Bu gece de uyku yoktu bana anlaşılan. Yapacak daha eğlenceli bir iş bulamadığım için kulübemden çıkıp gezmeye başladım. Biraz gezdikten sonra Hypnos Kulübesi’nden sesler geldiğini duydum. Hemen oraya doğru yöneldim. Bildiğim kadarıyla bu kulübe zamanının çoğu kısmını uyuyarak geçiriyordu fakat kim bu saatte ayaktaydı. Biraz daha yaklaştığımda birinin karşısındaki ağaca ufak bıçaklar fırlattığını gördüm. Ona doğru yavaş yavaş ilerledim. Altın Kılıcı’mı kınından çıkarıp sinsi sinsi ilerledim. Tam bir bıçak fırlatacakken ileri atıldım ve fırlattığı kılıca vurup çalıların arasında kaybolmasına neden oldum. Bunu neden yaptım bilmiyordum ama yapmıştım işte. Karşımdaki sinirli bir yüz ifadesiyle “Bana bir bıçak borçlusun dostum(!)” dedi ve bilekliğinden bir bıçak daha çıkardı. Alaycı bir tavırla “Senin yerinde olsam bunu yapmazdım” dedim ama beni dinleyen mi var. Bilekliğimi çıkarıp sessizce “Ortaya çık Senbonzakura” dedikten sonra birden bileklik bir kalkana dönüştü ve attığı bıçağa karşı siper aldım. Bir, iki, üç derken bana dört tane bıçak fırlatmıştı fakat hiçbiri de isabet etmemişti. Hemen atılıp boğazına kılıcımı dayadım ve “Sana söylemiştim” dedim. Artık bilekliğinde çok az bıçak kalmıştı. “Sanırım cephaneye bir göz atmalıyız.” dedi bana. Ben de ne zamandır bir şeyler yapmak istiyordum. Önce adını sormalıydım tabii ki. Nazikçe “Adın nedir dostum?” diye soru yönelttim ve o da “Era Lawliet. Ya seninki?”, ben de “Fenix Blume” dedim. “O zamansa ne duruyoruz?” dedim ve yola koyulduk. Giderken yanına bir flüt almıştı. Bunun ne olduğunu ileride anlayacaktım. Cephaneliğin kapısına vardığımızda etrafında kimsenin olmadığını gördüm ve plan yapmaya başladık.