Güneşin batmasına iki saat kalmıştı. Long İsland Kıyısı'nda büyükçe bir kayanın üzerine oturmuş, dalgaların kıyıdaki kumları yalayışını izliyordum. Maalesef bütün gün düello sahasında anternman yapmıştım ve her yerim ağrıyordu. Birilerinin babam hakkında dediklerini duymuştum ve onlara fena halde sinirlenmiştim ve buraya, Long İsland Kıyısı'na doğru yol almıştım. Onlara cevap vermek başıma dert açardı. Ben de daha fazla duymamak için sahadan çıkmıştım. Şimdi mp4'ümün sesini sonuna kadar açmış Paramore'dan Playing God şarkısını dinliyordum. Başımın ağrısına bir önem vermiyordum. Sinirden burnumdan soluyordum. Ares kızı olarak onlara bulaşmadığımdan kendimden utanıyordum. Keşke onlara dediklerini yutturabilseydim ama... Athena'dan zaten uyarım vardı bir iki tane. Diğerine gerek yoktu bence... Mp4'ümün sesini biraz kıstım. Harpyalar beni bulursa daha hızlı farkedip topuzumu sallayabileyim diye... Sakin bir akşamdı, bu gün hiç çığlık duymamıştım. Belki kulaklıklar yüzündedir. Ares Kulübesi her akşam üç çığlık attırır melezlere... Kulübelerine döndüklerinde de tuvalet suyu tahta zemine şıp şıp akar. Bunları bilmem çok normal; çünkü bu kurbanlar sadece beni görmeye gelenler... Birden omzuma koca bir el dokundu. Kulaklıklar kulağımdan düştü; ben de en az bir metre havaya sıçradım. Arkamı döndüğümde Tanrı, dözlerini dalgalara dikmiş, yüzünde kocaman bir memnunluk sırıtışı vardı... "Ne güzel bir akşam, değil mi?"
"Hı-hı..." dedim dalgın dalgın ayağa kalkarak. Buna hiç şaşırmamıştım. Babam buraya pek fazla uğramaz ama arada bir gördüğüm oluyordu. Bana yetiyordu bu... "Eee? Ne var ne yok?" tamam... Bunu beklemiyordum. Tanrının kızıyla böyle konuşması...Olacak şey değildi yahu! "Eee şey...İyidir...Sizden, baba?" "Hımmm...İyiyim teşekkürler..."
Sessizlik...
Bir kaç dakika boyunda dalgaların sesi dışında sessizliğimiz korunuyordu. Sessizlik ona göre kolaydı; ama bana göre değildi...Sessizliği bozmam gerekiyordu... Hafifçe yutkundum. Babam kendine gelmiş gibi cebinden bir şey çıkardı. Kırmızı, eski, minik bir kutu. Bana verdi. "Al bunu. Senin için. İlk karşılaşmamızda hani unutmuştum ya..." Elimde kutuyu evirip çevirdim. Sonunda onu açtım. İçinden bir çift eldiven çıkardım. Havalı... diye söylendim ve eldivenleri taktım. Deri eldivenler elime tam oturdu. Ellerimi sıktım ve birden eldivenler derimle bütünleşip gümüş pençelere dönüştüler! Babama bakmak için kafamı kaldırdım ama orada yoktu. Sevinçle orada olmasa da fısıldadım: "Teşekkürler..." Kulübe yolunu tutmuştum. Bu kadar sıkıcı bir günün sonu böyle bitmişti... Harika!!!