Malefiz'in üstünden indikten sonra ona, ıslık sesimi duyunca hemen benim yanıma gelmesini söyledim. Anladığım kadarıyla biraz şehirde gezmek istiyordu. O yüzden yani. Her an bir pegasusa ihtiyaç duyabilirdiniz. Islık sesimi duymayacağı konusunda endişem de yoktu çünkü istesem dünyanın öbür ucundan dahi duyulabilecek bir sesle ıslık çalabilirdim. Malefiz'in tepesinden iner inmez New York'un tozunu attırmaya başladım.
New York'un tozunu attırırken -tozunu attırmak derken öylesine geziniyorum anlamında- her şey telefonumun çalmasıyla başlamıştı. Bir saniye, telefon mu?! Telefonumu açık mı unutmuştum yani?! Eyvahlar olsun. Şimdi kesin peşime canavarlar düşmüştür! Eğer bir melezseniz telefonunuzu açık bırakmak ölüm fermanınızı imzalamaktan farksızdır. Nitekim ben de şu anda telefonumu açarak ölüm fermanımı imzalıyordum.
"Bay Winnick?"
"Evet Georgina, benim. Bankaya gelsene, konuşmamız gereken acil bir konu var. Mutlaka gelmelisin."
Bay Winnick'in ısrarcı sesine şaşırmıştım. "Hemen geliyorum." deyip telefonu adamın yüzüne kapattım. Acaba bu kadar önemli ne olabilirdi?
Hemen Bay Winnick'in çalıştığı bankaya doğru yola koyuldum. Bu sefer Malefiz'i çağırmamıştım çünkü mağazaları görerek gitmek istiyordum. Ama keşke çağırsaydım! Neden mi? Çünkü bir empusa beni takip etmeye başlamıştı. Hem de onca insanın arasında onunla savaşamazdım. İnsanların arasında beni kıstaracağını sanıyorsa yanılıyordu ama!
Hemen yandaki bir giysi mağazasına girdim. Mağaza oldukça büyüktü ve çok güzel giysiler vardı. Bir gün buraya gelmeyi beynime yazarak rastgele bir elbise alıp deneme kabinlerinden birine girdim ve üstümü değiştirdim. Elbise bayağı güzeldi ama hala tanınabilirdim. Keşke bir peruk olsaydı ha. Ama napalım, artık bir şapka ile yetinecektik. Ve o bu mağazada vardı. Hemen kabinden çıkıp şapkaların olduğu yere gidecektim ki dondum kaldım. Empusa beni buraya kadar izlemişti ve yanına arkadaşını da getirmişti. Lanet olsun! O empusalardan kurtulmalıydım!
Hemen etrafıma bakınıp onlardan tümden kurtulmayı başarabileceğim bir şey aradım. Etrafıma bakınırken gözüm bir cam içerisinde duran yangın söndürücüye ilişti. O camı empusaların dikkatini üstüme çekmeden kırma şansım yoktu ama artık bu riski almalıydım.
Bir yumruk bir tekmeyle camı kırmayı başardım. Cam hiç de sağlam olmadığı için kırılması da zor olmamıştı. Tabii empusalar da bu arada beni görmüştü. Bir tanesi üstüme çullanırken yangın söndürücüyü tümden üstüne sıktım. Bu arada ölümlüler de bize bakmaya başlamıştı. Onlar muhtemelen bir kızın üstüne yangın söndürücü sıkarak onu zehirleyen(!) bir kız görüyordu. Empusa da bunu farkına varmıştı. Benim suçlu çıkmam için numaradan öksürüp tıksırıyordu. Beter olsun!
Bu arada ölümlüler de şaşkınlık modundan çıkmış beni işaret edip sevimsizce bir şeyler mırıldanıyorlardı. Birinin "Kızı yakalayalım." dediğini duydum. Eyvah! Bu işin sonu iyi değildi! Üstelik diğer empusa da üstüme çullanmıştı.
"Ah!" diye inleyip yere yapıştım. Kalçam fena morarmıştı herhalde. Ayağa kalkamıyordum. Empusa da üstüme yüklenip sivri dişlerini gösterdi.
"İstediğin tanrıya dua etmek için on saniyen var melez." On saniye. Sonra bitmiştim. Bu kadardı her şey. Ya da, değildi.
"Eee, empusa. Kusura bakma sen çok ağırsın. Üstümden kalkar mısın?" diye hipnotize ettim empusayı. Drakonlara bile dans ettirmiş olan ben -hem de konuşmadan- bir empusayı da rahatça hipnotize edebilirdim herhalde. Ve tahmin ettiğim gibi de oldu. Empusa üstümden kalktı hemen.Kalkmasıyla ben de kolyemdeki ilahi bronz bıçaklardan birini çektim ve empusaya sapladım. Empusa bir çığlık atıp sarı buharlar saçarak yok oldu. Diğer empusa da gitmişti. Bu sevindirici bir gelişmeydi ama üzücü olan gelişmeyse ölümlü güvenliklerden birinin beni arkamdan tutup diğer güvenlikçi arkadaşlarına "Suçlu yakalandı!" diye bağırmasıydı. Ama bununla baş edebilirdim. Adama arkadan tekme attım, adam şaşkınlıkla beni bıraktı, onu itip mağaza çıkışına yöneldim. Diğer ölümlüler de arkamdan geldiler ama ben çoktan ıslık çalıp Malefiz'i çağırmıştım bile.
O sırada üstüne yangın söndürücü sıktığım empusa da ortaya çıkmıştı tekrar. Ölümlülere "Kız kaçıyor! Bana saldırdı ya, az daha beni öldürecekti! Onu adalete teslim etmeyecek misiniz yani!" dedi numaradan ağlayarak. Peh! Ona bir bıçak atarım, gerçekten ölmüş olur. Ama gereksizdi. Hem de çok gereksiz.
Ben Malefiz'in üstüne binerken polisler geldi. En öndeki polislerden biri Malefiz'i görür görmez bir şaşkınlık nidası çıkarıp "Bu at burada ne arıyor!" dedi. At mı? Pes yahu!
Ölümlüleri kendi aptallıklarına terk edip Malefiz'le birlikte havaya yükseldik. İlk başta uçmaktan çok korkmuştum ama artık eğlenceli geliyordu. New York'u ve arkamızdan ateş açan ölümlü polisleri arkamızda bırakıp Malefiz'le Melez Kampı'na doğru uçmaya devam ettik. Bay Winnick'le konuşacağımız önemli mesele de sonraya kalmıştı. Bugün daha berbat olamazdı yani! Gerçekten, bugünün rezilliklerini saysam bitmezdi. Bir, telefonda Bay Winnick'le konuştuktan sonra kapatmayı unuttuğum için empusalar peşime düşüyor. İki, empusalardan kaçmak için kılık değiştirme yoluna gidip bir mağazaya giriyorum ama empusalar beni o mağazada da buluyorlar. Üç, empusaları atlatmak için birinin üstüne yangın söndürücü sıkıyorum bu da beni masum bir genç kızı zehirlediğim(!) için suçlu duruma düşürüyor. Dört, masum bir kızı zehirlediğim(!) ve yine masum(!) bir kızı öldürdüğümiçin ölümlü polisler beni yakalayıp mahkemeye çıkarmaya çalışıyor. Beş, polislerin elinden Malefiz sayesinde zar zor kaçıyorum. Bence bunlar bir günün berbat olması için daha iyi olaylar düşünemiyordum valla!