Sabah kalktığımda penceremden güneş ışınları odama giriyordu. Bugün babam olan Tanrı Ares'le görüşmeye gidecektim. Hemen üstümü giyinip saçlarımı taradım. Kardeşlerim de bana yardımcı oldular. Üstümde siyah bir pantolon ve yine siyah bir bluz vardı. Saçlarım düzgün bir şekilde belime iniyordu. Gözlerim gayet güzeldi, onlara dokunmadım bile. Yeterince hazır olduğuma karar verince odamdan çıktım.
Thalia ağacına doğru koşarken ister istemez heyecanlı olduğumu kabul ettim. Babamı ilk kez görecektim. Annem babam onu terk ettiği için beni suçlu tutuyordu ama ben babama hak veriyordum. Öyle korkunç bir kadının yanında kim durabilirdi ki?!
Melez Tepesinden çıktığımda tekrar oraya dönüp baktım ama bu sefer karşımda Melez Tepesi değil bir çilek tarlası vardı. Orayı arkamda bırakıp yola çıktım ve bir otobüse bindim. Yanıma biraz dolar almıştım.
Otobüs Empire State binasının önünde durunca indim. Binaya girdiğimde direk asansöre bindim. Şansıma yanımda kimse yoktu. Önce rastgele bir kata çıktım sonra anahtarımı sokup 600. kata geldim. Asasnsörün kapısı açılınca gördüğüm tek kişi uzun boylu ve kaslı bir adamdı. Onun kim olduğunu biliyordum.
"Baba?" dedim.
"Başka kimi bekliyordun?" dedi babam alaycı bir sesle.
"Bilmem. Herkes olabilirdi." diye cevap verdim. "Annem senin onu terk etmenden beni sorumlu tutuyor." dedim sonra da.
“Annen olacak o kadın boş hayallere kapılmadan önce bitsin istedim.”
“Yakut kakmalı hançeri bana senin hediye ettiğini söylediler, doğru mu?” diye sordum konuyu değiştirerek.
“Doğru söylemişler. Geri dönsen iyi olur. Merak ederler.”
“Haklısın. Ben gideyim.” deyip babama arkamı döndüm ve asansöre koştum.