Buluşma planımızdan sonra Leo'yla Sere'nin aynı gurupta olmasının verdiği negatif duyguya daha fazla dayanamayarak hızla Ed'i çekiştirdim. İkisi de farklı yönlere bakıyorlardı ve Lia onları bri arada tutan tek şeymiş gibiydi. Şimdi anlamıştım olayı. Hızla diğerlerine el sallayıp Eduard'la beraber kulübelerimize doğru yöneldik. En azından bu sefer Ay yanımızda değildi. Ama benim bütün vücudum görevin getirdiği heyecanla dolduğu için hiç bir şey konuşmadan -ve bir orman perisinden yardım alarak- kulübelere ulaştık. Orman perisine diğer arkadaşlarıma da yardım etmesini söylemiştim, onlar istediği zaman gelebilirdi. Şu anda belki de plan hakkında düşünüyorlardı, kim bilir? Ed'le hemen vedalaştıktan sonra hızla kulübeye girdim. Mitchie bana ters ters baktı. Şu anda ütü yapıyordu ve ben biliyordum ki bu onun en sevmediği işti. Ve bu zamanlarda aksiliği üzerinde olurdu. ''S-selam kardeş.'' dedim ve hızla silahlarımın olduğu yeri açtım. Yüzük boynumda, Doğataşı ise kolumda olduğu için, bir tek Sat'in bana ilk görevimde verdiği, Hephaistos yapımı harika bir kılıç kalıyordu. O bana uğur getiriyordu. Bana Sat'i ve onunla yaşadığımız maceraları hatırlatıyordu. Sat benim manevi kardeşim gibiydi.Bir çekmeceden kaçak ambrosialarımı çıkardım. Bir çanta aldım ve bunları içine koydum. ''Hey, ne oluyor kardeş? Ayrıca bu benim çantam!'' dedi. Ona açıklayacak zamanım yoktu.''Bir görev aldık.'' dedim kısaca. O da anladım anlamında başını salladı. Kardeşimi severdim. Biraz süslü püslü ve gevezedir ama istediğim zaman beni rahat bırakır. Çantamı doldurduktan sonra dışarı çıktım. O anda gözüm her zamanki gibi Hephaistos kulübesine gitti. Ed daha çıkmamıştı. Bir kere de ben onun kulübesine gideyim bare deyip Hephaistos kulübesine doğru ilerledim. Kılıcım hafifçe omzuma batıyordu ama aldırmadım, daha kötü zamanlarım da olmuştu. Hafifçe kulübenin kapısını çaldım. İçeriden bir ses gelmeyince kapıyı açtım. Kulübe kocaman olsa bile her yerde demir ve bronz tabakalar vardı, ilk defa bu kadar metali bir arada gördüğümü söyleyebilirdim. Birkaç ses geliyordu, hani inşaat alanlarından gelenler gibi. Bir masada daha önce hiç görmediğim bir çocuk sessizce çalışıyordu, bir kılıç yapıyordu ve harikaydı. Elena o yığının içinde sakince dergi okuyordu, beni görmedi bile. Jeff ise ortalarda yoktu. Alex beni gördü ve buraya neden geldin bakışı atsa bile sıcak -bir Hephaistos çocuğu ne kadar sıcak olursa- bir karşılama göstererek el salladı. Ben de ona hafifçe gülümsedim. Kısa sürede benim niye geldiği anladı ve o gürültüde onu duyamayacağımı bildiği için başıyla bir odayı -evet, Hephaistos kulübesi kacamandı- gösterdi. O kargaşada zorlukla odaya girdim. Ed ordan oraya gidiyor, eşyalarını toparlıyordu. Odası kacamandı ve bir sürü çizim ve taslak duvara asılıydı. Bir çalışma masasının üzerinde kuşkuşuz tamamlanmamış bir projesi yaşıyordu. Duvardaki bir ersim ilgimi çekti. Geçen gün ona verdiğim bir resimdi bu. Okul pikniğinde çekindiğim bir resimdi. Yanımda bir kaç arkadaşım vardı. Doğaya yaklaştığı her zaman olduğum gibi mutlulukla gülümsiyordum. Ed kırmızı bir kalemle benim yüzümü daire içine almıştı. Mutlulukla gülümsedim. Birinin bana değer verdiğini görmek güzeldi. ''Maya!'' arkamı döndüm ve karşımda Ed'i buldum. Hala gülümsediğimi fark etmemiştim ama Ed resme ve bana baktığında yüzü kızarmıştı. Benim ise gülümsemem daha da büyüdü. Ed telaşla çantasını kaptı ve elimde tutup çekti. Yüzüme bakmamaya özen gösteriyordu. Ben de onun yerinde olsaydım öyle yapardım diye düşündüm ama kendimi gülümsemekten alamadım. Zor da olsa kapıya geldik ve dışarı çıkmayı başardık. O kargaşa içinde bunu yapabildiğimize inanmak çok zordu.