Güneşli bir hava.
Aynanın karşısına geçmiş, elmacık kemiklerinin belirgin olduğu yüzüne dikkatle bakıyordu genç kız. Her saniye güneşin odayı daha da ısıtmasına tanık oluyordu. Uzun, yumuşak ve düz saçlarını fırçalıyordu. Elindeki tarağı hızlıca büyük beyaz masaya bıraktı ve derince bir soluk aldı. Boy aynasında kendisini inceliyor, özellikle gözlerine bakıyordu. Mavi gözlerine. Ellerini bir çırpıda birbirine vurdu ve kendine geldi. Hızlıca beyaz yatağına doğru ilerledi ve küçük komidindeki resmine baktı. Elinde çiçek buketi olan, annesinin kucağına oturmuş sırıtan bir kızı görüyordu sadece orada. Gözlerini resim çerçevesinden çektikten sonra ayağa kalktı. Dışarıya çıktı. Küçük tanrıçalar mahallesine. Kısa süre önce buraya taşınmıştı genç kız. Neredeyse iki ay önce. Ama elde ettiği ya da dolaştığı pek bir şey yoktu. Çünkü sorumluluklarını zamanında ve daha erken yerine getirme düşüncesiyle bütünlemişti hayatını. Deniz Tanrıça’sı olarak etrafla ilgilenmekle meşgul idi.
Dışarıya adımını atar atmaz etrafın sinsi ve güneşli kokusunu içine çekti. Daha bir çok küçük tanrının bulunduğu mahallede mavi gözlerini gezdirdi. Yavaşça ilerlemeye başladı. Tanımadığı kişilerin kalbine girebilmek için onlara en içten şekilde gülümsüyor, elinden geldiğince ortama güven vermeye çalışıyordu. Birkaç melez, mahallede dolanıyor, boş vakitlerini tanrılar mahallesindeki küçük tanrı ve tanrıçaları ziyaret etmekle oyalanıyorlardı. Genç kız melezlerin parlayan gözlerine ve bazılarının sinsi suratlarına bakıp gülümsüyordu. Arada bir gözlerini önüne eğerek gülümsüyordu. Yavaş ve parlak adımlarının arkasından bir ses duydu. “Alexandra.” Hızlıca arkasını dönerek büyülenmiş gözlerle ona bakan çocuğa döndü. Ağzında çocuğun ismini şaşkınlık içinde fısıldadı. “Joseph.” Saçlarını savurarak hızlıca ilerlemeye çalıştı. Çocuk ise arkadan ona sesleniyor, kızın beklemesi için can atıyordu. Alexandra hızlanndı. Koşmaya başladı. Hiç karşılaşmayı beklemediği birisiyle küçük tanrılar mahallesinde karşılaşmıştı. Eski sevgilisiyle.