Dışardan bakılınca küçük ve sevimli bir görünümü olan Hestia kulübesinin önünde durup da kulübeye baktığımda, kalbimi ezen ağırlıktan başka bir şey hissedemiyordum. Beni buraya getiren sebepten ne kadar nefret ettiğimi bir kez daha hatırlamak canımı acıtmıştı. Beni ölümden kurtardığı için belki de şükran duymalıydım tanrıça Hestia'ya karşı, ama babamı bir daha göremeyeceğim halde gerçekten de istiyor muydum yaşamayı? İç geçirdim ve yanağımdan süzülen bir damla yaşı sildim çabucak. 'Baban senin delice bir şey yapmanı istemedi,' demişti Tanrıça Hestia. 'Şu anda en önemli olan şey senin eğitilmen. Bu yüzden benimle gelmelisin.' Direnmek istemiştim, bunca zamandır benim isteklerimi bir kez olsun düşünmemiş olan bir babanın isteğini yerine getirmeye pek de hazır hissetmiyordum kendimi, ama içimdeki dayanıklılık emin adımlarla kırılma noktasına yanaşırken elimden bir şey gelmeyeceğinin de farkındaydım. Belki de son arzusu buydu babamın; bir şeylere ya da birilerine bağlı kalmadan ayakta durabilmem ve hayat için mücadele etmem. 'Eh, bakalım hiçbir şeyden nasıl bir şey yaratabileceğim, baba.' dedim buruk ve huzursuz bir ses tonuyla ve kulübenin yumuşak bir pembe tonunda boyanmış ahşap kapısını ittirerek açtım.
İçeri girdiğimde ne beklediğimden pek de emin değildim doğrusu, ama kesinlikle böyle berbat bir kokuyla karşılaşmayı beklemiyordum. Bir elimle hızlıca burnumu tıkadım ve diğer elimi yüzümün önünde sallayarak, çürümüş meyve ve ağırlıklı olarak çöp kokusunun nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Sanki küçük kulübenin her yanına sinmiş gibiydi koku, ve bu da midemin kalkmasına neden olmuştu. Yüzümü buruşturarak 'Herhalde hiç temizlik yapılmıyor,' diye mırıldandım alayla ve salonun tam ortasında, yerde duran taşlı kot pantolonu parmağımın ucuyla şöyle bir yokladım. Of, üzerinde o kadar toz birikmişti ki bunu temizlemenin baya uzun bir süre alacağını düşünmeye başlamıştım. Gözlerim hızlıca odayı tararken baş köşede büyükçe bir şömine gördüm. İçinde, tahminimce Tanrıça Hestia'nın ateşini temsil eden bir alev yanıyordu. Alevlerin cılız ve soluk renkli olduğunu görmek neşemin kaçmasına yol açmıştı. Kaşlarımı çattım ve koridorun diğer tarafında duran kapılara baktım. 'Pekala, bu böyle süremez.' Hızlı adımlarla koridoru arşınlayarak kapıları hoyratça tek tek açtım. İlk üçünde kimse yoktu, ama duvarlarda poster izleri ve dolapta hala yapışkanlar duruyordu. Tanrılarım, bu kulübede gerçekten çok titiz insanlar yaşamış olmalıydı. En nihayetinde, tam en dipteki odanın kapısını açacakken kapı kendiliğinden açıldı ve hemen hemen benimle yaşıtmış gibi görünen bir kız, başını aralıktan uzatarak sinirli bakışlarını yüzüme dikti. 'Sabahın köründe başka işin gücün yok mu, kızım? Hestia kulübesine neden geldin ve neden bu kadar çok gürültü çıkarıyorsun?' dedi azarlar gibi. Bu tavrı pek de hoşuma gitmemişti açıkçası. Ellerimi belime koyarak, 'Kulübeyi sahiplenmen güzel ama pek de özen göstermiyorsun anlaşılan. Ben yeni rahibe Isis Alexandria Dawn. Kulübe resmen çöplük haline gelmiş, toparlamamız lazım.' Ben bunları söyleyince, kızın yüzüne birden telaşlı bir ifade yerleşti ve bir elini alnına vurdu. 'Ah, olamaz! Bugün temizlik denetlemesi de var!' Hayal kırıklığıyla inlememek için kendimi zor tutuyordum. Kulübede benden başka sadece bir tane üye vardı ve o da tembelin teki çıkmıştı. 'Benim adım Ophelia Martinez ve Hestia kulübesinin lideri benim.' dedi kız aceleci bir tavırla. Ellerimi kavramak için öne atıldığında biraz irkildim. 'Bak, lütfen bana yardım et de şu ortak alanları temizleyelim, olur mu? Sonra istersen odanı yerleştirmene de yardımcı olurum!' Onun omzundan arkaya bakınca, benden çok onun yardıma ihtiyacı olacağını düşünmeden edemedim, ama kıza bir şey söylememeye özen gösterdim. İlk günden aramızın kötü olmasına gerek yoktu.
Ophelia beni küçük bir dolabın önüne doğru çekti ve kapağı açtı. Herhalde bütün kulübe içindeki en temiz yer burasıydı. İçinden çeşitli temizlik malzemelerini çıkardıktan sonra, 'Odaları mı almak istersin, salon, banyo ve mutfağı mı?' diye sordu telaşlı telaşlı. Omuz silktim, pek de fark etmezdi benim için. Ama daha önce burada kalmış olan kızlarla hiçbir tanışıklığım olmadığı için, belki de arkada eşyaları kalmıştır diye düşünerek, 'Tamam, salon, banyo ve mutfağı temizlerim.' dedim. Ophelia bana gülümsedi, biraz rahatlamış gibiydi. O odalardan birinin içinde gözden kaybolurken, ben de saçımı bir tokayla toplayıp beyaz keten pantalonumun paçalarını dizime kadar sıvadıktan sonra kovayı suyla doldurdum ve cebimden müzik çalarımı çıkararak kulaklıkları kulağıma taktım. Kıvrak bir Mısır ezgisi beni sarıp daha da canlı hissetmeme neden olurken bir anlığına bütün dertlerimi unutuvermiştim sanki. Salonun koyu renk ahşap zeminini temizlerken buraya alışabileceğim yönünde tuhaf bir duygu geçti aklımdan. Burada kendimi evimdeymiş, en sonunda yuvama geri dönmüş gibi hissediyordum nedense. Sonra neler düşündüğümü fark edince ürpererek omuz silktim. Tabii ya, Hestia ocak ateşi tanrıçasıydı. Belki de kendimi bir nebze de olsa iyi hissetmem için kendisi özel bir şeyler ayarlamıştı, kim bilir. Koltukları kaldırmak için babamın bana devrettiği güçlerin bir kısmını kullanarak etraflıca bir temizlik yaptıktan sonra, yeni gelmiş biri olarak ufak bir dekorasyon değişikliğinin kimseye zararı dokunmayacağını düşündüm. Saçlarımın gözümün önüne düşen bir tutamını hızlı bir el hareketiyle geriye attıktan sonra beş dakikada kafamda bir plan oluşturdum ve eşyaları çekerek ve iterek yerlerini değiştirmeye başladım. Neyse ki çok ağır eşyalar olmadığı için yerde çizikler oluşmamıştı. Biraz sonra küçük ama şirin salonumuzdaki oturma grubu şöminenin, yani ocak ateşinin tam karşısında, birbirlerine bakacak şekilde düzenlenmiş, müzik seti bir köşeye çekilmiş, şöminenin üzerindeki çiçek dolu vazolar ve eski rahibelerin resimlerinin yer aldığı çerçeveler ise farklı açılarla dizilmişti. Biraz kafamı toparladığım için keyifle ıslık çalarak elime başka bir bez aldım ve bu sefer de camları silmeye başladım. Bir süre sonra, dışardan bakıldığında pırıl pırıl parlayan bir kulübemiz olmuştu.
Salonda işimi bitirmiş, banyoya geçmeye hazırlanırken Ophelia yanımdan geçti. Kollarında bir kirli sepeti taşıyordu. Salona şöyle bir göz gezdirdikten sonra, 'Güzel fikir, değişiklik iyi olmuş.' dedi gülümseyerek. 'Bir oda hariç odalarla işim bitti, şimdi orayı da halledip kendi odama geçeceğim. Sonra sana yardım ederim.' O uzaklaşırken önce kaşlarımı kaldırarak onun arkasından baktım, sonra da temizlediğini söylediği diğer odalara bir göz attım. Hayret, gerçekten de her yer pırıl pırıl görünüyordu. Demek ki Ophelia istediği zaman gayet de titiz olabiliyordu. Bundan sonraki durak, aslında ellerimi yıkamak için girdiğim banyoydu. Ama buranın halini görünce, burada da biraz oyalanmaya karar verdim. Yerleri iyice sildikten ve her fayansın ayna gibi parladığından emin olduktan sonra lavaboyu, küveti ve tuvaleti de ovdum. Ah, bu banyo bile biraz büyük olduğundan olsa gerek, tahmin ettiğimden daha uzun bir sürede çıkabilmiştim işin içinden. Her yeri düzenledikten sonra bir koşu bavuluma gidip içinden banyo malzemelerimin olduğu çantayı aldım ve geri dönerek hepsini ilgili yerlere koymaya başladım. En son küçük çöp kutusundaki çöpü de çıkardım ve kulübenin en dışına, işimiz bittiğinde atmak için koydum.
Şimdi geriye bir tek mutfak kalmıştı. İçeri adımımı attığımda, Ophelia'nın neden burayı temizlemekten kaçtığı için sevdiğini hemen anlayabilmiştim. Kulübeye ilk girdiğimde aldığım o berbat koku büyük oranda buradan geliyordu. Bir mandala falan ihtiyacım olacağını düşünerek ilerledim ve buzdolabının kapağını açtım. Manzara gerçekten de akıllara zarardı. Çürümüş meyveler, bozulmuş yemekler... Tamam, kulübe liderimizin burada çok zaman geçirmediği belli oluyordu ama bu kadar vurdum duymaz olması da kabullenilebilir gibi değildi. Bozulmuş yemekleri çöpe atmak için çöp kutusunun kapağını açmıştım ki, oradan da feci bir koku geldiğini fark ettim ve aniden gelen öğürtüye ve mide bulantısına engel olmaya çalıştım. Poşeti zorlana zorlana kovadan çıkardım ve kol mesafesi kadar uzağımda tutarak kapıya doğru yürürken (neyse ki altından su damlatmıyordu), 'Çöpleri sen atıver, olur mu?' diye seslendim Ophelia'ya. İçerden bir homurtu geldi, tamam anlamına gelip gelmediğini bilemiyordum. Ama kendi döküntüsünün en azından bir kısmını temizlese fena olmazdı. Tekrar mutfağa döndüğümde hemen lavaboda ellerimi yıkadım ve yeni bir çöp poşeti açarak dolaptaki bozuk yiyecekleri bir bir bunun içine atmaya başladım. En son bu poşeti de (ki hiç de hafif sayılmazdı) dışarı çıkardığımda, Ophelia'nın elinde poşetlerle neredeyse uzaklaşmak üzere olduğunu görerek seslendim. 'Hey, bunu da al!' Kız arkasını döndüğünde yüzünde bezgin bir ifade okuyabiliyordum, ama umursamadım. Tekrar mutfağa döndüm ve dolapları, çekmeceleri komple döktükten sonra içlerini sildim. Sonra da tabakları, bardakları, ve yemek takımlarını silerek yerlerine kaldırmaya başladım. Ah evet, bir temizlik delisi sayılabilirdim, ama her şeyin düzgün yapılmasını istiyordum. 'Ben geldim.' Ophelia'nın sesini duyduğumda, temiz ve ferahlatıcı bir oda spreyi sıkmakla meşguldum kulübeye. Ocak ateşimiz daha gürül gürül ve zevkle yanıyordu ve bu beni mutlu etmişti. 'Ben eşyalarımı yerleştirirken bize yiyecek bir şeyler hazırlayabilir misin? Gerçekten çok acıktım.' dedim kıza istifimi bozmadan. Kulübe lideri ona bu şekilde davranmama biraz bozulmuş gibiydi, ama hiçbir şey demeden mutfağa yöneldi. Ben de bavulumu alarak boş olan odalara bakınmaya başladım.
Odalar hep aynı tarzda döşenmişti, bir yatak, çalışma masası, gömme dolap, kitaplık ve boy aynası. Tam bir odanın önünden geçerken ufak bir ayrıntı dikkatimi çekti. 'Doğu yakası.' diye mırıldandım ve içeri adımımı attım. Evet, yerleşeceğim odayı bulmuştum. Neyse ki Ophelia sözünde durmuştu da temizlik malzemelerini tekrar dolaptan alıp bir kez daha uzun çaplı bir temizlik yapmam gerekmiyordu. Zaten şu temizlik denetlemesi dedikleri şey bugün olacaksa, çok zamanımın kaldığını da sanmıyordum. Bavulumu yere koyup açtım ve önce kıyafetlerimi tek tek çıkarıp yatağın üzerinde katlamaya koyuldum. Gömme dolap küçük görünüyordu ama her şeyi alabilecek kadar yeri vardı. Katladığım kıyafetleri özenle yerine koyduktan ve elbiselerimle ceketlerimi astıktan sonra tekrar bavuluma yönelerek içinden benim tarzımı yansıtan, soluk altın ve turuncu renklerindeki yatak örtüsünü çıkardım ve yatağa serdim. Yastığa şöyle bir baktıktan sonra onu da dolaba kaldırdım ve kendi baş dayanağımı yerine koydum - bu, benim ricamla yirmi birinci noma uğrayan Tanrıça Hestia'nın getirdiği bir baş dayanağıydı. En son annem, babam ve benim birlikte çekildiğimiz fotoğrafın olduğu çerçeveyi masanın üzerine koyarken, yanağımdan bir damla yaşın süzülmesine engel olamadım yine. 'Deniyorum, baba.' dedim parmaklarımı onun resimdeki aksine dokundurarak. Aynı kırgınlık hissi içimi bir burgu gibi çevirmeye başlamıştı bile. Bu hisse engel olmaya çalışarak ayağa kalktım ve beraberimde getirdiğim posterleri de duvara asmaya başladım. En son kitaplarımı da yerleştirdikten sonra odamı düzenlemeyi bitirmiştim bile.
Mutfaktan gelen ve bu sefer ağız sulandırmakta olan kokular üzerine merakıma yenik düşerek mutfağa girdim. Beni gören Ophelia bitkinlikle gülümsedi. 'Yerleşebildin mi, canım?' Uslu uslu başımı salladım, geldiğimdeki parlamam yüzünden biraz utanmıştım. 'Evet, her şey yolunda. Bak, sabah öyle bağırmak istemedim, sanırım... Pek iyi bir gün geçirdiğimi söyleyemem.' dedim mırıldanarak. Ophelia gülümsedi ve elini omzuma koydu. 'Boşver gitsin, gerçekten de biraz dikkatli olmam gerekiyordu. Nereden bileceksin ki, belki de taze kan iyi gelir kulübeye.' Sonra fırından yeni çıkardığı tepsiyi göstererek kocaman gülümsedi. 'Biraz elmalı kurabiye ister misin? Terasta da yiyebiliriz istersen.' dedi. Başımı salladım ve ben de ona gülümsedim. 'Orayı da temizledik, değil mi?' Bir an için yüzünde oluşan endişe havası beni az daha tongaya düşürüyordu, ama anlaşılan bir şakayı uzun süre sürdürebilen bir insan değildi. Hemen gülmeye başladı. 'Merak etme, merak etme, ben hallettim bile. Hadi gidip yemeğimizin tadını çıkaralım.' Bunun üzerine ben de gülmeye başladım ve ellerimize birer bardak süt alarak kulübeyi çevreleyen terasa çıktık.
--Rp Bitmiştir.--