Sanırım Amphitrite Kulübesi tarihi bir güne tanıklık ediyordu. İlk kez gece erken uyumuştu, gece dolaşmaları olmadan sıcak yatağına koşmuştu. Sabah uyandığında ise güneş daha yeni doğuyordu. Bu saatte kardeşleri mışıl mışıl uyuyor olmalıydı. Yataktan çıkıp sabah sabah ne yapabileceğini düşünmeye başladı. Planlarını yazdığı ajandasına bakarken, bu tarihin olduğu güne, tırmanma duvarına gitmesini yazdığını gördü. Yeşil asker pantolonunu ve beyaz tişörtünü giydikten sonra, spor ayakkabılarını da giyip kulübeden çıktı. Aslında bir ara o turuncu melez kampı tişörtlerinden giymeyi bile düşünmüştü ama sonra vazgeçmişti. O sadece Roma Kampı'nın, mor tişörtlerini giyebilirdi.
Tırnanma duvarının önüne geldiğinde bir an geri dönmeyi düşündü. Sayısız canavarla korkmadan yüzleşmiş olan Romalı bir melez, basit bir tırmanma duvarından mı korkacaktı? Bu görülmemiş bir şeydi. Şey, yani basit derken o kadar da basit değildi gerçi. 1 metre genişliğinde, yaklaşık 10 metre yüksekliğinde bir duvardı bu. Aynı zamanda birçok yerinde engeller vardı, hatalı basamaklar, üzerinize düşmeye hazır kaya parçaları, üzerinize doğru gelip tüm bedeninizi yakabilecek kızgın lavlar. Kendini cesaretlendirmeye çalışarak ilerledi oraya doğru.
İlk basamağa ayağını koydu ve tırmanmaya başladı. Bu duvara tırmanmak gittikçe zorlaşıyordu, birkaç kez tuzak olan basamaklara basıp dengesini kaybetti, ama yine de düşmemeyi başarabildi. İkinci metreden sonra ise küçük kayalar kafasına yağmaya başladı, bunlardan korunmak için bir şey yapmaya gerek duymadı. Hafif bir acıya katlanabilirdi. Ama daha sonra kayaların büyüklükleri ve ağırlıkları artınca, her kaya geldiğinde duvardaki yerini değiştirmesi gerekiyordu. Bunu yaparken de yine tuzaklı basamaklara dikkat etmesi de gerekiyordu. Duvarın yarısını tırmanmıştı ki, bir sıcaklık hissetti. Tekrar yukarıya bakınca kızgın lavların üzerine doğru kaymakta olduğunu gördü. Hemen ayağını yandaki basamağa koyup yerini değiştirdim. Biraz daha tırmanınca bu sefer daha yeni geçtiği taraftan lavlar akmaya başladı, ortada ise kayalar düşüyordu. Tek güvenli yer en sol taraftı, oraya da kayaların altında kalmadan nasıl gideceğimi bilmiyordu. Ama burada kalırsa da lavlar bedenini eritecekti, kayalara katlanabilirdi biraz da olsa. Kafama birkaç darbe alıp sol tarafa geçmeyi başarabildi. Her tarafı ağrımaya başlamıştı. Bu kamptakilerin, Roma Kampı'na göre daha rahat olduğunu düşünüyordu ama tırmanma duvarı bu düşüncesini haksız çıkarmıştı. Ağrıyan yerlerin aksine bazı yerlerinin yandığını, kanadığını da biliyordu. Tek sorun pes edemeyecek kadar inatçı olmasıydı.
Bir adım daha atarken, tuzak basamaklardan birine bastığını çok geç fark etti. Bir an için kendisini boşlukta hissettikten sonra, son hızda aşağı düşmeye başladı. Gözlerini kapattı ve kendini acıya hazırladı. Çarpmanın etkisiyle, küçük bir çığlık attıktan sonra acıyı hissetti. Tüm kemikleri kırılmış gibiydi. Hatta bazılarının kırıldığına emindi. Bir gün bu kadar inatçı olmasının cezasını çekeceğini biliyordu ama bunun kemiklerini kırmadan olmasını isterdi. Birkaç görevli onun yardımına gelirken kendini sakinleştirmeye çalıştı. Şimdi Büyük Ev'e gidecek ve iyileşecekti. En azından öyle umuyordu.