Gece serin, bir o kadar da iç karartıcıydı. Nedense bugün yıldızlar aynı güzellikte parlamıyor, aksine daha sönüktüler. Ay'a baktığımdaysa onun bile zor gözüktüğünü ve hilan şeklinde olduğunu fark ettim. Camdan yıldızları seyrederken bir yandaın da dışarı çıkmak için can atıyordum. Camın başından kalkarak dolabıma doğru yöneldim ve üzerime kot ile tişörtümü geçirerek ceket aldım. Saçlarımı topuz yaptıktan sonra sessizce kulübeden çıktım. Uzun zaman önce kulübede olan bütün kardeşlerim uyumuştu ve onları uyandırmak istemiyordum. Sonunda dışarı çıkmayı becerdiğim de aklımda bir şey olmasa da ayaklarım beni ahırlara doğru yönlendirdi. Evet, kamptan dışarı çıkacaktım, delirmiş olabilir miydim? Muhtamelen. Aslında kamptan kaçıcağımı abim duysa beni keserdi. Ne de olsa ondan izinsiz bir şey yapmamı, daha doğrusu başıma bir şey gelmesini istemiyordu. Korkuyor olabilirdi belki de haklıydı ama küçük bir kaçamaktan bir şey olmazdı değil mi? Ahırlara varmak üzereyken arkamdan gelen ses ile hızla kılıcımı çekerek döndüm. Ve hiç görmek istemediğim ama sonunda yaşayacağımı bildiğim an. İki harpya karşımda bana bakıyordu, yemek istercesine. Derin nefes aldım ve birine hızla kılıcımı sapladım. Arkamdan hızla gelen harpyayı görünce birden su oluşturdum ve onu çok uzağa fırlattım. Kılıcı sapladığım harpya yok olduğundaysa ben derin bir iç çektim ve diğeri gelmeden hızla pegasusuma doğru koşmaya başladım. Bir süre sonra pegasusumun yanına geldim, ağzına hızla şeker verdim ve kulağına eğilerek "Paris." dedim. Pegasusum hızla yükselirken Harpya'nın geldiğini gördüm ama artık çok geç kalmıştı. Biz kamptan çıkmıştık bile.
Rp bitmiştir, devamı Paris'te.