Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Teklif

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Robert Harris
Hades'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Hades'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Robert Harris


Mesaj Sayısı : 1602
Kayıt tarihi : 16/08/10

Teklif      Empty
MesajKonu: Teklif    Teklif      Icon_minitimeC.tesi Mart 19, 2011 5:51 am

Neden gölge yolculuğuyla beş dakikada Paris'te belirmek varken salak gibi siyah, üstü açık Porsche'uma atlayıp limanın yolunu tutmuş olduğumu hala anlayabilmiş değildim. Belki de neden, dönüş yolunu düşünüyor olmamdı. Rose okulumuza geri dönmeyi kabul ederse onunla arabamıza atlar ve keyifli bir seyahat yapardık. "Hayal kuruyorsun, Robert." diye azarladım kendimi. O kararını çoktan vermişti. Beni bırakıp Paris'e gitmişti ve bir İris mesajı açıp veda bile etmemişti. Yine de gururumu ayaklar altına alıp onun yanına gidiyordum. Bu yaptığımı açıklamaya tek bir kelime yeterdi aslında; Aşk... Bundan yaklaşık iki yıl önce onu Melez Kampı'nda gördüğüm ilk an aklıma geldi. Yeni hayatıma alışamamıştım ve kuzenim Jenny dışında kimseyle konuşmuyordum. Kampın belalısı olmuştum, herkes benden köşe bucak kaçardı. Rose ise her şeye rağmen benim yanımda olmayı seçmişti. Biz birlikte bir bütündük ve onun Paris'te olması bana bir elmanın iki yarısının ayrı düşmesi gibi geliyordu. Ateş ve su asla birbirinden ayrılmamalıydı çünkü su olmazsa ateş sadece yıkıma yarardı. Limana vardığımda Fransa'ya doğru hareket edecek bir arabalı vapura bindim. Deniz yolculuğu yapmak pek bana göre değildi ama uçakla gidip canımı Zeus'a emanet etmemden daha güvenliydi. Ne de olsa şu aralar babam Hades ile Tanrı Poseidon'un arasından su sızmıyordu. Etrafımda şapşal şapşal martılara bakan insanlara karanlık güç dalgaları göndermemek için kendimi zor tutuyordum. Bana göre ne martılar ne doğan güneş ne de bir bebek güzeldi. Dünyamda sadece tek bir güzellik vardı ve şimdi ona kendimi affettirmeye gidiyordum. Vapurla yaptığım yolculuk nihayet son bulduğunda derhal Paris'in yolunu tuttum. Şimdi ihtiyacım olan tek şey, Rose'un ev adresini öğrenmekti. Ev arkadaşı Sere'yi aramayı düşündüm, sonuçta aylarca onunla aynı üniversiteye gitmiştik ve yakın bir arkadaşımdı ama, şu saçma kızlar dayanışması geleneği yüzünden bana yardımcı olmayacağını biliyordum. "Çalıştır aklını, Rot." diye mırıldandım. Başka biri bana Rot dediğinde sinirden çatlayacak gibi oluyordum ama kendime, sinirlendiğim zaman bu lakapla hitap ediyordum. Sanırım gerçekten de dengesizin tekiydim. Uzunca bir süre boş boş Paris sokaklarında gezindikten sonra aklıma günü kurtaran o muhteşem fikir geldi. Rose Fransa'ya taşınmış bir ABD vatandaşıydı ve bu da onun yakın zamanda elçiliğe işinin düştüğünü anlatıyordu. Binanın adresini öğrendikten sonra Amerikan elçiliğinin yolunu tuttum. Binadan içeri adımımı attığımda burada çok dikkatli olmam gerektiğini kendime son bir kez hatırlattım. İnsanların hapishaneleri benim için ufacık bir tehdit bile değildi ama Rose'un karşısına bir an önce çıkmak istiyordum, vakit kaybetmeme neden olacak her türlü durumdan uzak durmam gerekirdi. Gözlüklü ve sakallı, kısa boylu bir adam bana Fransızca bir şeyler söylediğinde ona Antik Yunan dilinde, "Afrodit kızına mı benziyorum? Fransızcayı nereden bileyim?!" karşılığını verdim. Adam hangi dilde konuştuğumu anlamaya çalışırken şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Derin bir nefes alarak İngilizce "Amerikan vatandaşıyım." dedim. Rahatlayan görevli beni, oturmam için masasının karşısındaki sandalyeye yönlendirdi. "Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sorduğunda sesinde hafif bir korku tınısı fark etmek hoşuma gitmişti. İnsanların benden korkmasından aşırı derecede hoşlanıyordum. Hiçbir zaman bu konuda Zeus çocukları kadar başarılı olamasam da sis kullanmak konusunda diğer melezlere oranla başarılıydım. İnsanların aklını bulandırmakta sorun yaşamazdım. Tüm gücümü kullanarak adama "Bana Rose Denise Sea'nin ev adresini söyle." emrini verdim... Beş dakika sonra, elimde Rose'un ev adresinin yazılı olduğu bir kağıtla elçilik binasından çıkmıştım. Arabama atlayıp sevgilimin yeni evinin yolunu tuttuğumda hava çoktan kararmıştı. Aklımda ona söyleyeceklerimi tekrar edip duruyordum, her kelimeyi özenle seçmekte de kararlıydım çünkü Rose söylenenleri her zaman anlamak istediği şekilde anlardı. Bu sefer aramızda bir tartışma yaşanmamalıydı. Söyledikleri beni ne kadar sinirlendirirse sinirlendirsin, ona karşılık vermeyecektim. Onsuz geçirdiğim birkaç günde içimi yakan özlem, bana onun yanındayken mutlu olmanın değerini tekrar anımsatmıştı. Rose'un evini bulup arabamı apartmanın önüne park etmemle birlikte, yolculuğum son buldu. "Pekala, parfüm, çiçekler, sempatik ve sevimli bir gülümseme... Bence tamamım." diyerek Serena ile ikisinin dairesinin yolunu tuttum. Kapı zilini çaldığımda heyecandan yere yığılabileceğimi hissediyordum. Birkaç saniye sonra evin içerisinden kapıya doğru yaklaşan ayak sesleri duyuldu. "Rose..." diye mırıldandım, sevgilimin yürüyüş ritimini bile diğerlerinden ayırt edebilirdim. O kapının üzerindeki delikten dışarı bakacağı sırada beni görememesi için yana çekildim çünkü, dışarıdakinin ben olduğumu bilse, kesinlikle arkasını dönüp tekrar oturma odasının yolunu tutardı, bunu biliyordum. Onun o narin "Kimsiniz?" sesini duyduğumda, biricik aşkımı ne kadar çok özlemiş olduğumu fark ettim. Artık geriye yapabileceğim tek bir şey kalıyordu. Gözlerimi kapatarak kendimi gölge yolculuğunun o bilindik sarıcı karanlığına teslim ettim ve kapının öbür tarafında belirdim. Arkasından ona doğru yaklaştıktan sonra Rose'un kulağına doğru "Benim." cevabını verdim. Tahmin ettiğim gibi korkuyla bir çığlık atıp yerinden sıçradı ama sonra çabucak toparlanarak arkasını döndü ve "Ro-Robert. Senin ne işin var burada?" diye sordu. Pekala, bana olan siniri hala geçmemişti, bunu bana 'Robert' demiş olmasından anlamıştım. Rose sadece sinirli olduğu zamanlarda bana tam ismimle seslenirdi. Derin bir nefes alarak ona yaklaştım ve elini tuttum, sonra da onu evlerinin salonu olduğunu tahmin ettiğim odaya doğru sürüklemeye başladım. Aslında istese beni oracıkta boğabilirdi ama çok şaşkın olduğu için sadece takip etmekle yetindi. Salona vardığımızda arkamı dönerek onunla göz göze geldim ve "Seni çok özledim." dedim. Ardından, elimdeki bir buket gülü ona uzattım. Rose ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez halde elimden çiçekleri alıp bir çeşit refleks olarak onları yüzüne yaklaştırdı ve kokladı. Bu dakikadan sonra kendimi tamamen içinde bulunduğumuz ana kaptırmam ve aklımdaki diğer tüm düşünceleri susturmam gerektiğini biliyordum. Bel hizasındaki altın sarısı saçlarını açık bırakmış, üzerine kolsuz, mavi bir elbise giymiş olan güzel kıza iyice yaklaştım. O elindeki çiçek buketini yanımızda duran masaya bıraktıktan sonra, güzel ellerini tuttum ve sol dizim dik duracak bir biçimde yere çöktüm. Rose daha ne yapacağımı anlayamadan cebimden yüzük kutusunu çıkarıp kapağını açtım ve ona doğru tuttum. Dizlerim titriyor, ellerim terliyordu ama o an, ikimizin arasındaki duygu seli elle tutulabilecek kadar gerçekçi görünürken, geri adım atmayacağımı biliyordum. Reddedilme korkusu beynimi sarmalamaya başlamışken derin bir nefes aldım ve o soruyu sordum: "Rose Denise Sea, tüm kalbim ve varlığımla sana ait olmak istiyorum. Benimle evlenir misin?" Bakışlarımı korkusuzca Rose'unkilerle buluşturdum. Suratımda onu ne kadar çok sevdiğimi anlatan bir gülümseme vardı. O an, orada diz çökmüş dururken dışarıya tüm açıklığıyla gerçek ben'i yansıtıyordum ve Rose bunu çok iyi biliyordu. Bense, onun ne cevap vereceği hakkında en ufak bir tahmine bile sahip değildim.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Rose Denise Harris
Poseidon'un Çocuğu
Poseidon'un Çocuğu
Rose Denise Harris


Mesaj Sayısı : 1021
Kayıt tarihi : 17/08/10

Teklif      Empty
MesajKonu: Geri: Teklif    Teklif      Icon_minitimePaz Mart 20, 2011 3:49 am

Eski üniversitemden kaydımı aldırmıştım, artık Paris'te okuyacaktım. Biricik arkadaşım Sere, benim bu ani değişim fikrimi beğenerek, yolculuğumda bana eşlik etmişti. Hoover Barajı yakınlarındaki eski okulumuzda oda arkadaşıydık ve aylarca dostluğumuzu sorunsuz olarak sürdürmeyi başarabilmiştik. İkimiz de düzenli ve titizdik, ayrıca gürültü çıkarıp rahatsızlık vermek gibi huylarımız yoktu. Kısacası, aynı evde yaşamak için ideal iki arkadaştık. Ben yoğun ders programım yüzünden kış boyunca kampa hiç denebilecek kadar az uğrayabilmiştim, Sere ise kulübesini ve kardeşlerini benim kadar boşlamamıştı. Şimdi de yeni evimize artık tam olarak yerleşmeyi başarabildiğimize göre, New York'a gidip Lucy ile buluşmak istemesi gayet doğaldı. Evimiz, dünyanın en yetenekli mimarı Sere'nin ince zevkinden geçmiş olduğundan, harika bir dizayna sahipti. Her köşesi bana huzur veriyordu. Kendi odamı en sevdiğim renk olan mavinin tonlarında oluşturmuş, ara ara açık mor renge de yer vermiştim. Süslemelerimiz genellikle baykuşlar ve balıklardan oluşuyordu. Düşman olan iki ilahi gücü yani; Tanrıça Athena ile Tanrı Poseidon'u, bu evde uyum içinde yaşatabiliyorduk. Annemin iş yeri oturduğumuz eve yakın olduğundan, onunla da sık sık görüşme imkanı bulacaktım. Eh, o başarılı bir moda tasarımcısı olduğu için de, Sere ve ben artık giyecekler konusunda hiç sıkıntı çekmeyecektik. Yeni okulumdaki polislik eğitimim başlamıştı. Melez olmamın ve birçok silahı iyi bir şekilde kullanabilmemin tüm artılarını orada gösterebiliyordum. Kısa sürede tüm öğretmenlerimin gözdesi olmuştum. Mezun olduktan sonra, deniz polisliği yapmayı planlıyordum. Böylece, birçok insanın hayatını kurtarabilme şansı elde edecektim. Güçlü melezlerin güçlerini kendilerinden çok, çevrelerindeki insanlara yardım etmek için kullanmaları gerektiğini düşünüyordum. Pekala, bunda küçükken bir süper kahraman olmak istememin de etkisi vardı. Yeni hayatımla ilgili her şey, kelimenin tam anlamıyla dört dörtlük gidiyordu. Bense olmam gerekenin yarısı kadar bile mutlu değildim, hiçbir şeye pozitif bakamıyordum. Bunun nedeniyse, Robyn'in yanımda olmamasıydı. O yeni hayatımın bir parçası değildi ve bu da hayatımı eksik kılmaya fazlasıyla yetiyordu. Onu ne kadar çok özlemiş olduğumu düşündüğümde, çıldıracak gibi oluyordum. Bırakıp gitmek benim kararımdı ama bizi bu duruma getiren de onun fevrilikleriydi. Derin bir nefes alarak Titanic'i dvd okuyucuya koydum. Belki biraz film izleyip kendimi kaptırırsam, Robyn'i aklımdan çıkarabilirdim. Titanic'i her izleyişimde ağlardım ama buna rağmen çok severdim çünkü denizde geçiyordu ve başroldeki kızın ismi, benim gibi Rose'du. Oradaki hüzünlü aşk hikayesineyse, takılmamak için elimden geleni yapıyordum... Film bittiğinde hava kararmaya yüz tutmuştu. Dün sıkıntıdan evin bütün işlerini yapmış olduğumdan, şimdi boş boş etrafa bakınmaktan başka yapabileceğim hiçbir aktivite yoktu. Sabah değiştirmiş olmama rağmen akvaryumdaki balıkların suyunu tekrar değiştirdim, sonra da pencere pervazında duran Kalipso hediyesi çiçeklerimi henüz altlıklarındaki suyun bitmemiş olmasına rağmen, tekrar suladım. Ne yapacağımı bilemez halde odama gidip gardırobumu karıştırdım ve mavi, kolsuz elbisemi alıp giydim. Saçlarımı topuz yapmayı düşünüyordum ama taramam bittikten sonra onları toplamaya üşendim ve açık bıraktım. Belki dışarıya çıkıp sinemaya falan gidebilirdim. Oradan çıkışta da alışveriş yapar ve... Kapının çalınmasıyla aniden irkildim. Sere'nin bu akşam geri dönmeyeceğini ve dışarıdan bir şey istememiş olduğumu biliyordum. Ev adresimi annem ve ev arkadaşımdan başka hiçbir tanıdığım da bilmediğine göre, hoş bir karşılaşmanın beni beklediğine dair umutlanmam saçmaydı. Kapıya gidip delikten dışarı baktığımda karşımda kimseyi göremedim ama orada birinin varlığını hissediyordum. Bir süre bekledikten sonra "Kimsiniz?" diye sordum ve bir cevap almayı bekleyerek kapıya iyice yaklaştım. Ben dışarıdan bir ses duymaya odaklanmışken, kulağıma "Benim." denmesiyle korkuyla yerimden sıçradım ama şaşkınlığım kısa sürdü çünkü bu sesin sahibini çok ama çok iyi tanıyordum. Arkamı dönerek onunla karşı karşıya geldim ve "Ro-Robert. Senin ne işin var burada?" diye sordum. Sesim oldukça telaşlı ve şaşkın çıkmıştı ve bunun için kendimden nefret etmiştim. Robyn bana bir cevap vermek yerine, elimden tutarak beni salona doğru çekiştirmeye başladı. Ne yapacağımı bilemediğim için direnmeden onun peşinden salona gittim. İçeri girdiğimizde bana doğru döndü ve "Seni çok özledim." diyerek elindeki daha önceden fark etmemiş olduğum bir buket gülü bana uzattı. Ben... Ne yapacağımı bilemez halde çiçekleri kokladım ve ona bakmayı sürdürdüm. Robert bana birkaç adım daha yaklaştığında, bir şey söyleyeceğini anlayarak elimdeki buketi yanımızda duran masanın üzerine bıraktım. Hayatımı olduğundan daha değerli kılan adam ellerimi tuttuktan sonra beni şaşırtarak tek dizini yere dayadı. Ben ne yapmaya çalıştığını anlayamadan cebinden çıkardığı bir tek taş yüzüğü bana doğru tuttu ve "Rose Denise Sea, tüm kalbim ve varlığımla sana ait olmak istiyorum. Benimle evlenir misin?" diye sordu. Tanrılarım... O... O bana evlenme teklifi etmişti. Birbirinden bağımsız milyonlarca düşünce beynime akın ederken, ne yapacağıma, ne cevap vereceğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Derin derin nefes almaya başlamış olduğumu fark ettim, her an yere düşüp bayılabilirdim. Sonra, gözlerim onun o dünyalara bedel gözleriyle buluştu ve orada gerçeği, sadece saf ve sonsuz olan sevgiyi, güveni, fedakarlığı gördüm. Bu erkek, Ölüler Tanrısı'nın oğluydu ve doğasına rağmen yumuşacık bir kalbe sahipti. O kalp benimle, bana olan sevgisiyle doluydu... Duygularımız kesinlikle karşılıklıydı. Onun için ben neysem, benim için de Robyn, oydu. Benim hayatımdı. Tüm anlaşmazlıklarımıza rağmen, asla onu hayatımdan çıkaramaz, onsuz olamazdım. Onu kaybedersem ben, ben olmazdım. Yaşayamazdım. Gözlerine dalıp gitmişken vermem gereken cevabı da bulmuş olduğumu fark ettim. Ayağa kalkması için ellerinden tutarken, bana bile tuhaf gelecek kadar titrek bir sesle "Evet... Ben de tüm bedenim ve ruhumla senin olmak istiyorum. Evet." cevabını verdim. O an, ikimiz için dünya durmuştu ve ben, sonradan verdiğim cevaptan pişmanlık duymayacağımdan emindim. Aramızdaki tüm sorunları halledememiştik ve zaman zaman birbirimize olan sevgimiz yüzünden kör olup, birbirimizi tam olarak anlayamıyorduk ama ona delicesine aşıktım ve aşkım, tüm sorunların üstesinden gelmeme yardımcı olacaktı. Robyn konuşmak için ağzını açtığı sırada onu susturdum ve ona sıkıca sarıldım. O da sarılmama karşılık verdiğinde özlemiş olduğum o sıcaklığa tekrar kavuşmanın verdiği mutlulukla gözlerimi kapadım.


RP sonu. ~

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Teklif
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bu Bir Teklif mi?
» Lord'dan Teklif
» Büyük Teklif
» amfitiyatroda teklif
» Deniz Kızına Teklif

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Dünya Kültür Başkentleri :: Paris :: Serena ile Cornelia'nın Evi-
Buraya geçin: