Sinirden köpürüyordum! Robyn'i ziyarete gittiğimde Hades kulübesinin yeni dekorasyonunu çok beğenmiştim, ayrıca her taraf tertemizdi. Oradan çıkıp kendi kulübeme gelince içimin daraldığını hissetmiştim. Of! Olimpos'u kurtaracağım, Jenny'yi doğru yola döndüreceğim, Stell'in arkasından iş çevireceğim derken Poseidon kulübesini çok boşlamıştım.
Kamp dışında geçirdiğim zamanları telafi etmek için hançerimle normalden iki kat daha fazla antrenman yapıyordum ve kulübeme geldiğimde pestilim çıkmış oluyordu. Yerler üzerimden çıkarıp attığım kıyafetlerle doluydu, etrafta resmen toz bulutu vardı, kaç gündür neden öksürüp durduğumu anlamış olduğumdan, sevindim.
"Of anne, şimdi burada olman için nelerimi vermezdim..." diye mırıldandım ve kendimi işe koyulmaya hazırladım.
Eh, malum artık bu 'kendi işini kendin yap' felsefesini kışın da sık sık hatırlayacaktım, hayatımda ilk kez bir kışı evimden uzakta geçirecektim. Robyn ile Hoover Barajı'nın yakınlarındaki bir yatılı okula kaydımızı yaptırmıştık. Annem hala bana kırgındı ve Robyn de annesiyle tartışmıştı, yetmezmiş gibi babam Tanrı Poseidon tarafından bir çeşit aforoz edilme muamelesine maruz kalmıştım. Neymiş, erkek arkadaşımdan ayrılacak, kışları kulübemde geçirecek, düzenli aralıklarla su altı sarayını ziyarete gidecekmişim. Başka?
Tabii ben kabul etmeyince de suçlu oldum. Babam aynen şöyle söyledi:
"Önümüzdeki 100 yıl boyunca denize adımını atma Rosamarie, yoksa olacaklara karışmam."
"Tamam." demiştim, "Havuzlar da işimi görür."
Ah, neyse. Şimdi hayatımdaki olağan çalkantılara kafa yorma zamanı değildi, korkunç bir temizlik mücadelesi beni bekliyordu. İlk önce yerdeki kıyafetlerimi toparlayıp kirliye attım, sonra da dolabımı düzenledim. Çamaşır makinesini çalıştırdım, titizlikle her tarafın tozunu aldım.
Yatağımın nevresimlerini değiştirdim, çevresine geçen gün çarşıdan aldığım mavi tülleri astım. Kesinlikle deniz kızlarının kraliçesinin yatağı gibi olmuştu (yani deniz kızlarının bir kraliçesi varsa ve bizim gibi normal yataklarda yatıyorsa). Başucumdaki saatin yanına Long Island kıyısında bulduğum deniz yıldızını koydum, saatim de mercan benzeri bir şekilde olduğu için birbirlerine uymuşlardı.
Halımı toplayıp güzelce yerleri sildim, sonraki günlerde bel ağrısıyla uğraşacağımı bile bile koltukları da çekip altlarını sildim. Sonra gaza gelip halımı yıkadım. Bu sırada çamaşır makinesi durmuştu, kıyafetlerimi çamaşırlığa astım. Kulübemin her yanını güzelce süpürdüm, camlarımı sildim.
Şıkır şıkır ses çıkaran deniz kabuklarından oluşan pereyi, dış kapıya astım. Artık kimse kulübeme gürültü çıkartmadan giremeyecekti. Hınzırca sırıttım, en azından denetlemenin vaktini 2 saniye erken öğrenme imkanım olmuştu. Süs havuzumu temizledim, içindeki balıklarla bir süre sohbet ettim.
Sıra... bu haftaki bombama gelmişti. Hemen gidip çantama attığım üç mükemmel çiçeği çıkarttım ve onları güzel, mavi saksılara yerleştirip suladım. Bu üç çiçek, bana arkadaşım Kalipso'nun hediyesiydi. Biri parlak beyaz, biri altın sarısı, biriyse çok değişik bir mor renkti. Gülümsedim, bu çiçeklerin eşi benzeri yoktu. Yani... Ogygia Adası ve ağabeyim Percy'nin balkonunun dışında bir yerde.
Su bitkilerimi de suladıktan sonra kurumuş olan kıyafetlerimi ütüledim ve düzgünce dolabıma kaldırdım. Odam yine her denetleme öncesi olduğu gibi mükemmel görünüyordu. Aslında, büyük ihtimalle babamın portresini kaldırmış olmam Tanrıça Athena'nın gözünden kaçmayacaktı ama, açıkçası umursamıyordum.
İşlerimin bittiğinden emin olduktan sonra plaja gitmek için yola koyuldum. Dostum Menolly -kendisi bir denizatıydı- bekletilmeyi pek sevmiyordu.
.