Sabahın erken saatlerinde yine aralamıştım gözlerimi. En erken kalkan olsam da kulübede, dün olduğu gibi bugünde iş yapmak gelmiyordu içimden. Uzandığım yerde doğrulup oturdum yatağıma, her aklım dalgın olduğunda yaptığım gibi dikmiştim gözlerimi karşı camdan denize. Denizi izlemek bana her ne kadar huzur verse de bugün bir korku vardı içimde. Geçen gün olanları hatırlayarak istemeden de olsa gülümsedim. Kamp meydanında Yon'un bana beni sevdiğini söylemesi inanılmaz derece de güzel bir şeydi. Ne kadar da uzun süredir tanıyordum onu. İlk gördüğüm günden beri içimde kelebekler uçuşuyordu adeta. Kolay kolay heyecanlanmayan biri olsam da onun yanında sakin kalmayı beceremiyordum bir türlü. Ama hep içimde saklıyordum bunu. Geçici olduğunu düşünerek bir iki kişiden başkasına anlatmamıştım bunu. O iki kişi de en güvendiklerimdi aslında. Onlara bunu açıkladığımda duyduklarına inanamasalar da bir süre sonra unuttuğuma inandırmıştım onları. Ne de olsa onlarda geçici bir şeyler bekliyordu benden. Ama kalbim sanki bana karşı koyarcasına onu gördüğünde daha hızlı atıyordu. Hele de geçen gün sanki havalarda uçuyordum, beni sevdiğini öğrendiğim an. Her zaman olduğu gibi o anda bir sorun çıkmıştı ama. Yine gitmek zorunda kalmıştı Yon daha bir şey konuşamadan. Giderken bana bakışını ve sözünü hatırladıkça gözlerim doluyordu sanki. Giderken iki gün içerisinde döneceğini ve beni bir yere götüreceğini söylemişti. Neresi olduğu ile ilgili bir bilgi vermemesi merakımı daha da arttırıyordu. Eskiden kampta görmek daha kolaydı onu, ama artık ikimizde çok duramıyorduk kampta. Bu da özlemimi arttırıyordu ona karşı. Yine de şu an beni ele geçiren his korkuydu. Nereye gittiği hakkında bir şey söylememişti ve dünde gelmemişti kampa. Bugün ikinci gündü, hatta bitmesine 3-4 saat kalmıştı. Yine de onun hakkında bir bilgi ulaşmamıştı bana. Bu da benim korku mu arttırıyordu. Şu an nerede? Acaba iyi mi? Verdiği sözü tutup geri gelecek mi? Bu sorular iki gündür aklımı kemirirken duramıyordum doğru düzgün kulübede, hiçbir şey yapmak gelmiyordu içimden. Şu an tek istediğim şey onu görmek ve hala yanımda olduğunu bilmekti.
Dalganın kıyıya vuruşu ve yanımdan anlamadığım boğuk bir ses ile geldim kendime. Kardeşim Kate gözlerini dikmiş bana bakıyordu, ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi. Bir an etrafa göz attım ve herkesin uyandığını fark ettim. Anlaşılan herkes kalkmış ve kahvaltıya inmişlerdi. Bir an düşünsem de aşağıya inmeyi, midem kaldıracak durumda değildi hiçbir şeyi. Gelmeyeceğimi söyleyerek kardeşimi aşağıya yolladım. Derin nefes aldıktan sonra yavaşça yatağımdan kalktım ve banyoya doğru ilerlemeye başladım. Bana şu an en iyi gelecek şey suydu. O ılık su gerçekten de çok iyi geliyordu bana. Tabi Poseidon'un kızı olmamın rolü çoktu bunda. Duştan çıktığımda saçlarımı kurulamaya başladım. Saçlarım kabarmamıştı, nadir olan bir durumdu bu duştan sonra. Banyoda saçlarımı kurulamayı bitirdiğim sırada Luna kapıyı çalıp "Lia, Edward geldi seni görmek istiyor." demesiyle kısa bir şok yaşamamın ardından "Hemen geliyorum, hazırlandığımı söyler misin?" diyerek yolladım kardeşimi aşağıya. Odamdan çıktığını anladığımda hızla banyodan çıkarak önce kapımı kilitledim, ardından da dolabıma yöneldim. O kadar heyecanlıydım ki elim ayağım titriyordu resmen. 2 günün dolmasına çok az zaman kalmıştı ve gelmeyeceğini, bana verdiği sözü tutmayacağını düşünmeye başlamıştım. Dolabımı açtığımda gözüme çıkan ilk kıyafeti, Rose'nin aldığı elbiseyi giymeye karar verdim. Çok gösterişli olmasa da şık duran mavi straplez ve diz üstü olan elbisemi giydim. Elbisemin tüllü etek kısmının üzerindeki beyaz kemere uygun olması için beyaz tacımı takarak hafif bir makyaj yaptım. Son olarak babamın verdiği kolye ile, yeni aldığım ayakkabıları giyerek hazırlığımı tamamladım. Saçlarım hafif dalgalı olmuştu ve güzel durduğu için salık bırakmaya karar vermiştim. Aşağı inerken kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, sakin olmam için sürekli içimden tekrarlıyordum. Ama kim benden sakin olmamı bekleyebilirdi ki? Ne de olsa sevdiğim çocuk yanıma gelmişti ve sözünü tutmuştu. Şu an dünyadaki en mutlu melezmişim gibi hissediyordum. Kapıdan dışarı çıkmadan önce son kez duraksadım ve kendimi kontrol ettim hiçbir eksiğim var mı diye. Tam o sırada Rose’nin uzattığı beyaz küçük çantayı alarak omzuma taktım ve kardeşime teşekkür edercesine gülümsedim. Ardından bana merakla bakan kardeşlerime son kez göz attım ve kulübeden çıktım.
Kulübeden çıktığımda Yon’u görüp gülümsedim. Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Bir süre belli etmemeye çalışarak onu incelemeye başladım. O yokken bir şey oldu mu diye yemiştim kendimi ve şimdi iyi olduğunu görmek bana çok iyi gelmişti. Ardından "Sözü mü tuttum. Şimdi beraber Paris'e gidiyoruz" demesine karşılık gülümsedim ve elimi tutmasına izin verdim. Beni bir yere götüreceğini biliyordum ama Paris’i düşündüğü hakkında hiçbir ipucu vermemişti bana. Ona baktığımda gözlerini kapattığını fark ederek usulca bende gözlerimi kapadım. Daha önce ışınlanmayı kardeşim Rose ve o inciler sayesinde yapmıştım ve nasıl olduğunu biliyordum. Ama bunun aynı şekilde olup olmadığını bilmediğim içinde heyecanlıydım. Gözlerimi kapamış beklerken Yon yanımda olduğunu belli edercesine elimi sıktı. Sevdiğim erkek yanımdaydı ve hiç bırakmayacakmış gibi elimi tutuyordu. Ben daha ne isteyebilirdim ki? Hafifçe gülümsedim ve geldiğimizi hissedince gözlerimi araladım. Oldukça kolay bir şekilde gelmiştik Paris’e. Etrafıma bakındığımda buranın güzel bir restoran olduğunu anlamam zor olmadı. Yon’un sandalyemi tutmasıyla bende oturdum ve gözlerimle onu takip ettim. Karşıma oturduğu sırada üzerindeki takım elbiseyi görerek şaşırdım. Uzun süredir onu böyle görmemiştim ve takım elbisenin ona bu kadar çok yakıştığını fark etmemiştim. Ama şimdi bir kez daha göz atınca gerçekten de yakışıklı olduğunu bir kez daha fark ettim. "Sanırım beni fazlasıyla etkiledin" dedi elindeki beyaz gülü bana uzatarak. Gülümseyerek yavaşça gülü aldım ve kokladım. Her gül gibi bu da çok güzel kokuyordu ama rengi çok hoşuma gitmişti, beyaz… Bildiğim kadarıyla beyaz gül özlemi gösterirdi, yani o da beni mi özlemişti? Bunu düşününce hafifçe gülümsedim kızarmamaya çalışarak. Ardından sesimin çıkacağına emin olduğumda “Teşekkür ederim.” dememin ardından “Ayrıca sözünü tutman beni sevindirdi.” diyerek bitirdim sözümü. Yon tam konuşacağı sırada garson gelerek ne istediğimizi sordu ve gözlerimiz ona çevrildi. Verdiğimiz siparişin ardından garson yanımızdan uzaklaştığında aramızda kısa bir sessizlik oluşsa da bunun daha fazla uzamaması için en çok merak ettiğim soruyu Yon’a dönüp sordum. “Sen o gün nereye gittin?” diyerek bitireceğim sırada aldığım derin nefes tıkanmama neden oldu. Gömleğinde gördüğüm kan, beni oldukça korkutmayı başarmıştı. Hızla ve korkuyla “O kan da neyin nesi?” dememin ardından Yon’un gözlerine baktım. Biliyordum sesimde tereddüt, korku, endişe ve merak vardı ama bunu belli etmemeye çalışmak gibi bir niyetim yoktu. Ona bir şey olmuşsa ben dayanamazdım ve bu durumda da sesimi düşünecek halim yoktu.