Uçak yolculuğu kesinlikle iyi değildi. Yükseklik korkum tekrar baş göstermişti, ben de inene kadar koltuğun kenarlarına tutunup nefesimi tutmuştum. Ki bu oldukça uzun bir süreydi. Yanımda oturan çocuk bana deliymiş gibi bakıp durmuştu. Bir yandan da haklıydı, kesinlikle öyle görünüyor olmalıydım. Uçak yere inince düşecek gibi oldum ama sonunda indiğimizi haber veren anonsu duyunca rahatladım. Derin bir nefes aldığımı gören çocuk bana gülümsedi. ''Koltuğu hiç bırakmayacaksın sanmıştım.'' Utanmış bir şekilde gülümsedim. Çocuğun en azından beni umursaması bile beni memnun etmişti. Elini uzattı. ''Ben Mark.'' Ona gülümseyerek elini sıktım. ''Ben de Maria. Ya da Aredhel işte. Niye Amerika gibi daha serin bir yerden Kahire'ye geldin?'' diye sordum. Belki soru fazla kişiseldi ama, her gün yeni bir ölümlüyle tanışmıyordum ya. ''Annem vefat etti. Ben de kalmaya büyükanneme gidiyorum.'' Başımı salladım. ''Babanda niye kalamıyorsun ki?'' Bu konu ilgimi çekmişti, öğrenmem gerek gibi hissediyordum. Mark hafifçe başını eğdi. Sanırım fazla özel bir soru sormuştum. Bir an boşvermesini söylemek istedim ama o konuşmaya başladı. ''Babam bir evlatlık almış. Kız sadece arada sırada yanına geliyormuş ama, babamı kendi babası sanıyormuş. Hatta babam şu anda evlenmiş bile. Sadece o kız için.'' Omuz silkti. ''Ben de onun oyununu bozmayayım diye büyükanneme gitmek zorundayım.'' Zor bir durum olmalıydı. Ben olsam babamı hiç affetmezdim. ''Kötüymüş. Ben de büyükannemi ziyarete gidiyorum, ne tesadüf.'' diye mırıldandım. En azından dikkati biraz dağılmıştı. Başını kaldırdı ve bana gülümsedi. Mark'a karşı büyük bir sempati duymuştum, belki de onunla haberleşebilirdik. Birbirimize telefon numaralarımızı veriridik ve... Tam o sırada cep telefonunun benim için olan tehlikesini düşündüm. Bunu yapamazdım. Benimle görüşmesi, hatta yanımda durması bile onun için tehlikeliydi. Masum birini tehlikeye atamazdım. ''Hey, havaalanından çıkana kadar beraber yürüyebiliriz.'' dedim ona. Olur anlamında başını salladı. Artık uçak yere inmişti, çoğu da boşalmıştı. Uçağın bir dahaki seferine kalmadan gidebilsek harika olacaktı. Yerimizden kalktık ve Kahire'nin sıcağına adım attık. Burası resmen yanıyordu, ama bu bana inanılmaz bir şekilde iyi gelmişti. Eskileri hatırlamıştım. Küçüklüğümden kalan pek anım yoktu ama, yine de evimde olmak beni rahat hissettiriyordu. Kahire havasını içime çektim. Mark beni bu kadar mutlu görünce gülümsedi. Havaalanına girdiğimizde klimalar son hızla çalışıyordu. Bütün yolcular gitmiş gibiydi. ''Büyükannen seni beklememiş mi?'' dedim ona. Üzülmüş olmalıydı. ''Önemli değil, artık genç değil ne de olsa. Seni karşılamaya gelen yok mu?'' diye sordu. Gülümsedim. ''Ben süpriz yapacağım.'' dedim muzurca. Beraber bavullarımızı alacağımız yere doğru yürüdük. Yani o bavulunu alacaktı. Benim bir şey almadığımı görünce kaşını kaldırdı, ben de sadece omuz silktim. Havaalanından çıkınca ayrılma zamanının geldiğini anladım. Ama içimden bir ses yeniden karşılaşacağımızı söylüyordu. ''Görüşürüz. Sen tanımak güzeldi.'' dedim ona en içten gülümsemelerimden birini verirken. Dayanamadım ve ona sıkı sıkı sarıldım. Güldü. ''Umarım. Seni de.'' Hızla bunları dedi ve bir taksi çağırdı. Büyükannesini çok özlemiş olmalıyd. Taksiye binerken bana baktı. Ona el salladım. Yolculuğumun geri kalan kısmı oldukça sıkıcıydı. İki saat taksi bekledim. Şansıma da taksinin içi ahır gibi kokan biri denk geldi. Hızla büyükannemin evnin adresini söyledim ve bütün yolculuk boyunca pencereyi sonuna kadar açıp kafamı pencereden dışarı çıkardım. Nihayet ara sokaktan kutu gibi evlerin olduğu bir yere ulaştık. Rengarenk boyanmış tatlı, iki katlı evlerdi bunlar. İşte, koyu mavinin yanında, açık fıstık yeşili boyanmış ev. Mutlulukla dışarı çıkarken az kalsın ücreti ödemeyi unutuyordum. Şen şakrak zili çaldım. Kim bilir büyükannem beni görünce ne... Kapıyı açan kişiyi gördüğümde düşüncem yarım kaldı. ''Aredhel?'' Bu Mark'tı. Burada ne işi vardı? Düşünmeye fırsat bile bulamadan büyükannem Mark'ın arkasında bitti. ''Maria! Hayatım...'' dedi kısık sesle. Endişe içinde bize bakıyordu. Mark şaşkınlıkla bana baktı. Şu anda ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk sanırım. Mark hemen içeri girdi. Küçüklüğümden bildiğim antika şeylerin doldurulduğu salona geçtik. Büyükannem endişeyle bize bakıyordu. Hemen konuya girdim. ''Büyükanne, neler oluyor? Mark büyükannesini ziyaret edeceğini söylemişti, ben de... Seni ziyarete gelmiştim ama... Ama ben anlayamıyorum.'' Büyükannem telaşla omuzlarımdan tuttu. Histeri krizi falan geçirme ihtimalime karşıydı belki. Benim ne kadar duygusal olduğumu bilirdi. ''Maria, hayatım. Sakin ol. Bu anın bir gün geleceğini biliyordum. Ah, Mark, bu işi neden sakladık ki!'' Büyükannemin burada babam olan Mark'tan bahsettiğini anlamıştım. Nasıl bilemezdim, Mark'ın babamla aynı isme sahip olduğu neden ilgimi çekmezdi? Büyükannem içini çekerek penceresinin önündeki yumuşak koltuğa oturdu. Mark'la ben de büyükannesinden masal dinlemek isteyen iki çocuk gibi yanına üşüştük. Mark'ın cümleleleri başımın içinde dönüp duruyordu. 'Babam bir evlatlık almış. Hatta evlenmiş bile, sadece o kız için. Şimdi oyununu bozmamak için büyükannemde kalmak zorundayım.' Kendimi boğulacak gibi hissediyordum. O kız bendim. Ben. ''Yıllar önce, Mark'ın annesi ile baban boşandığından iki gün sonra baban bir rüya gördü. Rüyasında annen elinde bir bebekle, onu koruma görevini ona verdiğini söylemiş.'' Büyükannem bana baktı. ''Annen üç yıl önce babanı bir gezi sırasında kurtarmıştı. O günden beri baban ona karşı kendini hep borçlu hissederdi. O da borcunu ödemek istemiş. Uyandığında sen kucağında duruyormuşsun. Annen babana onun kızıymış gibi davranamasını istemiş, senin hiçbir şeyden haberinin olmasını istememiş. O da seni öyle yetiştirdi. Bu zamana kadar gayet iyi idare etmiştik. Ama artık bazı şeylerin açıklanması gerekiyordu.'' Büyükannem derin bir nefes aldı. Benim ise gözlerim yaşarmıştı. Zayıflığımı gizlemek için gözlerimi kırpıştırdım. Babam... Babam değildi. Bana anlattığı her şey yalandı. Ona kızmam gerektiğini biliyordum ama yapamıyordum işte. Burnumu çekip başımı salladım. O sırada aklıma bir şey geldi. ''Peki o zaman, benim babam kim?'' diye mırıldandım. Büyükannem sanki bir iğnenin üzerine oturmuş gibi zıpladı. Yüzü bembeyaz olmuştu. ''Buna söylemeye yetkim yok. Ceres yasakladı, eğer söylediğimi bir öğrenirse-'' Bir hayret çığlığı atarak sözünü böldüm. Ayağı fırlamıştım. ''D-doğru mu duydum? Ne olur bana Ceres dediğini söyleme! Yüce Zeus!'' Bu sefer gözyaşlarım yanaklarımdan iniyordu. Bu gün o kadar şok yaşamıştım ki, daha fazla dayanamıyordum. Ceres! Ceres, Demeter'in romalı şekli! Benim annem Ceres! Ben bunları düşürken, Mark hepten afallamıştı. Zavallı çocuk, daha tanrıları bile bilmiyordu, hiçbir şeyden habersizdi. Buna rağmen gelip bana sarıldı. Zorlukla başımı omzuna yasladım. ''Şimdi biz üvey kardeş mi olduk?'' dedi kulağıma. Bir daha hiç gülemeyeceğimi düşürken kıkırdayabildim. Sinirlerim öyle bozulmuştu ki, her şeye gülebilirdim sanırım. ''G-galiba öyle. Ne garip değil mi? Daha bugün tanıştık!'' Mark'ın başıyla onayladığını hissettim. Artık ayaklarımın üzerinde desteksiz durabileceğimi farkedince geri çekildim. Beni izleyen büyükanneme sarıldım. Gerçek büyükannem olmadığımı bilsem de. Bir süre öylece kaldık. Konuşacak mecalim bile kalmamıştı artık. Sadece eve gitmek istiyordum. Burada babamın evinden veya Roma Kampı'ndan bahsetmiyordum. Gerçek evimden bahsediyordum. Yani Melez Kampı'ndan. Orada ne kadar kaldığımı bilmiyordum. Bir dahaki uçak seferini de bekleyecek zamanım yoktu. Bu yüzden, pegasusumu çağırıp üzerine atlamıştım. Biliyorum, uzun bir yolculuk olacaktı, benim de zaten uzun bir yolculuğa ihityacım vardı. Düşünmek için zamana... Bu gün o kadar çok şey olmuştu ki, kafamı toparlamam zaman alacak gibi görünüyordu. Babamı, büyükannemi ve Mark'ı düşündüm. Mark... Şimdi ne yapacaktı? Büyükannemin yanında mı kalacaktı? Bilemiyordum. Her şey değişmeden önce de yaptığım gibi başımı Çörek'in yelesine gömdüm. Bu çok uzun bir yolculuk olacaktı, kampa varınca yüzleşeceğim şeyi düşünüp, bu yolculuğun sonsuza kadar sürmesini diledim.