlendirilmiş yedi kiklop ellerindeki sopalarla Kronos'u tutan toprak tabakayı kırarlar. Zeus her ne kadar büyümüş olsa da henüz Kronos'a karşı çıkamazdı. Bunu bildiği için Hades ve Demeter'in kızı Persephone'nin yardımıyla yeraltına saklanırlar." Kafamı kaldırdım ve melezlere teker teker baktım. Sanırım bu hikaye çoğunun dikkatini çekmişti. Benim ise en sevdiğim efsanelerden biriydi. Derin bir nefes alıp devam ettim. "Kronos bu saldırıyı Gaia başkanlığındaki titan konseyinde dile getirir ve titan-tanrı savaşları resmi olarak başlamış olur. Konseyde bulunan bazı titanlar savaşmayı kabul etmediler. Rhea ise gizlice çocuklarına yardım etmeye karar verir çünkü Kronos ona çok acı vermişti ve pek de merhametli bir titan değildi. Hatta zalim oldugu bile söylenebilir.
Phoebe, Themis, Kronos ve Mnemosyne; Zeus'u bir suikast ile öldürmeyi planlarlar. Bu planı gerçekleştirmek için barış istediklerini söylerler ve samimiyetlerini göstermek için bir yarışma düzenlerler. Zeus, Hades, Persephone, Hera, Ares, Hermes, Afrodit ve Poseidon davete gelirler fakat şartları; Kronos'un varisinin, Zeus olmasıdır. Bu yarışmada periler insanları gökyüzüne yükseltecek ve en yükseğe çıkan peri yarışmayı kazanacaktır. İnsanları pek fazla taşıyamayan minik periler onları düşürür ve insanlar ölür. Titanlar bundan zevk alır fakat tanrılar bu işten pek hoşlanmazlar. İnsanlar da bu yüzden savaşın ileri dönemlerinde tanrıları ilah kabul ederler ve onlara yardımcı olurlar. Yüz peri Themis'i gökyüzüne kaldırır. Uranus'tan buzdan bir kılıç alan Themis yarışmaya gelen Zeus'un göğsüne bu kılıcı saplar. Hermes ordan hızlı bir şekilde Zeus'u kaçırır. Hera ise yeni bir saldırıya karşı kocasını korumak için peşlerinden gider. Geride kalanlar ise orada savaşırlar fakat hiç biri titanlar kadar güçlü değildir. Ares savaş borusunu çalar ve diğer Olimpos tanrılarına savaşı haber verir. Artemis, Apollon ve Demeter yanlarına Argos'u alarak savaş alanına gelirler. Phoebe de diğer titanları çağırmak için Gigil'leri yaratır. Titanlar da savaş alanına gelirler. İapetos ,Krios, Theia, Hyperion ve gelmek zorunda kalan Rhea. Apollon güneşin yakıcı ışınlarını etlerini çürütmek için Theia'ya gönderir fakat Hyperion bunu engeller ve oğlu güneş yerine kızı Seleneyi gökyüzüne koyar. Fakat Artemis, Selene'yi yener ve ayın yönetimini ele geçirir. Ayın aydınlatıcı ışığını titanlardan alır ve hiç bir şey göremeyen titanlar yeniden güneşi gökyüzüne çıkarırlar. Apollon ise tekrar Theia'nın etlerini çürütür. Demeter ve Persephone Argos'u Krios üstüne gönderirler. Kriyus gökyüzünden yıldızları alır ve Argos'a fırlatır. Bu sırada Zeus, Hermes ve Hera geri gelir. Argos'u savaşta gören Hera izni olmadan devinin savaşa getirilmesine ve yaralanmasına kızar. Krios'un ellerini ve ayaklarını taşa çevirir ve Argos'a verir. Argos da onu yakar.
Tekrar etrafa baktım ve melezleri inceledim. Hikaye uzun olduğu için bazıları sıkılmaya başlamıştı. "Merak etmeyin, ben de hiçbirinize burada saatlerce efsane anlatmaya hevesli değilim. Zaten bitmek üzere." dedim. Dinlemediğini düşündüğüm birkaç meleze sinirli bakışlar attım ve anlattığım efsaneye devam ettim. "Mnemosyne, Ares ve Persephone'nin hafızalarını siler ve birbirine düşman yapar. Rhea bu kaybı gizlice yok eder. Ares kılıcını, Persephone mızrağını Mnemosyne'nin gözlerine ve karnına saplar. Daha sonra bin bir parçaya ayırdıkları bedenini Hades'in üç başlı köpeğine verirler. Mnemosyne'nin, Zeus'tan olan kızlarının tanrılarla aşk yaşamasına izin verilir. Çünkü Zeus,, Mnemosyne'nin ölmesinden küçük bir acı da olsa duymustur. Hyperion; Artemis ve Poseidon'a sıcak gök taşları atar. Poseidon da, Artemis de sıcağı sevmezler ve Poseidon bu saldırıyı engellemek için mızrağını yere vurur. Denizlerin yükselmesini karalardan fazla olmasını sağlar. Hades ölüleri, Persephone böcekleri, Demeter ise sarmaşıkları Kronos'un üzerine gönderir. Kronos'un hareket etmesine engel olurlar.Afrodit, Kronos'un göğsünü açar. Zeus da buraya bir ceviz ağacı tohumu diker. Hermes bu ağacı Olimpos'a götürür. Kronos hareket edemez. Tanrılar ve kölelerinin gözleri önünde olduğu için de hiçbir şey yapamaz. Diğer titan kardeşleri ölmüştür zaten. Tek yardımcısı, annesi Gaia, kalmıştır. Gaia ise Eros, Demeter ve Poseidon'a, Kronos'u kurtarmayacağına dair söz vermiştir.Gaia tüm tanrılardan güçlüdür ama Eros, Demeter ve Poseidon onu Uranüs'ü serbest bırakmakla tehdit etmiştir. Poseidon denizlerin derinliklerinden Uranüs'ü bulacak ve canlandıracaktı. Gaia bunu göze alamaz. Oğlundan ve saltanatından vazgeçerek dağları yaratıp oralardan çıkmamıştır. Zeus tahta çıkmış ve on bir yıl süren savaşı kazanmıştır. Rhea ise öldürülmemiş, Zeus'un danışmanlarından biri, Hera ve Zeus'un, ayrıca Afrodit ve Hermes'in, evliliklerinin koruyucusu olmuştur." Sözlerimi bitirdikten sonra gayet rahat bir biçimde yerime oturdum. Üzerime yönelen bakışlara rağmen hiçbir tarafa bakmadım. Bir sonraki efsaneyi anlatacak olan melezi bekliyordum. Şu an tek amacım bu derslikten çabucak çıkmaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Liliana Caprice von Dorff
Demeter'in Çocuğu
Demeter'in Çocuğu



Mesaj Sayısı : 105
Kayıt tarihi : 15/06/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 7:16 am

Yine ormanda uyumuştum. Bunu hep yapıyordum. Ahh… Ve hep aynı kütükte bitkilerle sohbet ederken uykuya dalıyordum. Bu birazda onların suçu. Yani kuşların. Öle güzel şarkı söylüyorlarki.-ninni mi desem bilemedim?- Hava melez kampında geceleri soğuk olmuyor ama yine de üşüyorsunuz. Ee haliyle tüm gece burda yatan ben donuyorum desemde inanmayın. Geçen yaz çıktığım bir görevde bir Nemea aslanını öldürmüştüm. Genelde dışarıya onunla çıkıyorum geceleri. Hem zaten unutsamda bitkiler beni yapraklarıyla gecenin ayazından koruyorlar. Ormanda uyuyunca uyanma saatini de kaçırıyorum. Çoğu zaman geç kalıyorum. Ama bu sefer koşarak yetişicektim. Çünkü her seferinde üzerlerine küçük dal parçaları ve yapraklar takılı elbiselerimle yemekhaneye gitmek utanç verici oluyor. Afrodit kızlarının iğneleyici sözleri ve kötü kahkahalarıyla karşı karşıya oluyorsunuz ki sonuç olarak birine bir tane patlatmamak için kendimi zor tutuyorum. Yemekhanede kavga çıkartırsamda kötü bir ceza ile karşı karşıya kalırım. İşte tüm bunlar yüzünden şu an da delilerce koşuyordum. Çalıların ardından beni Dağ nemfi dostum Syrena takip ediyordu. Aslında benimle yarışıyordu. Kötü olan ben tepedeydim yani Ahh… Kalçamı kırabilirdim bu düşüşten sonra ancak şanslıydım ki aşırı derecede kıvrak hareket edebiliyordum. Kayalıklardan o hızla düştükten sonra-ki buna düşüş diyemem daha çok hızlı bir iniş- sonra hızımı azaltmak ve taşlardan atlamak arasında bir tercih yapmam gerekti ve ben taşlardan atlamayı seçtim. Yani son sürat akrobasi hareketleri yapıp yeri bulmam an meselesiydi. Şanslıydım ki indiğim yerin sürtünme katsayısı oldukça fazlaydı. Zorlu bir inişten sonra Syrena’nın bana uzaktan el salladığını gördüm ve sonra ormanda kayboldu. Sonunda kulübeye gelmiştim. Hızla koşarak kulübeye ilerledim. Kapıdan tam bir kardeşim çıkıyordu ona çarpmamak için eğildim ve hızla kapıdan geçerek odama girdim.Gerideyse kız kardeşimin bağırışları yankılanıyordu. Üzerime hoş bir bluz buldum. Bir de mini etek. Belden sonra genişleyen bir yapısı vardı. Bir o kadar renkli ve şıktı. Bluzumsa daha sade ama mükemmeldi. Saçlarımı kendi saçımın bir tutamıyla arkada bir toka yardımı ile tutturdum. Sonra çok sade olmasını istemediğim için bir gülü etrafına doladım. Sonra kendime hoş bir babet buldum ve giydim. Hafif bir makyaj yapmaya koyuldum. Gözlerimi deniz mavisi ile yeşil arasında bir tonda kalemle belirginleştirdim. Açık pembe tonların da bir pembe ruj ile makyajımı tamamladım. Sonra hızla kardeşlerime yetiştim. Yemekhaneden içeri girince Afrodit kızlarına iğneleyici bakışlarımı attım. Çok şaşırmışlardı ve onları görseydiniz gülmekten kırılırdınız. Masaya oturduk. Kızlar bana merak dolu bakışlar atıyorlardı. Ah hadi ama yine mi? “Ne istiyorsunuz?” dedim gözlerimi büyüterek. “Tüm gece nerdeydin sen?” dedi kardeşim. Tüm hepsi merakla bakıyordu. O sırada Ares kulübesi sakinleri de masalarına oturmuştu. Ama Caleb sonrada girdi içeri. Hepsi şimdi Caleb’e bakıyordu. Caleb bir anda irkildi ve bizim masanın yanından hızla uzaklaşıp yerine oturdu. Sonra bana ‘Ne oluyor’ dercesine baktı. Bende kafamı sallıyarak ‘Bilmiyorum’ dedim. Sonra kızlara döndüm. “Hayallerinizi yıkmak istemem ama ben sadece ormanda uyuya kalmışım.” Hepsinin tüm umutları yerle bir olmuştu. Hepsi onunla benim daha da yakınlaşmamızı bekliyordu. Ama bal gibide saçmalıyorlardı. Umutları kırılan kardeşlerim benimle hiç konuşmuyorlardı. Ben de bu gergin havadan ve kötü bakışlardan kurtulmak için erkenden kalktım ve dersliğin yolunu tuttum. Mitoloji Dersliğine girdim. Ve kendime uygun bir yer buldum. O sırada Eğitmen Helen kapıdan girdi ve ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.''dedi.
Bende kitabı aldım ve incelemeye başladım. Çoğunu biliyordum. Çünkü uzun zamandır kamptaydım. Yine de mitoloji hep benim ilgimi çekmiştir.
''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' diyerek konuşmaya devam etti.
''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.” Çoğu kişi itiraz etti ama ben zevkle dinlerdim. Bu yüzden hiç ses çıkarmadım. ''Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.'' Gerçekten de bende bu miti çok severdim. Yine de benim için bu tüm mitoloji için geçerli bir durumdu.. Sonra eğitmene baktım. Konuşmaya devam etti.

''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.''Herkes dikkatle duvardaki resimleri izlerken ben hem kitaba hem de duvardakilere bakıyordum.''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu. Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.''

Görüntüler yavaş yavaş silindi ve ışıklar açıldı.Sonra dikkatimi eğitmene verdim. ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' Herkesin içten içe sevindiği belli oluyordu ama ben devam etmesini ve ayrıntılı anlatmasını isterdim.''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' Işıklar tekrar söndü ve duvardaki resimler yine oluştu. Dikkatimi tamamiyle kitaptan ayırmış eğitmene odaklanmıştım.''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Görüntüler yine sona erdi ve ışıklar yavaş yavaş açıldı. ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olur ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' Sonra sınıfta bir kımıldan ma oldu ve eğitmen tekrar devam etti.''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' dedi ve herkes ellerini kaldırdı. Ama ben sadece düşünerek kafada cümlelerimi oluşturmaya çalıştım. Bir çok kişi kalkmıştı. Arada Blanca ve luna da söz almıştı.
Sonra elimi kaldırdım ve Helen beni seçti. Ayağa kalktım ve herkesin dikkatini çekmek için öksürdüm.-çünkü o kadar çok kişi anlatmıştı herkes sıkılmıştı- Bakışlar bana yönelince konuşmaya başladım. “Öncelikle size anlatmak istediğim şeyin tam olarak adını vermiyorum. Eğer söylersem bunu pek de ilginizi çekiceğini düşünmüyorum.” Dedim. Umarım pek ukalaca başlamamışımdır ancak bunu böylece daha çok kişi dinleyebilirdi. Sonra devam ettim. “Bir zamanlar Demeter Iasion adında bir ölümlüye aşık olmuştu. Ancak Baş Tanrı Zeus bu durumu öğrenmiş ve çok kızmış. Bunu üzerine yıldırımı Iasion’ a göndermiş ve onu öldürmüş.” Daha akıcı olması için el hareketlerimi de işin içine kattım. “Bundan sonra Zeus Demeter ile bir likte olmuş ve persephone dünyaya gelmiş.Sanırsam Hesiodos bunun hakkında şöyle demişti.” Sonra nefes aldım ve doğru hatırladığımı umdum.
“Hesiodos derki;
Demeter’in de yatağına girdi Zeus.
Canlıları doyuran, tarlalar tanrıçasının.
Ak kollu Persephone’yi doğurdu Demeter,
yeraltı tanrısı Aidoneus
kaçırdı onu anasının koynundan
ve bilge Zeus bıraktı kızını ona
.”

Sonra hızla devam ettim. Bir çoğu sanki bunu hiç duymamış gibiydi.” Yeraltı tanrısı Hades (Pluton) Zeus'tan Persephone'yi eş olarak istemiş ve Zeus bu isteği onaylamıştı. Ancak Demeter'in, kızını sonsuza kadar yeraltında yitirmeyi istemeyeceğini ve bu evliliğe karşı çıkacağını düşünen Zeus, Hades'in Persephone'yi toprağın derinliklerine kaçırmasına yardım etmeye karar verdi. Zeus, toprak ana Gaia'dan Persephone'nin dolaştığı kırlara pek sevimli çiçekler saçmasını istedi. Persephone ve arkadaşları bu çiçekleri toplarken, arabasıyla yeraltından çıkıveren Hades zavallı kızcağızı kucaklayıp toprağın derinliklerine kaçırdı.”Sonra iç geçirdim. Bunu her seferinde hatırladığımda kendimi garip hissediyordum. Sonra kaldığım yerden devam ettim.” Bir ölümlü kılığına bürünen Demeter, günler ve geceler boyunca sevgili kızını boş yere aradı durdu. Uğradığı her köyde insanlara ekinlerin ve harmanın sırlarını öğretiyordu. Arayışları boşa çıkan Demeter, kızı geri dönmezse, tahılların büyümesini durduracağını ve kıtlık başlatacağını söyledi. Bunun üzerine Zeus, Persephone'nin geri dönmesine karar verdi. Ne var ki, Persephone yeraltındayken bir kaç nar tohumu yemişti ve bu nedenle yılın en az üçte birini Hades ile birlikte toprağın altında geçirmek zorundaydı. Persephone'nin yeraltında kaldığı süre boyunca, Demeter ekinlerin büyümesini durdurmaktadır. “ Sonunu getirmeden önce durdum.Herkesin 'O kadar bulmamız için konusunu söylemediğin şey bu muydu?' dediğini duyabiliyordum. Ama kimse bunu benim gördüğüm gibi göremezdi. Herkes Leyla'yı Mecnun'un gözünden görseydi leyla ile Mecnun olur muydu acaba? Ya da Leyla'nın gizemi.sonra devam ettim.” Eleusis Şenlikleri de, Persephone'nin yeryüzüne dönüşünü kutlamak için düzenlenmektedir.Evet bahsettiğim şey Eleusis Şenlikleri. Belki bu size saçma gelebilir. Yani anlamsız. Bu yüzden bunun nedenini size söylemek istiyorum. Ben bir Demeter kızı olarak her Eleusis şenliğinde,her açan çiçekte ve her yeşil yaprakta annemin kızına duyduğu sevgiyi görüyorum. Bunun tam tersinde sonbahardaysa her dökülen yaprakta annemin göz yaşlarını görüyorum. Bir Demeter kızı olarak bu benim için gerçekten değerli. “ Sanırsam bu sınıftakileri etkilemişti. Bir çoğunun küçümseyen bakışları hüzünlenmişti. Onlarında anne ve babaları vardı. Hepimiz onlardan birinden ayrı yaşıyorduk. 'Nasıl etkilemez ki bu?' diye düşündüm. En azından beni anlamaları benim için yeterliydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elyssa Rhea Least
Afrodit'in Çocuğu
Afrodit'in Çocuğu
Elyssa Rhea Least


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 04/07/11

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 8:24 am


    Dı-dıt…

    Aptal saat her zaman öttüğü gibi tekrar ötüyordu yine. Beyaz yorganımın altından mavi gözlerimi çıkardım yavaşça dışarıya ve etrafta uyuyanlara bakındım. Kimse sesten rahatsız olmuyor, hepsi horul horul uyumasına devam ediyordu. Gözlerini güneşliğe çevirerek etraftaki güneşe baktıktan sonra beyaz yorganı hızlıca üzerimden attım. Elbisemi düzelterek yatağımdan doğruldum ve sessiz bir şekilde kendi kendime “Yeni bir güne merhaba.” dedim. Beyaz renk dolabın yanına giderek dolabın tokmağını elimle kavradım ve kendime doğru çektim. Öyle uykulu ve güçsüzdüm ki bu sabah. Dolabı açtıktan sonra üzerime dışarıdaki havaya uygun bir şeyler çıkaracaktım. Mini bir tulum geçirecektim üzerime, saçlarımı at kuyruğu yapacaktım. Dolaptan yeşil renk tulumu çıkardıktan sonra yatağımın üzerine fırlattım. Hızlıca lavaboya gitmeye koyuldum. Çünkü zaman, her defasındakinden de hızlı işliyor gibiydi. Lavaboya geldiğimde uzun aynaya doğru baktım ve derin bir iç çektim. Ellerimi ve yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım ve lavabodan çıktım. Yatağıma doğru ilerledikten sonra soyunmaya başladım. Dışarıdan gelen güneş ışınları, kulübeye yeterince vuruyordu ve sıcak bedenime işliyordu. Hızlıca soyunduktan sonra yeşil mini tulumu hızlıca elime aldım ve giymeye başladım. Üzerimi de hazırladıktan sonra ayağıma converce tarzı yeşil ayakkabılarımı giydim ve kulübedeki boy aynasının karşısına geçtim. Saçımla ve makyajımla saatlerce uğraşmayı seven birisiydim ben aslında. Bu yüzden de erken kalkardım. Küçük masada bulunan dizili kitapların ardında duran saç tarağını hızlıca kaptım. Elimden geldiğince seri bir şekilde saçlarımı fırçaladım ve tarağı aynı yerine bıraktım. Bunun ardından küçük bir parlatıcıyı elime aldım ve dudaklarıma gezdirdikten sonra parlatıcıyı kapatarak yerine koydum. Sinsice gülümseyerek “Hazırım.” diye söyledim kendi kendime. Odadaki dağınıklıkları topladım, yatağımı düzelttim ve kardeşlerime enfes bir kahvaltı hazırladım. Tabi, elimden geldiğince. Masamda duran defteri hızlıca kaptım ve kulübeden çıktım. Şimdi ise dersliğe gidiyordum.

    Dersliğe gelene kadar yolda oyalanmıştım aslında. Dersliğe geldiğimde ise Mitoloji Tarih Eğitmeni Helen’i eğitmeye başladım. İçeriye asillik ile giren Helen, hemen söze başladı. ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' Acele etmeden, itişip kakışan melezlerin arkasından geçmeyi denedim ve kitabını alarak yerime geçtim. Eğitmen masasından kalkarak, konuşmasına devam etmeye başladı. ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' Cümleleri oldukça etkiliydi. Ama dersi anlatışı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Neler olabilleceğine dair ufacık bir fikir ya da tahmin bile. ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.'' Arka sıralardan birkaç kikirdeme ve kahkaha sesi geldikten sonra göz ucumla onlara bakmıştım. Melez kampında olmamıza rağmen, sinir bozucu ve aptal melezlerde olabiliyormuş tabi diyerek önüme döndüm. ''Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.'' Uzun adımlarıyla devam eden Helen, birden parmağını şıklattı ve etraftaki ışık kendisini birden karanlığa bıraktı. Gözlerini duvara çeviren Elyssa dersi dinlemeye koyuldu. ''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.'' Gözlerini hızlıca dersi dikkatlice dinleyen birkaç çocuğa çevirdi. Bazıları not alıyor, bazıları efsane içinde kaybolup gidiyordu. ''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden afrodit doğdu.'' Ayağa kalkarak dikkatlice anlatmaya devam etti. Ben ise dikkatle dinliyordum. 'Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.'' Işıklar yavaş yavaş açıldı ve görüntüler silindi. Gözlerimi büyüterek etrafa bakındım. ''Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.' Hikayeyi dinlemek her zaman tercihimdi. Ama şimdi. Oldukça sıkılmıştım. Yani, zaman çok yavaş geçiyordu şimdi. 'Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.'' Işıklar tekrardan söndü ve görüntüler ekrana geldi. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Işıklar tekrardan açıldı ve birbirinden heyecan verici görüntüler duvardan tekrardan silindi. ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olut ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' Hikaye bittiği için sınıfta büyük bir hareketlilik başlamıştı. Kısa bir şekilde öksürdükten sonra sözüne devam etti eğitmen. ''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' Masasına yaslandı. Elimi kaldırmak için can atıyordum, ama ya anlatacağım efsane hoşlarına gidilmezse. Birkaç kişi efsane anlattıktan sonra nazik elimi yavaşça havaya kaldırdım. Kendimden emin bir şekilde kaldırdığım elimi, yavaşça indirdim. Çünkü söz bendeydi. Ayağa kalkarak yavaşça öksürdüm ve anlatmaya başladım. Herkes dikkatle beni dinliyordu. “Kış ve bahar ile bağlantılıdır.
    Kıbrıs veya suriye kralı Kinyrasın kızı Smyrna veya Mryhadır. Bu kız Apollonun lanetine uğramıştır ve kız babasına aşık olmuştur. Geceleri karanlıkta babasının yanına gidip onunla birlikte oluyormuş. Bir sabah uyuya kaldığı için babası fark etmiş ve onu öldürmeye çalışmıştır. Fakat diğer Tanrılar ona acıyıp onu mersin ağacına çevirmişler. Kız bu sırada babasından hamileymiş ağacın kabukları dökülmüş ve çocuk doğmuş adı Adonis olmuştur.
    2 tanrıça Adonise bakmak istemişler. Bunlar Afrodit ve Persephone.
    Tanrılar Adonisin 3 ay aphroditele 3 ayda persephoneyle kalmasına karar vermişler diğer aylarda nerde isterse orda kalacakmış.Adonis büyüdüğünde Aphroditenin yanında kalmaya karar vermiş. Çokta yakışıklı olmuştur. Hem persephone hemde aphrodite adonise aşık olmuş. En tutkulu aşk Aphrodite tarafındandır. Bunu Ares kıskanmıştır (kimi kaynaklarda artemisinde kıskandığı söylenir) Aphrodite ve Adonis çayırda gezerken Ares yada Artemis üzerlerine bir yaban domuzu göndermiş domuz adonisi öldürmüş adonisin öldüğü yerden manisa laleleri çıkar aphroditete onu kurtarmaya çalışırken ayağına güllerin dikeni batıyor ve beyaz güller kandan kırmızı oluyor ve kırmızı gül bu yüzden aşkın sembolüdür.”
    Bütün efsaneyi anlattıktan sonra yine kendimden emin bir şekilde yerime oturdum ve diğer efsaneleri dinlemeye koyuldum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adyali Beckett
Zeus'un Çocuğu
Zeus'un Çocuğu
Adyali Beckett


Mesaj Sayısı : 1657
Kayıt tarihi : 21/10/10

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimePerş. Tem. 07, 2011 8:08 am

Bu yaşa gelmiş insanları neden kaldırıp da derse sokarlardı hiç anlamıyordum! Özellikle çocuklu kişileri. May Jean hiç yerinde durmuyordu zaten, ona evde bakmak bile bir işkenceydi. Bir de kampta bakmak... Tam bir kabus! İyi ki benim canım kardeşim Jenny, benim yerime ona bakmayı kabul etmişti. Ben de, sanki 15 yaşındaymışım gibi dersliğe gitmek durumunda kalmıştım. Düşünüyordum da, kampa geleli çok uzun zaman olmuştu, ama zaman çok şeyi değiştirmişti. Tanıdığım herkes büyümüş, evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştu. Christopher doğduktan sonra kampla tamamen ilişkim kesilmişti. İki çocuğa bakmak zaten dünyanın en zor işiydi. Bir de canavarlarla uğraşmak zorunda kalıyorduk tabii. Rafael Chris ve May Jean'e iyi geceler öpücüğü verdikten sonra, dışarıdaki drakonlarla savaşmak zorunda kalabiliyordu örneğin. Tabii ki hayatımız tamamen normal olmamıştı, ama bizler melezdik. Asla normal bir hayat beklemiyordum.


Dersliğe geldiğimde henüz herkes yeni yeni toplanıyordu. Gözlerimle etraftaki melezlerin yüzlerine dikkatlice baktım ama nafile, hiçbirinin yüzleri bana tanıdık gelmiyordu. Dostlarımı, benimle görevlere çıkan, bazen de hayatımı emanet ettiğim arkadaşlarımı sadece bu kadar mi önemsiyordum? Yüzleri birkaç yılda silinip gitmiş miydi hafızamdan? Bu berbat bir şeydi. İç çektim. Kendimi oldukça yaşlı hissetmiştim birden. Kamptaki bu dinamizm bana fazla geliyordu. Saçmalama Adyali, sen daha 29 yaşındasın, dedim içimden. Anlımı kırıştırdım. Bu neredeyse 30 demekti! Buraya bunları düşünmek için gelmedim, diyerek içimden, düşüncelerimi böldüm. Tam olarak kendime geldiğimde içerisi bayağı dolmuştu. Ben de ayakta kalan avanak olmamak için, bir sandalyeye oturdum. Herkes eğitmenimize bakıyordu. Kim olduğunu çözmeye çalıştım ama ilk denemem başarısızdı. ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' dedi eğitmenimiz. Harika, diye düşündüm. İlk önce derslik, sonra da kitaplık. İç çekip yerimden kalktım ve oldukça fazla kitabı barındıran kitaplıktan eğitmenimizin istediği kitabı çıkardım. Açık mavi renkli, üzerinde birkaç efsaneden resimler olan bir kitaptı bu. Kalınlığı iyiydi, rahatlıkla okuyabileceğimi düşünüyordum. Bu iyi işte, diye düşünüp yerime geçtim.
''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' Ah, demek bu kocaman kız Helen'di! Onu hatırlıyordum, iyi bir kızdı. Tahmin edilebilinebileceği gibi bir Athena kızıydı o. Benim tabirimle oldukça 'inek'ti, ama bütün Athena çocukları öyleydi. ''Tahmin ettiğiniz gibi bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi, çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız. Evet malesef ki öyle. Birincisi bu benim en çok sevdiğim mittir. İkincisi aklınızda hiç bir soru işareti kalmamalı. Bu konuyu gayet iyi kavramalısınız. O yüzden bunu yapmak zorundayız.'' Geçen derse gelmemiştim, o yüzden bilgisizdim. Samimi olursam da, mitolojiye hiçbir zaman ayrıntılı bir şekilde bakmamıştım. Onu 'yaşarken' kitaplardan okumak pek ilgimi çekmiyordu haklı olarak. Bu yüzden Helen'in tekrarını iyi bir şekilde karşıladım.



Helen ''Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.'' diye miti anlatmaya başlarken, ilgimi bir şey çekti. Duvarlar çok garipti. Helen'in dudaklarından kelimeler dökülürken duvarda garip şekiller oluşuyordu. Sonra anladım ki, duvar, kişinin anlattığı miti resmen 'resmediyor'du! Bu harikaydı! Helen sanki duvar gayet normalmiş gibi anlatmaya devam etti.''Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden Afrodit doğdu.'' Afrodit'in Uranos'tan doğduğunu biliyordum işte. Bana oldukça ilginç gelmişti. Eğer bir titandan oluştuysa, çoğu tanrıdan daha güçlü olmalıydı değil mi? Ama o gücü değil, güzelliği seçmişti. Ne aptalca, diye düşündüm. ''Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Bana kalsa hikayeye devam ederim ama sizi sıkmak istemiyorum.'' Helen sakince miti tamamlamıştı. Birden sanki bir sinema salonundaymışız da, film bitmiş gibi ışıklar açıldı ve duvar eski haline döndü. Her ne kadar buraya istekle gelmemiş olsam da, itiraf etmek biraz zordu ama bu ders hoşuma gitmişti. Sıkıcı değildi, kısa ve özdü. Gayet iyiydi. Tam yerimden kalkacakken Helen tekrar konuşmaya başladı. ''Bugün efsaneler üzerinde duracağımızı söyledim. Size en sevdiğim efsanelerden birini anlatacağım. Ve daha sonra ordan sorular soracağım. Hepinizin çizgi filminden bildiği Herkül'ü yani Herakles'i.''



İç çektim ve tekrar sandalyeme yerleştim. Gitmeye ne kadar hazırdım oysa... Helen hayallerimi yıkmıştı resmen. Tekrar 'film' başlarken, ışıklar söndü ve Helen uzun hikayesini duvardaki görüntüler eşliğinde anlatmaya başladı. ''Herakles, -Roma mitolojisi'ndeki adı Herkül-, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus, ona kocası kılığında yaklaşır ve bu birliktelikten Herakles doğar. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera çok sinirlenir ve onunla sürekli uğraşır. Ve neredeyse en sonunda ölümüne neden olur. Herakles, 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara verilir. Megera'dan üç oğlu olmuştur. Hera yine işe karışır ve Herakles'i çıldırtır, Herakles'de karısını ve çocuklarını öldürür. Suçlarından arınması için Miken kralının hizmetine girer ve onun her istediğini yapmaya başlar. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12 görevi adı verilir. Görevleri başarıyla tamamlayan Herakles, Argonatların seferine katıldığı sırada gömleğine yapışan Sentor kanı onu yakmaya başlar ve böylece Herakles ölür.'' Nasıl yani bu kadar mıydı? Bu nasıl bir sondu? İyi ki Helen sözüne devam etti. ''Herakles'in ölümüne Zeus ve diğer tanrılar çok üzüldüler. Onu Olimpos'a alarak ölümsüzlük bahşettiler. Hatta Hera bile yaptıklarından pişman olut ve Herakles'i kızı Hebe ile evlendirir.'' İyi bir son? Sanırım sahiden iyi bir sondu. Bir tanrı olmuş, Hebe ile evlenmişti. O kadar zorluktan sonra, o huzura kavuşmuştu. Işıklar tekrar açıldı.



''Bu efsaneyi unutmayın, çünkü sınavda karşınıza çıkacak. Şimdi sizden istediğim, en sevdiğiniz efsaneyi anlatmanız. Bakalım aklınızda kalan ne kadar doğruymuş?'' Of, işte bundan nefret ediyordum. Eğitmenler öğrencilere soru sorar ve onun bir şekilde derse katılmasını sağlar. Hiç de hoş değildi. Herkes teker teker ayağı kalktı ve en sevdiği miti anlatmaya başladı. Benim de bir şekilde anlatmam gerektiğini biliyordum. O anı erteleyebildiğim kadar ertelemiştim ama bu an mutlaka gelecekti, geldi de. Elimi yavaşça kaldırdım. Helen başını sallayarak bana söz verdi.

"Anlatmak istediğim hikaye Apollon ve Daphne'nin hikayesi. Baş Tanrı Zeus'un oğlu olan Apollon güneş tanrısıymış ilk zamanlarında. Her sabah, dört tanrısal atın çektiği altın arabası ile, peşinde güneş, gökyüzünü bir uçtan bir uca dolaşırmış baş tanrı Zeus'un oğlu. Bir gün yine altın arabası ile dolaşırken gökyüzünde korkunç bir piton yılanına rastlamış. Yılanın büyüklüğünden ve görünüşünden korkan Apollon tanrısal kılıcını çektiği gibi öldürmüş dev piton yılanını. Apollon dev piton yılanını öldürmüş ama bu sefer de vicdanı rahat etmemiş. Yılanı öldürerek tanrısallığının kirlendiğine inanan Apollon, kirlenen bu tanrısallığını temizleyebilmek için yeryüzüne inmiş ve 7 yıl boyunca burada bir kralın sürülerine çobanlık yapmış. Çobanlık yaparken tanrıların çalgısı liri çalmayı öğrenmiş. O kadar iyi ve güzel çalıyormuş ki Zeus ona müzik Tanrısı olmayı da sağlamış bu sayede.

Yine birgün gökyüzünü dolaşmaya çıkmış dört tanrısal atın çektiği altın arabasıyla. Bir uçtan bir uca gezerken gökyüzünü, elinde oku ve yayıyla bebek yüzlü aşk Tanrısı Eros'a rastlamış. Eros'un bebeksi yüzüne ve elindeki ok ve yaya bakan Apollon kendisini tutamamış ve Aşk Tanrısına şöyle demiş “ Ey aşkın tanrısı! Bu savaş araçları senin eline hiç yakışmıyor. Onları bana verirsen, uygun olan yerde, yani savaş meydanlarında kullanırım. Bilirsin benim attığım ok yerini bulur, bu konuda benim üzerime yoktur.” Apollon'un bu sözleri çocuk gözlü, bebek yüzlü Aşk Tanrısı Eros'u çok kızdırmış. Güzel gözleri sinirden alev alev parlamış.

Apollon'a demiş ki; “Ey Güneşin, müziğin, okun Tanrısı güçlü ve akıllı Apollon. Söylediklerinde elbette ki doğruluk payı var. Senin oklarının her şeyi vurabilir mutlaka. Ama unuttuğun bir şey var ki o da benim oklarım seni bile vurabilir. Benim işimi neden böyle küçümsüyorsun.” Eros sözlerini bitirdikten sonra Apollon'un yanından hızla uzaklaşmış. Ama bir yandan da Apollon'a oklarının tadını tattıracağına yemin etmiş. Apollon günlerden birgün yine yeşillikler içindeki ülkesinde oturmuş lirini çalarken, ormanda yalnız başında dolaşmakta olan güzeller güzeli su perisi Daphne'yi görmüş. Onu görür görmez bütün vücudunu bir titreme almış. Kendinden geçmiş bir halde tanrıçaları bile kıskandıran bir güzelliğe sahip olan bu su perisini izlemeye başlamış. Ancak onları izleyen birisi daha varmış. Aşk tanrısı Eros. Eros, Apollon'un kendisini küçümsemesinin intikamını almanın vaktinin geldiğini görünce sevinmiş ve hemen sadağından sadece tanrıların görüp hissedebildikleri oklarından nefret okunu çekip Daphne'nin yüreğine saplayıvermiş. Eros'un Tanrısal okları kalbine saplanan Daphne'nin kalbi artık yeryüzünde aşka kapatılmış böylece. Eros sadağından çıkardığı aşk okunu da Apollon'un kalbine saplayıvermiş. Apollon'un kendini beğenmiş sözlerinden böylece intikam almış aşkın Tanrısı Eros. Daphne ailesinin ve babasının tüm ısrarına rağmen evlenmeyi kabul etmiyormuş. Bu güzel su perisi her gün ormana çıkıp yeryüzündeki bütün canlıları güzelliğine hayran bırakarak dolaşıyormuş.

Apollon da artık hergün bu güzeller güzeli su perisini görebilmek için gökyüzündeki krallığından inip ormanda dolaşın bu büyüleyici güzeli izliyormuş gizli gizli. Artık ne savaşlardaki başarısı, ne avdaki keskin nişancılığı ne de ustaca çaldığı lirin tanrısal ezgileri tatmin etmiyormuş ışığın ve avcıların tanrısı Apollon'u. Hergün ormana gidip kalbini esir alan Daphne'nin tanrıları kıskandıran güzelliğini izliyormuş. Günler geçtikçe onu uzaktan uzağa izlemek yetmez olmuş güçlü ve yakışıklı Apollon'a. Kendi kendine demiş ki “Ben ışığın ve müziğin tanrısı güçlü, yakışıklı, korkusuz Apollon'um. Niye çekiniyorum ki? Gidip şu ormanın güzel kızıyla konuşayım. Aşkından dalgalanıp, göğsümü delen şu kalbimin acısını bastırayım.” Kendi kendine böyle cesaret verdikten sonra güzeller güzeli Daphne'nin karşısına çıkmış Apollon. Daphne aniden karşısına çıkan Tanrı Apollon'u görünce korkmuş ve ondan kaçmaya başlamış. Apollon da onun peşinden koşuyormuş. Bir yandan da Daphne'ye, ona olan aşkını haykırıyormuş. “Dur, kaçma benden güzeller güzeli peri kızı. Ben Apollon'um, güneşin, müziğin ve ışığın tanrısı. Senin düşmanın değilim. Bütün bu yeryüzünde bana aşık olmayacak tek bir canlı bile yokken sen niye benden kaçıyorsun?” Daphne'nin durmaya hiç niyeti yokmuş. Tam aksine kalbindeki nefret okunun etkisiyle Apollon'un bu aşk sözlerinden daha da korkmuş ve ciğerlerini yırtarcasına kaçmaya devam etmiş.

Apollon çaresizlik içinde Daphne'yi kovalamaya devam ediyormuş. Bir yandan da şöyle sesleniyormuş ona ”Kaçma benden ne olursun ey güzeller güzeli. Bak ben ışığın tanrısıyım ama senin aşkından gözlerinden gözlerim kör, okun tanrısıyım ama kalbime saplanan bu aşk okunun dermanı yok bende. Dur ne olur kaçma benden, beni senin peşinden koşturan aşktır, düşmanlık değil!” demiş. Bu sırada Olympos'taki tahtında bütün olup biteni gören Tanrıların tanrısı Zeus bütün bu olan biteni izliyormuş. Oğlunun düştüğü bu içler acısı duruma üzülüyormuş ancak olaylara da müdahale etmek istemiyormuş. Daphne kaçmaya Apollon da onu kovalamaya devam etmiş. Bir an gelmiş ki Daphne artık Apollon'un yakıcı tanrısal nefesini hissetmeye başlamış ensesinde. Yorgunluktan iyice titreyen bacakları artık gövdesini taşıyamayacak hale gelmiş. Birden durarak ayağı ile toprağı eşelemiş ve şöyle feryat etmiş; “Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru” Daphne'nin bu içten yalvarışıyla birlikte vücudu birden ağırlaşmaya başlamış. Ayakları toprağın derinliklerine doğru kaymış, yeryüzündeki bütün kadınları kıskandıran bedeni kabuk bağlamış, kokusundan bütün canlıların başını döndüren saçları da yapraklara dönüşmüş. İnce, narin kolları uzamış ve dallara dönüşmüş ve güzel Daphne bir defne ağacına dönüşmüş. Gördükleri karşısında şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış genç ve güçlü Apollon.

Üzüntüden bol bol gözyaşı dökmüş ve defne ağacına sarılmış. Güzelim yapraklarının kokusunu doyasıya içine çekmiş. Apollon Defne ağacına şöyle demiş; “Ey güzeller güzeli, ben seni çok sevdim. Sen beni istemedin ve benden kaçtın. Oysa ki ben sana ne kadar aşıktım ve şu yeryüzünde beni reddedecek başka bir canlı yoktu. Ben seni karım yapacaktım. Madem ki benim karım olamadın o zaman benim onur ağacım olacaksın. Bundan böyle ben ve tüm kahramanlar senin ağacının dallarıyla süsleyecekler kendilerini. Kokulu saçlarından olan bu ağacın yaprakları yaz ve kış yeşil kalacak ve ben onları taç yapacağım başıma.” Bu içten ve tatlı sözler üzerine defne ağacına döne Daphne saygıyla eğilmiş Apollon'un karşısında. İşte bu tanrısal aşk hikayesinin geçtiği yer bugünkü Antakya'nın Harbiye'sidir. Ve derler ki Harbiye'nin şelaleleri de güzel Daphne'nin döktüğü gözyaşlarıdır... "
Bu hikaye her okuduğumda beni duygulandırırdı. Gözlerim yanmaya başlayınca hafifçe boğazımı temizleyerek yerime oturdum. Kulübeme gidip kendimi salıvermeyi çok istiyordum ama ders daha bitmemişti. Lanet olsun, daha çok var, diye düşündüm ve yerimde kıpırdandım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Satellite Morgan
Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Satellite Morgan


Mesaj Sayısı : 3387
Kayıt tarihi : 24/08/10

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeCuma Tem. 08, 2011 8:35 am

    Sırf melez kampındaki derslere katılmak için avdan döndüğümüz günlerdendi yine. Bir gün öncesinden gelmiştik kampa. Zaten çok sık da gelmiyorduk, açıkçası biz avcıların pek de umrunda değildi kamp. Avcılık, melezleri sevmemeyi gerektiriyordu. Eskilere bir vefa borcum vardı, zaten onları silip atmam imkansızdı. Kampta geçirdiğimiz yaklaşık bir yıl boyunca onlarla iyice kaynaşmıştık. Kendimize daimi dostlar, arkadaşlıklar, sırdaşlıklar ve ittifaklar edinmiştik. Biz avcıydık, katı olmak zorundaydık fakat vefasız değildik, her şeyi kolayca unutan tiplerden değildik. Yatağımda dönüp dururken sürekli eski günleri düşünüyordum. Çalar saat kalkmadan uyanmıştım, kamptan uzak geçirdiğim on yıl boyunca dakikliği ve şüpheciliği öğrenmiştim çünkü, Artemis öğretmişti. Yavaş yavaş yorganımın arasından süzülmeye başlamamın gerekliliğini düşünürken, kafamı yastıktan kaldıramıyordum. Eski günleri hatırlıyordum, beraber yapılan bayrak kapmacaları, avcıların her takımda bulunduğu araba yarışlarını. Her birimizin beraber attığı kahkahalar kulaklarımda yankılanıyordu. Şimdi ise dışarıda, on yıl önce her şeyimi paylaştığım melezlerin çocukları oynuyordu. Derin bir nefes verdim, ve beyaz yorganımdan sıyrılarak hemen yandaki yatakta mışıl mışıl uyuyan avcı kardeşlerime baktım ve gözümden hafifçe süzülen yaşları sağ elimin işaret parmağıyla sildim. Ben bir avcıydım, hatta onların lideriydim. Bu yüzden tek kardeşlerim onlardı, başkası değil. Onlar yavaş yavaş yataklarında dönmeye başlamışlardı, muhtemelen saat de az sonra çalacaktı. Çıplak ayaklarla tuvalete doğru yürümeye başladım, suratımı biraz yıkamak fena gelmeyecekti. O sırada muhtemelen Lexi'nin çağırdığı kurtlardan birini gördüm karşımda ve ona selam verdim. Kahverengi gözlerimi büyüterek tuvalete girdim ve aynada kendime baktım. Değişmiştim, hem de gerçekten fazla. On yıl önce böyle değildim, sevecendim naziktim komiktim. Fakat avcı değildim. Şimdiyse katıydım, disiplinliydim, mümkün olduğunca erkeklerden uzak durmaya çalışıyordum. Yavaş yavaş avcı gibi oluyordum galiba. Musluğu açtım ve yüzüme su serpiştirmeye başladım. Bu gerçekten rahatlatıyordu, oldukça iyi gelmişti bana. Yüzümü yıkadıktan sonra aynada kendime bir kez daha baktım. Sarı saçlarımın ucuyla oynadıktan sonra kendime göz kırptım. Ben böyle olmayı seçmiştim ve bu işte de gayet iyiydim. Tatmin olmuş bir şekilde odama doğru ilerlemeye başladım. Yatağımın üzerine oturdum ve uyanmış olan Pace'e gülümsedim. "Günaydın Pace. Derse gelecek misin?"O bana baktı, kaşlarını çattı ve odamdan bir anda çıktı. Neler döndüğünü anlamıyordum ki zaten Pace'in yaptığı çoğu şeyi anlamıyordum. Resmen Bilinmezlik Tanrıçası'ydı hanımefendi, onu anlamaya uğraşmamaya karar verdim ve derin bir iç çektim. Dolabımı açtığımda direk gözüme her zamanki gibi kot pantolonum ve gümüş ceketim çarpmıştı. Çünkü biz böyle giyiniyorduk, başka bir şeyin gözüme çarpması da olası değildi zaten. Onları dolaptan çıkardım ve kısa sürede giyindim. Ardından yatağımın üzerine oturup saçlarımı örmeye başladım. O sırada kulübenin kapısının açılıp, kapandığını duydum. Muhtemelen kardeşlerim dersliğe gitmeye başlamışlardı, çünkü her birimiz bir an önce derse girip buradan gitmek istiyorduk. Sarı saçlarımı örmeyi bitirdiğimde yatağımın yanındaki komidinin üzerinden aldığım gümüş tacımı başıma geçirdim. Kulübeden çıkmadan önce kardeşlerimi kontrol etmeye karar verdim ve koridorda bağırmaya başladım. "Herkes mitoloji dersi için ayağa kalksın!" diyerek bütün odaların içine doğru bağırdım. Ardından kulübeden ayrılmadan önce buzdolabımıza uğramaya karar verdim çünkü hava gerçekten sıcaktı ve biz geleneksel olarak gümüş ceketlerimizi giymek zorundaydık. Şansıma buzdolabında bir su vardı ve o kadar uzun süre kalmıştı ki, ele alınca soğukluğu bütün bedenimi kaplamıştı. Bir yudum içtim ve ardından onu masanın üzerine koydum, kulübenin kapısını açtım ve sekiz numaralı kulübemden çıktım.

    Dersliğe doğru yürüyordum, salına salına. Olabildiğince yavaş ilerliyordum, sonuçta kampa her zaman gelmiyordum. Buranın kokusu ne kadar inkar etmek istesem de başkaydı. İnsanları, ortamı, sıcaklığı başkaydı. Ağaçların kavuğundan fırlayıp bizimle uğraşmaya çalışıan dryadları bile özlemiştim. Omuz silktim gülümseyerek ve gökyüzüne bakarak. Burayı gerçekten çok özlemiştim, tam yürürken ayağımın altından geçen bir veledin kafasını okşadım. Derin bir nefes verdim ve dersliğin kapısından içeriye girdim. Derslik kokusunu, profesörün bizi eğitmeye çalışmasını özlemiştim. Hafifçe gülümsedikten sonra tam sırama oturacakken Athena kızı Helen'i görerek gülümsedim. Gözlerimi büyüterek ona baktım, onunla kılıç antremanı yaptığımız zamanı hatırladım. Gerçekten büyümüştü, güzelleşmişti. Zaten Nyks oğlu Zack'le evlendiğini de biliyorduk. ''Hoş geldiniz! Lütfen herkes kitaplıktan kendine 'Antik Yunan Mitolojisi Efsaneleri' kitabını alsın. Kendinize bir sıra seçin ve kitabı inceleyin. Birazdan derse başlıyoruz.'' diyince kitaplığa doğru yöneldim. O sırada Zeus kızı Adyali'yi gördüm. Ardından kendime acıdım birden. Herkes büyüyordu, evleniyordu ve ben aynı kalıyordum. Sızlanırcasına biraz mırıldandıktan sonra kitaplıktan Helen'in bahsettiği kitabı aldım ve arka sıralardan birine oturdum. Her an mitolojiyle iç içe yaşayan biz melezler, bu dersi muhtemelen sadece formalite icabı görüyorduk veya diğer mitolojileri tanımak adına. Sırama oturduktan sonra birkaç eski melezle selamlaştım. Yenileri tanımıyordum bile, onları da büyük kahverengi gözlerimle süzmeyi tercih etmiştim. Dersin başlamasını tırnaklarımla oynayarak bekliyordum. Gerçi buradaki tek kahraman bendim, utanmama gerek yoktu fakat yine de ister istemez bu ortamdan belirli bir süre uzak kalmıştım kendimi dışlanmış hissediyordum, birkaç yıl sonra benim yaşımdan daha büyük yaşı olacak arkadaşlarımın çocukları arasında. O sırada Helen dersliğin ortasına geldi ve birden herkes ona döndü. Otorite denen şeyin bu olduğunu anlamıştım, başımı hafifçe öne arkaya salladım. ''Evet tekrar hoş geldiniz. Ben Helen. Çoğunuz beni tanıyor zaten. Tanışma kısmını sonraya bırakıyorum ve derse geçiyorum!'' Evet onu tanımayan yoktu galiba. Athena'nın Afrodit kulübesinden çıkmışcasına güzel kızıydı Helen. Bir zamanlar aynı yaşta olduğum, şimdiyse benden daha büyük olan Helen. “Tahmin ettiğiniz gibi, bugün mitolojide olan efsaneler üzerinde duracağız. Yunan mitolojisi deyince, ilk olarak konuya Yaratılış'la başlamamız gerekir. Ama siz bunu biliyorsunuz. O yüzden direk konuya geçiyoruz demeyi çok isterdim. Üzgünüm ki buna tekrar göz atacağız.” O an derse geldiğime pişman olmuştum. Yaratılış'ı biliyordum hatta avcı olmadan önce gittiğim yatılı okullarda bile öğretiyorlardı bunu. Yine dinlemek zorundaydım, zaten derslerin amacı buydu belki de, hatırlatmak. Kendi kendimi tatmin ettikten sonra yüzümü elime yasladım ve Helen'i dinlemeye başladım. Görünüşe göre not alınmaya değer bir şey olmadığı için de kalemi sıranın üzerine bıraktım. Ağız hareketlerinden kendi kendine mırıldandığını da görmüştüm, belli ki o da pek istekli değildi fakat müfredat böyleydi. Birkaç fısıltı ve biraz gürültünün ardından boğazını temizledi ve anlatmaya başladı. Bu sırada elini şıklattı ve ışıklar kapandı. Bu bir şov falan mıydı? Eğleniyor muyduk? Tam böyle düşünürken birden duvarlarda görüntüler beğendi ve kafamı masanın üzerine yasladım refleksle. Kendimden utanmıştım, görüntüleri izlemeye koyuldum. Bir yandan da Helen'i dinliyordum, bildiğim şeyleri dinlemekten zevk almasam da. "Pekala, hepinizin bildiği gibi, en başta Kaos vardı. Uçsuz bucaksız bir karanlıktan bahsediyoruz. Bir gün Kaos'tan Gaia çıktı, Gaia'ya ana tanrıça diyebiliriz. O dünyayı doğurdu. Daha sonra Kaos'tan Tartarus, Nyks ve Erebos çıktı. Nyks yeryüzü karanlığıyken Erebos yeraltının karanlığıydı.Gaia'ya dönelim, Gaia bir çok varlıkla birleşti bunlardan bir sürü de varlık doğurdu. Ama içerinden en önemlisi gökyüzü Uranos'tur. Gaia ve gökyüzü, Uranos, tüm evrenin yöneticileri olmuşlardı. Ancak Uranos, doğan çocuklarını beğenmiyordu ve Gaia'nın derinliklerine atıyordu. Buna sinirlenen Gaia, çocuklarından Kronos'u, Uranos'u yani babasını hadım etmekle görevlendirdi. Kronos, annesinin dedğini yaptı ve babasını bir tırpan ile biçti. Uranos'un denize düşen parçalarından oluşan köpüklerden Afrodit doğdu. Uranos'un düşüşünden sonra Kronos başa geçti. Ona ve kardeşlerine Titanlar denildi. Titanlar evrenin hakimi oldular. Birbirleriyle evlendiler ve pek çok tanrı doğurdular.'' Kaos, zaten her şeyin sebebi oydu. Burada oturmamın, melez olmamın, belki de büyüyemememin. Ve Gaia, ilk tanrıça, ana tanrıça. Hatta kampta onun bir kızı bile vardı, prenses Juliet. Çoğu tanrıçayla karşılaşmama rağmen Gaia'yı görmek kısmetim olmamıştı. Oysa gerçekten görmek isterdim, adı her yerde geçen titanımsı tanrıça. Dünya'yı doğurması da cabasıydı, biraz karışıktı bu işler ama anlayabiliyordum, evet. Kaos'tan çıkan diğer varlıklar da Tartarus, Nyks ve Eresbos'tu. Nyks, Gece tanrıçasıydı ve kampta bir kulübesi bile vardı. Tartarus ise, gerçekten kötülerin ölünce gittiği kocaman bir yeraltıydı. Ayrıca Uranos da oğluydu, gökyüzünün kendisi. Aynı zamanda kocasıydı, zaten bu tanrıların ilişkilerini anlamak hiçbir zaman mümkün olmamıştı. Ve Kronos, Uranos'u tırpan ile biçtiğinde Afrodit doğdu. Gerçek olma ihtimali var mıydı bilemiyordum ama ben Nike'ın kızıysam, neden olmasın? Bu sırada görüntüleri izliyordum, okulda izlediğim astronomi slaytlarına benziyordu. Titredim ve ışıkların açılmasıyla kafamı kaldırarak Helen'e bakmaya başladım. Yeni bir efsaneye geçmişti, Herakles'in yani Herkül'ün efsanesine. Herkül'ün onlarca efsanesi vardı, Yunan mitolojisindeki en büyük kahramandı. Zeus ile Miken prensesi Alkmene'nin oğlu olan Herkül, Zeus'un Alkmene'ye kocası kılığında yaklaşması sonucu doğmuştu. Zaten Zeus'un yapmadığı bir şey değildi entrikalar. Ve kıskanç Hera da her zamanki gibi Herakles'in Zeus'un oğlu olduğunu anlayıp onunla uğraşmıştı, ondan başka bir şey beklenmezdi zaten. Hatta ölümüne de onun neden olduğu söyleniyor, inanmamak için hiçbir sebebim yoktu doğrusu. Gücüyle nam salmış Herakles, Kitharion ormanlarındaki bir canavarı öldürünce de ona Thebai prensesi Megara verilmişti. Kızların alınıp satılabileceğini, ödül olarak dağıtılabileceğini düşünen zihniyeti kınıyordum doğrusu. Herakles'ten üç çocuk doğuran Megara sonunda da Hera yüzünden ölmüştü. Yani bir erkek için değmeyecek şeylerdi bunlar. Yine kendi kendime sinirlenmiştim, Helen'i dinlemeye devam ettim. Herakles, kendi karısını ve çocuklarını öldürdükten sonra Miken kralı tarafından on iki göreve zorlanmıştı ve sonuç olarak da bu görevlere Herakles'in On İki Görevi deniyordu. Görevleri tamamlamıştı ve de kahraman olmuştu fakat seferdeyken gömleğine bulaşan sentor kanıyla ölmüştü, Zeus ona ölümsüzlük teklif etmişti hatta gıcık Hera da onu kızı Hebe'yle evlendirmişti. Helen miti anlatmayı bitirdiği zaman başımı kaldırdım ve her birimizden birer efsane anlatmamızı isteyince de dondum kaldım. Benden önce anlatılan efsaneler gerçekten çok çeşitliydi ve aklıma başka efsane gelmiyordu. Sıra bana geldiğinde ayağa kalktım, gülümsemeye çalışarak. "Selam arkadaşlar ben Satellite ve size insanın yaratılış efsanesini anlatacağım." dedim yutkunarak. Sanırım anlatılmamış en ilgi çekici efsane buydu. Ön sıralardan bana doğru yüzler dönmüştü, tırnağımla oynayarak anlatmaya başladım. "Titan İapetos'un dört oğlu olmuştu. Bunlardan Menoitios ve Atlas; Zeus'e başkaldıran Titan'larla beraber olduklarından cezalandırılmışlardı. Menoitios hainliğinden ve ölçüsüz cüretinden dolayıErebes'e daldırılmışrı. Atlas ise dünyanın öbür ucunda ve Hesperides'lerin önünde omuzlarına gök kubbesini yüklenerek ayakta beklemek cezasına çarptırılmıştı. Diğer iki kardeş Prometheus ve Epimetheus'un kaderleri daha farklı oldu. Her ikiside insanın yaratılışında önemli rol oynadılar." dedim ve ardından boğazımı temizledim. Şimdiye kadar iyi gittiğimi düşünüyordum, tempoyu bozmadan devam kararı aldım. "Olympos tanrılarının kudretine ve kuvvetine karşılık Prometheus'ta kurnazlık ve zeka vardı. Titanların meşhur isyanları sırasında tarafsız davranan bir Titan olduğu halde baş tanrı kendisine başkaldırmadığı, tersine saygı gösterdiği için Prometheus'u Olympos'a ölmezler arasına kabul etmişti. Fakat kendi ırkını mahveden Zeus'a karşı içinde büyük bir kin ve öfke olan Prometheus, tanrılarını inkar edecek, onları hiçe sayacak ve işleyecekleri kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş çıkartacak, dünyanın başına bela olacak bir mahluk'u, insanı yaratarak intikam almaya karar verdi.Prometheus ilk insanı çamuru göz yaşlarıyla karıştırarak yarattı.Buna aslanın gücünü, tavusun kibrini, tilkinin kurnazlığını tavşan'ın ürkekliğini kattı. Fakat insan çıplaktı, kendisini koruyacak hiç bir şeye sahip değildi. Doğduğu günden itibaren acıları, üzüntüleri, ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları başlıyordu. İlk insan çiğ meyvalarla, kanlı etlerle beslenip, elbise yerine bitkilerin yapraklarına sarılıyorlardı. Güneşin faydalarını bilmeden kendilerini karanlık oyuklarda saklıyorlardı. Yarattığı mahluklara acıyan Prometheus insanları daha iyi bir şekilde yaşatabilmek, vahşi hayvanlara karşı etkili silahlarla koruyabilmek, toprağı sürmeye yarayacak gerekli aletleri elde edebilmek için onlara madenleri işlemeyi ve ateşi vermeye karar verdi." dedim ve ardından gerçekten uzun konuştuğumu fark ederek biraz duraksadım. İnsanların beni dinlemesi için kafalarını toparlamaları gerekiyordu, onlara bu süreyi tanırken yüzlerindeki ifadeyi inceliyordum hafiften. Ardından yeterli süreyi tanıdığımı düşünüp anlatmaya devam ettim. "İçi baştan başa oyuk fakat yanabilir bir özle kaplı olan Ferule "Şeytantersi ağacı" denilen ağaçtan bir dal koparıp Lemnos adasına gitti. Hephaistos'un (Ateş Tanrısı) alevler fışkıran ocağına yaklaştı ve madenleri eriten kızgın ateşinden bir kıvılcım çaldı. Elindeki sopanın özünün içine sakladı ve onu ilahi bir armağan olarak insanlara götürdü.O günden itibaren insanlar ateşin yardımıyla daha iyi yaşamaya başladılar. Yiyeceklerini pişiriyorlar, soğuk havada ısınıyorlar, karanlık mağaralarda çıralı odunları yakarak birbirlerinin yüzlerini görüyorlardı. Fakat bir süre sonra nerden geldiklerini unutarak kendilerini tanrılarla eşit tutmaya başladılar. Zeus onların böyle şımarık davranacaklarını önceden tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti. Kendi haberi olmaksızın insanlara ateşi hediye ettiği ve onları şımarttığı için Prometheus'a kızarak onu Kafkas dağlarının en yüksek tepesine gönderdi ve ateşin, sanayinin tanrısı Hephaistos'tan onu yalçın kayalara çakmasını istedi. İlahi demirci istemeyerk Zeus'un bu emirine boyun eğdi ve Prometheus'un kollarına ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek onları sıkıca kayalara çaktı. Prometheus'un cezası bununlada kalmadı..her sabah, kocaman bir kartal kanatlarını açarak süzülüyor ve gelip Prometheus'un ciğerlerini yiyordu. Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus'un göğsüne batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didikliyordu. Akşama kadar yediği ciğer, gece sabaha kadar tekrar bitiyor, çoğalıyor eski haline geliyordu. Bu işkence tam bin sene sürecekti. Fakat otuz sene sonra Zeus Prometheus'a acıdı ve onu affederek tekrar ölümsüzler arasına Olympos dağına aldı... Bu kadar." dedim ve yerime oturdum. Gerçekten çok konuşmuştum, efsane bitince sandalyeme çöktüm ve diğer efsaneleri dinlemeyerek azıcık eskilerle konuşmaya karar verdim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.platis.forummum.net
Helen Grace Burton
Athena'nın Çocuğu/Mitoloji Tarihi Eğitmeni
Athena'nın Çocuğu/Mitoloji Tarihi Eğitmeni
Helen Grace Burton


Mesaj Sayısı : 366
Kayıt tarihi : 23/10/10

Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz   Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz Icon_minitimeCuma Tem. 08, 2011 10:28 am

Satellite anlattığı efsaneden sonra usulca sırasına geri oturdu. Çaktırmadan saatime baktım, çoktan bir ders saatini geçmiştik. Saatin nasıl geçtiğini anlamamam şaşırtıcı değildi. Herkes birbirinden güzel efsaneler anlatmıştı. Mutlulukla gülümseyerek sınıftaki arkadaşlarıma baktım ve ''Arkadaşlar ders süremizin sonuna geldik. Umarım dersten keyif almış ve bildiklerinizi pekiştirip, bilmediklerinizi öğrenmişsinizdir. Derse katılan herkeste büyük bir gayret gördüm ve bunun için çok teşekkür ederim.'' Öğrencilerle göz teması kurdum ve onların yüzlerinde oluşan memnuniyet ifadesinden iyi vakit geçirdiklerini düşündüm. ''Geldiğiniz için tekrar teşekkür ederim. Artık çıkabilirsiniz. Kitaplarınızı masanın üzerine koyarsanız sevinirim.'' Melezler ayağa kalkmaya başladıkları sırada hatırlayarak ekledim, ''Unutmayın sınavınız haftaya. Derste işlediklerimizi aklınızda tutun. Zira sınavda, anlattıklarımdan çıkacak. Ve eğer sınavdan geçemezseniz bir dahaki aya da burda olursunuz. Hepinize iyi günler.'' dedim ve eğitmen masasına bıraktıkları kitapları yorgunlukla toplamaya başladım. Son melez de kapıdan çıktıktan sonra derin bir nefes aldım ve bir aksilik olmadığı için şükrettim. Bu işi de başarmış olmanın mutluluğuyla toparlandım ve dersliği kapatıp kulübeme doğru yol aldım...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Mitoloji Tarihi Dersi | 2-8 Temmuz
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Mitoloji Tarihi Dersi | 1-7 Haziran
» Mitoloji Tarihi Sınavı | 30 Haziran - 6 Temmuz
» Şifa Sanatı Dersi |8 Temmuz~14 Temmuz|
» Mitoloji Tarihi Sınavı | 7 Ağustos - 14 Ağustos
» Okçuluk Dersi | 1 Temmuz ~ 8 Temmuz.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Melez Kampı :: Derslikler :: Mitoloji Tarihi Sınıfı-
Buraya geçin: