Hayatım değişmişti. Savaş Tanrısı Ares'in kızı olduğumu öğreneli henüz saatler olmuştu. Bütün eşyalarımı toplayıp, Melez Kampı'na gelmiştim. Manhattan'daki son günüm aklıma geliyordu. Güzeldi, ama şok ediciydi. Hayatımın gerçeğini öğrenmiştim Central Park'ta. Manhattan'daki evime son kez eşyalarımı toplamak için gelmiş, beni büyüten ailemle vedalaşmış ve tepkisiz kalmıştım en tuhafı. Tepkisiz kalmıştım çünkü ne yapacağımı bilemiyordum. Şimdi Manhattan'ın ihtişamlı hayatını, müzik kariyerimi, herşeyi bırakıp gerçek ailemin yanına gelmiştim. Hiç kardeşim olmamıştı, oysa burada bir kulübe dolusu kardeşim vardı neredeyse. İşte kulübedeydim, her tarafı kırmızılarla kaplı olan Ares Kulübesi'ndeydim. Bu kulübe Manhattan'daki evim kadar büyüktü. Savaş Tanrısı'nın çocuklarının kulübesi olduğundandır, kırmızı tonlarındaki duvarlarda kılıçlar ve heybetli silahlar vardı. Savaş Tanrısı'nın kızı... Kendime inanamıyordum. Aslında şimdi düşündüğümde o şiddetli, sinirlendiğinde kırıp geçiren karakterim soyuma göre azdı bile. Etrafı incelemeye dalmışken, yanımda birini gördüm. O, ilk tanıştığım kardeşim olan Gregor'du. İyi birine benziyordu. Ancak yine değişik kılığımı görünce biraz dehşete düşmüş gibiydi.
''Aramıza hoşgeldin ! Adını öğrenebilir miyim kardeşim ?''
''Adım Adriana. Adriana Valentino. Ama soyadımın bir önemi yok galiba burada ?'' dedim ve yarım yarım gülümsedim. O da kendini tanıttı ve beni odama götürdü. Nereden geldiğimi, eski hayatımı, herşeyi anlattım kardeşim Gregor'a. Ve sonunda odama geldim. Odam da kulübenin her yeri gibi kırmızı tonlarındaydı. Kocaman rahat bir yatağım vardı. Manhattan'ı pek aramayacağımı umuyordum. Yatağımın üstünde Melez Kampı yazılı bir tişört vardı. Giydiğim tasarım harikası kıyafetlere göre sıkıcı görünüyordu. Ama ben yine onu tarz bir biçime sokardım.Yatağımın karşısında dolabım vardı, o da kocamandı. Buna sevindim çünkü kıyafetlerim anca sığardı. Onlar için dört beş bavul getirmiştim. Manhattan'da iken giyinme odam vardı. Bu dolap o eksiği kapatır gibiydi. Bavullarımı bıraktım, onları gece yerleştirecektim. Kapının önünde duranları da aldım. Gregor bana kampı gezdirecekti bugün, onu bekletmemek için dediğini hatırladım ve Melez Kampı tişörtünü giydim. Mikro mini metalik tonlardaki eteğim duruyordu üstümde, sadece ultra topuklularımı değiştirdim. Burada bu tarz ayakkabılar hoş karşılanmazmış çünkü. Onun yerine siyah, deri, üstü dikenli Christian Louboutin loafer'larımı giydim. Yatağımın başucundaki kırmızı şifonyerimin üstündeki aynaya baktım. Hazırdım ! Ve salona doğru ilerleyip Gregor'u buldum. Düşüncelere dalmış bir biçimde oturuyordu, geldiğimi anca fark etti. Ona bir gülücük attım.
''Ee gezmeye başlamıyor muyuz, kardeşim ?''