Tanrılar Oyununda ilk etabı tamamlamıştım. Pek iyi bir sonuçla tamamladığım söylenemezdi ama daha henüz elenmediğimden benim için bu oyun hala devam ediyordu. Bir sonraki turlarda buna dayanamayıp öleceğim kesindi ama hemen de oyundan elenmek istemiyordum, bir tur daha dayanabileceğime inanıyordum. Mücaledemi devam ettirmek adına ikinci oyuna da katılacaktım ve bu youn doğrultusunda Bitkiler Tanrıçası Demeter ile Uyku Tanrısı Hypnos, beni yanlarına çağırmışlardı. Her melezi tek tek aldıklarını duymuştum ki bu gerçekten hepimizin zor bir göreve gittiğine işaretti. Çok heyecanlıydım, üzerimde turuncu melez kampı tişörtümle beklerken kalbimin atış seslerini duyabiliyordum. Sarı saçlarımı geriye attım ve girmem gereken o odaya girdim. Böyle muhteşem güzellikte, pahalı altınlar, padişahların uyuduğu gibi yastıklar ve hayatımda hiç görmediğim kadar iyi bitkiler görmeyi beklerken odada sadece bir tane yatak, sehpa ve bir içecek vardı. Yatağın üzerinde de sadece bir yorgan vardı, ,onun yanındaki sehpanın üzerindeyse iğrenç renkteki bir içecek. Bütün bunlar beni korkutmaya yetmişti, hala bayılmadığıma göre sınavı geçmem gerektiğini düşündürecek kadar korkunç görünüyordu. Sonra ilahi varlıklara bakarak açılmaya karar verdim. Demeter her zamanki gibi çok güzeldi, saçları lakabına yaraşır şekilde düzdü ve sarıydı, ipincecik vücuduyla sevgilisi Apollon'un hak ettiği bir kadın oluyordu. Hypnos ise, gözlerinden uyku akan ama kudretini yine de belli eden bir tanrıydı. Onlara tek kaşımı kaldırarak baktım, bütün bunların ne ifade ettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Hypnos bana yatağa yatmam gerektiğini söyledi kalın ve ürkütücü bir ses tonuyla. Bu sesi reddedip kendimi tehlikeye atma gibi bir amacım olmadığından onun dediği gibi yatağa uzandım ve yanımdaki iğrenç renkli suya baktım, beni gerçekten iğrendirdiğinden buradan hemen gitmek istiyordum ama kendimi bu kadar çabuk salmamam gerektiğini de biliyordum. Birden Hypnos uyumam gerektiğini söylemişti, Demeter de yanımda duran içeceği içip içmemem konusunda beni serbest bırakmıştı. Bir an düşündüm, ben bu içeceği içmek asla istemiyordum ama oyunun bir parçası olabilirdi. Bu içecek belki de beni kazandıran bir yola götürecekti, bu yüzden o iğrenç içeceği burnumu kapayarak da olsa içecektim. Başımı öne arkaya anlaşıldı anlamında salladıktan sonra burnumu kapattım ve o bitki içeceği denen şeyi içtim. Birden uykum geldi yatağımda kıvrandım ve derin bir nefes aldıktan sonra gözlerimi kapadım.
Gözlerimi açtığımda yerde otlar bulunan büyük bir çayırda buldum kendimi fakat etrafta kimsecikler yoktu. Tek başımaydım, oldukça ürküyordum. Bir an rüya görüyor olabileceğimi bile düşünmüştüm ama benliğimin burada olduğunu rahatça hissedebilmem yüzünden bu düşüncelere gerek kalmıyordu zaten. Bir anda elimdeki kağıdı hissettim, bir süre kağıdı anlamsız anlamsız izledikten sonra boş gözlerim de ona eşlik etti, nedendir ki sonradan kağıdı okumak aklıma geldi. Kağıtta gözlerim aşağı satırlara doğru indikçe içimdeki heyecan kat kat artıyordu, korku yerini gerginliğe bırakmıştı. Artık ne yapacağımı daha iyi bildiğimden kendime olan güvenim gelmişti ve her zamanki Satellite olmaya karar vermiştim. Kağıtta yazan şeyler yine de kafamı karıştırmıştı fakat bunları anlamak için Athena kızı olmaya ihtiyaç yoktu. Alt tarafı bu dünyada amaçlı bir uykuya dalacaktım. Hedefe odaklanaraktan. Yine de bunun kafa karıştırıcı bir tarafı yok değildi hatta baskındı fakat ufak ipuçlarıyla hedefe gidebileceğime inanıyordum. Kağıdı katlayarak beyaz şortumun cebine koyduktan sonra göreve başlama hevesiyle etrafa bakındım ama maalesef ortam beklediğim gibi değildi. Hala etrafta kimseler yoktu, engin ve ıssız bir denizden tek farkı buranın litosferde olmasıydı. Bilinçsizce adımlarımı atmaya başladım, ne yaptığım hakkımda en ufak bir fikrim yoktu ki burnuma kokular gelmeye başladı. Bu kokuların ne işe yaradığını ve nereden geldiğini bilmiyordum. Ta ki önüme bakmayı kesip yerdeki sarmaşıklara bakıncaya kadar. Birden gelen esnememi durduramamıştım, ağzımı açtım ve esnemeye başladım. İnanılmaz bir şekilde uykum gelmişti ama birden notta yazanları hatırladım. Uyumamam gerekiyordu, en azından şu anda. Sarmaşıkların üzerinden ilerlemeye başlamıştım ne var ki git gide artan uykum ve bu işin içinde bir bit yeniği olduğu düşüncem sayesinde bir türlü yürüyemiyordum, bir süre sonra ayakta duramayacak hale gelmiştim. Sarmaşıkların üzerine yatıp uyumak ve bir süre uyanmamak istiyordum. Bir yandan notta yazanlar aklıma geliyordu, diğer yandan Diskalifiye olmak hiç mi hiç istemiyordum ama aklıma bir türlü de yöntem gelmiyordu. Belki de burnumu tıkayıp ilerlemek en iyisi olacaktı, kalıcı bir çözüm olmasa da koku almamı engelleyerek bu tuzağa düşmememi sağlayacaktı. Her şey gayet iyi giderken birden bir sarmaşığa değdim ve sarmaşık beni anında sarmaladı. Uykum fena halde gelmişti. Ayık haldeyken bile rüyalar görmeye başlamıştım. Tam olarak uyumuyordum ama uyumak ile uyumamak arasındaki ince çizgideydim. Rüya sayılabilir mi bilmiyorum ama kısa süreli düşümde gördüğüm üzere ben aynı burası gibi bir yerde ilerliyordum. Sarmaşıklara gelmiştim, şu anda beni saran sarmaşıkların aynısına. Ve uyumuştum, birden gerçek dünyaya geri dönmüştüm. Diskalifiye olmuştum, kamptaki dışlanmaları dahil hepsini hissetmiştim. Birden gözlerimi açtım, yoğun bir şekilde hırslanmıştım, her daim cebimde taşıdığım hançerimi almak için uzandım. Ben uzandıkça sarmaşık sıkıyordu ama ince bir kavisle sarmaşıktan sıyrıldıktan sonra sarmaşıkları zorla kesmeye başladım, pek becerebildiğim söylenemezdi ama sarmaşıkları zedeleyebilmiştim ki bu ince vücudumla hemen aradan sıyrılıp kaçmamı sağlamıştı. Sarmaşıklara basmadan koşarken ve ilerlerken kendimi güvende hissetmiyordum. Birden sarmaşıklardan kurtuldum ve bir ağaca çarptım. Başım ve kendim yerimde değildi. Ağaca baktım ve yanındaki yaratığa. Bu bir yaratıktan çok bizlere yani melezlere benziyordu. Selam verdim. O ise kızgın bir şekilde bana bakıyordu. "Ben bu ağacın koruması Büyücü Medea. Buradan uzak dur. Ve burası da hayat ağacı." Şaşırmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum. Korumadan bana hiç bahsedilmemişti, sadece bir bitki alıp gelmemi istiyorlardı. Medea'ya pişkince sordum buradan bitki alıp alamayacağımı. O ise sadece gülümsemekle yetindi, belli ki bana buradan meyve vermeyecekti. Ne yapabileceğimi düşünüyordum, Medea'ya baktım ve cebimdeki hançeri çıkartarak ona tarihçesini anlatmaya başladım. Artemis'in verdiği bu hançer gerçekten çok değerliydi ve tarihini Medea'ya anlatırken onun konsantre oluşunu izlemek de çok zevkliydi. "İstersen bakabilirsin." dedim ve hançeri ona uzattım. Medea hançere büyülenmiş gibi bakıyordu, bu da beni güldürmüştü. Hançeri elinde tutarken, ben de uzanarak bir meyve kopardım ve kendimi odada buldum.