Yeni görevimin ilk gününün beklediğimden çok daha iyi geçeceğini nasıl tahmin edebilirdim ki? Ama bir melez olunca hayat böyle, sürprizlerle dolu. Korkularımın en başında, deşifre olmak geliyordu. Eğer gerçek kimliğim ortaya çıkarsa... Eğer rolümü yeterince iyi oynayamazsam... Neler olabilir, düşünmesi bile içimi ürpertiyordu. Korkularımın başında bu gelse de, diğerleri de hiç yabana atılacak cinsten değildi hani. Ya buradaki hayata uyum sağlayamazsam? Ya burada dışlanan, istenmeyen biri ilan edilirsem? Kendimi kanıtlama konusunda bir sorun yaşayacağımı düşünmüyordum açıkçası, bu göreve seçilecek kadar iyi bir melez olduğum düşünülüyorsa zaten, bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Fakat bu konuda da dengeyi iyi tutturmam, belki de dikkat edeceğim şeylerin başında geliyordu. Eğer hiç eğitim almamış bir melez gibi davranacaksam, diğer melezler ve Kheiron benim için bu şekilde düşünecekse... Yeteneklerimi, tecrübelerimi onlardan saklayıp bu konuda da rol yapmam benim için en iyisi olacaktı. Bu konuda sorun yaşamayacağımı umuyordum, çünkü rol yapma konusunda benden iyisi bulunamazdı. Diğer konularda ise... Kullanabileceğim tek taktiği, yani bekleyip görme taktiğini uygulamaya karar vermiştim.
İlk günümde Kheiron ile tanışmamız oldukça iyi geçmişti; ihtiyar beygirin iyi bir kalbi olduğunu anlamak için psikoloji konusunda uzman olmama gerek yoktu sonuçta, sentörün bir şeyden şüphelenmiş gibi bir hâli yoktu. Kamp müdürü Minerva'nın, yani Athena'nın o sıralarda kampta olmaması da benim için büyük bir avantajdı tabii, Bilgelik Tanrıçası olarak bu konularda Kheiron'dan daha tecrübeli ve yetenekli olduğu su götürmez bir gerçekti. Bir melez olduğumu, bir tanrının çocuğu olduğumu anlattıklarında sesli kahkahalar atmamak için kendimi epey zorladıysam da, bu konuda da taviz vermemiştim.
Bir sonraki aşama için, Lupa'ya ve onun zekasına şükrediyordum. Melez Kampı'nda bir tanrı tarafından sahiplenilmezseniz, Merkür Kulübesi'ne tıkılıp kalırsınız. Bu da benim en son istediğim şeydi, benim yerim Mars Lejyonu'ndan başka bir yer olamazdı asla. Bu konular da kafamı kurcalıyordu. Lejyon yerine kulübe demek... Tanrılara Antik Yunanca isimleriyle hitap etmek... Lord Jüpiter'e Zeus demek gerçekten zor gelecekti bana, bu aşikardı. Bir de dil konusu vardı tabii. Latince varken kim Antik Yunanca'yı tercih ederdi Jüpiter aşkına? Katlanacaktım artık... Uyum meselesi, zamanla alışacaktım; en azından öyle umuyordum... Tekrar düşününce Lupa'nın fikri dahiyane geliyordu bana. Kılıcım Assassin's Heart'ın biçimini değiştirmek... Onu Mars'ın ünlü silahı Kaos Kılıcı'na benzetmek... Bu sayede sahiplenilmeye gerek bile duymadan, Mars'ın, yani Ares'in oğlu olduğum anlaşılmıştı. Bunu nereden bulduğum konusunda uydurduğum hikaye de cidden epey gerçekçiydi, kendimi takdir ettiğimi inkar edemezdim.
Bana kampı gezdirmesi için seçtikleri Afrodit kızıyla oldukça iyi anlaşmıştım. Tamam, zaten bildiğim şeyleri sorarak cevapları karşısında şaşırmış gibi yapmak pek eğlenceli sayılmazdı, ama yine de kampı gezerken bana eşlik eden kızın bu denli güzel olmasına bir itirazım olamazdı. Bu kampta her şeyin, benim geldiğim yerden daha serbest, daha gevşek olduğunu anlamam zor olmadı. Bizler Roma Melez Kampı'nda ciddi bir eğitim görüyorduk, zorlu sınavlara tabi tutuluyorduk. Burada ise anladığım kadarıyla, melezleri zorlayabilecek tek şey, saçma bir tırmanma duvarıydı; tabii ona tırmanma duvarı denilebilirse... Altı üstü azcık lav püskürtüyor canım... Biz bunların çok daha zorlularıyla alıştırma yaptığımızdan, çocuk oyuncağı gibi gelecekti eminim bana.
Günün buraya kadar bu denli iyi geçmesi, hadi neyse bir derece anlaşılabilir... Fakat bundan sonrasına, en güzel rüyalarımda bile rastlayamazdım. Adını bile öğrenemediğim Afrodit kızı beni Mars Lejyonu'na, yani Ares Kulübesi'ne bıraktığında, kendimi evimde gibi hissettim. İster Romalı olsun ister Yunan, Savaş Tanrısı'nın çocuklarının bir ihtişamı vardı her zaman. Kulübenin kapısını açıp içeriye bir göz atmak amacıyla kafamı uzattığımda ise, büyük bir şok bekliyordu beni.
"Ooo! Yeni çocuk da gelmiş, alın içeri!" diye bir ses çınladı kulaklarımda. Bu yeni çocuk ben mi oluyordum acaba? Bu sorumun cevabını iki saniye sonra güçlü kolların beni kavrayarak içeri çekmesiyle öğrenmiş oldum. Etrafıma baktığımda ise, kelimenin tam anlamıyla afalladım. Burası bir kulübe olamazdı, bir diskodan hiçbir farkı yoktu. Sıradan ışıklar yoktu içeride, kulübe salonunun dört bir tarafı spot ışıklarla donatılmıştı. Pencereler kapalıydı, odanın bu karanlığını aydınlatan rengarenk ışıklar sürekli dans ediyordu. Yüksek sesle çalan dans müzikleri de hiç fena değildi doğrusu. Bir köşede açık büfe yemek servisi sunulduğunu tahmin ettiğim bir masa, diğer bir köşede ise feci hâlde bara benzeyen bir şey vardı... İçki yasak değil miydi yahu bu kampta? Bu manzarayı gördüğümde Romalı melezler olarak yaşadığımızın hayatın cidden bir işkence olduğunu düşündüm ister istemez, bir anlığına da olsa. Gözlerimi kulübenin sıra dışı durumundan ayırıp tam karşımda dikilen kıza verdiğimde ise, kızın benimle konuşuyor olduğunu fark ettim. "Hoş geldin aramıza. Ben kulübe lideri Hermia. Amanda da senin gibi bugün aramıza katıldı, biz de bu iki kardeşle bir kutlama eşliğinde tanışalım dedik."
Amanda'nın kim olduğunu bilmiyordum, ama barın yanında duran, çevresi Ares çocuklarıyla sarılmış bir kız gözüme çarptığında; onun Amanda olduğunu anlamam zor olmadı. O sanırım buraya benden daha çabuk alışmıştı, şimdiden gülüp eğlenmeye başlamıştı. Artık kendimi tanıtmazsam ayıp olacağını düşünüp, kısaca tanıtmaya çalıştım kendimi. Bunun üzerine ise Hermia'nın yanında duran bir çocuk da katıldı konuşmaya: "İçkiler için Hermes çocuklarına teşekkür etmeliyiz, drahmiye acımadık gerçekten de bu sefer. Ares Kulübesi Ares Kulübesi olalı böyle parti görmedi. Bugün eğitimlere kimse gitmeyecek, sabaha kadar partileyeceğiz. Bu nasıl bir parti mi olacak? Bunu göreceksin."
Çocuğun yüzündeki pis gülümsemeden hiç hoşlanmamıştım. Roma Melez Kampı'na yeni gelen çocukların kafalarını klozete soktuğumuz zaman attığımız klasik bakışa benziyordu biraz, acaba burada da böyle bir adet var mıydı Mars çocukları arasında? Olsa da olmasa da, Ares Kulübesi beklentilerimi karşılamıştı. Hatta biraz aşmıştı bile diyebilirdim, burayı gerçekten seveceğime kanaat getirmem zor olmamıştı.