Rose Denise Harris Poseidon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1021 Kayıt tarihi : 17/08/10
| Konu: Herşeyin Bir Sonu Var... Çarş. Eyl. 08, 2010 12:00 pm | |
| (rpout: sadece kurgu, kehanete başlıyoruz korkmayın. ) Bu sefer üzerinde yürüdükleri ip çok ince, Kopacak en hafif gücenişte... Faniliklere aldanacaklar birlikte, İstikballeri ise son görevde; Biri yıkacak koca dağı, yerde deprem olacak, Biri haykıracak öfkesini, denizler taşacak, Sonunda kanıtlanacak: sevgileri onları kurtaracak.*Yazar: Lucianna.* ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Robyn ile günlerdir konuşamıyorduk. Babalarımızın bizi kullanmaya çalışmaları yüzünden, Tanrıça Athena tarafından kulübelerimize hapsedilmiştik ve birbirimizle görüşmemiz yasaklanmıştı! Dün gece, kardeşi Stell aracılığıyla Robyn'den bir not almıştım: 'Yarın öğlen tırmanma duvarına gel, konuşmamız lazım.' Aslında notu elime aldığımda aşkını ilan eden cümleler okumayı hayal ediyordum ama, elimdekiyle yetinmeye karar verdim. Tırmanma duvarı gerçekten dahiceydi. Kampın en kuş uçmaz kervan geçmez mekanlarından biriydi. Orayı sadece birkaç kez uzaktan görmüştüm, denemeye tenezzül bile etmemiştim. Vakit yaklaştığında, kulübeden gizlice çıkmak için yanıma iki pegasus çağırdım ve aralarına saklanarak ilerlemeye başladım, uzun kanatları beni kamufle ediyordu, en azından ediyor olmalarını umuyordum. Tırmanma duvarına ulaşınca, pegasuslara teşekkür ettim ve bir köşede arkası dönük beni beklemekte olan Robyn'in yanına koştum. Onu çok özlemiştim, hemen sıkıca sarıldım. Bana karşılık verdi ama biraz soğuk gibiydi... "Seni çok özledim..." dedim ve yere oturdum. Robyn de yanıma oturdu. Yüzüme bakmamak için çabalar gibi bir hali vardı. "Bu böyle devam edemez." dedi pat diye. Neyi kastettiğini anlamamıştım veya anlamamak için direniyordum. "Kulübe hapsinden mi bahsediyorsun?" "Hayır." "Babalarımız mı?" "Hayır, Rose, ikisi de değil. Aslında... bunların temel nedeni." Bu soruyu sormaktan daha fazla kaçamayacaktım anlaşılan. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve, "İlişkimiz mi?" diye sordum. Robyn önce bir cevap vermedi, sonra da yavaşça başını salladı. Ben... ondan böyle birşey duyacağımı hiç aklıma getirmemiştim. Yutkundum. Gözlerim dolmuştu ama ağlayıp kendimi onun yanında küçük düşürmeyecektim. "Neden?" dedim, ses tonum fısıltıdan farksızdı. "Çünkü... yanlış. En başından belliydi. İkimiz de Üç Büyükler'in çocuklarıyız, çok güçlüyüz. Olimpos için tehdit unsuruyuz. Ayrı olursak, daha az tehlikeli oluruz..." "Olimposun da tanrıların da canı cehenneme. Bana mazeret uydurma." Artık kırgın değil, kızgındım. Sinirden dişlerimi sıkmıştım. Robyn döndü ve bana baktı, en az benim kadar üzgün görünüyordu ama bakışları bir değişikti... Aramıza bir duvar örülmüş gibi bakıyordu bana. Sanki gözlerime bakıyordu ama bakışlarımın derinliklerine inmiyordu. Sanki, eskiden sevgilisi olan kız değildi karşısında duran, sadece bir boşluktan ibaretti gözlerim... O an, artık bittiğine emin oldum. Zaten, bir sonraki cümlesi de bunu netleştirdi. "Artık yaşadığımı hissetmiyorum Rose. Seni hala seviyorum ama herşey o kadar karışık ki... Birbirimizi mutlu etmiyoruz, sadece karşımıza yeni engeller çıkmasına sebep oluyoruz. Sence de doğru değil mi?" Ayağa kalktım ve gitmeye hazırlanarak ona arkamı döndüm. "Ne önemi varki?" diye sordum... "Sen zaten kararını vermişsin." Son sözcükler ağzımdan dökülürken, gözyaşlarıma daha fazla hakim olamadım ve yanağımdan süzülmeye başladıklarını hissettim. Robyn, benim Robyn'im, sırf babalarımız ve onların güç hırsları yüzünden, benden ayrılmıştı. Başka bir sebep düşünmemeye çalıştım. Eğer neden aramızdaki duyguların son bulduğunu düşünmesi olsaydı, buna dayanamazdım. Aslında... beni hala sevdiğini söylemişti. Artık bu, hiçbir şeyi değiştirmezdi. Ayrılmıştık. Bitmişti. Nokta. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Bir hafta boyunca, tüm vaktimi kulübemde ağlayarak geçirmiştim. Artık uyanmak istemiyordum, güneşin doğması da, ayın ışıltısı da beni mutlu etmiyordu. "Neden?" diyordum kendi kendime sık sık, "Neden hala ölmedim ben?" Ruh gibi geçirdiğim her günümde, hayatım gözüme daha da değersiz görünmeye başlamıştı. İnsanların yaşama sevinçlerinin kaynağı kurdukları hayalleri, ulaşmak istedikleri hedefleridir. Benim artık hiç hedefim yoktu. Hiçbir şey düşünmüyor, hiçbir şey için umutlanmıyordum. Sadece, nefes alıp veriyordum. Bunu bile yapmak zor geliyordu... Kulübemin arka tarafındaki pencereden dışarı bakarken, denize girmeyi düşündüm. Denize girmek ve bir daha hiç çıkmamak, güzel olabilirdi. Tabii orada da bana rahat yoktu. Babam ve hırsları peşimi orada da bırakmazdı. Kasvetle bir nefes aldım ve gardolabımdan bavulumu çıkartıp içine kıyafetlerimi tıkıştırmaya başladım. Annemin yanına dönecektim. O her zaman bana iyi gelirdi. Kucağına yatar ve saçlarımı okşamasına izin verirdim... ve gözlerimden yaşların süzülmesine, onun sevecenliğinin yüreğimdeki yaraları sarmasına... "Bir yere mi gidiyorsun?" Lucy'nin geldiğini fark etmemiştim ve aniden konuşmaya başlaması beni korkutmuştu. Ona hiçbir tepki vermedim, konuşmaya mecalim yoktu adeta. Sadece boş boş suratına baktım, kastettiğim 'burada ne arıyorsun?' gibi birşeydi. "Annem tırmanma duvarında seni bekliyor, çok acil yanına gitmen lazımmış." Ne? Acaba Tanrıça Athena Robyn ile geçen hafta orada buluştuğumuzu mu öğrenmişti? Öğrendiyse, neden bize ceza vermek için bir hafta beklemişti? Şimdi beni yanına çağırdığına göre, Robyn de mi orada olacaktı? Lucy'ye bakarak 'offf' benzeri bir ses çıkardım ve kan çanağı gözlerimle tırmanma duvarının yolunu tuttum. Gitmişken çıkış belgemi istemeyi de unutmamayı aklıma not ettim. Oraya vardığımda Tanrıça Athena yerdeki bir noktaya odaklanmış, kollarını göğsünde birleştirmiş sakince duruyordu. Bilgelik Tanrıçası'nın aklından kim bilir şu anda kaç ayrı düşünce geçiyordu... Yanına yaklaşınca önünde hafifçe eğildim ve "Tanrıça'm, beni çağırmışsınız?" dedim. Sesim kibar değil, meraklı çıkmıştı. "Evet Rose, sana ve Robyn'e vermem gereken bir görev var." "Hayır, Robert olmaz, biz ayrıldık. Ben onunla göreve gitmem!" "Evet Tanrıça'm, çok istiyorsanız Rosamarie'ye eşlik etmesi için başka birini bulun. Ben bu işte yokum." Robyn'in arkamda olduğunu fark etmeden konuşmuştum ama önemsemedim. İkimiz de birbirimize tam isimlerimizle hitap etmiştik, bu içimi burkmuştu. Gözlerimi kapattım ve Tanrıça Athena'nın 'tamam' demesi için içimden dua ettim. Demedi. "Ayrıldığınızı biliyorum ama yine de göreve gideceksiniz. Bu bir emirdir." Bu otoriter sese itiraz etmeye, Tanrıların Tanrısı'nın bile gücü yetmezdi. İkimiz de sessizce boyun eydik. Sonra Tanrıça görevimizi açıklamaya başladı. Bu sırada bana kaçamak bakışlar atan Robyn'e dehşet saçar şekilde baktım. Ona hala çok kızgındım. Aslında... onu hala çok seviyordum ve artık sevgili olmadığımız için ona kızgındım. "Kalkanım Aegis çalındı." dedi Tanrıça. Bunun üzerine ikimiz de kafalarımızı kaldırıp ona baktık. "O Lucy'de değil miydi?" diye sordu Robyn. "Hayır, o sadece Aegis'in daha az korkunç bir kopyası." "Saygısızlık etmek istemem Tanrıça Athena ama... kalkanınızla bizim aramızda ne gibi bir bağlantı olabilir ki?" "Aegis benim bir nevi sembolüm... En güçlü silahım. Aegis, devasa bir orduyu bir saniyede kaçıracak kadar ihtişamlı, onu derhal geri almam gerek. Sizinle alakası da... bilmiyorum, kehanette adınız geçiyordu." "Ne kehaneti?" Şaşkınlıkla Tanrıça'ya bakıyordum. Aegis çalınmıştı ve lanet olası bir kehanet yüzünden onu biz mi bulacaktık? Ve... bunun nedenini Bilgelik Tanrıçası bile bilmiyor muydu? "Efendim ben... bu belirsiz görevlerden çok sıkıldım artık. Evime dönmek istiyorum." dedim. Athena, beni duymamazlıktan gelerek Robyn'in sorusuna cevap verdi. "Uzun hikaye... kalkanım çalındı ve onu sadece siz ikiniz bulabilirmişsiniz, bu kadarını bilmeniz yeterli. Şimdi derhal onu aramaya başlayın, size 5 gün süre veriyorum." "Ne için 5 gün süre, anlamadım?" "Babalarınıza savaş açmak için!" Robyn ile dehşete düşmüş bir halde birbirimize baktık. "Yani... kalkanınızı Tanrı Hades ve Tanrı Poseidon mu çaldı Tanrıça'm?" "Orası biraz karışık... aslında mesele Titan ama güç kazanmak için kalkanım geri gelmezse başka kaynaklara başvuracağım..." Tanrıça'nın gözlerinden bilgelik akıyordu. Herşeyi... kalkanının nerede olduğunu, onu kimin ve ne için çaldığını... herşeyi biliyordu, bundan emindim. Yine de, el mahkum önümüze konulan yeni repliklere göre canlandırmamız gereken bir sahnemiz vardı, bundan kaçış yoktu. "Bari nereden başlamamız gerektiğini söyleyin..." dedim. Tanrıça'nın cevabı üzerine gözlerimi devirdim: "İşte kehanetin en güzel kısmı da bu, ikiniz de kalbinizden geçen yere gideceksiniz. Eh, hala ne duruyorsunuz? Görev sizi bekliyor!" Sonra pof! Ortadan kayboldu ve yine tırmanma duvarında Robyn ile baş başa kalmış olduk! Ona döndüm ve şöyle söyledim: "Ben aramaya su altından başlayacağım. İçimdeki ses, oraya gitmem gerektiğini söylüyor. Geliyor musun?" "Ben St. Helen Dağı'na ve yeraltına gideceğim, içimden bir ses, oraya gitmem gerektiğini söylüyor da." Birbirimize sinirle baktık. "İdiot!" "Küstah!" Sonra yolculuğa çıkmak için son hazırlıklarımızı yapmaya, kulübelerimize yöneldik. Onu bir daha ne zaman görebileceğimi bilmiyordum ama arkasından koşup ona sarılmaya da niyetim yoktu. Artık hayatımda Robyn yoktu, beynim bu gerçeği yavaş yavaş kabulleniyordu, zor olan bunu kalbime ve ruhuma anlatmaktı... (Rpout: Aynanda online denk gelmemiz zor oluyor diye, kehanetin başlangıcını komple ben yazdım, Robyn ve Tanrıça Athena ile ortak kurgumuz... Kehanetin devamına Poseidon'un su altı sarayından (Rose) ve açılacak olan St. Helen Dağı başlığından (Robyn) ulaşabilirsiniz.) | |
|