Sabah uyanır uyanmaz bu mükemmel günü değerlendirmeye karar verdim. Banyoda yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Birazda makyaj yaptıktan sonra üstümü değiştirdim. Bir pantolon ve bluzun iyi gideceğini düşünmüştüm. Elbise giyebilirdim fakat diğerlerinin beni Aphrodite kızı sanmasını istemiyordum. Yüzüme dürdüğüm bu boyalar bile fazlaydı belki. Uzun süredir kendimi bu kadar özgür ve rahat hissediyordum. Sonunda kulübeden dışarı çıkabilmiştim. Kapının önünde oturan Helen ve Aqua’ya selam verdikten sonra yavaş yavaş tarlaların bulunduğu alana doğru gittim. Burnumu havaya kaldırıp temiz havayı içime çektiğimde şok olmuştum. Bu kokuda neydi? Çok güzel bir şey kokuyordu. Tabi ki, çilek! Aşırı derece çilek hastalığımın bulunduğunu biliyor musunuz? California’dayken patlayana kadar çilek yerdim. Bir tabak çileği ben bitirirdim evde. Hatırladıkça gülüyordum. Bir keresinde bu yüzden rahatsızlanmıştım. Okuldan da bu sayede kaçmıştım tabi. Çilek tarlalarına koştum hemen. Kimsenin görmemesi gerekiyordu. Birkaç çileği ağzıma attıktan sonra mest oldum zaten. Çileğin ağzımda oluşu, şeker gibi tadı ve beni ele geçirdi. İşte bu mümkündü. Heyecanla birkaç çilek daha attım ağzıma. Sonunda doymuştum ve karnımda kocaman bir şişlik oluşmuştu. ‘‘Ah Tanrım. Şükürler olsun. Mükemmel bir gün ve mükemmel çilekler…’’ Şimdi kimsenin dikkatini çekmeden buradan çıkmam gerekiyordu. İşim zor olsa da bunu başarmıştım. Bu güzel çileklerin tadını bir daha unutabileceğimi sanmıyordum.