Kulübemde oturmuş sıkıntıdan patlamak üzereydim. Her zamanki gibi kendimi aletlere vermiştim. Elimle türlü türlü uçaklar, sinekler, arabalar… yapıyordum. Bunlar artık benim için doğal şeylerdi. Bunun için canım sıkılıyordu. Kısa bir süre sonra kafamda bir ses belirdi. Bana "Kızım Olimpos’a gel." diyordu. İlk önce benim kafamda ürettiğimi sandım ama sonra bunun gerçek olduğunu anladım. Beni babam çağırıyordu. Hemen ayağa kalktım ve hazırlanmak için odama gittim. Babamı bekletmek olmazdı. Hem de beni çağırdığına göre önemli bir şeyler vardı. Ne diyeceğini çok merak ediyordum ve uzun zamandır babamı görmüyordum. Bunun için elimden geldiğince hızlı hazırlandım. Kardeşlerimi rahatsız etmeden ve haber vermeden kulübemden çıktım ve doğruca pegasus ahırlarına gittim. Troya’yı çok özlemiştim. Babama gitme işi iyi olmuştu. Pegasusumla da biraz vakit geçirirdim. Troya’yı yolculuk için hazırladıktan sonra onu ahırdan çıkardım ve üzerine bindim. Uçmak için hazırdık. Troya’nın kulağına eğildim ve "Empire State Binası’na gidiyoruz." dedim. Troya kişnedikten sonra uçmaya başladı. Kimse bizi görmedi. Kamptan kaçış kolay olmuştu. Rüzgar üzerime üzerime gelse de hava gayet güzeldi. Ancak içimi rahatsız eden bir şeyler vardı ve beni babama götürüyordu. Bir süre daha uçtuktan sonra Empire State Binasını gördüm. Her zamanki ihtişamıyla orada duruyordu. Troya beni yere indirip gitti. Onu çağırdığımda hemen geleceğini biliyordum. Onun için Empire State Binasına girdim. Görevli her zamanki yerinde duruyordu. Beni görünce "Sonunda gelebildin. Buyurun." dedi. Buna çok şaşırdım. Demekli babam görevliyi de ayarlamıştı. Bu hiç hayra alamet değildi. Görevlinin gösterdiği asansöre bindim ve 600. Kata çıktım. Asansörden inince kendimi Olimpos da buldum. Burası çok güzel bir yerdi ama şu an inceleme yapamazdım. Bana göre felaket şeyler beni bekliyordu. Bunu hissedebiliyordum. Hızlı adımlarla Olimpos Konseyi’ne gittim. İçeri girdiğimde babamı gördüm. Başka hiçbir tanrı veya tanrıça yoktu. Bu daha iyiydi. Babamın yanına gittim ve bir şeyler söylemesini bekledim. Beni süzdükten sonra "Hoş geldin kızım!" dedi. Hafif bir tebessümle "Hoş boldum." dedim. Adam akıllı bir konuşma bekliyordum. Hani nasılsın, nasıl gidiyor, kamp nasıl, canını sıkan bir şey var mı?.. Klasik babaların sorduğu soruları sormasını bekliyordum yani. Babam iç çekti ve bana bir şey uzattı. Uzattı şeyi aldım. Bu bir tılsımdı. Ne olduğunu anlayamamıştım ve tüm hayallerim suya düşmüştü. Babam benimle hiç ilgilenmeyecekti. Babam "Kızım bunu Kalipso’ya götürmeni istiyorum." dedi. Bu benim sinirlerimin çok germişti. Ben oraya gitmek istemiyordum. Niye gideyim ki? Benim orada ne işim var? Bu sorular beni daha da alevlendirdi. En sonunda "Baba başka biri götürse." dedim. Babamın yüzünde bir an sinirlendiğini gördüm ama sonra tekrar ifadesiz biçimine döndü. Bu beni korkutmaya yetmişti. Babam "Sen götüreceksin kızım." dedi. "Ama neden? Başkası götürse ne olur? Benim işlerim var." dedim. Korkuma rağmen öfke patlaması yaşamıştım. Babam bana uzun uzun baktıktan sonra "Bunu anca sen götürebilirsin kızım. Sana çok güveniyorum." dedi. Bu lafı bana duvar gibi çarptı. Babam bana güveniyordu. En azından bunu söylemişti. Sinirimin yerine mutluluk dolmaya başladı. Babamın yüzüne dikkatlice baktım. Orada gurur, sevgi ve daha çok şey vardı. En sonunda "Tamam baba." demeyi başardım. Babam "Kendine iyi bak." dedi. Gülümsedim ve başımı salladıktan sonra Olimpos Konseyi’nden çıktım. Hiçbir şey düşünemeden asansöre bindim ve aşağıya indim. Duygularım karma karışıktı. Empire State Binası’ndan çıktıktan sonra Troya’yı çağırdım. Fazla bekletmeden geldi ve onun üzerine bindiğimde uçmaya başladık. Kampa geri dönüyorduk.