Yer altına indiğimizde yapacağımız şeyin ne kadar saçma olacağına bir kez daha inandım. Oraya gidiyorduk fakat akıbetimiz belli değildi. Kendimi en kötü senaryoya hazırlıyordum. Eğer biraz şanslıysak Zack Styks'ten sağ salim çıkardı ve sadece ben ölürdüm. Aklımdaki en iyi senaryo maalesef buydu. Zack ile yan yana gitmemize rağmen hiç konuşmuyorduk. Styks Nehri nerede bilmememize rağmen yolu bulabileceğimizden emindik. Yer altında her yer birbirine benzese de Styks'i bulabileceğimizden nedense çok emindik. Kolay Ölüm sırasına baktığımda bugün oranın bile çok uzun bir kuyruğunun olduğunu gördüm. Orayı seçenler sonsuza kadar boşluk gibi bir yerde yaşayacaklardı. Öyle bir ölümü kimse istemezdi. "Sanırım yer altında kaybolduk dostum, işte bu çok iyi. Sonsuza kadar ölülerle yaşayarak mutlu olabiliriz artık." Zack sinirlenmişti ama buraya onun için geldiğimi biliyordu. "Marcus, bak dostum. Benimle gelmene minnettarım fakat buraya benimle gelmen için seni zorlamadım." "Seninle gelmeseydim şuan yer altına inmenin yollarını arıyor olacaktın. Neyse, kavga çıkarmaya gerek yok. Hemen ne yapacaksak yapıp bu lanet yerden gidelim. Burnuma kötü kokular geliyor." Zack de huzursuzlanmış olacak ki etrafına bakınmaya başladı. Buraya, bize doğru, gelen bir şeyler vardı. Büyük bir grup sanki buraya geliyordu. Sonra uzaklardan sesler gelmeye başladı. Sanki birileri bağırarak ve haykırarak buraya doğru yaklaşıyordu. "Sen de duyuyor musun bunları?" Zack "evet" manasında kafasını salladı. Aklıma bir iki tahmin getiriyordum fakat hepsi de birbirinden kötüydü. Birkaç saniye sonra uzaklarda başımıza gelen felaket göründü. Bize karşı bir "ölüler ordusu" geliyordu ve başlarında da Hades vardı. "Haydi, Styks'e doğru. Her neredeyse artık. Haydi, haydi çabuk!" Son sürat koşmaya başladık fakat arkamızdaki ölüler ordusu bizden çok daha hızlıydı. "Çabuk koşmaya devam et. Onların görmelerini engelleyeceğim." Zack'in duyuları hissizleştirme gücünü biliyordum. Aslında kamptaki çoğu kişi biliyordu ama bunun şu anda bir önemi yoktu. Arkamızda tam gaz bize doğru ilerleyen bir ordu vardı. "Onların belirli bir uzaklığa kadar duyularını hissizleştirebilirim. Tabii uzaklık arttıkça bu daha da zor olacak. Belirli bir mesafeden sonra imkansızlaşıyor zaten. Ben uzun bir süre kalmasını umduğum bir hissizleştirme yapacağım. Sen de benim işim bittikten sonra beni sırtına alıp şimşek hızında Styks'e gideceğiz. Anlaştık mı?" Ters ters Zack'e bakıyordum. Sırtıma almak mı? Neden onu sırtıma alacakmışım ki? Zack ona ters ters baktığımı anlayınca "Ne bakıyorsun? Hayatımızı kurtaracağım işte." Aslında bu kadarı mantıklı bir cevaptı. Zack yoğunlaştı ve sanki acı çekiyormuş gibi bir hali vardı. Biraz bekledim. Zack gözlerini açtığında çok yorulmuştu ve bitap bir haldeydi. Zack'i sırtıma aldım ve şimşek hızında harekete başladım. Birkaç saniye sonra simsiyah akan bir nehrin yanında durduk. Zack yanımda gözlerini açtığı zaman kötü bir yolculuk geçirdiğini anlayabiliyordum. "Haydi dostum, kalk. Hazırlanmalısın."