Gözlerini hafifçe araladı. Gülümsemiyordu. Nedeni de belliydi zaten. Rose bütün işleri ona bırakmıştı. Bu da oldukça sinir bozucuydu. Temizlik ve Stephan... İyi bir ikili olduğunu söyleyemeyecekti. Temizlik hastası falan değildi. Ama onu hasta eden bütün temizliğin ona kalmasıydı. Alo? O daha kendi odasını bile temizleyemiyordu. Şimdi metrekaresini bile hesaplamaya uğraşmadığı bir kulübeyi temizleyecekti. Kheiron bile ondan daha iyi bir iş çıkarırdı. Gerçekten. Sadece nallarına bir bez koyardınız. Atların bile ondan daha iyi bir iş çıkarabileceği durumum her ne kadar kötü olsa da doğru olan buydu. Kulübelerinde ki tek erkek oydu. Dört kızla aynı kulübede yaşıyordu ve temizliği o yapıyordu. Ne iyi değil mi? Tamam, diğerlerini de suçlamıyordu. Nasıl olsa diğer temizlikleri onlar yapmıştı. Aslında bu görevi kabul etme nedeni ise denetim için temizlik yapılmasıydı. Eh, birinci olan kulübeye ödül veriliyordu. Ama Stephan'ı bu harekete geçirmemişti. "Sonuncu olan kulübeler" adlı sıralamaya giren kulübelere bulaşık cezası vardı. Bu da temizlikten daha beterdi. Ama kulübenin durumununda felaket derecede pis olması da Stephan'ı daha da sinirlendiriyordu. Hiç olmazsa Poseidon çocuğuydu. Su sıkıntısı olmayacaktı. Tek umudu buydu karşısında ki manzara karşısında. Bu kulübede kendi yaşaması da vardı tabi. Yoksa bu görevi üstlenmezdi. Hatta bir keresinde yatağında böcek gördüğüne yemin bile edebilirdi. Tabii sonra bunun Hermes çocuklarının işi olduğunu anlamıştı. Eh, o çocukların yeni bir daha tuvalet macerası daha olmuştu. Düşünmeyecekti şimdi bunu. Gözlerini kapadı. Nereden başlayacağını gerçekten bilmiyordu. San ki yeni bir şeymiş gibi. Tom'dan uzun bir süre haber alınamıyordu. Buna hem üzülmüştü hemde kızmıştı. Üzülmüştü; Tek erkek benim diyorum! Kızmıştı; O lanet olası Tom, şuan burada olsaydı temizlik sırası onda olacaktı. Her şeyi ona yığmışlardı. Üstelik kulübe son gördüğünden daha da kirlenmişti. O cennet kulübe; her yeri parlayan ve tuzlu su kokan kulübe gitmişti yerine onun diliyle Zindan kulübe; her yeri kirle dolu, çamur kokan kulübe gelmişti. Bunları o yapmamıştı. Kampa daha bir hafta önce dönmüştü ve hemen temizliği ona yığmıştı. Daha tatilinden yeni dönmüştü. Kampa geri dönünce temizlik yapacağını bilse dönmezdi. Aslında bundan o kadar emin değildi. Kampı fazlasıyla özlemişti. Sebebini de çok iyi biliyordu. Sorun kamp değildi. Serena'ydı. Serena'sız bir gün bile düşünemiyordu. Kendisine bakan çekici ama elde edilmesi zor olan fırtınalara benzettiği gri gözleri... Saçları... Her şeyini özlemişti Serena'nın. Kampa tekrar döndüğünde bile ilk işi Serena'nın yanına gitmek olmuştu. Ah, pardon. İlk işi kulübesine gidip giyinmek olmuştu. Ondan sonra... Her neyse... Sonuç olarak en özlediği kişilerden biriydi Serena. Yalnız onu düşünmek temizlikten kaytardığı anlamına gelmiyordu. Homurdanarak etrafına baktı. Annesi burada olsa belki daha iyi olurdu. Hah, ya da hizmetçileri. Ustası olan onlardı. Stephan değil.
"Şu lanet olası temizlik malzemeleri nerede acaba?" diye sordu kendi kendine. Belki temizliği yapmasa iyi olacaktı. Ne güzel. Bir nedeni olmuştu. Üzgünüm, Rose. Temizlik Malzemelerini bulamadım. Kesinlikle çok saçmaydı. Banyoya doğru yürümeye başladı. Kapıyı açtı ve temizlik malzemelerini aramaya başladı. "Tarak... hayır. Duş jeli... hayır. Yastık... Dur bir dakika yastık mı?" Evet, güzel bir soruydu. Dişlerini sıkarak yastığı yerden aldı ve içeri götürdü. Hadi tamam. Pislik içinde falan olabilirdi ama yastığın banyonun içerisinde ne işi vardı? Keyif yapmak isteyen kardeşlerinin sayısı fazlaydı herhalde. Gülümsemeye çalıştı. Başaracaktı bunu. Nasıl olacağından şüphelense de. İşe camlarla başlasa iyi olacaktı. Dışarısını bile zor görüyordu pislikten. Cehennem kulübesinde olmadığına emin miydi acaba? Homurdanarak bir bez kaptı ve camlara doğru ilerledi. Camlarla iki saat boyunca boğuşacağını biliyordu. Hatta bu kulübeden ne zaman çıkacağını düşünmek bile istemiyordu. Bezi cama yapıştırdı. Temizlikten nefret ediyordu. Kesinlikle. Yüzünü buruşturarak bezi camda dolaştırdı. Fazla değişen bir şey olmamıştı. Camın renginin gri mi beyaz mı olduğu belli değildi. Ne kadar uğraştığını bilmiyordu fakat sonunda bezi ıslatmayı akıl edebilmişti. Eh, temizlikten anlamıyor demişti ama ıslak bir bezle onu kimse tutamazdı. Camın düzeldiğini fark ediyordu. Yarım saat sonra camlar parlamaya başlamıştı. Temiz olduğundan şüphe yoktu. Temizlik yapmanın en güzel yanı ise kardeşlerinin odasına girebilmek ve her şeylerini kurcalayıp, temizlemektir. Salonu daha sonra da halledebilirdi. Gülümseyerek bir odaya yöneldi. Acaba kimin odasından başlasaydı? Tık. İttiği kapının açılışını duyabiliyordu. Büyük ihtimalle Rose'un odası olmalıydı. Robyn'in resimlerinden anlaşılıyordu. Fazla bir şey kırmamaya özen göstererek temizlemeye başladı. Yataklar düzeltilmemişti. Her yerde yemek artıkları vardı. Odanın köşesine ilerleyerek yere düşmüş resmi kaldırıp masaya koydu. Yatağı da düzelttikten sonra fazla beceriksiz olmadığını anlamıştı. Temizlikten para kazanabilirdi aslında. Odaya deniz kokulu bir parfüm daha sıktıktan sonra odanın düzenine baktı. İyi bir iş çıkartmıştı. Ama daha onu salon ve diğer odalar bekliyordu. Geri adımlarla odadan çıkıp kapısını kapattı. Aynı işlemleri diğer odaları da uygulamaya başlamıştı. Bir odanın dikkatini çektiği kesindi. Lia'nın odası. Lia'yla kardeşten bile ötedeydiler resmen. Kampta ki, en iyi dostu en sevdiği kardeşi olma özelliğini taşıyordu. Odaya bakarken onu daha çok sevdiğini hissediyordu. Olması gerektiğinden de fazla düzenliydi. Kulübe liderlerinin temizliğe takıntısı olmalıydı. Gülümseyerek odadan çıktı. Ama karşısında ki manzara gülümsemesini dondurmuştu. Salon... Hala kir doluydu. Homurdanarak, bir süpürge aldı ve baş düşmanı olan yerlerle yüzleşmeye başladı. Kim bilir başkaları onu bu halde görse ne derlerdi? Aman Tanrım! Stephan temizlik yapıyor. Dünyanın sonu geldi! Doğruydu da zaten. Ama eksik olan bir şeyler vardı. Evet, temizlik yapıyordu ve bu işi sevmişti. Ayrıca iyi de yapıyordu. Yerlere baktı. Parlamaya devam ediyorlardı. Süpürgeyi ileri geri ittiriyordu sadece. Kolaydı ama özenmek gerekiyordu. Daha doğrusu emek harcamak. Stephan da bunları fazlasıyla yerine getiriyordu. Yani kim camlar için yarım saatini harcardı ki? Elinden gelenin en iyisini yapmak hiç olmazsa güzel bir şeydi. Temizlerken de bir yandan mırıldanıyordu kendi kendine. Şarkı söylemek işinde başarısız olduğu ise kesinlikle bir gerçekti. Yerler parlamaya başlamıştı sonunda(!) Ama daha çok işi vardı. Yarısına bile gelememişti temizliğin. Kulübenin ortasında olan küçük Poseidon heykelciğini eline aldı. İstemese de yüzünde bir gülümseme belirmişti babasını görünce. Onunla yaşadığı anıları... Evet! Ona karşı duyduğu saygıyı ve sevgiyi kulübesinde kendini ve kardeşlerini ileriye taşıyarak gösterecekti. Dudağını ısırarak, süpürgeyi bir köşeye koydu ve heykelciği ve bulunduğu masayı temizlemeye başladı. Her yer çok temiz olmuştu. Kendisinden böyle bir iş çıkaracağını beklemiyordu. Şaşırdığı kesindi. İyi bir iş çıkardığı da. Kardeşleri Percy'nin resmine baktı. Serena'nın hayran olduğu çocuk. İster istemez nefret ediyordu Percy'ye. Daha çok kıskanıyor gibiydi belki. Ama uzun bir süredir kayıptı. Buna da üzülüyordu. Her ne kadar itiraf etmese de severdi kardeşini. Herkes gibi o da Percy'i arıyordu ama nereye kadar? San ki yerin içine girmişti.
Çerçeveyi silmeye başlamıştı tekrar. İç çekerek tavanlarda ki örümcek ağlarını veya kirleri temizlemeye koyulmuştu. Tekrar ve tekrar. Yorulduğunu itiraf etmek istemiyordu. Aslında güzel bir şeydi. Yorulmuştu çünkü emek göstermişti. Bu da bulaşık cezalarından yırtacağı anlamına geliyordu sanırım. Süs havuzunun suyunu da değiştirmişti. Nasıl oldu bilmiyordu. Tamam, kabul ediyordu. Birazcık tanrı Poseidon'dan yardım almış olabilirdi. Ama her işi de kendi yapamazdı değil mi? Süs havuzunda yüzen rengarenk balıklara baktıkça huzur buluyordu. "Ah, doğru." dedi. Aklına yeni gelmişti. Dün temizlik için aldığı poşetler. Hermes çocuklarıyla pazarlık edip hepsini ucuza almıştı. Poşetlere doğru koştu ve içlerine baktı. Her eşyayı teker teker çıkarıyordu. Yaklaşık on santim olan kar küresini çıkardı poşetten. Kar küreye büyü yapılmıştı ve sallamasına gerek olmadan kendi kendine kar yağıyordu. Kürenin içinde ki de Melez Kampıydı. O kadar iyi yapılmıştı ki Stephan fazla bir fark göremiyordu. Kar küresini herkesin görebileceği bir masaya yerleştirdi. Çamaşır makinesinde olan perdelere göz attı. Düşünmeye ihtiyacı vardı. Ah, kimi kandırıyordu? Birazcık dinlense fena olmayacaktı. Sonra da marketten aldığı yiyecekleri buz dolabına yerleştirirdi. Hermes çocuklarından 1 drahmiye şarap şişesi de almıştı. Melez Kampına alkol getirmek yasaktı ama mutlaka getirenler olurdu. Tabii tanrıça Athena bunu görse onu öldürürdü. Hem kızı, düşmanının oğluyla sevgiliydi. Yani Stephan'ı öldürmek için can atıyordu. Küçük bir olay bunu yapması için yeterdi. Ama gerekirse tanrıçanın karşısına bile çıkardı. Serena'yı çok fazla seviyordu. Sere'ye olan aşkını Athena'ya bile itiraf ederdi. Herkesin gözü önünde hemde. Sırf Tanrıça Athena'yı değil, dünyayı önüne alırdı Serena için. Ayağa kalktı ve Poseidon'un yamulmuş çerçevesini düzeltti ve tekrar silmeye başladı. Her şeyi kusursuz ve en iyi şekilde yapmak istiyordu. Bu işe bulaşmıştı artık. Mini barın önüne geçti ve yiyecekleri buz dolabına yerleştirmeye başladı. Çoğu yiyecek sağlıklıydı. Bu Stephan için bile tuhaftı ama son üç haftadır böyleydi. Poşette son bir şey daha olduğunu gördü. Bir parfüm. Odanın her tarafına sıktı. Kokusu fazla değildi. Rahatlatıyordu insanı. Denizin somut kokusuydu san ki. Gülümseyerek perdeleri tekrar astı ve odayı izledi. Her yer ışıl ışıldı. Bunu kabul ediyordu. Son ayrıntılar daha kalmıştı sadece. Uzun ve yorucu bir temizlik olduğunun farkındaydı. Fena halde yorulmuştu. Neredeyse üç saat sürmüştü. Her temizdi ve bir kusur göremiyordu daha başka. Hem suyu yönetme gücünü kullanarak hemde emek vererek iyi bir iş çıkarmıştı. Her yerden canlılık fışkırıyordu. Sonunda buraya cennet diyebiliyordu. Fazlasıyla güzel bir cennet...