Melez kampına yeni gelmiş olsam da bir pegasus edinmek için can atıyordum. Hayvanlara karşı her zaman büyük sevgim olmuştur. Evimde de elimden geldiği kadar hayvan beslemiştim ama elbette bunların hiçbiri kocaman bir pegasusla kıyaslanamazdı. Onların nasıl hayvanlar olduğunu ve nasıl bakılmaları gerektiğini diğer melezlerden öğrenmiştim. Bana bir pegasus edinmek için Pegasus Ahırları'na gitmem gerektiğini söylemişlerdi. Kamptaki ilk bir kaç günün ardından ben de öyle yaptım ve ahırlara doğru yola çıktım.
İçeri girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey garip ve pis bir koku oldu. Burası ahır olduğu için bu normaldi. Aldırmamaya çalışarak ilerledim ve kendime bir pegasus seçmeye çalıştım. Bu seçim çok zor olacak gibi görünüyordu. Hepsi birbirinden şeker ve sıcakkanlı görünüyordu. Ne düşündüklerini bilmeyi isterdim; Benim hakkımdaki düşünceleri bana çok yardım edebilirdi ama ne yazık ki böyle bir şey imkansızdı.
Simsiyah bir pegasusun önünden geçtim. Sonra beyaz başka bir tanesinin ve garip bir rengi olan başki bir tanesinin. Bunlar bana yeterince cazip gelmemişti. Kendime uygun pegasus bulmak zor olacağa benziyordu. İlerlemeye devam ederken yemyeşil gözlü kar beyazı tüylü zarif görünüşlü bir pegasus dikkatimi çekti. Sahipsizdi. Bu kadar güzel bir hayvanın nasıl olup sahipsiz kaldığını anlamamıştım. Yavaşça ve korkutmamaya çalışarak yanına yaklaştım ve cevap vermeyeceğini bile bile onunla konuşmaya başladım. Hayvan bana ısınmış görünüyordu. Karar vermiştim. Benin pegasusum bu olmalıydı. Peki ya adı? Bunu hiç düşünmemiştim. Bir süre kafamda değişik isimler belirdi. Sonunda bu güzel ve zarif hayvan için doğru adı bulmuştum."Benim pegasusum olmak ister misin?" dedim ona. Burnunu yavaşça elime sürttü. Ona sevgiyle bakarak konuştum: "Pekala dostum, bundan sonra birlikteyiz. Senin adın da Dulcie.