Yorucu, ölümcül derecede tehlikeli bir eğitimden çıktıktan sonra kendime gelememiştim. Başım çatlayacak gibi ağrıyor. Arada bir ağzımdan ve burnumdan kanlar geliyordu. Kardeşlerimin yardımızla revire geldim. Revir büyük evin içerisinde aydınlık ferah bir odaydı. Görevli bayan beni görünce eli ayağına dolaştı nasıl göründüğümü gerçekten merak ediyordum. Çünkü etrafımdaki insanlar minator görmüş gibi bakıyordu. Rüyada gibi hissediyordum. Hemşire olduğunu düşündüğüm görevli yakından bakıp hafif bir çığlık attıktan sonra paniğe kapılmış bir şekilde; "Zeus aşkına! Çabuk yatağa yatırın. Evet evet şuraya!" dedi güdük parmaklarıyla yakındaki yatağı gösterirken. Yavaşca beni taşıyan Lucy ve Summ'la birlikte ilerliyorduk. Bir aynanın önünden geçerken kendimi görmeye çalıştım. Yüzümü görünce korkuyla irkildim. Bembeyaz olan yüzüm 16 yaşındaki birisininkine değilde 75 yaşındaki birisinin yüzüne benziyordu. Alnımın ortasında tahminen damarın geçtiği yerde kopkoyu morluk vardı. Burnumdan yavaşça kanlar geliyordu. Onun dışında yüzümde kan lekeleri vardı. Aynanın görüş alanından çıkınca bile kendimi toparlamam birkaç saniyemi aldı. Beni yatağa yatırdıktan sonra kardeşlerimi dışarı atan görevli paniklemiş bir halde etrafda koşuşturuyor gerekli mazemeleri topluyodu. Bense hafifden gülümseyerek onu izliyodum hala rüyada gibiydim. Yanıma doğru gelirken yüzümü buruşturup acı çekiyormuş gibi yaptım. Kadın önce ılık ıslak bir bezle yavaşça yüzümü sildi. Daha sonra buz dolu bir torbayı alnıma koyduktan sonra yüzümün belli kısımlarına dokunarak çatlak olup olmadığını yokladı. " Nasıl oldu bunlar?" diye sordu telaşla benimle uğraşırken. Bütün olanları anlatmaya ne niyetim ne de gücüm vardı. Kısa kesip yalan söyledim. " Canavarlar.." Bu sırada görevli burnuma alkollu bir pamuk sokmak suretiyle kanamayı durdurmaya çalışıyordu. Bütün iş tamamlandıktan sonra. Konuşmaya devam etti. " Ne biçim canavar bunlar. Hiç açık yara yok, nerdeyse beyin kanaması geçiricekmişsin." dedi biraz çirkef bir sesle. Bu durumda bile düşünme yeteneğimden birşey kaybetmemiştim ki son hamlemi yaparak susmasını sağladım. "Sirenler beynimin içine girmeye çalıştılar mücadele ettim sanırım çok zorlamışım." Daha sonra bir takım sesler çıkararak canımın acıdığını belirttim ki şu sorgulamadan kurtulayım. Kadın kendi kendine söyleniyordu. " Ah bilirim o Kehiron olucak at bozması nasıl zor görevlere yolluyor melezleri ben uyardım Tanrıça Athena'yı ama beni dinlemedi." dediklerini umursuyormuşum gibi kafamı sallayıp destek verici bir bakış attım. Daha sonra bir şişe ile yanıma gelip hafifçe tereddütle şişeye baktı. Bana doğru keskin bir sesle konuştu. " Şimdi bunu içip uyuyacaksın buna Tanrıların nektarı derler ya da Ambrosia, bunu gereğinden fazla içersen ölürsün. O yüzden sadece bu küçük şişe kadar içiceksin." Uzatığı şişeyi alıp kafama diktim. Tadı harikaydı. Bir dikişte bütün şişeyi bitirmiştim. gerçekten çok yorgun olduğumu hissediyordum. Hemen uykuya daldım.
Birkaç saat olduğunu tahmin ettiğim bir uykudan uyandığımda. Çok sağlıklı hissediyordum. Kalkıp fırlayabilirdim. Görevli yanıma gelip gülümseyerek konuştu. "Sonunda uyandın demek. Umarim daha iyisindir e artık 34 saatlik uykudan sonra ölmüş olsan dirilirdin." 34 saat mi? O kadar uyumuş muydum ki ben? Demekki gerçekten kendimi çok zorlamıştım. Neyse ki artık harikaydım revirdeki yataktan kalktıktan sonra ilk iş dönüp aynaya baktım. Herşey normal gözüküyordu morluk bile geçmişti. Tanrı nektarı dedikleri şey gerçektende işe yarıyormuş. Görevli bayana teşekkür edip, yarım saatlik dikkatli ol nutuğunu dinedikten sonra zorla gülümseyerek kapıdan çıktım kulübeye dönmek üzere.