Heyecanım ve özlemim hat safhadaydı. Bende Jess gibi yanıma sırt çantası aldım. Ama kılıcımı nereye koyacağımı bilemiyordum. O kadar büyüktü ki.. Belime koysam görünür ve herkes bir yere gittiğimi anlardı. O yüzden bu spor giyinişten vazgeçtim ve siyah siyah pantolon, siyah straplez bir badi, gri, kısa, düğmeli ceketimi giyip, gri kol çantamı aldım. Bu çantam bildiğiniz bavul gibi bir şeydi. İlk önce birkaç eşya doldurdum içine, bu kıyafetlerden rahatsız olursam üzerimi değiştirmek için, bir de spor ayakkabılarımı attım içine. En sonda kılıcımı koydum. Ardından gri ince topuklu, kısa botlarımı ayağıma geçirip kulübeden ahırlara doğru yürüdüm. Yürürken bir çok melez bana baksa da onlara aldırış etmedim. Kimseye bakmadan Boreas'ın bölmesine yürüdüm. Sakin bir şekilde duruyordu. İlk önce boynunu sevdim, sonra da konuştum.
" Oğlum, yeni bir maceraya daha hazır mısın?"dedim. Boreas kişnedi. " Ah, evet. Yine kamptan kaçıyoruz. Ayrıca bugün çok uyumluyuz Boreas." dedim ve ahırlardan dışarı çıktık. Üzerine binip kulağına doğru "Thalia Ağacı'nın oraya Boreas. Jess bizi bekliyor." dedim ve kulağını okşadım. Boreas beni hızla Thalia Ağacı'nın oraya getirdi. Beni Jess'in biraz arkasında bırakmasını istedim, onu korkutmak istiyordum. Boreas beni yere indirdi ve kendi de benimle birlikte yürümeye başladı. Ben tam Jess'i korkutacakken o arkasını dönmeden "Hazır mısın? Hemen buradan gitmemiz gerekiyor." dedi ve ayağa kalkıp pegasusu Spring Rose'a doğru yürümeye başladı. Bende oflayarak Boreas'a doğru yürüdüm ve binip Jess'in yanına ilerledim.
" Hey, bir kere de seni korkutmama izin ver. " dedim ve güldüm. Ardından pegasuslarımıza atlayıp kamptan ayrıldık. Pegasuslarla uçmak çok güzel bir şeydi. Havadayken Boreas hızlı uçmak için can atsa da ben biraz daha yavaş gidip bunun keyfini çıkarmak istiyordum. Sanırım Jess benimle, Spring Rose Boreasla aynı fikirdeydi.