"Ah Tanrım! Şey, pekala... Tanrılarım! Sakın bana bir kulübede kalacağımı söyleme." diye bağırdım. Peter geldiğimden beri sorun çıkarıp durduğumla ilgili bir şeyler mırıldandıktan sonra yanımdan ayrıldı. Elimde valizimle, kamp meydanında, Persephone kulübesinin önünde kalakalmıştım ve yüzlerce melez beni süzüp duruyordu. Hani bana tımarhaneye geldiğimi söyleseler, inanırdım ama bu çocukların yarı-tanrı olması... Gerçek dışı bir ihtimal gibiydi. Sıkıntıyla aldığım nefesi verdikten sonra valizimi alarak kulübeden içeri girdim. Bu Orta Çağ kampında kulübe kapılarında kilit sisteminin bulunmaması, kimseyi rahatsız etmiyor gibiydi. "Kendi kendileriyle çelişiyorlar. Hermes çocukları hırsızlık yapar, dikkatli ol dediler. Şimdi de kalkmış beni hiçbir şekilde kilitlenemeyen bir kapıya sahip olan, küçük bir kulübeye tıkıyorlar." diye mırıldandım. Gerçekten de, nasıl bir yere düşmüştüm böyle ben?!
İçeriyi alıcı gözüyle şöyle bir süzdüm. Aslında fena değildi, hiç fena değildi. 'Kulübe' kelimesi beni kesinlikle yanıltmıştı. Persephone çocukları -bu gruba ben de dahildim- böyle bir eve sahip oldukları için kendilerini şanslı saymalıydılar. Valizimi girişin yanına bıraktıktan sonra içeriyi gezinmeye başladım. Kulübe iki katlıydı ve birkaç odası bulunuyordu. İki tanesinde birkaç parça eşya olduğunu görünce, benden başka insanların da bu kulübede yaşıyor olduğu gerçeğiyle yüzleşmek için seslice yutkundum. Boş odaların birini gözüme kestirerek, valizimi oraya taşıdım. Kulübede başkaları da kalıyordu, bunu anlamıştım ama etraftaki toz öbeklerinin kaynağını çözememiştim. Ya çok pis kardeşlerim vardı ya da birkaç aydır hiçbiri kulübeye uğramıyordu. Hangi seçeneğin daha kötü olduğuna karar vermeye çalışırken, lavabonun yolunu tuttum ve orada bulduğum toz bezlerinden birini kaptım. En azından kendi odamı biraz yaşanabilir bir hale getirsem, iyi olacaktı. Annesiz büyümüş olan bir kızdım ve evimizde her zaman yardımcılar bulunduğundan, temizlik yapmaktan zerre kadar anlamıyordum ama moronlar da zorda kalsalar toz alabilirlerdi.
Etrafa az da olsa çeki düzen vermeyi başardıktan sonra sıra, akşam yemeği için hazırlanmaya gelmişti. Yemeklerin Yemek Gazinosu isimli bir yerde yendiğini öğrenmiştim. Bu akşam, kampta herkesin beni göreceği ve yeni kişilerle tanışacağım ilk akşamdı. Onun için, bir yıldız gibi parlamalıydım. İç dünyamda nasıl fırtınalar kopuyor olursa olsun, bakımlı ve hoş görünmeliydim. Bu zaten her zaman benim felsefem olmamış mıydı? Üzerime strablez kırmızı elbisemi giyip, uzun ve dalgalı kızıl saçlarımı açık bıraktım. Biraz göz makyajı da yapıp, vazgeçilmezim olan kırmızı rujumu dolgun dudaklarıma sürdüm. Pekala, cinsel tercihi kızlardan yana olan her erkeğin 'güzel' olarak nitelendirebileceği konumdaydım. Büyük ihtimalle bu formda havam tüm kızların sinirini bozacaktı ama elbette ki içlerinden birkaç dış görünüşü değil, kişiliği önemseyen arkadaş çıkardı. Aynanın karşısına geçip kendimi son bir kez süzdükten sonra, "Bekleyin, ben geliyorum Melez Kampı!" diyerek gülümsedim ve kulübemden çıkarak, Yemek Gazinosu'nun yolunu tuttum.