Melez Kampında geçirdiğim bir kaç günün ardından eve gidip sonra bir kaç saate geri dönmeyi planlıyordum. Buna izin verilip verilmediğini bilmediğim için de Dulcie ile kaçmaya karar verdim. Sabah erkenden kalkıp pegasusa binebileceğim rahat kıyafetler giydim ve ahırlara gittim. Güzel pegasusum Dulcie oradaydı. Sessizce onu alıp dışarı çıktım. Yasak olmasına rağmen yanımda taşıdığım cep telefonumu kimseyle konuşmamak için kapayıp eve doğru yola çıktım.
Yolculuktan sonra evin önüne düzgünce inebilmek için oldukça uğraştım. İniş yapmayı başardığımda ise evim karşımda duruyordu. Artık saat çok da erken olmadığı için kapıyı çalıp içeridekilere seslendim:"Hey!Ben geldim!" Biraz bekledikten sonra kapı açıldı. Açan hizmetçimiz Bayan Cortez değil, babamın beni bırakırken emanet ettiği ve doğduğumdan beri annem bildiğim kadın, yani Sylvia'ydı. Beni görünce çok sevindiği her halinden belliydi. Ona sarıldım ve gözlerimin dolduğunu hissettim. Yanaklarımdan öpüp beni içeri aldı ve sohbet etmeye başladık.
Uzunca bir süre konuştuktan sonra artık gitme zamanım gelmişti. Ben hafif hafif kalkmaya başlayınca etrafımdakiler beni tekrar oturttu ve kalmamı istediler. Yapamayacağımı söyleyip hazırlandım ve kapının önüne çıktık. Vedalaşmak her zaman zor olmuştur. Hele ki vedalaştıkların sevdiğin kişilerse. Kapının önünde Bayan Cortez'den Sylvia'ya kadar herkesle kucaklaştım ve evden- kampa gidişimden beri bir kez daha- ayrıldım. Dulcie'nin başını hafifçe okşayıp ona fısıldadım:"Kampa, evimize gidiyoruz Dulcie. Biraz çabuk olursan sevinirim. Yapacak işlerimiz ve hesap verecek bir kulübe dolusu kardeşimiz var, değil mi?"