Deniz savaşından aldığım ganimet ve artan vücut ağrılarım ile Los Angeles'a vardım. Enceladus'un iyileştiğini ve bana zarar vermeye başladığımı hissedebiliyordum. Gücümü yavaş yavaş çekiyordu. Tanrısal gücümü çekene kadar hayatta kalacaktım ama o bittiğinde bende bitecektim. Artık kurtuluş yolunun bir tek Athena'da olduğuna inanıyordum. Bundan çıkar yol olarak bana bunu borçluydu. Son savaşın olacağı yere gittim. Asıl görevimin neredeyse biteceği zamana. Porphyrion çoktan bir şeyler çevirdiğimi farketmiş olmalıydı. Ama bana dokunmamalıydı ki kardeşini kurtarabilsin. Onun işi rahattı oturup rahat yerinde beklemeliydi sadece. Benim ise dakikalarımın her biri ömrümden bir yıl götürüyordu.
Nakil sırasında ölüm plakçılığın içine girdim. Charon beni görünce bir kıpırdandı ama onunla uğraşamayacağımı söyledim. Ve bir kaç drahmi fırlattım. Bunu yapmaya alışmıştım adam resmen bizden geçiniyordu. Bana hiç bir şey söylemedi. Biraz da korktuğunu hissedebiliyordum. Styx nehrini ışınlanarak geçtim. Ve yürümeye devam ettim. Taa ki Cereberus'u görene kadar. Hedefim ve planım işliyordu. Ve ilk hamlemi yaptım Kerberus'a saldırdım. 3 baş ile zorlanmadan savaşıyordum. Tahmin ettiğim üzere bir süre sonra Furia'lar gelecekti ve planımın ikinci aşamasıda tamamlanmış olacaktı. Tam da beklediğim gibi Furialar gelmekte gecikmedi ve bana saldırdılar. Etraftaki ölüler ordu olarak toğlanmaya başlamıştı. Ve buraya gelen canavar ordusu bir süre sonra varacaktı. Onları çabuk getirmek için tanrısal kuvvetimi kullanmaktan çekinmedim. Kılıcımı elime aldım ve askerlerin hepsini olduğum yere ışınladım. Artık her cinsten yaratık ölülerle savaş halindeydi. Sanki savaşın komutanıymışcasına savaş ile ilgilenmeye başladım. Bir süre sonra zamanın geldiğini anlayıp saldırıya geçtim. Önce 3 Furia'nında kanatlarını ganimet olarak alıp öldürdüm ardından Cerberus'un kuyruğunun ucunu kestim ve kulağından bir parça aldım. Köpek acıyla yerlerde yuvarlanmaya başladı. Ona acıdığımdan dolayı Apollondan gelen şifa güçleriyle iyileştirdim onu. Kulakları ve kuyruğu yerine gelmişti ve bana dostça havlıyordu. Ona gülümseyerek baktım. Canavarları bağırarak cesaretlendirdikten sonra bir ışık hüzmesi olarak dağıldım ve Los Angeles sokaklarına gittim ve bağırdım.
"Yüce Porphyrion, gelin ve konuşalım. Güzel bir fikrim var" dedim. Duyduğunu ve beni takip ettiğini biliyordum son kozumu oynamanın zamanı gelmişti yavaş yavaş sona yaklaşıyordum. Tahim ettiğim gibi içimdeki şu gigant yüzünden ölecektim. Ama görevimi başarmaya niyetliydim. Ardından önümde dev boyutlardaki Gigant Kralı belirdi. Ve sırıtarak konuştu.
[color=grey"Deniz altındaki savaşı kazandığını duydum. Triton'a yaptıklarınıda. Senden daha azını beklemezdim. Her neyse yüce komutanımın benden rica ettiği şey neymiş bakalım."[/color] dedi. Sinsi gülümsemesinin arkasında neler planladığını anlayamıyordum ama hiç iyi şeyler olmadığını biliyordum.
Başımı saygılıymış gibi öne eğdim."Porphyrion efendim, öncelikle bana güvendiğiniz ve güçlü olduğunu bildiğiniz dört tane asker verin ve beni elçi olarak Poseidon ve Hades'e yollayın. Bende onları ikna edeyim. Eğer bir konuda yalan söylediysem ulu güçler tarafından lanetleneyim. Styx nehri üzerine yemin ederim" dedim. Porphyrion bir süre düşündü. Yemin etmeseydim cevabı net hayır olurdu. Sonra bana baktı yeminim onu bana inanmaya itmiş olmalıydı.
"Pekala, sana 4 adam veriyorum. Bir deniz kenarına onlarla beraber git ve konuş onlar gelecektir" dedi. Ve kayboldu. Yerden dört kollu ve yaklaşık 3metrelik devler çıktı. 4 tane devi peşime takarak bir deniz kenarına gittim. Ve bağırdım.
"Elçiye zeval olmaz. Gigant Porphyrion'dan haber getirdim."dedim. Ve adeti çiğneyerek efendiyi övmeden sustum. Bir süre sonra, denizden esen hızlı bir rüzgar, ardından ağzımı kurutan bir esinti geldi ve 2 muazzam güç önümde belirdi. Poseidon ve Hades bütün ihtişamıyla buradalardı ve yaptıklarımdan dolayı bana hiç hoş bakmıyorlardı. Anlaşmışcasına konuştular.
"Ne istiyorsun evlat, verdiğin zarar yetmedi mi ?" diyerek gürlediler. Artık zamanı gelmişti. Asıl görevim sona yaklaşmış ve başarmam için geriye 4 adam kalmıştı. Ceketimin cebinde duran iki tane pistolü ardarda ateşledim. 2 dev gitmişti. Ardından belimde ki kılıçları çektim ve önce arkamdakini sonra onun yanında duranı onlar daha haraket edemeden parçaladım. Az sonra tamir edeceklerdi kendilerin ama zamanım vardı. Tanrılar beni öldürmemek için kendilerini zor tutuyordu. Onlara baktım. Parmaklarımı şıklattım ve önümde bir sandık belirdi. Ardından kendi kendine açıldı. İçinde Triton'un yüzgeci ve kırılan kılıcının parçaları ve Furia'ların kanatları ve Kerberus'un kulağıyla kuyruğu vardı. Tanrılar bunu gördüğüne şaşırmıştı. Hiç biri böyle bir şey beklemiyordu ve konuştum sesimi gürleştirerek.
"Evet inanabilirsiniz belkide Gaia tam olarak uyanmadı. Ve yine inanabilirsiniz Gigantlar aslında yok. Ve yine inanabilirsiniz aslında bunlar bir oyun. Kendinizi kandırmaya devam edin. İktidar hırsınızı sürdürün ve beni burada öldürün. Kim kaybeder siz mi ben mi ?. Ben ölürüm ve şu anda gigant orduları ile yakıp yıkılmakta olan yeraltına mutlu olarak giderim. Ya siz. Yeraltı savunmaları aşıldı. Ordular içeri giriyor. Aynı şekilde denizin altıda öyle. Poseidon'un hasar almış kalesine giden ordunun büyüklüğü hesap edilemez. Bunlar olurken siz yinede inanmamaya devam edin. Ama ben son umut olarak bir şey getidim. Bu sandığı. Ben Gigantın elçisiyim. Buraya sizin askerlerinizden alınan parçalarla neden geldiğimi biliyor olmalısınız. Bu bir savaş teklifidir. " dedim ve sustum.
Bir daha konuşmamak üzere. Arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Artık Athena'nın geleceğinden bile emin değildim. Arkama bir süre sonra baktığımda Tanrıların orada olmadığını gördüm ve bir şeylerin farkına vardıklarını düşündüm. Sanırım %5 şans gerçekleşmemişti. Ölecektim. Bir ışık hüzmesine dönüşürken gözlerimi kapattım ve fısıldadım. Bana görevi veren duymalıydı. Sözümü tutmuştum. Onları ikna etmiştim.
"Athena yardım et"