''Geç otur istersen, şöyle.'' dedim gülümseyerek. Ash benim kampta tanıdığım az sayıda melezlerden biriydi. Bir avcıydı ve tanışalı çok olmamıştı aslında. Ona gösterdiğim puf koltuğa oturduktan sonra konuşmaya başladı, ''Kulübenizin dışı ne kadar da ilginç.'' Büyülü kayalar sağolsun. ''Evet, sanırım biraz öyle. Ama ben istememiştim, pek de sevdiğim söylenemez.'' dedim ben de otururken. Doğrusu nasıl misafir ağırlanacağını pek bilmiyordum. Yani Ash'i kaçırmak da istemiyordum hani. Tekrar konuşmaya başladım, ''Bir şey içer misin?'' dedim ve gülümsedim. O da gülümseyerek cevap verdi, ''Ah, farketmez.''
Mutfağa doğru yürüyüp bir bardak vişne suyu aldım ve Ash'e uzattım, ''Kendi büyülerimle biraz tatlandırdım,'' dedim ''Nasıl olmuş?'' Büyüyle bu tür şeyler yapmak çok hoşuma da gidiyordu zaten. Kardeşlerim dalga geçtikleri için pek de tadının nasıl olduğunu bilmiyordum. Hepsi de 'Aman zehirleniriz biz!' diye bana demediklerini bırakmıyorlardı. Yani, tabii ki de Ash'i zehirlemeye çalışmıyordum, umarım beğenmişti, ''Vay, bayağı güzel. Büyü yapmak güzel olmalı.'' dedi ve kıkırdadı. Ben de onun söylediklerinin gerçek olduğunu umarak konuştum, ''Eh, bazı şeyleri yapabiliriz. Peki ya avcı olmak nasıl bir şey?''