Odaya girdiğimde babam ve Tanrıça Demeter ile karşılaşmayı beklemiyordum. Daha da önemlisi, yarışmanın uyku sırasında yapılacağını beklemiyordum. Babam hiçbir ipucu barındırmayan sesiyle "Hoş geldin melez. Ben Uyku Tanrısı Hypnosi bu oyunu Demeter ile birlikte hazırladık ve görevini sihirli bir uykuya yattıktan sonra öğreneceksin." dedi. Tanrıça Demeter babamınkinden daha sevecen bir ses tonuyla “Şu gördüğün çayı içip içmemekte serbestsin. Çayı içtikten veya içmedikten sonra sihirli bir uykuya yatacak ve maceraya başlayacaksın.” dedi ve elindeki çamur renkli çayı bana uzattı. Bu bir tuzak mıydı, yoksa içmem bana fayda mı sağlayacaktı? Bir süre bunu düşündükten sonra çayı reddedip yatağa uzandım. Acaba çayı içmemekle kötü mü yapmıştım? Bu düşünceden kurtulup amacıma odaklanmaya çalışırken gördüğüm son şey babamın ciddi yüzü olmuştu.
Gözlerimi eski ama bir o kadar da yeni bir dosta, yani Rüyalar Âlemi’ne açtığımda kendimi uçsuz bucaksız bir çayırlıkta, elimde bir not tutarken buldum. Notta; "Merhaba melez! Artık düşsel macerana başladığına göre, yapman gereken görevi öğrenmenin de vakti geldi. Senden istediğimiz şey, Hayat Ağacı'nı bulup meyvelerinden birini alman ve sonrasında uyanman. Uyanmak için yapmak gereken tek şey, bu dünyada uyumak. Eh, eğer görevini tamamlayamadan uyursan bu, gerçek hayatta uyandığında kendini diskalifiye olmuş olarak bulman anlamına geliyor. Hypnos'tan bir ek bilgi; Uyumak, düş görmek, düşlerden faydalanmak veya düş seyahatine çıkmak, birbirinden farklıdır. Derin bir uyku yalnızca insanı dinlendirirken, bilinçli düşler ona bilgelik kazandırır. Amaçlı uykular, hüsrana uğratmaz." yazıyordu. Şaşkınlıkla notu birkaç kez daha okuduğumda aklımda beliren ilk sorular Hayat Ağacı’yla ilgiliydi. Ne ve nerede olduğunu bilmediğim bir şeyin meyvesini nasıl alabilirdim ki?
Önümdeki uçsuz bucaksız çayırlığa baktım. Görebildiğim tek şey çayırlığın her yerini kaplamış sarmaşıklardı. Rüzgârda hafifçe dalgalanan ve zararsız görünen bu sarmaşıklar bir adım ötemde başlıyor ve gözümün görebildiği her yeri kaplıyordu. Ağaca benzer hiçbir şey yoktu ve bu durumda yapabileceğim tek şey ilerlemekti.
Son bir umutla notu tekrar okuduğumda babamın verdiği bilgi kafamı karıştırdı. Birkaç satır üstte
uyursam diskalifiye olacağım yazarken babamın bu notu eklemesi büyük bir tuzaktı. Hangisine güveneceğimi şaşırmış bir vaziyette dikilirken yavaş yavaş uykum gelmeye başlamıştı. Zaten uyuduğum gerçeği göz önüne alınırsa, bu kesinlikle babamın işiydi. Ancak ben babamın kızıydım ve burası benim kazanan olduğum yerdi. Yani hiçbir tuzak yeterince güçlü olamazdı. En azından benim için…
Kâğıdı katlayıp cebime koyarken şu sarmaşıkların nasıl bir tuzak olduğunu çözmem gerektiğini düşünüyordum. Bu kadar büyük bir alana yayıldıklarına göre Tanrıça Demeter’in ilk tuzağı olmalıydılar.
"Uyan!" diyerek kolyemi favori silahım olan ok-yay takımıma dönüştürdüm. Oklarımdan bir tanesini çekip önümdeki sarmaşıkları dürtüklerken boşa çabalamıyor olmayı diliyordum. Sarmaşıklar anında harekete geçtiler ve okumu sarmalamaya başladılar. Ne yaptıklarını merak ederek okumu onların merhametine bıraktım, ancak sarmaşıklar pek de merhametli görünmüyordu. Okumu sarmalamakla kalmayıp sıkmaya başlamışlardı ve havaya ılık süt kokusu yayıyorlardı. Ilık süt kokusu her zaman uykumu getirirdi ve bu koku bir kez daha işe yarıyordu. Gözlerimi açık tutmakta zorlanmaya başlamıştım, fakat uyanık kalmak zorundaydım. Bu nedenle kendime acı verici bir çimdik attım. Kolum morarsa bile umurumda değildi. Tek amacım yarışı başarıyla bitirmiş olarak uyanmaktı ve bu yolda her şeyi yapacaktım.
Kendimi daha az uykulu hissederek ve acıyan kolumu ovuşturarak ne yapacağımı düşünmeye başladım. Aklıma bir sürü fikir gelmesine rağmen hiçbiri aradığım cevap değildi. Az önce cebime koyduğum notu çıkardım ve yüksek sesle okumaya başladım."Merhaba melez! Artık düşsel macerana başladığına göre, yapman gereken görevi öğrenmenin de vakti geldi. Senden istediğimiz şey, Hayat Ağacı'nı bulup meyvelerinden birini alman ve sonrasında uyanman. Uyanmak için yapmak gereken tek şey, bu dünyada uyumak. Eh, eğer görevini tamamlayamadan uyursan bu, gerçek hayatta uyandığında kendini diskalifiye olmuş olarak bulman anlamına geliyor. Hypnos'tan bir ek bilgi; Uyumak, düş görmek, düşlerden faydalanmak veya düş seyahatine çıkmak, birbirinden farklıdır. Derin bir uyku yalnızca insanı dinlendirirken, bilinçli düşler ona bilgelik kazandırır. Amaçlı uykular, hüsrana uğratmaz." Kendi sesimden duymak daha iyi anlamama neden olmuştu. Babamın verdiği ek bilgide uykunun değişik türleri olduğu gerçeği vurgulanıyordu ve bizi diskalifiye edecek olan derin uykuydu. Eğer amaçlı bir uykuya yatarsam bilinçli düşler görürdüm ve bu da bana aradığım cevapları sağlardı.
Sarmaşıklara değmemeye çalışarak yere uzandım. Uyku içinde uyku biraz saçma olacaktı ama cevaplara ihtiyacım vardı. Gözlerimi kapatıp kendimi uykunun genellikle huzur getiren kollarına bırakacakken yaptığım hatayı fark ederek ayağa fırladım. Bu da bir tuzaktı! Ben zaten bir amaç uğruna uyumuştum, yani bu rüya aslında bilinçli bir rüyaydı! Bilgeliği şu anda, bu çayırın ortasında da kazanabilirdim.
Bu gerçeği bulmanın verdiği mutlulukla "Ben Uyku Tanrısı Hypnos'un kızı Alexis Lavinia Montgomery! Bir amaç uğruna yattığım uykunun sonucu olan bu rüyanın bana kazandırması gereken bilgelik gereği sorularıma cevap istiyorum!" diye bağırdım. Sesim çayırlık alanda yankılanırken yanımda mor bir bulut belirmişti ve yoğunlaşarak bir şekle bürünmeye başlamıştı. ‘İşte şimdi hapı yuttun Alexis.’ diye düşünürken mor bulut küçük bir kıza dönüşmüştü.
Bu kızı nereden tanıdığımı düşünürken küçük kız gülümseyerek “Sorularıma cevap vermeye geldim.” dedi. Şaşkınlıkla "Sanırım sorularına demek istedin." dedim, sorularına kısmını vurgulayarak. Küçük kız “Hayır, doğru söyledim. Senin soruların aslında benim sorularım, çünkü sen bensin, ben de senim.” diyince kızı baştan aşağı süzdüm. Sarı-kahverengi karışımı kıvırcık saçları omuzlarına dökülüyordu, mavi gözlerinin içinde muzip bir pırıltı vardı ve üzerindeki pembe pijamalar onu oldukça sevimli gösteriyordu. Ah, bu kesinlikle benim küçüklüğümdü!
Bilmiş bilmiş “Hayat Ağacı normalde meyve sahibi değil ve yalnızca bir insanı gövdesine hapsedip kurbanının enerjisini emdiğinde meyve veriyor. Bu meyvenin birçok özelliği var ve Voldemort’un kankası tarafından korunuyor. Bitkileri ve büyücüyü geçmek için herhangi bir ağaçtan yapılma bir çubuğa ihtiyacın var.” dedi ve benim bir şey dememi beklemeden mor buluta dönüşüp havaya karıştı.
Voldemort’un kankası mı? Bu da ne demekti şimdi!? Voldemort bir kitap karakteriydi ve büyücüydü. Mitolojide büyücü olarak Tanrıça Hekate vardı, ama o bu yarışmaya koruma olarak katılmış olamazdı. Tanrıça Hekate melezlerden nefret etmiyordu ki Voldemort’un kankası diyeyim. Onun dışında büyücü ol- Medea! Ağaç Medea tarafından korunuyor olmalıydı! Peki, ama ben sarmaşıkları geçsem bile Medea’yı nasıl alt edecektim? Sonuçta o bir büyücüydü ve benim hipnotize etmek ve uyumak dışında çok iyi yapabildiğim hiçbir şey yoktu. En azından bu tarafta…
Henüz bir adım bile ilerleyememiştim ve bu canımı çok sıkıyordu. Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum ve kolumun çimdirmekten mosmor olduğuna adım gibi emindim. Bir süre düşündükten sonra yine son sözlerde saklanan ipucunu fark ettim. Ağaçtan bir çubuk… Asa bulmam gerekiyordu! Eh, bu da benim kitap hayranlığıma kalmıştı. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve Medea’yı yenebileceğim kadar güçlü bir asa düşledim. Onun ellerimde olduğunu ve gücünü gördüğüm rüyaların en güzellerinden aldığını hayal ettim. Bir süre hiçbir şey olmayınca
başaramadığıma emin oldum ve gözlerimi açtım. Karşımda gördüğüm şey çığlığı basmama neden oldu. Karşımda bembeyaz bir asa vardı. Havada süzülüyor ve onu almamı bekliyordu. Başarının getirdiği mutlulukla asayı aldım ve sarmaşıklara doğru tutarak "İncendio!" diye bağırdım. Bunu yaparken en güzel rüyalarımı düşünüyordum. En güzel rüyalarımın birleşip önümdeki kâbusu yaktığını ve çayırlığın bu kötü bitkilerden arındığını…
İmkânsız olan gerçekleşip sarmaşıkları yakmaya başlamıştı. Ancak alevler o kadar büyümüştü ki birdenbire ortaya çıkan ağacı da yakmak üzereydi. Buna izin veremezdim! Hemen söndürme büyüsünü yapmam gerekiyordu, fakat ben büyüyü hatırlayamıyordum. Bildiğim her türlü büyü sözcüğünü düşündüm. Hiçbiri doğru büyü değildi. En sonunda kendim bir büyü oluşturmaya karar verdim. Şu ana kadar gördüğüm en güzel rüyayı düşünerek bir kelime salladım "İmperious!"
Çayırlıktaki alevler oluşmalarından daha yavaş bir şekilde sönerken iyice uykum gelmişti. Uyumamak için kendimi çimdirsem de işe yaramıyordu. En sonunda kendime okkalı bir tokat attım. Rüyada olsam da bu canımı çok acıtmıştı, ama bu oyundan elenirsem bir daha Hypnos Kulübesi’nin bir kilometre yakınından geçemezdim. Dahası babamın yüzüne bakamazdım.
Alevler sönünce az önce orada olmamasına rağmen şimdi on beş metre ilerimde olan ağaca baktım. Çok uzun ve meyvesizdi. Meyve yapması için yaşam enerjisini emeceği bir kurban bulmalıydım ve hazırda hiç kurban yoktu. Medea da ortalarda gözükmüyordu. Sanırım ani bir hareket yapmamı bekliyordu. Ama hey! Ben uykucunun tekiydim ve ani hareketler benim doğamda yoktu!
Gülerek "Medea! Nerelerdesin tatlım? Bilinçaltıma saklanmak için mi girdin?" diye bağırdım. Sinir ve sinsilik karışımı surat ifadesiyle karşımda belirince korkmadan edemedim. Şu anda bilinçaltım sayesinde onun kadar güçlü olmuş olabilirdim, ancak o benden daha deneyimliydi ve bir kitaba göre büyü yapmıyordu. O gerçek bir büyücüydü.
Medea “Anlaşılan kendine fazla güveniyorsun Hypnos kızı. Ancak Kader Tanrıçaları senin doğumuna karar vermeden çok önce ben büyü yapıyordum tatlım. En önemlisiyse, ben kimseye acımam.” derken kahkahalar atıyordu. Esneyerek "Medy, bazen en büyük hatalar çok bilmek ve duygusuzluktan yapılır." dedim. Sırıtarak “Ah, sen daha ayakta duramıyorsun. İstersen biraz uyu.” derken ben konsantre olarak "Kilitlen!" diye bağırdım. Medea bu ani büyümle kaslarını kıpırdatamaz olurken ben de ayakta durmaya çalışıyordum. Büyülerimi yaparken rüyalarımdan güç alıyordum ve bu da beni çok yoruyordu. Çok uykum gelmişti, şimdi uyursam başarısız olacaktım ve bunu yapamazdım. Bu nedenle hızlı olmak zorundaydım.
Medea’ya doğru birkaç adım atmıştım ki görünmez bir duvara çarptım. Bu duvarı oluşturan şahsiyetin Medea olduğu kesindi. Gülümseyerek "Medy, bu duvarın beni durdurmasına izin verir miyim sence?" dedim. Gözlerini görebilecek kadar yakındım ve Medea gözlerini kırpamayacak durumdaydı. Korkunç gözlerine bakarak "Gidip Hayat Ağacı'na enerjini ver." dedim. Umarım ağaç ölümsüz bir büyücünün enerjisini kabul ederdi.
Hipnoz yeteneğim büyümden güçlü olmalı ki Medea Hayat Ağacı’na doğru ilerledi. Ağaç’a elini
değdirince bedeninden siyah ışıklar çıkıp elini koyduğu yerden gövdeye girdi. Ben şaşkınlıkla olanları izlerken dallarda büyük, yuvarlak meyveler oluşmaya başladı. Asamla son bir büyü yapmaya karar verdim ve Medea yere yığılırken "Accio Hayat Ağacı'nın meyvesi." diye mırıldandım. Meyvelerden biri dalından kopup süzülerek bana geldi. Meyveyi aldıktan sonra daha fazla ayakta duramayarak yere yığıldım ve Medea’nın geveze olmasının işime yaramasına sevinerek gerçeklerle yüzleşmek üzere uyudum.