Çok derin bir uykudan liderimin bağırışıyla uyandım. "Hoo, kahvaltı hazır!" İç çektim ve "Geliyoruuuum" diye bağırdım. Gözlerimi açamıyordum resmen, hala çok uykum vardı. Yatakta doğruldum ve gözlerimi ovuşturdum. "Bugün kötü bir gün olacak sanırım" dedim. Hemen hazırlandım ve kahvaltıya indim.
Kendimi kulübeden dışarı attım. Hava çok güzeldi ve sadece sakin sakin oturup bu havanın tadını çıkarmak istiyordum. Dave'in yanına gitmeyi düşündüm ama saat ona göre erkendi. O öğlene kadar uyurdu. Ben de meydanda biraz oturmaya karar verdim. Hava güzel olmasına rağmen ortada kimseler yoktu. Birden biri gelip arkamdan gözlerimi kapattı. Manhattan'da yaşadığım o berbat olaydan sonra gözlerimin kapatılmasından korkar olmuştum. Refleks olarak elimi küpeme götürdüm ve kılıcımı çektim. ''Hey! Hey! Hey! Sakin ol aşkım. Sadece benim. Dave.'' dedi. Kılıcımı indirdim ve arkama baktım. ''Ödümü kopardın be!'' dedim. Onu deşmediğim için dua etmeliydi. Böyle de romantik biriydim işte. ''Bugün biraz çilek yiyelim mi?'' diye sordu. Bu teklif gülümsememe neden oldu. ''Çileğe her zaman bayılmışımdır. Ama kampta nerede yiyeceğiz ki?'' Elimden tuttu ve beni tarlalara doğru götürdü. ''Ama çok sessiz olmamız lazım. Yakalanırsak kötü olur.'' dedi. Bunu zaten biliyordum, tarlalara girmek yasaktı. Ama çileğe hayır diyemezdim elbette. Gözüme kestirdiğim bir çileği kopardım ve ısırdım. "Çok iyiymiş!" dedim ve bir tane de onun için kopardım. Gülümseyerek ağzına doğru uzattım, ısırdı. "İyi ki geldik aşkım, canım sıkılıyordu" dedim.