6- Kamptan kaçıp New York'taki evine gideceksin.
Mekan: New York
Katılacaklar: Sen. (isteğe bağlı: pegasusun veya bir arkadaşın.)
Asker yeşili sırt çantam yatağımın üstünde duruyordu. Örümceklere karşı sprey, bir mini bilgisayar, güneşten korunmak için şapka, dürbün, kurşun kalemim ve birkaç parça eşya daha… Şekerleri de almayı unutmamalıydım. Saçlarımı atkuyruğu yapıp aynada kendime baktım ve kapıdan sessizce çıktım. Ormana yaklaşmam fazla uzun sürmemişti. Serenity tamda dediğim yerde beni bekliyordu. Ona sarılınca yüzümü yalamaya başlamıştı. Hemen şekerlerden bir kaçını verdim. Çok acıkmıştı benim güzelim. Kampa geldiğimden beri neredeyse en sevdiğim dostumdu. Tabi herkes dostumdu ama Serenity benim bir parçam gibiydi. O çok farklıydı.
‘‘Nereye gidiyoruz leydim?’’ diye bir soru yöneltince gülümseyerek cevap verdim. ‘‘Babamın yanına gidiyoruz. Yani New York’a…’’ sırtına sıkı sıkı sarıldım ve Serenity havalanmaya başladı. Yorucu bir yolculuktan sonra Serenity nefes nefeseydi. Biraz daha şeker verip onu okşadım. ‘‘Hey tatlım sen bahçede kal. Kimse seni görmeyecektir eminim. Ben hemen babamı da alıp geliyorum. Onunla tanışma lazım!’’ der demez hemen balkon kapısının camını tıklattım. Babam her zaman ki gibiydi. Yakışıklı sarışın bir beyefendi…
‘‘Serena, tatlım burada ne işin var? Hoş geldin!’’ dedi ve sarıldı. ‘‘Ah baba bende seni çok özledim.’’ Hemen içeri geçmem gerektiğini söyledi. Bir fincan kahve getirdikten sonra sohbetimize başlamıştık. ‘‘Eee güzellik anlat bakalım, nasıl kamp günlerin?’’ diye sorunca kahvemden bir yudum aldım ve konuşmaya başladım. ‘‘Harika baba… Kardeşlerimle tanıştım falan. Dost edindim. Güzeldi yani…’’ gülümsemeye çalışıyordum. Tam o sırada beklemediğim bir soruyu yöneltti ki az kalsın kahveyi döküyordum. ‘‘Anneni gördün mü, o nasıl?’’ İşte bunu beklemiyordum. Gözlerim yine dolmuştu. Sanki her şey önceden istediğim gibi planlanmıştı. Kapı çaldı ve doğal olarak soruya cevap veremedim.
Babamla koşarak kapıyı açtık ve karşımızda çatlak yan komşumuz Marcus’u gördük. O adamı ne zaman görsem dürbünle her yeri izliyordu. Büyük ihtimalle çaprazda kalan üniversiteli kızlara bakıyordu. Hiç şaşırmazdım doğrusu. Adamın sapığa benzer bir tipi vardı zaten… ‘‘David, bahçenizde bir yaratık gördüm!’’ diye bağırmaya başladı. Babam ilk önce yüzünü buruşturdu ve arkasında Marcus ile birlikte bahçeye bakmaya gittiler. Yaratık mı? Serenity! Koşarak peşlerinden gittim. Bahçeye baktığımda hiçbir iz yoktu. ‘‘Bir şey yok Marcus, yine geçen sefer ki gibi hayal görmüşsündür.’’ diye açıklamaya çalıştı. Ama adamın anlamaya niyeti yoktu. ‘‘Bu gerçekti David! Gerçekten gördüm! Kendine ve kızına dikkat et bence…’’ Sonunda adamı zorda olsa evden gönderebilmiştir. ‘‘Geçen sefer ne gördü ki?’’ diye sordum babama. ‘‘UFO gördüm diye koşturup duruyordu sokakta.’’ Diyince gülmeye başladım. Babam hala bir cevap ister gibi bana bakıyordu. ‘‘Ne oldu, neden öyle bakıyorsun?’’ diye sorunca tek kaşını kaldırdı. ‘‘Açıklama bekliyorum. Bahçedeki o yaratıkla ilgin var mı yok mu?’’ Bunu sorunca elinden tuttum ve bahçeye çıkardım. Serenity çalılıkların arkasına gizlenmişti. Gerçektende görünmüyordu. ‘‘Baba bu Serenity, benim pegasusum.’’ dedim. Serenity babam olduğunu duyunca direk adamcağızın yüzünü yolamaya başladı. ‘‘Sakin ol bakalım. Seni güzel pegasus…’’ babam bana benziyordu. Benim gibi severdi hayvanları… Özelliklede atları yani pegasus desek olur.
Uzun bir konuşmadan sonra istemeyerekte olsa babama baktım ve sarıldım. Her zaman ki gülümsemesi yüzündeydi. Kırışıklılarına rağmen hala genç ve yakışıklıydı. Athena’nın babamı neden beğendiğini anlıyordum. Zeki ve yakışıklı… Onun kızı olmaktan gurur duyuyordum. ‘‘Yine geleceğim baba.’’ Dedikten sonra oda bana cevap verdi. ‘‘Kapım sana her zaman açık kızım ne zaman istersen gel.’’ Serenity ile uçarken gözyaşlarım havada dağılıyordu. ‘‘Ağlama leydim, lütfen ağlama…’’ diyince sırtını okşadım. ‘‘Peki Serenity.’’ dedim ve yokluğumu fark edenlere hesap vermek için kendimi hazırladım.